Perşembe Mayıs 2, 2024

Umudun Şiarı: “Size Verdiğimiz Süre Doldu!”

Emperyalist sermayenin uluslararası bir kaç merkezdeki dönüş hızına bağlı ve orantılı olarak, dünya halklarının direnişlerinin hızı da artıyor.

Yaşadıklarımız reddedilmelidir!

Emperyalist sermayenin çok az bir azınlığın ellerinde toplanması, büyümesi ve bir kaç merkezden idare edilmesi; bölgesel savaşları, işgalleri, yıkımları, tahribatları, açlığın ve yoksulluğun artmasını, insanlığın aşağılanmasını ve insanlığın belleği olan binlerce yıllık kültürlerin yok edilmesini, doğanın geriye dönüşümsüz tahribatının artmasını da beraberinde getiriyor. Esas olarak, Londra, Newyork, Tokyo arasında dolaşan sermayenin büyüklüğü ve hızı arttıkça, yukarıdaki belirlemelerin oranı da artmaktadır. Aşırı üretim artıkça, işçi ve emekçiler üzerindeki baskılar ve sömürü oranı da artmaktadır. Emperyalist sermayenin büyüklüğü ve her geçen gün aşırı üretimin ala bildiğine artması, arttırılması; kitlelerin zenginleşmesi ve refahının artmasını değil, ters orantılı bir yaşam seviyesini doğurmaktadır.

Üretimin bolluğu ve buna karşın insanlığın yoksunlaştırılması ve yoksullaştırılması da aynı oranda büyümektedir ve bu gelişmeler emperyalist sermayenin temerküzü ve birikiminden ayrı ele alınamaz. Emperyalist sermayenin temerküzü, kaçınılmaz olarak, üretim araçlarına sahip olanlar ile olmayanlar arasındaki çelişmenin keskinleşmesini ve derinleşmesini de beraberinde getiriyor. Bu durum, bir başka olguyu da, emperyalistler arasındaki varolan çelişmelerin keskinleşmesinin de artırıcı bir unsuru oluyor. Sermaye büyüdükçe kitleler üzerindeki sömürü ve baskı oranı da doğru orantılı bir şekilde artıyor. 

Son yılllarda, özellikle de müslüman ülkelerde dinciliğin geliştirilerek toplumsal tarihin geriye götürülmek istenmesi, emperyalist burjuvazinin insanlığın tahribatını nereye kadar indirgediğinin bir göstergesi olmaktadır. Yanı başımızda Suriye’de olan gelişmeler, insanlığına yabancılaştırılmış şeriatçı katil sürülerinin üretilmesi, emperyalist burjuvaziden ve elbette gelişen üretici güçler karşısında gerici ve engelleyici bir özelliğe sahip kapitalist üretim ilişkilerinden ayrı ele alınamaz. Afganistan, Pakistan, Irak, Yemen, Somali ve en açık olarak

Suriye’de insanlığın ve onun yarattığı kültürün katledilmesi, emperyalist burjuvazinin gericiliğinin geldiği nokta olarak görülmelidir. Ve gözlerden ırak(!) Afrika’da yıllarca kabilelerin birbirine kırdırılması ve insanlığın derin tahribatı, tekelci burjuvazinin insanlık düşmanı politikalarının ürünü olarak hala devam ettirilmektedir.

Emperyalizmin poltikasının “böl-yönet” olduğu bilinir. Sözde, burjuva medeniyeti ilerledikçe, insanların alt kimliklere bölünmesi olgusu da artmaktadır. Farklı dinlere bölünmek “normal” (!) karşılanırken, gelinen aşamada, her din içindeki kitleleri küçük mezheplere bölme olayı yaygınlaştırıldı ve derinleştirildi. Sınıfsal kutuplaşma ve mücadele yerine, alt kimliklerle kitlelerin birbirine kırdılması ve sınıfsal hedef karartılması geliştirildi. 1789 da devrimci “burjuva aydınlanması”nı yaratan burjuvazi, artık o günün değil, ondan da önceki toplumsal süreçlerin gericiliğini kitlelere empoze etmeye başlamıştır. 

Kapitalizm koşullarında ne insanlığın ne de doğanın tahribatı önlenebilir. Kitleleri oyalamak ve tepkileri geçiştirmek ya da pasifleştirmek için yapılan ufak tefek rötuşlar, ekolojik (ve elbette insanın) dengenin geriye dönüşümsüz bozulmasını önleyemez. Batılı emperyalist burjuvazi, doğayı kurtarmak için “çabalıyor” gözükmesi, sermayenin birikimi ile çelişir. Emperyalist sermaye niyet tanımaz. O kendi doyumsuz ve yok edici kanununu işletir. Onun için tek kural budur. Diğerleri buna hizmet ettiği sürece “yasaldır” ve “kabul” görür. Sermaye birikiminin önündeki  her engel, burjuvazi için  “yasadışı” ve “terörizm”dir. Onun açısından sorun karmaşık değildir. Her şey nettir. Onun önündeki engel, işçi sınıfının direnişidir. O soruna sınıfsal bakar. Kendi sınıf çıkarları için ne gerekiyorsa, -dünya üzerindeki yaşamın hızla tüketilmesi pahasına- yapar. Ve olan da bundan başka bir şey değildir.

Burjuvazi, her yönüyle gericileşmiştir. “demokrasi”, “insan hakları” sermayenin çıkarlarıyla örtüştüğü ve ona hizmet ettiği ve onun toplumsal  tahribatlarının üstünü küllediği sürece vardır ve içerikleri de bununla ilişkilidir. Bu nedenle de bütün yarı-sömürge ülkelerde ne kadar gerici ve faşist yönetimler varsa bunları destekler, onların arkasında durur. Bütün “küçük” kral ya da Tayip Erdoğan vb. gibi faşist despotlar, emperyalist burjuvazinin beslemeleridir.

Burjuvazi ve onun kapitalist sistemi, insanlığın ne bugünü ne de yarını için bir alternatif oluşturabilmiş değildir. Onun toplumsal miadı çoktan dolmuştur. Ancak bu meftayı ortadan kaldıracak olan işçi sınıfıdır. Sınıf bilinçli proletarya (komünistler) önderliğinde işçi ve emekçilerin kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurmasıyla sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz özgürlükler deryası (komünizm) yeşerecektir.

Alternatif sosyalizmdir!

Emperyalist sermayenin uluslararası bir kaç merkezdeki dönüş hızına bağlı ve orantılı olarak, dünya halklarının direnişlerinin hızı da artıyor. Sermaye büyüdükçe ve çok az bir azınlığın elinde toplanma süreci durmaksızın geliştikçe, işçi cephesi de direnişlerini büyütüyor, yaygınlaştırıyor, birbirine destek veriyor ve birbirini motive ediyor. 

Artık, işçi sınıfının yoğun olduğu direniş merkezlerinin isimleri ülke isimlerinin önüne geçiyor. Direniş nerede olursa olsun, “burası Taksim”, “burası Tahrir”, “burası Syntagma”, “burası Puerta del Sol” vb. adlarla anılıyor. Bu da, halkların direnişlerinin birbirine benzerliğini, birbirlerinden destek almalarının ve birbirini kabullenmelerinin ifadesi oluyor.

Dünya halkları, adeta,  bir toplumsal meftayı (kapitalizmi) ortadan kaldırma uğraşı verirken, yeni bir yaşamı yaratmanın doğum sancısını da yaşıyor. Ölüm ve yaşam ikisi birlikte var oluyor. Kapitalizmi ortadan kaldırmak ya da onun tahribatlarına karşı mücadele sesleri yükselirken, onun karşısında yeni bir yaşamın ayak seslerini duymamak olası olmuyor. Kitleler, burjuvazinin kendilerine “kader” olarak sunduklarına karşı isyan ediyor. Bir gün Roma’da, Paris’te ayağa kalkıyor, ertesi gün Rio de Janerio, Sao Paulo ve aynı gün işçi ve emekçi merkezlerinin bir kaçında birden ayaklanma sesleri, emperyalist ve iş birlikçi burjuvazinin soygun ve sömürü düzenine karşı itiraz sesleri yükseliyor.

Dünya halkları, adeta, özellikle 21. Yüzyıl başından beri “her yer Taksim her yer direniş” sloganları ile ayakta gibi duruyor. Suskunluk fazla sürmüyor. “işçi sesleri kısıldı” dendiği bir anda Tahrir meydanı ve Mısır sokakları tarihin yeni bir görkemli direnişini yaratabiliyor. Ya da Brezilya’da ya da Lizbon, Hartum, Johannesburg ve Pretoria’da sokaklar yeniden direniş alanları haline gelebiliyor. En gelişmiş kapitalist ülkelerden en geri ülkelerin işçi ve emekçi sınıflarına varıncaya kadar, emperyalist burjuvazinin sistemine karşı direnişler, “barıçşıl” olmaktan çıkıp, burjuvazinin saltanatına karşı çatışmalı direnişe dönüşüyor.

İnsanlık yeni bir toplumsal özgürlüğün doğuş sancılarının ciddi bir şekilde çelişkilerini yaşıyor ve bu çelişmenin doğurduğu yeni bir süreci hızla ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bunun başını işçi sınıfı çekiyor. Direnişler, işçilerin yoğun olduğu kentlerde, sömürü ve baskının yoğun olduğu her alanda boy veriyor. Burjuvazi, modern silahlarıyla, paramiliter güçleriyle, medyası ve diğer baskı güçleriyle kitlelerin mücadelesini daha baştan boğmak ve bastırmak için uğraşmasına, katliamlar yapmasına karşın, korku duvarlarının çoktan yıkıldığını görmekten korkuya kapılıyor.

Direnişler büyüdükçe, kitlelerin umutları da büyüyor, güçleniyor ve iktidarı zaptetme mücadelesine dönüşüyor. İşçiler ve emekçiler, direniş meydanlarına, burjuvazinin kendilerine dayattığı alt kimlikleriyle değil, sınıf kimlikleriyle çıkıyorlar. Sınıfsal dayanışmayı ve sınıf mücadelesi gerçeğini kuşanıp, sınıf düşmanının  karşısına sınıfıyla çıkıyor.

Kitle direnişlerinin ve ayaklanmalarının esas hedefi; kapitalist sistem ve onun tahribatlarıdır. Bazı yerlerde direkt sosyalizm savunulmasa da, bazı yerlerde kapitalizme karşı sosyalist alternatif ortaya konmaktadır. Kitleler, ara çözüm istemiyor. Sömürüsüz ve baskısız bir yaşam istiyorlar. Bunun adı sosyalzimdir!

İşçi ve emekçilerin mücadeleleriyle doğru orantılı olarak sosyalist dünya yaratmanın umutları da büyüyor. Tahrir’de işçi ve emekçilerin: “defolun başımızdan!”, Taksim’de işçi ve gençlerin: “bu daha başlangıç!”, Brezilyalı işçilerin; “aşk bitti!”, İtalya’lı öğrencilerin Roma’nın Repubblica meydanında burjuvaziye; “Size verdiğimiz süre doldu” demeleri, 21. Yüzyılın işçi ve emekçilerin direnişlerinin direkt kapitalizme yöneldiğinin göstergesi oluyor. *** 03.11.2013

96933

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Yeni Hınzır Paşalara Geçit Yok!

Bir kez daha asimilasyon ve Hınzır paşalar konusunda hem Alevi toplumuna, hem de Alevi örgüt yöneticilerine seslenmeyi, Aleviliğe yönelik asimilasyon operasyonunun bizzat devlet eliyle güçlü bir şekilde devam ettirilmesinden ötürü bir gereklilik olarak hissediyorum.   

Soru(n)dan Çözüme Kadın(lar)

“Selam olsun bizden önce geçene / Selam olsun dosta, hasa, çile çekene / Selam olsun dayanana, düşene / Yüreğim yürektir, bakma gözüm yaşına.”[1]

“Kadınlığın tarihi, dünyanın gördüğü en büyük zorbalığın tarihidir,”[2] der Oscar Wilde. Haklı.

Üniversiteyi Öldürmenin Sekiz Yolu (Ya da Üniversite Piyasaya Nasıl Entegre Olur?)[1]

 “Bilimin sürdürülmesi, / bana özel bir yürekliliği / gerektirir gibi gözüküyor.”[2]

 Sevgili dostlar, sıcak bir Haziran’ın ardından, meydanların ardından yeniden burada, birlikteyiz.

Buraya gelirken arkadaşlar bana Melih Gökçek’in “teröristler kamplara çekildiler, sonbaharda daha büyük bir ayaklanma çıkartacaklar,” mealinde bir şeyler söylediğini aktardılar.

İlk defa Melih Gökçek’le aynı fikirdeyim.

Evet, Haziran 2013 sıcak geçti. Ama emin olun önümüzdeki güz ayları daha da sıcak geçecek.

Neo-Liberal AKP, Kautsky'nin 'Ultra Emperyalizmi' , 'Bariscil Kapitalizm' Ve Bir Ruyanin Sonu

Esas savas ,maddi-maddelesmis enerji evreninin zihnimize yansimasinda yuruyor...Dusunce -felsefe enerjisi biri ikiye boluyor...Tek bir soru tum bir evreni boluyor...
Dusmani yakindan izleyin. Onun akli bizden daha geliskin; yuzyillara dayanan sinifli toplumlar yonetme tecrubesine sahip. Akimlari yok edemeyecegini biliyor. Enerji evreninin sabit bir yuk uzerinde hareket eden bir enerji alanlari catismasi oldugunu biliyor...

Haklarını Tavizsiz Savunan Dirençle Karşılaştığımda/ Hasan Aksu

Kadın sorunu yalnızca sınıf sorunu olarak ele alınamaz, görülemez. Kadın sorununda asıl çelişki cinsiyet sorunu olarak görülmelidir.

Kadın ve özgürlük

“Tarihsel değişimi belirleyen kadınların özgürleşme oranıdır. İnsanlığın zorbalığa karşı kazandığı zaferin bulunduğu nokta, kadının erkekle, zayıfın güçlü olanla karşılaştırıldığında ortaya çıkan durumdur. Kadının özgürlük derecesi toplumsal özgürlüğün doğal ölçüsüdür.“ Marx-Engels

İnsanlık, özgürlüğünü kadınların köleleştirilmesiyle yitirdi ve kazanmak istiyorsa yitirdiğini yeniden, onu, ancak ve ancak yitirdiği yerde kazanabilir. 

Maocular ve Bir Maoizm Karikatürü Perinçekgiller

  

TV’ye çıkartmışlar benim gibi kel kafalı bir gazeteci, sözde araştırma yapmış ülkedeki Maocular üzerine ve 'Maocular' diye bir kitap yazmış.

Bak simdi cehaletin papyon giymiş haline, entelektüellik adına aydınlığın ırızına geçirilmiş haline!

Güya aydınsın, öyle mi?!

Maocular diye kitap yazmadan önce hiç Maoculuğu araştırdın mı?...TV izleyiciliği dışında Maoizm nedir en ufak bilgin var mı?

Yok, belli!...Neden mi?...Maocular sorusuna cevabı Perincek ve onun artıklarında aradığına göre, Mao hakkında tam bir cehalet içinde olduğun belli!

'Radikal Demokrasi' Post-Modernizme yaslanmis Neo-Liberalizmdir


'Radikal Demokrasi' Post-Modernizme yaslanmis Neo-Liberalizmdir

Toplumun, uretimin ve siyasal yasamin kurallarini Isci-Koylu yiginlarinin degil; tam tersine uretim araclarinin ozel mulkiyetini elinde bulunduran sermayenin ve onun siyasal iktidarinin koydugu Kapitalizm catisi altinda 'bireysel ozgurluk' ya ahmaklar icin bir aspirin ya da burjuvazinin dostu ahlaksiz bir sahtekarliktan baska bir sey degildir.

Tarihin inatçi aynasi

Kürt medyası ile düzen yanlısı medyanın bir utanç duvarına dönüşen bezdirici ambargosu karşısında bir süre yazmamaya karar vermiştim. Ancak İran Molla rejimi, Şerko Maarifi' nin de içinde olduğu onlarca insanı idam edince, birkaç yıl önce yazdığım bir makaleyi ve bir mektubu aşağıda halkın bilgisine sunmayı zorunlu gördüm. 
İşte 2009 ve 2011 yılında yazdığım o ibretlik makale ve mektup:
HÜSEYİN XİZRİ DE İDAM EDİLDİ
KÜRT VE TÜRK SİYASETÇİLERE KINAMA
UTANIN!

MİNNET VE HAYRANLIKLA: YOLLARI YOLUMUZDUR![1]

“Nehirlerin dinlediği seslerdik”[2]

 

Sizlere, siz kardeşlerime Onlardan söz ederken, heyecandan dilim damağım kuruyor. Omuzlarımda devasa bir sorumluluğun ağırlığını duyumsuyorum…

Ne demeli? Nereden başlamalı?

Öncelikle onlarınki, anlatmaktan çok yaşanan, yani kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir aşktı…

“Demokratikleş-me paketi”

“Maymun ne kadar yükseğe çıkarsa,kıçı da o kadar görünür.”[1]

 

Bizim kuşaktan, (genel olarak “78’liler” olarak biliniyoruz) kimileri ve selefimiz 68’lilerin bir kısmı çok hızlı “uyum sağladı”. Biz beceremedik.

Eskinin “solcu”su, bugünün liberali kalemlerin AKP iktidarının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eliyle açtığı (kaçıncı?) “Demokratikleşme Paketi” ile ilgili görüşlerden söz ediyorum.

“Cemevi ile Ruhban Okulu da olsaydı daha iyi olurdu,” diyen hoşnut Oral Çalışlar, örneğin[2]

Sayfalar