Cumartesi Mayıs 18, 2024

Yabancılaşmayı kırmak, insanı yüceltmek gerek"

Mavruk, Aytmatov okuduğu dönemlerin onun hayatında önemli bir dönüm noktası olduğunu ifade ediyor…

Şair Ruhan Mavruk, son dönemde toplumu en çok etkileyen olgunun yabancılaşma olduğunu ifade ederek, şiirlerinde bunun yarattığı sorunlara dikkat çekmeye çalıştığını söyledi.

Ruhan Mavruk, üretken bir şair. Geçtiğimiz günlerde “İncinmesin Kıyılarımız” kitabı AYSAD Yayınları tarafından okuyucuya ulaştırıldı. Bütün eserlerinden yapılan bir seçki olan kitapta Mavruk’un şiir serüvenini takip etmek mümkün. Mavruk’la son kitabının oluşumu, şiirinin biçimsel yanları ve içeri hakkında konuştuk. Mavruk, yabancılaşma ve yozlaşmanın dünyanın yeni vebası olduğunu söyledi.

“İncinmesin Kıyılarımız” adlı kitabınız bir seçki olarak karşımıza çıktı. Yıllara yayılan bir şiir serüveninde seçmek kolay olmasa gerek, nasıl hazırladığınız bu seçkiyi?

Doğrusu uzun zamandan beri düşünüyordum ve çocuklarımı birbirinden ayırır gibi de zor olmadı. Çünkü başka yeni şiirler var ve önceden yayınlanmış kitaplarımda bu seçkiye almadıklarım da var.Onlardan başka seçkiler oluşacak. Tıpkı şiir yazar gibi oldu ,hayatı ve kitapları doğrudan okur gibi…Sonra bıraktım duygularımın ipini,’’İncinmesin Kıyılarımız’’ çıktı ortaya.

Karşı duruş sergileyen bir sanatçısınız. Ancak benim dikkatimi çeken ilk konu sizin ”yok oluşa” ve ”tüketilmeye” karşı bir ses yükseltmeniz. Örneğin”b/it pazarı” şiirinizde ”artemisi satıyorlardı/ dün karşı sokakta” diyorsunuz. Bu konuya karşı sesinizin yüksek olmasının nedenini anlatır mısınız?

Yabancılaşma ve yozlaşma, ilişkilerin metalaşması dünyanın yeni vebası. Burjuva kültür hegemonyasının toplumlara dayattığı olgular… Sığlık gri bir tül gibi örtmüş gerçeği. En büyük aşkları toza buluyor, en haklı kavgaların önüne soru işaretleri yığıyor. Bu nedenle bu konuya dikkat çekme gereği duydum. İletişimin kanallarını açmak ,yabancılaşmayı kırmak, insanı sahiplenip yüceltmek gerek.

Bir örnek de son şiirlerimden biriyle vermek istiyorum,töre diye dayattıkları güç ve yabancılaşma adına: “al götür beni zeus’un dağından/ daha kaç yıl üşüyecek ellerim/ buralarda bahar dalları hep çocuk gelin…”

Kitapta Fiyortlar adlı bölümde dikkat çekiyor. Bu bölümde kitaba bazı mısra dışı şiirsel metinlerinde dahil olduğunu görüyoruz. Bu bölümdeki eserler neden ayrı bir kitap olarak çıkmadı, yakın zamanda bu metinleri ayrı bir kitap olarak okuyabilecek miyiz?

Öyle bir kitap var zaten. 2005’in Temmuz ayında Daima Yayıncılık tarafından hayata geçirildi. Saptadığın gibi mısra dışı şiirler bunlar. 2018 yılında Aysad Yayınları ikinci baskısını yaptı. Seçkiye aldığım “Nihan” da kendi öyküm.

Kuzey denizlerinde dalgalar çok hırçındır.Yaşam en sert dalgalarını vurup biçimlendirilmiş bu insanları. Yorulmasına yorulmuşlar ama denizin tadı tuzu güzelliği sinmiş üstlerine. Sokulgan ve mağrur, hem uzağınızda en yakınınızda…

Nihan’ın son bölümünden bir örnek vermek istiyorum:

‘’Serin serin soludu havayı,ceplerindeki şiirleri yokladı. Kontörlü telefon kulübesine girmek için caddeye yöneldi. Zor kararlar aldığında içinde kuş sürüleri havalanır,kendine sığamazdı…Vurmak isterdi kendini göklere,fundalıklara…’’İmkansıza karşı bir adalı olma hali, sonsuzluk duygusu’’ öylesine kuşatmıştı ki onu, üzerine hızla gelen kamyonu fark etmedi.

Çığlıklar, siren sesleri birbirine karıştı. Ceplerinden şiirler saçıldı yerdeki kan gölüne, ıslandılar …Bir bulut kanat çırpa çırpa uçuyordu dağ yollarında… Deniz kokusu geliyordu çok uzaklardan…

Şiirlerinizde hüzün teması dikkati çekiyor ama yılgınlık yok. Örneğin “ taşkışla eskidi/nataşa yakılan kitaplarda kaldı/ bu marsellaise bakışlı çocuk da /o değil artık” diyorsunuz.Şair geçmişin yarasından kendini şiirle kurtarabilir mi?

Sevgili Mazlum her şey bir tek yara ile açıklanamaz ki. Çocukluk travmaları bugünü dünlere bağlamış ve hiç bırakmayan ilmekler örneğin.Şiirdeki “marsellaise bakışlı çocuk” da 70’li yılların Muratları, Sinanları… Az önce değindiğim gibi yabancılaşma öyle ağır ki gözlerinde aynı nehirler yok sanki. Ne cesaretleri eksildi ne de bilgileri. Ama eskisi kadar yakın değiller bizlere, belki de ben öyle hissediyorum.

Ben yüreğimin ateş topu gibi tutuştuğu günlerden birinde, birden bir suyun başında buldum kendimi. Her şey vardı o denizde; anacıkların çığlıkları, ölü havariler, kaçak yolcular, cezaevlerinden gelen mektuplar, aşklarımız, sevinçlerimiz, yol öyküleri, varsıllığımız, yoksulluğumuz, yalnızlığımız, çoğulluğumuz…

Önce deniz bir çığlık attı, sonra açıklara attı kendini Her şey birbirine karışarakdönüp duruyordu…Şafak söküyordu, bir şiir bıraktı ayaklarıma;

“İçim ısındı birden/ bir tiryaki nefesi /duyabilmek seni/ bir kalemde silinmişken mevsimlerim/ görünmez olmuşken /beynimde tünellerin dibi yelkeni unutma yeter/tutkunun rüzgarı kendisi kan elmas taç yerine/alevden sac seçenlerin içinde zaten o güç/bonzai gibi…”

“Mistik” adlı şiirinizde Cengiz Aytmatov’dan yaptığınız bir alıntı dikkatimi çekti. Aytmatov’un sizin için ne ifade ettiğini sorabilir miyim?

O yıllar benim için çok önemliydi. Yalın dili, bilinci ve duyuncu ile…Babam “Cemile” adıyla basılan bir öyküsünü getirmişti. Kolhozlar’da boyveren bir aşkın öyküsünü anlatıyordu.İnsanın doğaya karşı verdiği savaşımı, umudu…

Sonra edebiyat öğretmenim Cengiz Aytmatov’un‘’Beyaz Gemi’’ adlı kitabını verdi bana. Soluksuz okuyordum onun öykülerini…

Biraz da biçimsel yönüne değinmek istiyorum‘’İncinmesin Kıyılarımız’’ adlı seçkideki şiirlerinizin. Lirik, imgesel bir dille yazılmış şiirler bunlar. İmge savrulmalarına rastlanmıyor.Bu yaklaşımın nedenini bize anlatır mısınız ?

Lirizm benim tutkum. Toplumsal alt-üst oluş dönemlerinin lirizminde etkileyicilik buluyorum, “alıcı kuşun gölgesinde su içen ülke/bu benim şiirimse/göz bebeklerinde Mc.Carty’nin sesi/ağlarım gider/üzülme bana güven/su ol, rüzgar ol/çölde yağmur kuşu ol/ kanatları dizelere değen/umudunu yitirme/ bir toz tanesiyiz/ biz yıkılsak çöker evren”

İmgesel anlatıma gelince: Bilim adamları kavramlarla, şairler imgelerle düşünür “Özü fırtına olan şiirde, her imge bir tufan yaratmalıdır” diyor Aragon, çıkış noktam bu. İmge savunmalarının olmaması için çok çaba sarf ediyorum. Nasıl söylediğimiz kadar, neyi söylediğimiz de önemli. Aslında ikisi birbirini tamamlıyor.

Yine son şiirlerimden birinden bir örnek vermek istiyorum; “tozlu duyarlılıklar da arıyorum şimdi seni/ elyazması kitaplarda/ ayrılıklardan geçilmiyoryüzün…’’

Gizdeş yaşantı şiir özelliklerinden de yararlandım,herkes kendinden bir şeyler bulabiliyor onlarda.Yer yer mitolojik ve felsefi ögeleri kullandım, derinlik katabilmek için ama şiirin sonsuz bir arayış olduğunu da eklemeliyim; “ağrılı düştüğün ışığı yaralı günlerin üzerine/ bizi hatırla diye diye geldi üşüştü ellerime pervaneler/ama öyle evcil bir hikaye değil ki bu /her acı sığmıyor işte şiire…’’

Ve son söz: “atlas akışlarında eğilip bükülen bir halayık gibi /el etek öpmeye itecekse şiir beni bırak sonsuz seferi kalayım aysız steplerde…’’

Söyleyşiyi yapan gazeteci Mazlum Vesek. 

3351

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Sayfalar