Pazartesi Mayıs 20, 2024

TKP/ML Merkez Komitesi;“Faşist kliklerin dalaşına değil, halk savaşına taraf ol!”

Türk egemen sınıflarının yaşadığı siyasal kriz derinleşerek devam ediyor. Faşist diktatörlük içindeki klik çatışması 15-16 Temmuz 2016’da ordu içinde örgütlenmiş bir cuntanın askeri darbe girişimiyle yeni bir evreye geçmiştir. Türk egemen sınıflarının tarihinde pek tanık olunmadık bir darbe girişimi olmuştur. Darbe girişiminin başladığı saatten (15 Temmuz saat 21.30), örgütlenme biçimine ve kısa sürede yelkenleri indirmesine kadar fiyasko niteliğinde bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak bu darbe girişimi TC tarihi açısından bir ilktir. Türk Ordusunun “cuntalar bileşkesi” olduğu bilinmektedir. Darbe girişimleri, yönetimi ele geçirme hesapları ordu içinde hiç tükenmemektedir. Türk devlet yapısının kuruluş aşamasında Ordunun siyasal rolünün bu aktivasyonda belirleyici bir rolü vardır. Egemen sınıfların ihtiyacına göre genelde Genelkurmay’dan başlayan bir süreçle askeri darbeler kotarılır.

15-16 Temmuz askeri darbe girişimi ise örgütlenmiş cuntanın hiyerarşik yapılanmaya dayanmaksızın sokaklara çıkıp yönetimi ele geçirmesi girişimi olmuştur. “Yurtta Sulh Konseyi” ismiyle kendini ifadelendiren bu cunta özellikle toplumun bir kesiminin AKP ve Tayyip Erdoğan karşıtlığına dayanarak bu darbeyi kotaracağı hesabı yapmıştır. Ancak Türkiye’de gerçekleşecek bir askeri darbenin başarısı Emperyalist güçlerin ciddi desteğine ve ülkenin politik konjonktürünün uygun olmasına bağlıdır. Darbeci cuntanın Türk egemen sınıflarının desteğini örgütleyemediği, medya-sermaye-siyasi eksen de destekten yoksun kaldığı gibi Emperyalist güçlerden de yeterli desteğin kotarılamadığını görmekteyiz. Bu durum Ordu içindeki örgütlenmesinde de yeterli desteğin alınamamasını getirmiştir. Ama tüm bunlara rağmen cuntanın darbe girişimi gerçekleşmiştir. Bu var olan cuntanın tam anlamıyla bir kamikaze rolü üstlendiğini göstermektedir.

Darbe girişiminde bulunan bu cuntanın kamikaze rolü üstlenmesi cuntanın ana omurgasını oluşturan egemen sınıf kliğinden kaynaklanmaktadır. Bu cuntanın örgütlenmesi ve sürüklenmesinde esaslı gücün Fettullah Gülen cemaati olduğu görülmektedir. Ordu-polis ve yargıda ciddi bir gücü bulunan bu cemaat uzun süredir sistemin esas güçleri tarafından düşman ve tehdit olarak görülmekte ve hedeflenmektedir. Cemaat, ordu içindeki memnuniyetsizliğe ve ABD emperyalizminin en azından bir kliğinin göz kırpmasına dayanarak tüm elverişsizlikleri göze alarak darbeye girişmiştir. Bu yaklaşık 4 yıllık egemen sınıflar arasındaki çatışmanın en şiddetli ve en kristalize olmuş biçimidir.

Cunta başarı elde edemese de devleti yeni bir siyasal krize ve yeni siyasal ilişkilere sürükleyecek sonuçlar doğurmuştur. Bu darbe girişimi başarılı olamasa da Türk devletinin meclisi bombalanmış, aralarında polis ve askerinde bulunduğu yüzlerce insan ölmüş, “Kutsal” “Peygamber ocağı” sayılan Ordunun bir kısım mensupları esir muamelesi görmüş, sokaklarda sürüklenmiş, kafası kesilmiş, linç edilmiş, asker ve polis düşman güçleri gibi çatışmaya girmiştir. Bu “Ortadoğu”ya model ülke olmaya çalışan, bölge devleti olma iddiası taşıyan bir devlet için olabilecek en kötü görüntü ve kriz durumudur. Yaşanan darbe girişiminin Türk devletini zayıf düşürdüğü, itibar ve prestijini ciddi düzeyde aşındırdığı, iç ve dış politika da izlenecek yönelimi etkileyecek düzeyde tesirde bulunacaktır.

Yaşanan darbe girişiminin ciddiyet ve güç sorunu, AKP’nin örgütlü-militer güçleri tarafından da kısa sürede fark edilmiş ve belli bir kitleyle bu girişimin karşısına dikilmekten geri durmamıştır. Kitlelerin bu hareketini “demokrasiyi” sahiplenmesi olarak okumak Türk devlet yapısının gerçek niteliğini karartmak olacaktır. Harekete geçen kitlenin AKP’nin gerici-faşist politikasının en militan sahiplenicisi olması gerçeği karşı-duruşun siyasal niteliğini de belirlemektedir. Bu anlamda kitlelerin demokratik hak ve özgürlükleri için değil, faşizmin egemen kliğinin çıkarları doğrultusunda harekete geçtiği tespit edilmelidir. Bu anlamda cunta girişiminin karşısına dikilmesi “haklı gerekçelere” dayanmakla birlikte kesinlikle ilerici ve demokratik değildir.

Darbeye maruz kalan parlamenter rejime dayalı devletin faşist karakteri kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Zira bertaraf edilen darbe girişimi sonrası Faşist diktatörlüğün Cumhurbaşkanı, başbakanı 15 Temmuz’u “demokrasi bayramı” ve “demokrasinin zaferi” olarak pazarlamaktadır. Oysa gerçek bambaşkadır. Tayyip Erdoğan önderliğinde Türk devleti, kendi anayasal çerçevesini yok saymakta, Kürt ulusuna en şiddetli katliam-baskı ve yok etme politikasını uygulamakta, tüm demokratik muhalefeti dolaylı ve doğrudan katliamlarıda devreye sokarak baskılamakta, düşünce ve ifade özgürlüğünün tutuklamaya varan yöntemlerle engellenmekte, kendi siyasal-dini-ulusal kimliğe sahip olmayan her kesimi “terörist ya da terör destekçisi” görerek sindirmektedir. Yani faşizm, hali hazırda her türlü araç ve yöntemle uygulamadadır. Kürt şehirleri binlerce insan katledilerek yok edilmekte, seçilmiş belediye başkanları tutuklanmakta, milletvekilleri tutuklama ve tasfiye ile yüz yüze bırakılmaktadır. Bu anlamda devlet yaklaşık 93 yıllık faşist rejimini Tayyip Erdoğan önderliğinde en pervasız biçimiyle sürdürmektedir.

Bu yüzdendir ki darbe girişimi “demokrasiye” yönelik değildir. Ancak terside doğrudur. Yani darbeci cunta “demokrasiyi” getirmek bir yana halkın “sandık” hakkının da gasp etmesine neden olacak gerici-faşist bir politik konumlanış içindedir.

Egemen sınıflar arasındaki çatışmanın geldiği bu nokta faşist diktatörlüğün dayandığı siyasal-sosyal-ekonomik temelin ürünüdür. Türk egemenleri halk kesimlerini “darbe dönemleri kapandı artık demokrasi bakidir” diyerek kendi gerçekliğini gizlemeye çalışması bu darbe girişimiyle berhava olmuştur. Siyasal ve ekonomik krizin sürekli olduğu faşist diktatörlükte cuntalar, darbe girişimleri ve darbeler her zaman güçlü bir seçenektir. Yönetme krizinin boyutlandığı her durumda askeri faşist cuntalar göreve amade beklemektedir. Bu bağlamda, Türk hakim sınıflarının çözmeye muktedir olmadığı politik sorunlar ve kriz hali askeri darbeyi hala gündem de tutmaktadır. Bu son girişim bunun açık göstergesidir. Bu girişim aynı zamanda Türk hakim sınıflarının mevcut yönelim ve politikalarının süreci yönetme kabiliyetini kaybettiğinin göstergesidir.

Yaşanan son gelişmelerle birlikte biraz daha zayıflamış, itibar kaybetmiş, politik krizi derinleşmiş bir devlet gerçeği söz konusudur. Darbe girişimine ilk tepki binlerce yargı mensubunun ve yine binlerce subayın gözaltına alınması olmuştur. Egemen sınıflar arasında ki dalaşta devlet bürokrasisinde öbeklenen bir klik bu vesileyle kapsamlı bir tasfiyeye maruz kalacaktır. Ancak bu tasfiye ötelenen yeni politik çatışmalara zemin sunacak, kurulmuş gerici ittifakların dağılma zemini olacaktır. Faşist diktatörlük içinde düşman kardeş grupların çokluğu bu tespiti kolaylıkla yapmamızı sağlamaktadır.

Özellikle Kürt ulusunun enerjik ve direngen mücadelesi egemen sınıflar arası çatışmaların hızla olgunlaşmasına neden olmaktadır. Kürt ulusunun demokratik hak ve taleplerine yanıt olamayan Faşist diktatörlük, Kürtlerin güçlü ve direngen mücadelesi karşısında politik krizi kaçınılmaz olarak daha derin ve sarsıcı yaşamaktadır. Ortadoğu’da ki gelişmeler ise buna çarpan etkisi yapmaktadır.

Komünistlerin ve devrimcilerin görevi bu yönetme krizinin doğurduğu sonuçlara karşı zora dayalı mücadelesini daha güçlü ve etkili hale getirmek olmalıdır. Kitlelerin memnuniyetsizliği silahların eleştirel gücüyle birleşmediği sürece egemenlerin siyasal krizini devrimin olanağı haline getirmek mümkün olmayacaktır. İster Parlamento örtüsü kullanılsın ister askeri cunta egemenliğinde olsun görev faşist diktatörlüğe karşı ezilenlerin özgürlük, demokrasi ve devrim mücadelesini örgütlemek olmalıdır. Askeri darbe girişimine karşı halkın güvenliğini sağlayacak, onları bu saldırı dalgasına karşı seferber edecek mücadeleyi benimsemek olduğu gibi, parlamento örtülü faşist diktatörlük karşısında parlamentarizme, reformizme hapsetmeksizin mücadele araç ve yöntemlerini çeşitlendirerek devrime seferber edecek politik bir netlik içinde olunmalıdır. Darbe girişiminin politik etkisini ve ağırlığını göz ardı etmeden ama sorunun esasını asla kaçırmadan mücadele yöntem ve araçlarını gerilla mücadelesine dayalı halk savaşına bağlayarak demokratik halk devrimi görevine sarılmalıyız.

Ezilenler çaresiz değildir. Parlementoyu faşizmin örtüsü haline getirip halkı “demokrasi” söylemiyle kandırılmasına da, faşist cuntayı Erdoğan korkusu ve AKP düşmanlığı ile kurtuluş olarak pazarlayıp ezilenlerde yalancı umutlar yaratılmasına da müsaade etmeyeceğiz. Ezilenler gericiliğin dolgu malzemesi değil tarihin yıkıcı ve yapıcı unsurudur. Demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm davasına ikna etmek, örgütlemek ve oku doğru hedefe yönlendirmek tarihsel sorumluluktur. Bu görev fabrikada, tarlada, anfide, sokakta, meydanlarda, dağlarda günceldir, acildir.

ASKERİ FAŞİST CUNTALARA HAYIR!

FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜ YIKACAĞIZ, HALK İKTİDARINI KURACAĞIZ!

KAHROLSUN FAŞİZM, EMPERYALİZM, FEODALİZM VE HER TÜRDEN GERİCİLİK!

EGEMENLER ARASI KAVGAYA DEĞİL, DEMOKRATİK HALK İKTİDARINA TARAF OL!

YAŞASIN PARTİMİZ TKP/ML, ÖNDERLİĞİNDEKİ TİKKO VE TMLGB!

16 TEMMUZ 2016

TKP/ML-MK 

45735

Uluslararası İşçi Sınıfı İçin Büyük Bir Kayıp! Jose Maria Sison'u Sonsuzluğa Uğurladık

Filipin Komünist Partisi'nin (FKP)  kurucu önderi, Yeni Halk Ordusu (YHO) ve Filipin Ulusal Demokratik Cephe'nin (FUDC) danışmanı ve  Uluslararsı Halkların Mücadele Birliği'nin (ILPS) kurucularından ve başkanı, Filipin proletaryasının ölümsüz militanı Jose Maria Sison'u (yoldaşlarının Joma'sı) 16 Aralık 2022 tarihinde kaybettik.

Hızır

Hdp'liler katı atık tesisinin yeri değiştirilmesi konusunda öneri gelirse destekleyeceklermiş.

Demek ki gelmese...

De gurban... aha çevreci projeniz... aha boğuniz... aha siz...

Sütlüce'ye akmasın... kendi içimize... köyümüze.... aksın diyorsanız...

De... hadi...

Sütlüce'ye katı atık tesisi kurulmasın.... kendi köyümüze kurulsun... diye önerge getirinde sizi görem.

De.... Hadi kurban...

De.... Hadi...

Gerçekten çok akıllıca.

Gerçekten çok sinsice.

Liberallerin ve Ulu“sol”cuların Solculuğu-1- (Sentez)

"İşçi sınıfının devrimciliğine karşı çıkanlara sol denebilir mi? Ya da bunlar gerçekten sol olabilir mi?"

Sınıflı bir toplumda, bu toplumun alternatifi olarak sınıfsız toplumu öngören ve bunun mücadelesini veren Marksizm-Leninizm-Maoizm’in eleştirilmemesi, özellikle de mülk sahibi sınıfların ideolojik ve siyasal temsilcilerinin eleştirileri ve demagojik saldırılarına maruz kalmaması düşünülemez.

Barbara ve Sara olma zamanı! (Nubar Ozanyan)

Emekçi kadınlar birçok şeyden mahrumdur. Yoksun olduğu esas şeyler, özgürlük ve örgütlülüktür. Faşist devlet şiddeti, feodal baskı, Türk şovenizmi, egemen erkek zihniyeti, işgal ve saldırı, erkek adalet, aile ve din, dışlanma, aşağılanma vb. Saymakla ve yazmakla bitmiyor. 

KKB’li TİKKO Savaşçısı:Kobanê Ruhuyla Rojava’yı Savun!

Faşist TC içindeki klikler, Kobanê zaferinden bu yana dillerden düşmeyen bir yarasında birleşti.

Milli birlik ve beraberliğe ihtiyaç duydukları böylesi günlerde sağdan soldan TC faşizmi her zaman birleşmiştir. Bu bazen masa altından olur, bazen kapalı kapılar ardında, bazense öylece aleni. Burjuvazinin kalbini korkudan hoplatan bir işçi direnişi olabilir, emperyalist tekellere geçit vermeyecek bir çevre direnişi olabilir, faşizmi zayıflatacak bir demokrasi talebi olabilir, ataerkiyi ve heteroseksizmi titretecek bir adım olabilir bu gizli ya da açık el sıkışmaların sebebi.

Ya Özgürlük Mücadelesinden Yanasınız ya da Değilsiniz

Türk egemen sınıfları, Cumhuriyetin 100. yılını kutlamaya hazırlanırken ikinci yüz yılı için de nutuk atmaya başladılar. Halkımızın deyimiyle perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.

Nitekim ilk yüzyılı işçilere, emekçilere, devrimcilere, komünistlere, ezilen ulus ve azınlık milliyetlere, kadınlara, LGBTİ+lara, inanç gruplarına zulmetmekle geçen bir yüzyıldır. Bu baskıcı, asimilasyoncu, ırkçı, cinsiyetçi, tekçi ve emperyalizm uşağı sömürü-soygun düzeni, Kemalist cumhuriyetin ikinci yüzyılı da birinci yüz yılını izleyecektir.

Katliamlar Cumhuriyeti

13 Kasım'da, İstanbul'un en kalabalık caddesinde yapılan bombalı saldırı, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir kere daha katliamlar cumhuriyeti olduğunun acı bir kanıtı oldu.

Çamur at…[ismail cem özkan]

Kasım ayını soğuk bir gününde kalabalığın henüz tam yoğunlaşmadığı bir saatte İstiklal Caddesi'nde bir katliam yaşandı. Banka konan bir bomba patladı ya da patlatıldı ve 6 masum, hiçbir şeyden haberi olmayan insan öldürüldü…

Ateş düştüğü yeri yakar ve acısını kelebek kanadı gibi evrene yayar, fakat küresel evrenimizde o kadar çok acı yaşanıyor ki, eskisi gibi haber dahi olmuyor… Yaşanan olay ajans bülteninde geçen birkaç satıra dönüştü… Acılar, düşen ateş ve yok olan hayaller…

BORAN için – İmera Fera Yeşilgöz

Herkes olması gerektiği yerde mücadele görevini, parti görevini yerine getirmekteyken, yani her şey olması gerektiği gibiyken gelen her not kalp atışlarımızı hızlandırır. Her şeyden evvel “bir şey mi oldu?” kaygısı hissedilir.

Bir TİKKO savaşçısı:“Devrimci mücadeleye katılma tercihimin bir geçmişi var!”

Avrupa metropolünden gelen bir devrimci olarak, kapitalizmin “vahşetinin kalbinde” yaşarız. Hepimizin hayatı, değerlendirme mantığına göre yapılandırılıyor. İster klasik sömürü ilişkileri ve işgücünün yabancılaştırılması olsun, ister ayrıştırma ve izolasyona dönük eğilimler ya da sosyal yaşamda kendi kendimize olan yabancılaşma olsun; sürekli akan bir damlanın taşı oyduğu gibi insan, kapitalist merkezlerde sürekli kapitalist ideolojinin ekonomik, sosyal ve teknolojik saldırılarına maruz kalıyor.

Kaypakkaya’nın Yoldaşı Olmak! (OKUR POSTASI)

Bazen bulunduğumuz yerlerin, taşıdıkları değeri istemesek de göz ardı edebiliyoruz. Benim Partizan’la tanışmam yılları alıyor ama aktif olmam 3 seneyi buluyor. Birçok insandan şunu duyardım İbo’nun kültüründen gelenler sağlam olur. O kültürü almışsan uzakta da olsa onu yaşatmaya çalışırsın. O bağlılık hiç bitmez.

Sayfalar