Pazar Mayıs 5, 2024

Son kavga sınıf kavgasıdır! İsmail Cem Özkan

“Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” Köroğlu

Sınıf kavgasında taraflar meydana çıkıp er kavgası yapmamaktadır… Köroğlu değimi ile tüfek icat oldu. Bir tüfeğin sınıf lehine kullanılması ve sınıfı için sermaye birikimi aracı olduktan sonra savaşlar meydanlara çıkıp, daha karmaşık ilişkilerin olduğu bir alana kaydı. Kapalı kapılar arkasında verilen kararlar sonucu birçok insan haberi dahi olmadan, ne için öldüklerini bilmeden toplu katliamların, soykırımların kurbanı oldu.

Sınıf mücadelesi her zaman barışçıl ortamda olmamıştır, zaman zaman meydanlara kurulan barikatlar, fabrika önlerine asılan grev afişleri eşliğinde yaşamın her alanında kıyasıya açık mücadele şeklinde olmuştur. Bu mücadele içinde bir çok işçi hayatını kaybetmiş, burjuvazinin yanında yer alan “Murtaza”lar (Orhan Kemal) ise içinde bulundukları sınıfın gerçekliğini kabul etmeden kendi hayatını kurtarma adına sınıf arkadaşını, mücadele yoldaşını arkadan bıçaklamıştır.

İçinde yaşadığımız kapitalizm çağı, içinde yeşermekte olan kendisini yok edecek sınıfı yok etmek adına birçok mücadele aracı geliştirmiş olmasına rağmen, her şeye rağmen, bütün üstünlüklerine rağmen sınıfın yani üreten olan emekçilerin direnci karşısında çaresiz kalabilmektedir. O yüzden işçi sınıfını ne adar çok parçalarsa o kadar direnç az olacağını bilerek sınıf içinde çelişkilerden yararlanarak sınıf içinde kategoriler yaratılmıştır. Beyaz yakalı işçi ile fabrika işçisini ayırırken, sendikal mücadele alanlarını ayrı örgütlenme modelleri üzerine oturmasını sağlamıştır. Ülkemizde 15–16 Haziran hareketi ile burjuvazi işçilerin elde ettiği moral üstünlüğünü örgütlü yapısını 24 Ocak 1980 yılında alınan kararlar ile yok etmeyi planlamış ve bu planın uygulanabilirliği için ülkemizde 12 Eylül faşist darbeyi organize etmiştir. Darbe sonrası işverenlerin birliği başkanı “bundan sonra biz güleceğiz!” diyerek darbenin kim için yapıldığını ilan etmiştir.  12 Eylül ülkemiz için kırılma noktasıdır, karma ekonominin yerini serbest piyasa adı verilen liberal ekonomi politika almış, hapishanelerde kaynaştırma adı altında yapılan sağ ve sol mahkumları aynı hücre ve kafesler içine yerleştirdikleri gibi toplumu da kafesler içine koyup kaynaştırma modelini uygulamış, dört eğilimin temsilcisi olarak ANAP iktidara taşınmıştır. Bugün ANAP isim değiştirmiş ve liderini değiştirerek varlığını günümüz zamanında geçerliliğini korumaktadır. 12 Eylül sonrası toplum mühendisleri projeler üretmiş ve o projeler farklı liderlerin gözetimi ve bilgisi ilinde uygulanmıştır.

Toplum mühendislerinin çalışma hayatına kazandırdığı liberal düşünceye uygun iş yerini içinde daha örgütsüz emekçilerin yer alacağı bir sistem geliştirmiştir. Bu uygulama daha önce birçok ülkede uygulanmış ve sınıf mücadelesi sonucunda elde edilen tüm hakları geri alan ve yeni boyunduruk yasasını hayata geçirmiştir. İşçi sınıfı aynı iş yerine farklı patronların emri ve gözetimi altında çalışmasına taşeron işçilik ve taşeron yapılanma adı verilmiştir. Her ne kadar taşeron firmalar aynı iş yerinde daha düşük ve daha verimli çalışan işçi modelini kağıt üzerinde kanıtlamış olsa da hayat içinde o kadar başarılı olup olmadığını istatistikler göstermektedir. Taşeron işçilik ile üretilen ürün kalite açısından eskisine göre daha düşüktür, fakat zaten kapitalistler kaliteli ürün değil, kullan at modelini kabul ettiklerinden daha fazla tüketime yönelik siyasi kararları hayata geçirtmişlerdir. Artık sanayi ve kalkınma öncelikli değil, ne kadar çok tükettiğin gelişmişlik ölçütü oldu. Çok tüketen daha gelişmiş ve çağdaş dünyanın nimetlerinden yaralandığı algısı oluşturulmuştur. Buna dayalı olarak devletin elinde olan tüm işletmeler zaman içinde özelleştirilerek devletin elinden (kamunun elinden) çıkarılmış, özelleşen kurumlar da kısa zamanda uluslararası firmaların denetimine girmiş ve işletmeler zaman içinde kapanmış, özelleştirmenin olduğu ülkelerde işsizlik artmıştır. Bu bilinçli bir tercihtir. Bu tercihi ülke siyasetine koşullayanlar da uluslar arası firmalar ve tröstleşmiş firmalardır. Her ülkede her konuda borsanın kurulması ve o borsa aracılığı ile paranın 24 saat hareket etmesi sağlanmıştır. Para altın karşılığı basılan bir meta olmaktan çıkarılmış, borsanın ihtiyacı yönünde ve borsanın yönlendirmesi ile basılan bir soyut metaya dönüştürülmüştür. Bugün ülkemizde HES adı verilen tüm enerji firmaların çoğalması enerji borsasının oluşması içindir, enerji borsası açıldıktan sonra ülkeye ait tüm enerji kaynakları tröst firmaların denetimine geçecek ve onların istekleri yönünde tüketilmek üzerine enerji üretilip satılacaktır.

Sınıf mücadelesi artık eskisi gibi görünür ve direkt savaş üzerine oturmamaktadır, o yüzden işçilerin örgütlü yapıları sendikalar ve siyasi partiler artık marjinal diyebileceğimiz konumuna dönüştü, burjuvazi elde ettiği üstünlüğünü sınıfı parçalayarak sınıf bilinicinin oluşumunu engelleyecek yapılanmaya girdi. Bugün adında devrimci sıfatı olan sendika artık ne devrimcidir ne de sınıfın çıkarını koruyacak kadar bilgi birikimine sahiptir. Mülteci çocukların uluslararası tekel tekstil firmaları için işçi olarak çalıştıkları haberini DİSK yalanlamış, ertesi gün haber yapan kaynaklar fotoğraflar ile kanıtlamıştır. DİSK örgütlü olduğu işletmelerde kimlerin çalıştığını dahi bilemeyecek konumda ilgisiz ve patronun yanına düşmüştür.

Zonguldak’ta özelleştirilen bir firmada taşeron olarak çalışan firma ile sözleşmesini iptal etmiş, taşeron firmada çalışan işçiler sokakta kalmıştır. Çünkü taşeron firma iş alabildiği sürece işçinin maaşını ödeyebilecek bir anlayış ile yapılanmış, iş olmayınca tabela şirketi konumuna dönüşmektedir. Taşeron firmada çalışan işçiler ise tecrübe kazanmışalanında kalifiye işçi konumuna gelmişlerdir. Kalifiye işçiler gerçek işveren firma önünde çadır kurup biz bu işi biliyoruz, biz olmadan siz enerji üretmezsiniz diyerek taşeron olarak çalıştıkları firmadan iş istemekteler. İhaleyi almış firma ise daha düşük ücrete başka taşeron firmaya işi yaptırmayı düşünmekte ve çıkarları ona göre hesaplamaktadır. Taşeron gelen her yeni firmada işçiler işi yeniden öğrenecek ve bu öğrenme süresi içinde birçok kazaya ve doğanın tahribatına kapılar açıktır. Kafalarda oluşan soru, firma gerçek anlamada layıkı ile iş üretip para kazanmak mı istiyor, yoksa nasıl olsa öyle de olsa böylede olsa devlet her ürettiğimi benden alıyor, kağıt üzerinde ürettiklerimi satar kağıt üzerinde rakamlar hesabıma girer hesabı mı yapmaktadır. Kapılarının önünde kurulan çadırı ve kalifiye işçi olduklarını söyleyen işçilerin sesini duyacak mı? 

Üretim mi, tüketim mi?

Günümüzde üretim artık yük olarak görülen bir işleve dönüştürüldü. Üretmeden tüketiyoruz. En fazla da insan tüketiyoruz. Ülkemiz savaş alanına dönmüş, sanki ikinci dünya savaşı yaşanıyormuşcasına sürekli gündemi kan belirliyor. Bu kan deryasının ortasında bizler ise sürekli tüketeceğimiz yeni sanayi ürünü ile karşılaşıyoruz. Onu almak içinde köle, kapı kulu... artık ne olmamızı istiyorlarsa o rollere girer olduk.

Direnmeyen, ekmeği için mücadele etmeyen, üretmeyen her toplum dejenere olmak ve yok olmak zorundadır.

Bugünlerde Otomotiv sanayisi işçileri Bursa’da sınıfsal karakterine uygun direniş gerçekleştirmeleri tüm umutların hepten yol olduğu anlamına gelmediğini, karanlığın zifir olduğu yerde de kıvılcım olacaklarını kanıtladılar. Onların haklı mücadeleleri yalnız kalmadığı ve halkın tüm katmanları tarafından sahiplenildiği sürece oluşturulan kölelik sistemine direnç artacak ve sınıfın ortadan kalktığı gerçek özgürlük düş olmaktan çıkacaktır.

“bitmedi daha sürüyor o kavga

ve sürecek

yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”

 Adnan Yücel yıllar önce dizelerini bize armağan olarak bırakmış, bizde onun sözü ile bitirelim yazımızı… “yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”

İsmail Cem Özkan

43795

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Yüce bir ölüm!/Agop Ekmekciyan

 24 Ocak 1988 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü I.Şube polisleri tarafından boş bir arsada kurşuna dizilerek öldürüldüğü vakit Manuel Demir henüz 25 yaşındaydı.  Genç yaşında ,inandığı dava uğruna düşüncelerinden taviz vermeyen,onurlu duruşu ile cellatları çılgına çeviren Manuel Demir hunharca öldürüldü.  Faşizmin azgınca terör estirdiği yıllarda tüm hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı,yurtsever,devrimci,komünistlerin  hapishanelere atıldığı 12 Eylül faşizminin kol gezdiği şartlarda devrimci mücadeleye ara vermeden,,çekinmeden devam etti.

Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) için 11 not/ Temel Demirer

normal tarihsel koşuldur.”[1]

i) Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) güzergâhı, “devrimin güncelliği” fikrine veda etmeyenler için şaşırtıcı olmadığı gibi, “beklenilmeyen” de değildi…

Bu bağlamda Kaan Arslanoğlu’nun, “Bu memleket adam olmaz”, “insanların üzerinde ölü toprağı var”, “insan doğuştan/genetik olarak itaatkârdır,”[2] türünden zırvalarını yerle yeksan eden Haziran Başkaldırısı, tarihsel bir yanıt oldu.

Akademisyen sorumlulugu /Sibel Özbudun

“En büyük bilgelik kendine egemen olabilmektir.”[2]

1. Entelektüel üretimin akademiye ve belli şablonlara sığdırılmaya çalışıldığı günümüzde, sizce akademi dışında entelektüel bir üretim zeminin oluşturulma imkânları nelerdir? Bu bağlamda Özgür Üniversite deneyimini nasıl değerlendirirsiniz?

Benzeşen Toplumları Talilde Unutulanlar / Ergün Aslan

Teori  proletarya köylünün yaşamsal mücadelesinin devrimcide akademik olarak  dile gelişidir.

Konuya girmeden önce, 

Kapitalizmin.., işverenin..  karşısında proletarya köylü olmanın nasıl bir şey demek olduğunu unuttuysan ...

Bu tuzsuz baharatsız sosyo - ekonomik yapı neymiş ya.

Her şeye deva.

Ülkenin sosyo-ekonomik yapısını, inşasını mı talil edecen; Katma  işin içine sömürgeciliği...,  sosyo - ekonomik yapının sınıflar  yüzerinde yol açtığı karekterliği.... tamam.

Umreye Giden Düşkünler/ Erdal Yıldırım

Gündemde AKP iktidarı Kültür Bakanlığınca organize edilen 100 Alevi kökenli ‘dede’nin önce Necef’e, Kerbelâ’ya ve sonra da umreye götürülmesi olayı var. Ve (ben de dahil) bir çok yazar çizer, kanaat önderi, kurum yöneticisi günlerdir bu konuda, konuşuyor, yazıp çiziyor ve ülkenin başkaca bunca önemli yaşamsal sorunuları varken, bu konu gündemde önemli bir yer tutuyor.

On yıl mı beş yıl mı bu ne demektir?

AKP’nin başı Başbakan mahpusların uzun yargılama süresini kısaltacağını açıkladı! Herhalde bravo dememizi bekliyorlar. Ne diyelim ülkemizin kara mizahı böyle oluşmakta.  Ülkeyi  öyle ki yazboz tahtasına çevirdiler ki. Bu zevatlar ne yaptıklarını biliyorlar mı? Yoksa, bizlerle dalga mı geçiyorlar? Sanki on yıldır bu iktidarda olan, bu yasal düzenlemeleri yapan kendileri değilmiş de başka biri imiş gibi ortalığa çıkıp ne iyi düzenleme yapacaklarını ballandıra ballandıra anlatıp duruyorlar.

Lenin ile Stalin arasinda ulusal sorun konusunda"çeliski var"miydi

 

Abdullah Öcalan,Hatip Dicle ve “Kapitalist Modernite”’

Time dergisinin her yıl açıkladığı “Dünyanın En Etkili 100 Kişisi” listesinin 2013 versiyonunda Ortadoğu’dan sadece iki liderin adı vardı: Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen.Liderliğini esaret koşullarında sürdürmesiyse Abdullah Öcalan’ın çok özel durumuna işaret ediyor.Tam anlamıyla bıçak sırtında yapılan bir politika üretiminden bahsediyoruz.Bu politika üretimine ilişkin tartışmalar Öcalan’ın bir komployla 15 Şubat 1999’da TC’ye tesliminden ve takip eden sorgu aşamasındakı performansından itibaren hiç durmadı.Öcalan’ın özeleştiri vererek önünü kesmediği bu tartışmalar başta PKK dü

Mültecilik ve düşünce üretimi

Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) içinde eskiden beri “mülteciliğe” bir kızgınlık ve yabancılaşma vardır. Özellikle “mülteci” devrimcilere iyi gözle bakılmaz. Bunun TDH’ne, “kötü” olarak yansıması TKP’nin mülteciliğinden kaynaklanıyor. TKP önderleri,,, ülkedeki baskı koşularından dolayı uzun bir süre yurtdışında (o zamanki adıyla Sovyet bloku ülkelerinde) yaşamak zorunda kalmaları, 1970’lerden sonraki devrimci kuşak içinde, “lanetlenen” bir durum oldu.

Zor Yıllarda "Aydın olmak"

“Ne kadar nahoş olsa da,olguları açıkça görmek,adlı adınca çağırmak, …doğruyu söylemek zorundayız.”[1]

“12 Eylül 1980 sonrası sosyalist mücadelede sosyalist aydınlar” konulu bir yazıyı kaleme almak “zor”; dahası, zor olduğu kadarıyla hüzünlü. 

Bizi bırakıp giden(lerden) biri bağlamında bana; Maksim Gorki’nin, “İnsan, ne onurlu sözcük”; Bertolt Brecht’in, “İnsan olmak büyük bir şeydir”; Anton Çehov’un, “İnsanlar inandıklarıdır,” sözlerini anımsatan Ata Soyer’e dair;[2] yazmak daha da “zor” bir iş...

Sayın Gizli Tanık ve Tanıklarıma: Lütfen Kendinizi deşifre Edin!

Yusuf KÖSE

Devrimci yaşama başlayıp biraz “sivirilince”, hakkımda da bir çok şeyler yazılıp çizilmeye başladı. Ancak, bunlar, genellikle burjuva devlet ya da bunların uzantıları aracılığıyla kamuoyuna sunuldu. Ve hala sunulmaya devam ediyor. Bir kısmı gerçekten karşı-devrimin direkt uzantıları, bir kısmı da bilmeyerek onlara hizmet eden “bir tas çorbacılar.”

Sayfalar