24 Haziran Baskın Seçim Sürecini ATİK Eşbaşkanı Süleyman Gürcan ile Konuştuk
Türkiye’de yapılan 24 Haziran parlamento ve Cumhurbaşkanlığı baskın seçim sürecini Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK) Eşbaşkanı Süleyman Gürcan ile konuştuk.
AHM: Türkiye’de 24 Haziran günü yapılan parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri bir süre gündemimizi işgal etmişti. Rejimin idaresinde ciddi anlamda değişikliğe gidildi ve cumhurbaşkanlığında yetkilerin ciddi oranda toplandığı bir yönetim oluşturulacak. Cumhurbaşkanı hem yürütmenin hem devletin başı olacak ve yargı, bakanlar, akademi organları yine Cumhurbaşkanı tarafından atanacak. Bu temelde bakıldığında nasıl bir siyasi atmosfer bekliyor bizi?
Süleyman Gürcan: Türkiye’de 24 Haziran’da gerçekleştirilen seçimler bir çok yönlü değerlendirilmesi gerekiyor. Birinci yönü, sorunuzda da belirttiğiniz gibi, yeni dönemde devlet bir çok yetkiyi cumhurbaşkanlığında birleştiren bir sistem değişikliğine gitti. TC’nin kuruluşundan itibaren oluşturulan sözde parlamenter sistem gelinen aşamada egemenlerin çıkarlarına yanıt olamadığından kaynaklı bu değişiklikler gerçekleştirilmektedir. Çünkü faşist diktatörlüklerle yönetilen ülkelerde, tarih boyunca sürekli tek kişi hakimiyeti esas alınmıştır ve Türkiye’de de bu böyle olmuştur. İlk dönemlerde devletin tüm yetkilerini kendisinde birleştiren bir K. Atatürk söz konusuyken, sonrasında bunu İnönü devir almıştır. Sonrasında bu diğerleriyle devam etmiştir. Parlamento sürekli göstermelik olmuştur ve esas olarak kişi hakimiyeti söz konusudur. Ve bazı dönemlerde bunlar açıktan askeri darbelerle daha katmerli bir hale getirilmiştir. Örnek 12 Eylül askeri faşist darbesiyle sadece iktidara el konulmamıştır, aynı zamanda göstermelik “demokrasi” maskesi olan parlamento bile lağvedilmiştir.
Sonrasında Özal ile birlikte yeniden parlamento oluşturulsa da, bu Özal’ın hakimiyeti, sonrasında Demirel, Yılmaz, Çiller, Ecevit ve son olarak ta Erdoğan ile davam etmiştir. Yani bugün gerçekleştirilen ve rejim değişikliği dinilen şey, minareyi kılıfına uydurmaktır sadece.
Yargı, yürütme ve yasamanın cumhurbaşkanlığının denetiminde olması, yada onun tarafından atanması, aslında son yıllarda fiilen uygulanıyordu. Mahkeme kararları açıklanmadan önce, önemli davalarda Erdoğan kararları açıklıyordu ve aynısını mahkemeler teyit ediyordu sadece. Ya da HDP milletvekillerinin ve eş başkanların tutuklanması, belediyelere atanan kayyumlar vs. hepsi Erdoğan tarafından önceden kamuoyuna bir şekilde açılıp, kitle desteği alınıyor ve sonrasında fiiliyatta uygulanıyordu.
Türkiye demokrasi güçlerini bekleyen, geçmişte devir alınan tekçi, ırkçı, faşist ve katliamcı politikaların devamı olacaktır. Özelde de işçi sınıfına ve emekçi kitlelere daha yoğun saldırıların olacağı bir süreç söz konusu olacaktır. Çünkü Kürt illerinde gerçekleştirilen katliamlara karşı, batıda da işçi ve emekçilerin sesini susturmak zorundadır. Yani bir taraftan Kürtlere, devrimci ve ilericilere yönelik saldırılarına meşruluk kazandırmak ve öbür taraftan da saldırılara karşı kamuoyu oluşmasını engellemek için batıda işçilerin sesini susturması gerekiyor. Aynı şekilde Komprador patronların sahip olduğu mali sermayenin zarar görmemesi ve yakın gelecekte yüzeye vuracak olan mali krize karşı sokağın tepkisini bastırmak içinde işçi ve emekçilerin sesini kısmak zorundadır. Bunun içindir ki, devlet bekasını rahatsız edebilecek olan işçilere, emekçilere, gençlere ve özelde de kadınlara ve LGBTİ+’lara karşı saldırılar daha da yoğunlaşacaktır. Yani kendi mezar kazıcılarına karşı saldırıların yoğunlaşacağı bir süreç söz konusu olacaktır. “OHAL’i kaldıracağız!” naraları ise esasta OHAL yasalarının normalleştirilmesi ve topluma kanıksatılmasından başka bir şeyi ifade etmeyecektir.
AHM: Seçimlerin ikinci tura kalması ve yarışın Erdoğan-İnce arasında geçeceği sık sık dile getiriliyordu ancak beklentilerin tersine ilk turda Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi. Seçimlerin adil olmadığına dair bir çok bağımsız kurumun açıklamaları mevcut. Sonuçları demokrasi mücadelesi açısından nasıl değerlendirmek gerekir? Demokrasi cephesi ve ezilenler bu sonuçlardan nasıl bir ders çıkarmalı?
Süleyman Gürcan: Seçimlerin ikinci tura kalması beklentisi özellikle kimi küçük burjuva anlayışlar tarafından çok öne çıkarıldı. Meseleyi mevcut Erdoğan hükumetinin seçimler yoluyla düşürülebileceği ve Türkiye’ye demokrasinin seçimler yoluyla gelebileceği konusunda bu anlayışlar kendisini çok kaptırmıştı. Bundan dolayı da seçimlere ramak kala bir çok anlayış ikinci tur meselesinin tartışmasına koyulmaya başladı. Birincisi; kamuoyunda, basında bu çok dillendirildi ve buda aslında HDP’nin oylarını negatif olarak etkilemiştir. Özellikle de HDP kurmaylarından bazılarının “Akşener olsa bile Erdoğan’a karşı ikinci turda her kesi destekleriz” açıklamaları aslında faşist diktatörlüğün hakim olduğu ülkelerde oluşacak yönetimlerin neye göre şekilleneceğini kavramamaktır. Çünkü faşizmin hakim olduğu ülkelerde yönetimlerin oluşması emperyalistlerin çıkarlarına uygun olmak zorundadır. Bunun içindir ki, tüm devlet olanağı kullanılarak AKP’nin ve Erdoğan’ın iktidarı yeniden beş yıllığına garantilendi.
Seçimlerin adil olmadığı, eşit koşullarda seçimler yaşanmadığı tespiti doğru bir yerde durmaktadır. Bir taraftan hakim sınıfların kendi arasındaki ayrıldıkları kamplaşma ve onların denetimindeki olanaklar söz konusuyken, diğer taraftan her gün yöneticileri, çalışanları, destekçilerinin göz altına alındığı ve de cumhurbaşkanı adayının hapishanede tutuklu olduğu bir HDP söz konusuydu.
Diğer önemli bir detay ise seçim günü yaşanan yolsuzluklar, manipülasyon ve gece sokağa inen sivil faşistlerin silahlı gövde gösterisidir. Adeta sonuçların kabul edilmesi, edilmezse yeni katliamların yaşanacağına ilişkin verilen göz dağıdır. Bundandır ki İnce sonuçları kabul eden bir açıklama yapmış ve sonrasında da Erdoğan ünlü balkon konuşmasını geç saatte yapmıştır. Yani sonuçlar meşru olmasa da meşru hale getirildi. Buda önümüzdeki dönem hakim sınıflar arasındaki saldırıları daha da derinleşeceğini bize göstermektedir. Önemli olan bu seçimlerde bir araya gelen demokrasi güçlerinin bu ortak mücadeleyi geliştirerek, sokağın muhalefetini örgütlemesidir.
AHM: TC’nin Kürtlere ve ezilenlere yönelik politikalarında bir değişikliğe gideceğini söylemek mümkün mü? OHAL kaldırılacak vaatleri var. Afrin işgali vs düşünüldüğünde, buralardan geri adım atacak mı?
Süleyman Gürcan: Yeni seçilen Cumhurbaşkanı’nın tüm yetkileri kendi elinde birleştirmesinin önemli bir nedeni de hızlı ve ani karar vermek içindir. Bundan dolayı da gelecek dönem Türkiye’de politikalarında bir değişiklik mutlaka olacak. Ama bu değişiklik, işçi ve emekçilere, Kürtlere, Alevilere ve diğer inançlardan kitlelere yönelik baskı ve zulmün artacağının değişikliği olacaktır. Özellikle seçimlerin erkene alınmasının önemli nedenlerinden biri olan, Türkiye’yi sarmalayacak olan ekonomik krizle birlikte, yeniden gündeme gelecek olan, Dünya bankası ve IMF programlarının hayata geçirilmesi söz konusu olacaktır. Bunun uygulanması için, karşı çıkabilecek muhalefetin bastırılması bir zorunluluktur.
Yeni sürecin bu politikalarını uygulamak için kitle desteğine ihtiyaç olacaktır. Bunu yaratmak içinde bu süreçte yeni uygulamalar söz konusu olacaktır mutlaka. Özellikle sürekli vurguladığımız ve faşist diktatörlüğün mayası olan; tek bayrak, millet, din, dil politikası yeni yöntemlerle uygulanacaktır. Geçmişte Türkiye’de uygulanan ve gene dünyadaki tüm faşist diktatörlüklerin uyguladığı sivil faşistlerin silahlandırılması ve bunlar üzerinden de saldırıların yoğunlaştırılması söz konusu olacaktır.
AHM: Avrupa’da ki Türkiyeli göçmenlerin de oy kullandığı bir süreç oldu. ATİK seçim sürecine aktif katılarak HDP’yi destekleme kararı almıştı. HDP üçüncü parti oldu. Avrupa’da ki seçim sonuçlarına bakıldığında hangi sonuçları çıkarıyor ATİK?
Süleyman Gürcan: Seçimler sürecini Avrupa emperyalist güçler ile faşist TC’nin güncel süreçteki ilişkileriyle bütünlüklü değerlendirmek gerekiyor. Son yıllarda Erdoğan hükümeti tüm Avrupa ülkelerinde önemli ilişkiler geliştirdi. Bir taraftan mültecilerin durumunu kullanırken, diğer taraftan da Ortadoğu’daki gelişmeleri kendi çıkarı doğrultusunda bir kalkan olarak kullanmıştı. Yani Emperyalistler bölgede dayanacakları bir güce ihtiyaçları vardı, Erdoğan’ında kendi iktidarını sürdürebilecek bir desteğe ihtiyacı vardı. Bundan dolayı, bundan önceki seçimlerde başta Merkel olmak üzere, bir çok AB ülkesi Başbaşkanları Erdoğan’a açık destek vermişlerdir. Bu seçimlerde içerideki baskıyı göğüslemek için bu desteklerini daha çok kapalı bir şekilde yapmışlardır.
Diğer değerlendirilmesi gereken bir nokta da Avrupa’da Türk devletinin oluşturduğu özel örgütlenmelerin bu seçimlerde aktif çalışmalarıdır. Osmanen-Germania gibi çete örgütlenmesinden, binlerce MİT muhbirine kadar geniş çaplı bir örgütlenme söz konusuydu. Bunlar tüm seçimler sürecinde aktif bir şekilde Erdoğan için çalıştılar.
Bir taraftan emperyalistlerin destek verdiği Erdoğan ve onunla birlikte Avrupa’da ki mevcut faşist örgütlenmeler, tüm bunlara karşı gücünü sokak muhalefetinde alan ve bizimde bileşeni olduğumuz demokrasi bloğu. Bu eşit olmayan şartlarda gücünü işçilerden ve emekçilerden alan ve HDP etrafında birleşen güçlerin oluşturduğu demokrasi bloğu başarılı bir çalışma yürütmüştür. Sokak eylemleriyle, tek tek ev ziyaretleriyle, mitinglerle ve kitleyi sandığa taşıma süreciyle başarılı bir çalışma süreci yakalandığını söyleyebiliriz.
Tabi ki seçimlerde HDP’nin aldığı başarılı oy oranı önemliyken, bizim açımızda bu süreci geniş kitlelere gitme ve onları örgütleme esas olmuştur. Bu konuda bir çok bölgemizde önemli başarılar söz konusudur. Yani kitlelere gitme, onlarla ilişkilenme, mevcut faaliyetçilerimizin pratikle bütünleşmesi, yeni çalışma yöntemlerinin geliştirilmesi açısından oldukça önemli bir süreç olmuştur. Aynı zamanda faşist diktatörlüğü teşhir etmek, Avrupa ülkelerinin faşist TC ile geliştirdikleri siyasal ve ekonomik ilişkilerini kitlelere anlatma onları buna karşı örgütleme ihtiyacını anlatmak açısından da önemli bir süreç oluştur. ATİK açısından bu çalışma yetersizlikleri ve yetmezlikleriyle, olumlu ve olumsuzluklarıyla önemli bir süreç olmuştur. Tabi ki bunu alanlarda alacağımız değerlendirme raporlarıyla gelecek dönem yönetim toplantılarımızda daha da geniş değerlendirip, belirli sonuçlar çıkartacağız.
AHM: ATİK, Avrupa’da seçim sürecine katıldı ve seçim platformlarında yer aldı. Katılım kararınızı derneklerde tartışarak ele aldınız. ATİK bu süreci kendisi açısından nasıl değerlendiriyor?
Süleyman Gürcan: ATİK kitlelerden kitlelere çalışması ilkesini esas alan, demokratik bir kitle örgütüdür. Bundan dolayıdır seçimler süreci gibi gelişmeleri kendi geniş tabanıyla tartışarak, ortak karar almayı esas alan bir anlayışla hareket etmiştir. Seçimlerin erkene alınacağının açıklaması yapıldıktan sonra, ATİK çatısı altında faaliyet yürüten tüm örgütlerimiz tabandan başlayarak merkeze doğru bir tartışma yürütmüş ve bunun sonucunda çoğunluğun düşüncesi olan seçimlere katılma kararı almıştır. Bu kararla birlikte tüm alanlarda çalışmalara merkezden, yerele doğru örgütlü bir şekilde katılmıştır.
Seçimler sürecine katılım tartışması bizim açımızdan kısa süre içerisinde, geniş tabanın tartışmasıyla ortak karara verme konusunda olumlu bir çalışma olmuştur. Özellikle demokratik kitle örgütü olmanın esası olan, kitleleri karar ve pratik sürecine katma konusunda zengin bir deneyim olmuştur. Tabi ki önemli olan, çalışmalarımızın aynı tempoyla yeni kampanyalarla sürdürülmesidir. Faşist diktatörlüğü teşhir etmek, onların Avrupa’daki örgütlenmesini kamuoyuna anlatma, Türkiyeli göçmen işçilerin yerli işçilerle ortak mücadelesini geliştirme konusunda bize önemli görevler düşmektedir. Gücünü sınıftan alan ve sınıf kardeşliğini esas alan bir örgütlenme olarak, bunu gelecek süreçte sokağın gücüyle büyütmek için hepimize görev düşmektedir.