Perşembe Mayıs 9, 2024

Yerel Seçimlerden Kaos Çıktı

Seçimleri herkes kendi sınıfsal penceresinde değerlendirmeye devam ediyor ve edecektir. Bazıları bu seçimlerden büyük anlamlar yükledikleri için, büyük beklentiler içine girdiler ve sonuçlar ortaya çıktığında hayal kırıklıkları yaşadılar. Ayrıca, seçimlerin sonuçları seçim öncesinden belliydi. AKP % 40’ın altına düşmeyecekti. Bütün veriler ve kamuoyu yoklamaları bu doğrultudaydı. AKP ve Erdoğan’da bunu bildiği için rahat davranıyordu.

Seçimlerde iki sermaye grubu çatıştı. Biri AKP’nin temsil ettiği sermaye grubu ve diğeri ise CHP ve MHP’yi öne çıkarmak isteyen TÜSİAD’ın önemli bir kısmı. Birinciler galip geldi, ikinciler ise seçimin mağlübu oldu. Ancak, her ikisinin de kazandığını söylemek doğru bir saptama olmaz. Bu seçimlerde, egemen sınıflar için bir “istikrar” tablosu değil, kaos çıktı. Sermaye grupları arasındaki çelişki giderek daha da keskinleşeceğe benziyor. Çünkü,  Hükümette olan kesim, diğer sermaye gruplarının egemenlik alanlarına müdahale ediyor, onların hareket alanlarını daraltıyor ve daraltmaya çalışıyor. Bu sermaye grupları arasındaki savaşın genel doğasıdır. Ancak bu, bazan sertleşir, silahlı çatışmaya kadar varır, bazan ise barış içinde geçer. Şu anda barışçıl yön kapanmışa benziyor.

Bu seçimde olduğu gibi önümüzdeki genel seçimde, halka iki seçenek dayatılacaktır. Egemen sınıf kliklerinden birinden birinin tercih edilmesi. Zaten, kapitalist sistemde seçimin niteliği de böyle değil midir? Halkın ezici çoğunluğu, egemen sınıflar arasındaki çelişkinin aracı haline getirilir. 30 Mart yerel seçimlerinde bu daha net olarak görüldü. Halka, “kırk katır mı kırk satır mı” politikası dayatıldı. Halk, kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda oy kullanmadı ve bunun nesnel koşulları da yoktu. Burjuva yönetimi altında demokratik bir ortamın yaratılması da söz konusu olamaz. Burjuva klikleri, geniş yığınları kendi sısnıfsal çıkarları doğrultusunda yönlendirdi.

Özellikle burjuva demokrasisinin yerleşmediği ya da pek yaşanmadığı  geri ülkelerde, seçimler egemen sınıf klikleri birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya serme olayaları sıkça yaşanır. Bu seçimin de en önemli özelliği bu oldu. Bu daha da devam edecektir. 12 yıldır iktidarda olan AKP’nin kirli çamaşırları oldukça fazla. Tek başına hükümet olması, oy oranının yüksekliği, ona pervasızca davranmayı getirmiştir. Yani, iktidarı diğerleriyle kısmen paylaşma yerine bütünüyle kendi egemenliği altına almaya çalışınca, bütün pislikleride ortaya döküldü.

Ne var ki, AKP seçmeni için, bunun fazlaca bir önemi olmadığı açığa çıktı. Aslında, halkın en geri kesimleri için, bunların fazlaca bir şey ifade etmediği bellidir. Bu tür yolsuzluk olayları Demirel hükümetleri döneminde de sık sık gündeme getirildi. Buna karşın Demirel yedi defa iktidara geldi ve en son ise Cumhurbaşkanlığı ile ödüllendirildi. Yani, halkımızın büyük bir kesimi için, yolsuzluk ve çalma olayları normal gözüküyor. Bu yüzyıllardır böyle olmuş. Geniş yığınlar için önemli olan, geçim sorunlarının çözülmesidir.

AKP ve Erdoğan’ın yolsuzlukları, hırsızlıklarının ortaya dökülmesi, kitlelerin önemli bir kısmını etkilemedi. Çünkü, AKP’nin seçim propagandasının ekseninde, kitlelerin alt kimliğini öne çıkarma ve biribirine karşı düşmanlığın geliştirilmesi ve derinleştitilmesi ve ekonomik gelişme ve “istikrar” vardı. 

Erdoğan, uzun zamandır bu politikayı sürdürüyor. Kitleleri birbirine düşman etme, cepheleştirme...  Geri kitleleri bir dikkatör etrafında tutmanın yoluda buradan geçiyor. Hitler, geniş yığınları, “yahudi düşmanlığı”nı üzerinde kemikleşmiş bir taban haline getirdi. Kitlelerin yahudilerden başka hiç bir “düşmanı yok” idi. Oysa, en büyük düşmanları kendilerini yönetendi. Bunu çok geç anladılar, ancak iş işten geçmişti.

Geri yığınlar için “özgürlük ve demokrasi” de fazla bir şey ifade etmiyor. İfade etseydi, seçim sonuçları biraz daha farklı olabilirdi. Önemli olan, ekonomik durumları ve alt kimliklerine “halal” gelmemesi. 

Haziran Ayaklanması, politik özgürlüklerine sahip çıkan kitlelerin eylemiydi. Ancak, bu eyleme katılanlar, Türkiye geneline oranla azınlık bir kitleydi. Büyük bir kitle ise, poltik özgürlüklerin neler olduğundan heberi bile yoktur. 

Yukarıda saydığım etmenlerin yanı sıra, bir önemli nokta ve hatta belirleyici olan ise ekonomik durumdur. AKP’nin “başarısını” ekonomik gelişmelerden ayrı ele almak doğru olmaz. Eğer kitleler oldukça yoksul ve ekonomik bir çıkmaz içinde olsalardı, seçimde tercihlerini değiştirebilirilerdi. Demek ki, ekonomik anlamda, halkımızın önemli bir kısmı için “bıçak kemiğe dayanmış” değildir. 12 yıldır aynı iktidar tarafından yönetilen kitleler, yoksullaşmaya karşın aynı partiye oy vermezler. Mutlaka farklı tercih denemelerine girişirler. Açlık ve geçim koşulları, her şeyin başında gelir. Dinsel ve diğer alt kimliklerin öne çıkarılması ve bunlar üzerinden düşman cephelere bölünmesi, bu denli uzun bir süreci kapsamaz. Bu seçimde hala aynı partiyi tercih ettiklerine göre, kitlelerin geniş bir kesminde ekonomik yoksullaşmanın olmadığını gösteriyor.

16 Mart’da Radikal Gazetesi’nde şöyle bir haber çıkmıştı;

“Borç, seçmenin kamçısıdır“ başlıklı yazıda çeşitli veriler sıralanırken, şöyle deniyordu:

„AK Parti'ye desteğin en önemli sebebi ekonomi. Verilere göre Anadolu'da bir 'kredili refah' dönemi yaşanıyor. Ev ve araba satışlarının, yükselen yaşam standardının kaynağı gelir artışı değil banka kredileri. Vatandaş istikrarın bozulmasından korkuyor ve seçmen tercihlerini bu endişe belirliyor.

TÜİK’in en 2012 sonunda yaptığı yaşam koşulları araştırmasına göre, 2009’da her 100 kişiden 29’u konut masraflarını karşılamakta zorlandığını söylerken, 2012 sonunda bu sayı 22’ye düştü. Yüzde 25’lik bir azalma var. Borç taksitlerini ödeyemeyenlerin oranı ise yüzde 14 azaldı. Yeni giysi alamayanların oranında yüzde 20 gibi yüksek bir düşüş söz konusu. Buna karşın bir haftalık tatil bile yapamayanların oranı yüzde 3, beklenmedik masrafları karşılayamayanların oranı sadece yüzde 1 azaldı. „

Bu yorumların ve verilerin yabana atılamaz. AKP’nin yüksek sayılabilecek bir oy alması, salt, kitlelerin alt kimliklerini kışkırtmasından kaynaklı olmadığı açıktır. Düşmanlaştırma ve cepheleştirme politikası AKP’ye oy kazandırsada esas neden ekonomik nedenlerdir. Kitlelerin refah düzeyinede gerileme olduğunda, alım güçleri düştüğünde, seçim zamanı parti tercihleride değişecektir. Erdoğan’ın bu denli parlayıp gürlemesi, tüm muhalif kesimleri tehdit etmesinin bir nedeni de arakasında böylesi bir seçmen kitlesinin olmasıdır. Bu nedenle, önümüzdeki süreç, daha baskıcı bir süreç olacaktır. Ancak, AKP ve Erdoğan’nın işi hiç de kolay olmayacağı da bir geçektir.  Hem egemen sınıf klikleri arasındaki çatışma keskinleşirken, hem de demokratik hak ve özgürlüklerine sahip çıkan kitlelerin bir kısmı ise yine sokaklarda olacaktır.

Bu seçim, ABD ve Batılı emperyalistlerin beklentilerine de karşılık vermedi. Onlar’da bir şekilde Erdoğan’ın gitmesini istiyorlar. Ancak bunu şimdilik askeri darbe yoluyla değil, “demokratik  usul” dedikleri “seçim”  yoluyla gitmesini istiyorlar.

BDP ve HDP ise, her zamanki oy oranını aldı. Kürtler, kendi seçimlerini yaptılar. Diğer sol partilerin ise, böylesi bir seçim atmosferi içinde fazlaca bir şansları yoktu. Zaten, genel kitlenin durumuda sol partileri tercih etmeye koşullu değildi. Birincisi, sol partilerin kitleler içindeki zayıflığı ve ikincisi ise, sol partilere oy vermeyi oyların bölünmesi ve AKP’nin kazanması olarak gördükleri için, tercihlerini CHP’de yaptılar.

Kısacası, önümüzdeki süreç devrimci ve komünistler içinde zorlu geçecektir. Baskı ortamı daha da artacaktır. AKP, kitleleri apolitize etme ve cepheleştirme çabalarını daha da artıracaktır. Bu onun kitleleri kendi sınıfsal kimlik ve çıkarlarından uzaklaştırma politkasıdır. Ancak, buna karşın kitleler yine sokaklara çıkacak ve baskı yasalarına karşı mücadele edecektir. Gezi'nin ruhu daha uzun bir süre devam edecektir.

Komünist ve devrimci kesimler ise, AKP faşizmine karşı ortaklaşa bir mücadeleyi geliştimekle karşı karşıyadırlar. Hem geniş yığınları etkilemek ve onlara siyasal bilinç götürerek demokratik hak ve özgürlükleri elde etme mücadelesi içine çekmek için, hem de daha örgütlü ve militan bir mücadele için kitle politikalarının üretilmesi gereklidir. İşçi sınıfı ve geniş yığınlar içinde derininliğine ve genişliğine örgütlenme çabaları usanmadan sürdürülmelidir. 02.04.2014***

93468

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Sayfalar