Salı Mayıs 14, 2024

Tek Adam Diktatörlüğü Nereye Kadar?

16 Nisan “18 Maddelik Anayasa Değişikliği Referandumu”nun sonuçları üzerine detaylı bir analize gitmek biraz erken olmasına karşın, kısa bir analiz yapılabilir. 16 Nisan öncesi “HAYIR” yoktu, ama şimdi, AKP faşzminin karşısında büyük bir “HAYIR” var. Bu küçümsenmeyecek bir gelişmedir. Elbette, bu %50 HAYIR'ın bütünsel ve nitelikli bir anti-faşizm olmadığını da unutmadan... Buradan başlayabiliriz.

Türk sermaye devletinin tek adam diktatörlüğünü onaylatma”referandumu” sona erdi. “Evet” çıkacağı, daha baştan belliydi. Faşizme ve tek adam diktatörlüğüne karşı HAYIR oyları ne kadar çok olursa olsun, sonucun “Evet” şeklinde açıklanacağı tahmin ediliyordu.

AKP faşizmi ve arkasındaki sermaye güçleri, “Evet”i Hayır’a karşı açık ara oyla önde çıkaramadı. Bunun için sandık hilelerine çokca baş vurmalarına karşın, HAYIR oyları açık ara önde gidiyordu. Bunun önüne geçmek için YSK’nın yasalara aykırı “kararını” devreye soktular. Böylece, önceden hazırlanan “mühürsüz zarf”ların “geçerli” sayılarak “hezimeti” önlemek istediler.

Bütün baskılara, katliamlara, tutuklamalara, işten çıkarmalara, tehditlere ve devletin tüm olanaklarını “evet” için seferber etmelerine karşın, “Evet” onların beklediği gibi açık ara önde değil yaklaşık 1,2 puan önde çıkarmayı “başarabildiler.” Bu sonuç, Erdoğan’ın emir kulu YSK’nın açıklamasıydı. Gerçekte ise toplumun yarısından fazlasının “Hayır” dediği açığa çıktı.

İstanbul Türkiye’nin siyasal ve sosyal aynasıdır. Burada Hayır’ların önde çıkması, genelde de bu yönde çıktığının göstergesidir. Bunun dışında Ankara, İzmir, Diyarbakır, Adana, Denizli, Mersin, Antalya, Hatay, Zonguldak, Eskişehir, Bilecik gibi şehirlerde Hayır’ların önde olması, işçi sınıfı ve emekçilerin büyük bir çoğunluğunun Hayır oyu verdiğinin kanıtı sayılabilir. Bursa ve Kocaeli gibi yerlerde az farkla “evet”in önde çıkması, işveren-devlet-sendika işbirliğinin işçiler üzerindeki ağır baskılarının sonuç verdiğini gösteriyor.

Refarandum’un siyasal olarak kazananı ezilen kitleler olmuştur.

Birincisi Kürtler olmuştur. Katliamlara, siyasi soykırıma ve devletin her türlü şiddeti pervasızca uygulamasına karşın, Kürtler “HAYIR” demiştir. Kürtler’in “evet” demeleri için bir nedenleri de yoktu, ama HAYIR demeleri için çok nedenleri vardı. Herşeyden önce yaşam haklarına karşı bir saldırı vardı. Referandum gecesi, TV stüdyolarındaki “yorumcu” şarlatanların tüm inkarlarına karşın Kürtler AKP’ye kaymadı. Tersine, katliamlara ve boyun eğidirme politikalarına karşı Kürtler’in ezici çoğunluğu HAYIR dedi. Kürtler’in “Hayır” oyları ise bilnçli bir oydu. Faşizme karşı demokrasi istiyorlardı. Barış istiyorlardı.

İkincisi kazanan, işçi ve emekçiler oldu. Faşist devletin tüm baskı ve hilelerine karşın, en azından, toplumun yarısının Hayır demesi, büyük bir moral kaynağı oldu. AKP faşizminin sanıldığı gibi güçlü olmadığı ve arkasında güçlü bir kitlenin de olmadığı, mücadelenin yükseldiği anda bir çoğunun AKP faşizmin karşısında yer alabileceği görüldü. Bu güç, aynı zamanda, toplumu islamlaştırmanın önünde de engel olarak duracaktır.

Üçüncüsü, komünist ve devrimci kesimlerin, doğru bir taktik mücadele ile tüm zorluklara ve devletin faşist baskı ve uygulamalarına karşı Hayır kampanyaları yürütmeleri, yeni bir toparlanmanın yanında ortak hareket edebilmenin bilincini ve pratiğini yaratmıştır. Çünkü söz konusu bu referandum, egemen sınıflar arası (bir yanı böyle olmasına karşın) çatışmadan çok, işçi sınıfı ve burjuvazi arasında geçmekteydi. Genel olarak da Kürtler başta olmak üzere aleviler ve diğer azınlık uluslara mensup kitleler arasındaydı. Kısacası tüm ezilenleri doğrudan ilgilendiren bir olguydu. Bu referandumu “egemen sınıflar arası çatışma” görüp uzaktan seyreden kimi küçük burjuva “sol”cuları ise, keskin sloganların arkasına gizlenerek kitlelerin sorunlarından uzak kalmayı “sınıf mücadelesi” bellemeye devam ettiler.

Dördüncüsü, cepeheleşme ve kutuplaşmanın arttığı ve iktidar kanadının paramiliter güçlerini devreye soktuğu bir süreçte, önümüzdeki günlerin kanlı çatışmalara sahne olacağını söylemek pek abartılı bir saptama olmayacaktır. Buna tüm demokrat, devrimci ve komünistlerin hazırlıklı olması ve örgütlenmelerini bu doğrultuda yapmaları gereklidir.

Faşizme ve savaşa karşı; barışın, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması temelli bir mücadele etrafında birleşebilecek tüm güçlerle birlikte hareket edilmesi, bu dönemin politik düsturu olarak öne çıkmaktadır.

Referandum’un kaybedeni, AKP ve arkasındaki sermaye güçleri oldu.

Birincisi; devletin tüm olanaklarını kullanmalarına ve faşist devlet baskısını tüm muhalifler üzerinde uygulamalarına ve “HAYIR” diyenleri “ vatan haini” olarak ilan etmelerine karşın; yalan, gerçeklerin manipüle edilmesi, kutuplaştırma ve din üzerine kurulu propagandaları toplumun büyük bir çoğunluğu nezdinde tutmadı. Bekledikleri %55’in üzerinde oyu alamadıkları gibi, toplumun gözünde Hayır oylarının önde olduğunu gizleyemediler.

İkincisi; AKP kan kaybetti. Büyük şehirleri kaybetti. Bu onların çöküşe doğru gidişinin hızlandığının göstergesidir. Bu çöküşün önüne geçmek için, toplumu kutuplaştırmada sınır tanımayacakları yönde politikalarını arttıracakları da bir o kadar gerçektir. Ancak bu yöntem onların çöküşünü engelemeye yetmeyecektir.

Üçüncüsü; Erdoğan’ın karizması çizilmiştir. 2013 yılında Haziran Ayaklanması ile çizilmişti. Kitleler şimdi oylarıyla bunu bir kere daha gösterdi. Bu, burjuvazi açısından da Erdoğan üzerinden yürümelerini zorlaştıran etken olacaktır. Dünya kamuoyu önünde iyice teşhir olan Erdoğan ve kliği, artık daha rahat hareket edemeyecek ve iç (ekonomik ve siyasal) çelişmeler derinleşerek keskinleşecektir.

Yaklaşık yüzde elli HAYIR ile “tek adam diktatörlüğü” oldukça zor ve sürdürülemez bir yola girmiştir.

Dördüncüsü; Türk sermaye devleti, içinde bulundukları siyasal krizi aşmak için baskıları artırmaktan başka seçenek bulamıyor. Durgunluk sürecine girmiş ve giderek krize doğru yelken açan ekonomi durum ve uluslararası alanda yalnızlaşmanın yanında, Ortadoğu politikaları bütünüyle iflas etmiş bir durumu tersine çevirecek politik yönelime giremiyorlar. Buna ne iç ne dış konjonktür uygun. Kapitalist sistemden kaynaklı kaos ortamı yaşanıyor.

Beşincisi; Egemenler, nasıl ki 7 Haziran 2015 yenilgisini Kürtlere karşı savaş açarak kapatmaya ve milliyetçiliği güçlendirmeye çalıştıysa, bu kez de referandum yenilgisinin bedelini Kürtlerden çıkarmaya çalışacak, Kürt kazanımlarını yok etmek için daha fazla saldırganlaşacaktır. Bu saldırgan politika, Kürtlerin bütünüyle kopmasını ve içerde ise alevi-sünni, ilerici-gerici, laik-laik olmayan şeklinde süren ayrışımı ve kutuplaştırmayı artıracak ve toplumsal iç çatışmaya doğru evrilecektir.

Türk devletinin Irak, Suriye ve Kürtdistan politikası, onu bölgedeki gelişmelerin içine daha fazla çekecektir. Özellikle Kürtlerin kazanımları ve emperyalistler arası çelişmelerin derinleşmesi, Türk devletinin saldırgan “savaş” politikasının dışında kalamamasında başat rol oynamaktadır.

Türk devletinin bu yönelimini boşa çıkaracak taktik; ulusal demokratik Kürt hareketiyle ortaklaşa hareket eden Türk işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi engel olabilir.

Özellikle, Türk işçi sınıfı ve emekçileri, faşist devletin kutuplaştırma ve ayrıştırma politikalarına karşı durmadığı sürece, toplumun iç savaşa evrilmesinin tehlikesi hep varolacaktır. Kutuplaştırma, ayrıştırma, dıştalama ve cinsiyetçi politikalar faşist iktidarların düsturudur. Çünkü AKP ve Erdoğan’ı iktidarda tutan esas etmen, Kürt düşmanlığı ve toplumun kutuplaştırılması olgusudur.

Türk egemen sınıfların sorunları her geçen gün ağırlaşmasına karşın, bu referandum ile birlikte daha da ağırlaşmış, kapitalist sistemin yarattığı

çelişmeler onların ayaklarına dolanmıştır. Burjuvazi bu kaos ortamından çıkmak için burjuva anlamda demokratik yollara baş vurma yerine, daha fazla saldırı poltikasıyla karşılık verecektir. Bu da toplumsal çelişmeleri ve kaosu artırıcı bir rol oynayacaktır. Bu çelişmeleri köklü olarak çözebilecek yegane güç ise, işçi sınıfının sosyalizm mücadelesidir. 

42832

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

TKP-ML Avrupa Komitesi: Kuruluşunun 50. Yılında Partiyle Devrim Yürüyüşümüz Devam Ediyor!

1972-2022… Kesintisiz süren 50 yıllık devrim yürüyüşümüz, partimizin yol göstericiliğinde devam ediyor.

24 Nisan 1972, Türkiye ve T. Kürdistanı açısından kritik önemde bir tarihtir. Yeni bir sayfanın açıldığı bir milattır.

TKP-ML MK: 50 Yıllık Mücadelemiz, Geleceği Kazanma İrademizdir!

YAŞASIN PARTİMİZİN 50. KURULUŞ YILI!

Partimiz 50 yaşında! 24 Nisan 1972’de İbrahim Kaypakkaya önderliğinde sınırlı sayıda kadro ve militan tarafından kurulan partimiz, bugün 50. yaşını kutluyor. Bir insan için uzun ancak sınıflar mücadelesi ve toplumlar tarihi açısından kısa bir süre olan bu zaman diliminde Partimiz, önemli başarı ve zaferler kazandı. Yenilgiler aldı ve gerilemeler de yaşadı. Ancak hiçbir zaman devrim iddiasından ve Halk Savaşı ısrarından, silahlı mücadelenin gerekliliği-zorunluluğu bilincinden kopmadı.

Leninist Emperyalizm Tanımının Bulanıklaştırılması

Rusya’nın 24 Şubat (2022)’da Ukrayna’ya saldırısıyla birlikte, emperyalizm üzerine tartışmalarda sıklaştı.  Ve kendini solcu olarak adlandıran bir kısım siyasi hareket ve bazı yazarlar, Rusya’nın emperyalist olmadığını, ama emperyalist amaç güden işgalci bir güç olarak değerlendirdi. Bazıları ise, “anti-emperyalist cephede” değerlendirmeye devam ediyorlar.

İlham ve güç kaynağımız…(Sentez)

Proletarya partisinin kuruluşunun ve mücadeleye atılışının ellinci yılındayız. Bu süre içinde mücadelesini kesintisiz sürdüren proletarya partisi, bundan sonra da mücadelesini sürdürecektir. Onu var eden koşullar devam ettikçe varlığını devam ettirecektir. Sınıf bilinçli proletaryanın öncü müfrezesinin ülkemizdeki varlık nedenleri, günümüzde sistemin çöküntü içine girdiği koşullarda çok daha kendisini dayatır duruma gelmiştir.  Elbette ki o, üstlendiği tarihsel rolü yerine getirecektir. Çünkü mücadelesine yol gösteren sağlam temellere dayalı ideolojik-politik bir pusulası vardır.

Beyaz dağ’dan arta kalan çığlık dizelerinin şairi EMİR ALİ YAGANI kaybettik… Hasan Hayri Aslan

Son yıllarda Dersim’in çok değerli kültür insanlarını kaybettik. Sılo Qız, Emre Saltık, Hasan Saltık, Mehmet Çetin, Remzi Aydın…  birer yıldız gibi kayıp gittiler. Remzi Aydın için “Gri İklimden Maviye yolculuk” yazı çalışmamı yaparken 9 Şubat günü EmirAli’nin ölüm haberi ile sarsıldık. Epey zamandır yolları taşımak zor geliyor bana; ziyaret edemedim, kısa mesajlaşmalarla yetindik. 13 Kasım 2018’de söyleşi için o gelmişti bulunduğum kente. O sıra aldığım kitaplardan “Beyaz Dağda Bir Gün”ü şöyle imzalamış: “İhtiyar, ne böyle yaşanmışlıklar, ne de bu kitap olaydı!

TKP-ML MK:Yol Göstericimiz, İlham ve Güç Kaynağımızdır Partimiz!

24 Nisan 1972, İbrahim Kaypakkaya önderliğindeki bir avuç komünist tarafından, karanlığa tutulan meşalenin kurumsallaşma adımı olarak tarihe geçti. Dönemin, savaş ve direniş geleneği, Mahir ve Denizlerle birlikte örülüyordu. Anti-emperyalist kavgada yakalanan ivme, devrimci militan bir mücadele yaratmıştı. İbrahim yoldaş, savaş cephesine proletaryayı temsilen katıldı.

Zafer ve yenilgilerle dolu bir tarih! (1)

Dünyada 1965-1970 yılları arasında emperyalist-kapitalist sistemin kaynaklık ettiği ana çelişkiler giderek şiddetleniyordu. Bu başlıca çelişkiler; emperyalizm ile ezilen halklar ve uluslar arasındaki çelişki, emperyalist-kapitalist ülkelerde proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişki ve yine çeşitli emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerdi.

Lorenzo Orsetti… (Nubar OZANYAN)

Yolculuk boyunca başını arabanın arka koltuğuna yaslayarak uyurdu. Yaptığımız yolculuklarda Lorenzo’yu uyanık görmek neredeyse mümkün değildi. Araç içinde uyuyarak saatlerce yolculuk yapabilirdi. Ama “yeni bir özgürlük hamlesi olacak” cümlesini duyduğunda ne gözünde uyku belirtisi ne de yorgunluktan eser kalmazdı. Barış halinden savaş haline, uyku halinden silahlı tekmil haline nasıl hızlıca geçildiğinin örneğiydi Lorenzo.

Burjuvazi Parayı, İşçiler Ekmeği Düşünüyor

Burjuva sınıfı, daha fazla kar elde etmek için daha fazla alanı kontrol altına almak ve bunun için de daha fazla silahlanmak istiyor. Ağızlarında “barış” yok ve hiç bir zamanda “barış”  kelimesini tam anlamıyla kullanmadılar. “Barış” dedikleri anda da yine kafalarında savaş vardı.

Azami kar için birbirlerine karşı savaş açarken, savaşa sürdükleri askerler yine işçilerdi. Savaşta ölenler, bombalarla param parça edilenler, evleri yıkılanlar, göç yollarına  düşenler, burjuvaların egemenlik savaşında hiç bir çıkarı olmayan, ama, onlar vasıtasıyla sürdürülen bir savaş....

Sağlam proleter karakter örneği …Ali Asker YER

Pazar günü Stuttgart Arena Kültürhaus’da evgili yoldaşımız Ali Asker YER’in anma toplantısındaydık. Salon ve çevresi sevenleri ve yoldaşlarıyla doluydu. Bu sevgi seli hiç kimseyi şaşırtmadı, çünkü o gerçekten çok sevilen gerçek bir proleter devrimciydi. Onun yaşamından kareler içeren sinevizyon gösterimi sırasında salonu derin bir sessizlik ve hüzün kapladı, çok sayıda insanın gözleri ıslak ıslaktı. Hiç birimiz onun bu zamansız gidişine katlanamamıştık.

50. Yılın Deneyimi Newroz Ateşinin Görkemiyle1 MAYIS ALANLARINA!

Başta Kürt halkı olmak üzere Mezopotamya halklarının isyan ve direniş günü olan bir Newroz’u daha geride bıraktık. 8 Mart’ta kadınların dalgalandırdığı isyan bayrağı, 21 Mart Newrozlarında başta Kürt halkı olmak üzere Türkiyeli işçi ve emekçilerin kitlesel ve coşkulu eylem ve mitinglerine sahne oldu. 2020 Newroz’u salgın bahane edilerek yasaklanmış, 2021 Newroz’u salgının etkisi altında kalmıştı.

2022 Newroz’u ise gerek Kürt ulusunun artan özgürlük talebi ve gerekse de yaşanan ekonomik krizin derinleşen etkisiyle görkemli bir katılıma neden oldu.

Sayfalar