Salı Mayıs 7, 2024

Tutsak Partizan Serda Göçer, Hasan Karakoç’u yazdı: “Bayrak yarışı bizimkisi...”

Güneş inzivaya çekilirken, yerini karanlığa bıraktı. Gün bitimi, yerine yarını bırakacağının habercisiyken, günün son işi olarak yastığa kafamı koymadan, zindan duvarına kimsenin görmediği sadece benim görebildiğim günün bitiminin ifadesi çentiği attım. Ve her gün yaptığım gibi bugün de bizden olanların/çalınanların hesabını tuttuğum listeye yenilerini ekledim. Susturulmaya çalışılan dilimizin, topraklarımızdan koparılışımızın, bodrum katlarında günlerce işkence edilerek katledilişimizin, sokak ortasında öldürülüşümüzün, yaşatılmayan çocukluğumuzun, maden ocaklarında göçük altında nefessiz bırakılışımızın ve onlarca, yüzlercesinin çeteresini tutuyorum. Unutmamak için, her gün yeniden hatırlamak, hatırlatmak için yazıyorum…

Kafamı yastığa koymamla hayal kapılarımı sonuna kadar açıyorum. Uykuya dalana kadar, başarılı firar eylemlerimi yaşama geçiriyorum. Hapishanenin soğuk, donuk duvarlarını terk edip kendimi toprağa, ormanın yeşiline bırakıyorum. Gökyüzünün uçsuz bucaksız maviliğinde kayboluyorum. Yeşilin bitimi mavinin buluşmasıyla gökyüzü koca okyanus oluveriyor. Manzaranın keyfini yakılan ateşte demlenen çayla çıkarıyorum… Her gün böyle dingin olmayan hayallerim, düş dünyamın zenginliğiyle hapishane duvarlarını aşan maceralara sürüklüyor beni…

Zaman akıyor günler geçiyor tarih gösteriyor. Bu defa zamanı geri almak istiyorum. Birçok akşam yüreğimi ısıtan gülümsemeleriyle beni sıkıca kucaklayarak karşılayan, ateşte demlenen çay eşliğinde sohbetler edip, manzaranın tarifsiz güzelliğinde düşlerime misafir olan yoldaşlarımdan ayrılmak istemiyorum. Birazdan kopacak fırtınanın, patlayan bombaların içinden yoldaşlarımla omuz omuza çarpışarak, onları yanan ateş çemberinden çekip çıkarmak istiyorum. Ancak zamana karşı durulmuyor. Kendi döngüsünde akıyor hayat. Yoldaşlarım ölüme meydan okuyarak tarihteki yerlerini alırken, güne bizden alınanların hesabı da ekleniyor. Bu defa kafamı yastığa koyduğumda dağ başındaki ormanın yeşilinin bitimi gökyüzünün okyanus suları gözlerimden taşıyor. Sonra güneş inzivaya çekiliyor, geceler hayalsiz geçiyor, okyanus peşimi bırakmıyor. Bir kere taşmış, sularını göz pınarlarımdan boşaltmak istiyor. Yarın oluyor, yoldaşlarımızın isimleri açıklanmaya başlarken hayallerimdeki kahramanların sülietleri tek tek beliriveriyor zihnimde.

Ah Hasan’ım, arkadaşım, dostum, başım sıkışınca, canım sıkılınca ilk aradığım dayım, hayalimin başkahramanı, en önemlisi yoldaşım bana yaşamım boyunca unutamayacağım üçüncü sürprizini de yaptın. Bu sefer sürprizinin haberini sen vermedin, veremedin, yoldaşlarımız verdi… Ölümsüzlüğe uğurladıklarımızın arasında sen de vardın...

Güneş inzivaya çekilirken, yerini karanlığa bıraktı. Ne çentik atabildim zindan duvarlarına ne de hayal kapılarımı açabildim. Karanlıktan yüreğimin ortasına çöreklendi. Bu defa kafamı yastığa koyduğumda ben senin son sürprizini düşünüp aydınlığı ararken hafızam geçmişe sardı. İlk sürprizine gidiverdim. Telefonda “sana sürprizim var” dediğinde merakla yan yana gelmeyi bekledim. Yan yana geldiğimizde de sabırsızlıkla bana sürprizini vermeni istedim. Bana artık “yoldaşız” dediğinde; benim gözlerimde şaşkınlık senin gözlerinde ise sonsuz bir mutluluk görülüyordu. Olması mümkün ama benim beklemediğim sürprizin beni o an şaşırtsa da “şaşırmaması gerekirdi”. Onurlandırmış ve aramızdaki bağın daha da kuvvetlendiği hissiyle sıkıca birbirimize sarılmıştık.

Sonra ileriye doğru zaman sarmaya başladı… Son sarılışımız ve ikinci sürprizin geldi hemen aklıma. Ben tutsaklığımın birinci ayını bitirmiş, ilk açık görüşe çıktığımda sen vardın. İkimiz göz göze geldiğimizde biraz şaşkın, biraz da tedirgin baktık birbirimize. Sen de beni burada görmenin hüznü, üzüntüsü, bende ise tutsaklığın acemiliğiyle ilk defa tattığım açık görüşün etkisiyle tedirginlik ve karşımda seni görmenin heyecanı vardı. Yaşamda geçip bitmeyen bir saatin artık nasıl da anlam veremediğim şekilde hızla akıp geçtiğinin şaşkınlığı… Bir saatin sonunda senin “gözüm arkada kalmayacak” cümlenle son kez göz göze geldik. Benim gözlerimde gene şaşkınlık seninkindeyse gene mutluluk, öylece ayrıldık. Şaşkınlığı üzerimden attığımda olması mümkün ve benim beklediğim sürprizini anladım. Bende yarattığın gururla koğuşa dönerken, sen mutlulukla Dersim’in yolunu tutmuştun…

Zaman ilerliyor, şimdiye geliyor… Derin bir nefes alıyorum, bir çentik daha atıyorum soğuk duvara. Tuttuğum listeye bugün de benden/bizden alınanların notunu tutmak için beklerken; bir ses Ahmet Telli’nin dizelerini kulağıma fısıldıyor sanki;

Coğrafyanın memelerinden

emdiğimiz süt

Kan olup akıyor yaralarımızdan

ama ben

Kendimi çağırdım senin yanına,

haysiyeti

Nedir ölümün görüp

yaşayalım birlikte

Sesini duyalım

topraktaki iniltinin ama sen

Seni unutma,

keder de onarır hayatı bazen

Ateşin lânetini İbrahim’e sor

ve suyu dinle

Şehri anlat, hâtıraları koru,

taş çölün rahmidir

Mermerin damarlarına sızmıştır

hikâyemiz

Suyu dinle, toprağı anlat,

seni unutma, diyor.

Ben de Telli’ye;

“O zaman unutmamak, anlatmak için, yaşamak ve yaşatmak için, haysiyeti, onuru, direnişi, baş eğmezliği, umudu inancı soyut sözcüklerden kurtarıp yaşamda somutlamak için ölümsüzlüğe uğurladığımız yoldaşlarımızın ardından onları bir kez daha dinleyelim. Çünkü onlar, kendimden öncekilerden devraldıklarıyla adımladılar patikaları. Onlar yaşamanın ve yaşatmanın mücadelede somutlama cüreti sergilediler. Kavgadaki duruşlarıyla yoldaşların umutları, özlemlerini de omuzlayarak yürüdüler bu yolda. Onlar Leylaları, Aşkınları, Hakanları, Orhanları… yeniden yaşattılar. Haysiyetin, onurun, direnişin… yeniden adı oldular. Şimdi sıra bizde: devrim yolunda sıralarını savan yoldaşların yüklerinde omuzlayıp daha ısrarlı ve kararlı devam etmeli bu yolda. Her ne kadar yükümüz giderek ağırlaşıyor olsa da, aynı zamanda bir o kadar yolumuzu kolaylaştıran, aydınlatan İbrahim’den Mehmet’e ölümsüzleşen sekiz yoldaşımıza, bıraktıkları izleri takip etmemiz yeterli!

Elimde kalem kâğıt bu sefer kendim için değil herkesin görebilmesi için yazıyorum. Unutturmamak, anlatmak için.

Hasan yoldaş, ben seninle vedalaşıp, demir parlaklıklar, tel örgüler arasından gökyüzünün uçsuz bucaksız maviliğinin görünen bir kısmına bakarken martılar beliriveriyor biranda. Heyecanla saymaya başlıyorum. 1, 2, 3, …, 7, 8… Martıların gökyüzünde süzülüşlerini hayranlıkla izliyor, hayal kapılarımı sonuna kadar açıyor, yükümü omuzlayıp gökyüzünde onlara eşlik ediyorum… Anlıyorum ki ne yaşanmışlıklarımızı ne hayallerimizi, düşlerimizi ne de siz olmasanız da yaşayabileceklerimizi elimizden alabilme/çalabilme güçleri var onların… Sana söz veriyorum. Bir gün sen görmeyecek olsan da ben o sürprizi yapıp, yaşayacağım…

 

Tutsak Partizan Serda Göçer

Gebze M Tipi Hapishane

46618

Bahar geldiğinde filizlenecek olan Çiçek

Saat sabaha doğru yol alıyor, köpekler havlıyor dışarıda, hoparlörden Mehmet koçun sesi geliyor, elimde Sefagül Arslan’ın kitapları, gerillanın kaleminden kelimeler ısıtıyor soğuk odayı. Düşüncelere dalıyorum. İlkel komünal toplumda ava çıkıyorum. Analarımla topluyorum yiyecekleri. Mağaradan mağaraya koşuyorum. Aç kurtlar günümüzün korkusu, beterinden geçiyorum. sana yaklaştıkça azalıyor korkularım. Daha da azalacak korkularımız zaman denen tünelde, dün bugün ve yarın denen tarihsel ilerleyişinde. 

Alamut Kartal Yuvasıdır

Bundan yaklaşık bin yıl önce Selçuklu veziri Nizamülmülk, “Bunlar duvarların arkasında, memleketin kötülüğünü isteyerek karışıklık çıkarrnaya çalışırlar.” (Aktaran, Faik Bulut. Hasan Sabbah Gerçeği)  demişti. Bu sözlerin muhatabı, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun baskısı altında açlık ve yoksulluk içinde yaşayanlara eşitlik-adil bir toplum için umut olan, ezilenler üzerinde gerçekleşen sınıf ve inanç baskısı karşısında başkaldıran, Nizari İsmailliğinin kurucusu Hasan Sabbah’dı.

Kılıçdaroğlu Alevileri mi temsil ediyor? —Ergin Doğru

CHP’nin Alevilerin temsilcisi olduğu iddiası, cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülen aldatmacıdır. Alevilerin CHP ile ilişkisi sorgulanması ve tarihsel gerçeklerin sosyolojik olarak irdelenmesini gerektiriyor.

Gerici sistemlerin Sünni baskı politikalarına karşı sürekli olarak dışlanmış ve baskılanmışları temsil eden Alevilerin, cumhuriyete yaklaşımı baskılanmış toplum psikoloji ile olmuştur. Gerici baskılardan bunalan Alevilerin, kendilerine taktiksel olarak yaklaşan cumhuriyet yönetiminin riyakarlığını anlayabildiğini söylemek çok mümkün değildir.

Adı aşk olsun

Faruk Eskioğlu, bu kitapta yurtdışında yaşayan göçmenlerin memleket ve sıla özlemlerini tarihsel olaylarla harmanlayarak okuyucuya sunmuş. Faruk Eskioğlu, yazarlık yetisiyle gazetecilik gözlemlerini bütünleştirmiş, dişiyle tırnağıyla uğraşarak bulunduğu yerden hayata seslenmiş gazeteci bir dostumuzdur. Kendi deyimiyle bu kitap: ”Gurbetçilik, sürgünlük, kişinin dişiyle tırnağıyla, etiyle ayakta kalma savaşıdır.” Belki de bu tanımlama hayatın yeniden üretilmesi için uğraşan insanların dur-durak bilmeden bulundukları yerlerde çalışarak var-olma savaşını bizlere anlatmış.

Esas İşçi mi Köylü mü ?

Ya... bunlar insanı zoraki öncü ederler ya.. öncü.

Zindan(lar)in Türkçesi[1]

“Hapse düşmemiş bir insan,devletin ne olduğunu bilemez.”[2]

Çiğdem Diren Sarısülük;Sevgide Yoldaş olabilmek

Tüm Yoldaş kalabilenlere !

Sevgiyi, sensizlikte yaşamak öylesine zor ki güzel yürekli dost. Zamanı mıydı bu zamansız yolculuğun? Tüm güzellikleri onurluca yaşamayı, en güzel şeyleri hiç ummadığımız zamanlarda yapardın, yaparken de kıskandırırdın bizi.

Ya bu sefer ne demeli...

Hrant Dink’in Katline 2015 Perspektifinden Bakmak

 Başlıklı Yuvarlak Masa Toplantısı (18 Ocak 2014, Alba Oteli, Ankara) 

12.05 Moderatör Sibel Özbudun’un Hoşgeldiniz Konuşması. 

İnsanı faşist kılan nedir? Ergün Aslan

 İnsanı faşist kılan siyasi düşünceleri değil sergilediği üretim ilişkileridir.
Ya.. niye kullanmadığımız bilgilerimiz körelmek zorunda ya..
Haftanın son dört günü neydi?
Ne güzelde ara sıra olsa da göçmen işçi mi yoksa  yerel işçi mi daha köylü olduğunu karıştırıyor olsam da kolektifliğin sözcülüğünü, tabanlığını kaptırmayan her göçmenle kolektiflikteki  göçmenlerin yol açtığı gettolaşmayı değil de kolektifliğe hiç uğramayan yerel halkın kolektifte yol açtığı gettolaşmanın yarattığı sorunları tartışıyorduk.Ama şimdi...

Zemherinin Kızıl Gülü‏

Bugün 24 Ocak 2011..

Boğazımda düğümlenmiş hüzünler..

İçimde tarifi zor  duygular..

Ve dilimde 18 Mayıs 1973′te Diyarbakır işkencehanesinde ser verip sır vermeme geleneğinin önderi olarak ölümsüzleşen İbrahim Kaypakkaya’nın "Devrim için her zaman ölecekler bulunur" adlı şiirinin sözleri..

"…gider,

  …gider, nice koç yiğitler gider

Senin de içinde  bir oğlun varsa çok değildir,

Ey mavi gök! 

Ermeni Meselesi hallolunmuştur Talat Pasa 29 Agustos 1915

Ermeni Soykırımı , İttihat ve Terakki Partisi hükümeti idaresinde ama tüm devlet kurumları ile gerçekleşmiş bir olaydır.Hükümet ve devlet uyum içerisinde artık Ermeni'lerin varlığını or tadan kaldırdıktan sonra Ermeni sorunu'' hallolunmuştur ''  diyerek '' kurtulduklarını '' zannetmişlerdir.Aradan yüz yıl geçmiş olmasına rağmen Ermeni sorunu güncelliğini olduğu gibi korumaktadır. 100.yıl yaklaşırken Türkiye, yeniden dünya gündeminde tartışılır ülke konumu ile dikkatleri üzerinde toplayacaktır.

Sayfalar