Pazartesi Mayıs 6, 2024

Tesadüflerle gezi'de gezdik

Tesadüflerin bu kadarı, nasıl bir günün içine sığar! Bu hepimizi nasıl güzelce “şaşkına çevirir”, bu şaşkınlık insanın yüreğinde “sevgi” denen o güzel duyguyu nasıl körükler!

-Ya tabular yıkıldı Türkiye’de ya! Saltanat devrildi. HDP’ye daha çok oy gelirdi ama, CHP’liler manevi geleneklerinden kopmaya cesaret edemediler. Ondan da kopsalar, umutlarının yıkılmasından korktular. HDP’yi görmeleri gerekiyor önce bir. Adımlarına güvenmeleri gerekiyor. Galiba tarih böyle birşey.

-Nasıldı o günler, anlatın canlı canlı duyma şansını yakalamışken?

Ben nasıl bir heyecanla soruyorum, onlar nasıl bir heyecanla anlatıyor! Bu tesadüfe inanamıyoruz hepimiz!

-Bütün Türkiye’nin değişeceğine öyle inanıyorduk ki, gaz mı atıyorlar, okuldan mı atılacağız…hiç umurumuzda değildi artık. Rektörlüğün önüne gidip, hepimiz birden sınava girmeyeceğimizi, sınavın ertelenmesini bile talep edebildik. Ama sonra bitti!! Yine eski hayatımıza döndük. Boşa mı gitti hepsi bilmiyorum ki! Nasıl düşünmek lazım, nasıl birşey kurması lazım insanın zihninde?

-Öyle deme ya! Bu kartopu hikayesi gibi birşey. 80’lerde insanlık biçilmiş, sonra ardı arkası gelmemiş. Gezi tam KARTOPUYDU KARTOPU. Ya biz bile sokaktan eve girmek istemiyorduk. Bütün o dönemin biriken kartopu HDP’de cisimleşti. Fizikte böyledir, kimya da böyledir, e matematik hayda hayda böyledir! Ha kara çok ısı gelir erir, hava çok soğur kar donar; o ayrı birşey, onu göreceğiz. Ama yokolmaz, bundan eminim. Neye dönüşür, kestirmek zor galiba!

-Ya evet aslında, anneler bile çocuklarına; “süt alın yanınıza, gaz yerseniz…” demeyi öğrendiler. Biz okulda öğrendiklerimizi, yaralanan olursa nasıl uygulayacağımızın derdindeydik. Ben kendimi tanıyamıyordum, nasıl değiştim, umudun peşinde koşmak ne güzeldi. Ama ne güzeldi, rüya gibiydi, bitti!

Anlatıyorlar, anlatıyorlar, tekrar tekrar anlamaya çalışıyorlar yaşananları, ucu bucağı gelmiyor…Serde gencecik olmak da var!

Almanya’nın Giessen şehrine Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un ayak bastığı gün, Emrah Serbeste ayak bastı(kendisi bunu henüz duymamıştı sanırım, duysaydı, okuma salonunda patlattığı şeyler dışında, daha neler patlatırdı bilemiyorum). Adını, yazdığını duymuştum ama; ne televizyonda izlemiştim onu, ne senaryosunu yazdığı diziye bakmıştım. Friedrich-Ebert-Stiftung’un organize ettiği okuma günlerine katılacağını duyunca, cup! Gezi sözcülerinden birisi olarak adı geçen, yazan “canlı tanık” görmenin heyecanındaydık hepimiz, bütün gelenler!!! Selma Wels bütün bunları çevirmeseydi, biz bu sahnenin tanıklığını yapamayacaktık.

Bu kadar “kıdemli” insanın da var olduğu bir mekanda, bu kadar “renkli-çok” satirler parçalana bilmesine, Türkiye’nin kendine has “kabadayılığına” hasret kalmışız! Gezi sürecinde değişen dil, acılarla bile dalga geçen üretimler, bunun hep bir ağızdan sahiplenilmesi, uzakta yaşanan bir rüya gibiydi bizim için! Emrah’ın konuşması da, bu dilin kendisi ve fazlasıydı.

Bakın sonra daha neler neler oldu! Yaşamda iyi ki tesadüf denen şeyler var. Ya olmasaydı! Tesadüfsüz bir hayat mümkün değil ama, bu kadarı! Okuma bitti, sorular soruldu, onlarda bitti. Herkes dışarıya çıkıp açık havada sohbet etmeye başladı. Emrah’da oraya bir masa attı, kitapları orada imzaladı.

Etraf toparlanırken, ellerinin altındakileri mutfağa götüren, masaları bir ucundan tutan gençler; bu topraktan olmadıklarını ışıldattılar hemen. Acayip sıcak, meraklı, herkesle langır lungur diyaloğa giren; “uzaydan mı geldi bunlar” dedirtecek kadar değişik-güzel-candan göründüler gözüme. Civcivler geziyordu adeta aramızda!

Aaaa!!! İzmir’den Erasmus Projesi kapsamında gelmişler buralara! Gezi Direnişi döneminde, İzmir ayağındalarmış!!! Ama İzmir’deyken tanışmamışlar, burada bulmuşlar birbirlerini! Emrah Serbes’in geleceğini üniversite kantininde asılı bir ilanda görmüş bir tanesi, yabaneller , diğerlerine de haber vermiş; daha önce hiç bulunmadıkları, neresi olduğunu bile bilmedikleri bir adrese savuruvermişler kendilerini!

Emrah’ın, Gezi dönemiyle ilgili “Deliduman” kitabını, bütün Geziciler bilirmiş zaten, biz cahil kalmışız! Kitabı; “Gezi, Che’nin resmini kullanmak gibi marka yapıldı. İçini boşaltıyorlar sürekli. Emrah, arkada kalan, görünmeyen hikayeleri yazmış. Son 50 sayfasında Gezi’yi anlatıyor. Tüketmemiş Gezi’yi, markalaştırmamış, severek okuduk” diye değerlendirdi hepsi.

Saat 23’e gelmesine rağmen, düştük yollara hep beraber. Onlar bilmedikleri sokakların yabancılığında, ben yıllardır burada öğrendiklerimin tanışlığında; ama, bana herşeyin ama herşeyin yasaklığının yabancılığında!

“Bu ülke ne kadar özgür ya! Osmanlı ucu nereye deymişse, Ortaçağ karanlığında kalmış o topraklar. Tamam matematik vs.birşeylerde keşifler yapmışlar, ama yağmacılığı elden bırakmamışlar. Hamur mu bozuk diye tanımlanır bu, nasıl tanımlarsa insan tam yerini bulur; iyi bir tanım bulmak lazım buna.  Bu saatte, sokakta, şu konuştuklarımızı sesli sesli konuşamazdık Türkiye’de. Ben orada işletmeci olup, büroda kapitalizmi oynayacağım. Dışarıya çıkıp insanların açlığını izleyeceğim. Bu tiyatroyu nasıl kaldırır kişiliğim bilmiyorum. Almanya’da olmaz, ama okul bitince İspanya’da yaşarım belki”.

“Sen dede misin?” deyiverdim 22 yaşındaki bu gence! Çok tarih okumuş belli. Bir matematik hatası yapmaktan da çekinceli. Tertemiz, gelecekten kaygılı! Çocukların ağzından çıkan her cümle, gökyüzünde azıcık görünen yıldızları pırıl pırıl yapıyor gözümde. Ne kadar ölçüp-biçip konuşmaya dikkat ediyorlar; “galiba, belki böyledir ama, bilmiyorum ama, ne dersin-nasıl düşünmek gerekir ki tarihi….”. Sarfettikleri her satırı, başka bir ülkede olmanın yeniliğinde süzgeçten geçirme-kıyaslama kaygıları uçsuz bucaksız akıyor. Bu kaygılarına nasıl çığlıklarla seviniyorum!!

19 Aralık 2000’de henüz 7-8 yaşlarındalarmış hepsi, duymamışlar hiç! Duyunca, bu eksik bilgilerinden dolayı nasıl hayıflandılar. Gezi dönemini yaşayanları canlı canlı görmenin benim için ifade ettiklerini anlattım onlara. “Biz de aynısını hissettik” dedi Dede. “Ben buraya geldiğimde depresyon lafının anlamını öğrendim. Başka bir ülkede olmanın ne demek olduğunu. Zaman geçince, Türkiye’den farkları gördükçe; orada olmak-burada kalmak….allak-bullak bir insanlık hali bu ya! İnsanın kendisini çok iyi analiz etmesi gerekiyor. Yoksa ucunu bucağını yakalayamaz insan. Herkesle de paylaşılamıyor. Herkes aynı şeyi yaşasa da, ilginç bir yalnızlık var burada, aitsizlik-paylaşımsızlık, çözümlemekten kaçma…”.

“Hiçkimsen yok mu burada, hiç?” sorusunu sorarken gözleri nasıl kocaman oluyor! “Hiçkimsesizlik”te birbirlerini “birisi” yapmayı yeni yeni öğreniyorlar hayatlarında! Bu keşfin ilginç telaşındalar.

“Biz işte sürgündeyiz, muhtemelen geri gidebilmek hiç gerçekleşmeyecek” cümlesini duyunca, yüzlerinin ifadesi yapyalın oluveriyor. “Exil” kelimesini, ölçüp-biçip; sosyolojik kökenini bulmaya koyuluveriyorlar. ‘Almanca tam öğrenemeyiz ama, bu kelimeyi bir daha unutmayız kesin’de mutabakat sağlıyorlar sonunda

Geceyi beraber deviriyoruz onlarla. Hepimiz uzaklarda Gezi kokukusunda. Nasıl bir sevgi duyuveriyoruz birbirimize. Tesadüfün böylesine, hepimiz kendi gerçekliğimiz içerisinde ayrı-aynı büyük bir memnuniyet duyuyoruz. Bunu birbirimize defalarca belirtiyoruz.

Sımsıkı ama sımsıkı kucaklaşıyoruz! Ertesi günlerde “kapitalizmin hızı içerisinde” buluşma planları yapmadan! Bu akşam rüya gibi, bir Gezi okuması, arkasından ucu bucağı gelmeyen bağlantılı sohbetlerimizle böyle zihinlerimizde kalsın istiyoruz.

Buluşma zamanımızı; 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden 70 yıl sonra, Giessen sokaklarında düşenleri, bir gece-tam saat 24’te gerçekleştirilecek Sokak Tiyatrosu olarak belirleyiverip, ayrılıyoruz…

İyi ki herşey sadece bizim ve başkalarının elinde değil! Kendimizi dozunda bırakmayı bildiğimiz ölçüde, tesadüflerin de yeşerttiği hayat anlarımız, bütün anlarımızı özgürleştirmeye devam ediyor galiba!

72639

Ganime Gûlmez

Ganime Gülmez sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Ganime Gûlmez

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Sayfalar