AKP-Cemaat kavgası MİT’i çaresiz bıraktı
17 Aralık Operasyonu ile yolsuzluk ve rüşvet Türkiye’nin gündemine otururken, Cemaat ile AKP arasındaki savaşın en büyük cephelerinden biri de, hükümetin Suriye politikalarının yürütücüsü konumundaki Milli İstihbarat Teşkilatı üzerinden açıldı. Adana ve Hatay’da yakalanan silah ve mühimmat yüklü olduğu iddia edilen Suriye yönüne giden TIR’ların aranmasına izin vermeyen iktidar, TIR’lara dokunan tüm yargı ve Emniyet mensuplarına sürgün niteliğindeki atama ve görev değişikliklerini uygun gördü. Cemaat-AKP savaşının MİT üzerinden gelişen ayağını, 41 yıl boyunca MİT’te görev yapan, yıllarca İstihbarattan Sorumlu MİT Müsteşar Yardımcılığı makamında bulunmuş Cevat Öneş, BirGün’e değerlendirdi.
-17 Aralık Operasyonu süreciyle ayyuka çıkan ve dış politikayla da bütünleşen ayrışma, cepheleşme ve mevzi kapma savaşının arka planını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye toplumu, ekonomisi ve siyaseti çok ciddi bir değişim süreci yaşıyor ancak parlamenter siyasetin değişim taleplerine yanıt veremiyor oluşu gerilimin esas kaynağı. Dönüşüm, kaçınılmaz olarak toplumun da desteklediği demokratikleşme istikametinde gelişiyor. Türkiye toplumlarının sosyolojik farklılıkları düşünüldüğünde yeni bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç olduğu görülüyor. Evrensel değerlerin şekillendirdiği bir demokratik sistemin özümsenmesi ve buna uygun bir demokratik kurumsal yapının oluşturulması gerekiyor. Ancak hâlihazırdaki siyaset bu nitelikli değişime cevap verme potansiyeli ve kabiliyetine sahip değil; talebe yanıt veremediklerinden iktidar savaşı yapmayı seçiyorlar.
-Çözüm kapasitesi olmayan siyasetin yerini hangi özellikteki unsurlar alabilir?
Nitelikli demokratik yapının karşılığı çoğulcu katılımdır ancak Türkiye siyasetinde ne çoğulculuk söz konusu, ne de katılım. Uzlaşı ortamının eksikliğinde sosyal ayrımlar derin siyasal uçurumlara dönüşüyor ve siyasal kavga ortamı Türkiye’ye hâkim oluyor. Türkiye’nin, hukukun üstünlüğü ilkesinin şekillendiği yeni bir devlet yapısına; iktidarın koruma kavgaları yerine çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi inşa edecek bir siyasete ihtiyacı var. İktidarı koruma kavgası tüm sorunları derinleştiriyor ve tüm topluma yeni yükler bindiriyor.
-Kavga devlet kurumlarına nasıl yansıyor?
Devlet silsilesindeki tüm kurumlar, iktidar kavgasından paylarını alıyorlar ancak kurumların çoğu meselelerde tayin edici unsur değil. Sorun, kurumlara yön veremeyen siyaset yapısında. Siyasal iktidarın diğer unsurlarla olan kavgasının kurumlara yansıması, yeni bir anayasa ihtiyacını tekrar hatırlatıyor. Siyaset verdiği sözleri tutamadı; komisyon kararlarıyla oyalanıldı ve toplumsal talebe rağmen yeni anayasa inşa edilemedi. Dolayısıyla bugünkü krizin yaşanması kaçınılmaz hale geldi. Yeni anayasanın yapılamamasında demokrasi kültürünün yetersizliği kadar, siyaset kadrolarının yetersizliği de etkili oldu. Toplumun değişimci hareketlerin hepsini desteklemesine karşın, siyaset toplumun gerisinde kaldı.
-Oslo görüşmelerinden sonra başlayan tartışmalarda Başbakan Erdoğan’ın Hakan Fidan’ı kişisel koruması altına almasının ardından, iktidar kavgasının MİT’e tesir ettiğini görüp bir krizin yaklaşmakta olduğunu hissettiniz mi?
Oslo’dan sonra ortaya çıkan sorunları da, bugünkülerle benzer biçimde, iç iktidar mücadelesinin bir örneği olarak gördük. Başbakan’a ve AKP’ye MİT üzerinden yapılan baskı, bugün yargı yoluyla yapılıyor. Her iki olayda da, gerek Cemaatin müdahale şekli, gerekse de iktidarın telaşlanarak düşünmeden attığı adımlar, yasa çıkarma telaşı ve Emniyet’e yaptığı müdahaleler, demokratik yapının zayıflığını gösteriyor.
-Son çatışmada Adana ve Hatay’da yakalanan TIR’lar, Cemaat ile AKP arasındaki çatışmanın MİT üzerinden yürütüldüğünü, çatışmanın Suriye ve dış politika ekseninde hararetlendiğini gösteriyor. Kavganın temel sebebini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pek çok bağlamda geniş etki alanı sahibi olan ve küreselleşen, ekonomik güce dönüşerek kadrolaşan, AKP ile kurduğu koalisyonla yükselen Cemaatin siyasal hak talep etmemesi mümkün değildi. Ancak bu iki yapının küresel siyasete farklı bakışları var. Yine de, dış politika görüşlerinde farklılıklardan ziyade, kavgaya yol açanın “İktidar mücadelesinde ben de varım” diyen Cemaatin mahalli, genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken keskinleşen talepleri olduğunu düşünüyorum. Küresel güçler elbette Türkiye’nin çizeceği kompozisyonla ilgileniyor ancak bu krizin kaynağını dışarıda aramak hatalı. Bana göre bu yönelim, siyasetin çözemediği sorunları sırtından atmasıdır.
-MİT’in AKP’ye, Emniyet’inse Cemaate yakın olduğuna ilişkin değerlendirmeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bürokrasi her dönem iktidarın personel kaynağı olmuştur. İktidarlar Emniyet’i, yargıyı ve bürokrasiyi kendi anlayışına göre şekillendirmeye çalışır. Geçmişte, polis teşkilatında silah kabzaları kurt başlıklı olan polisler gördük, şimdiyse Cemaati görüyoruz. Şu anda poliste, itaat kültürü ile hareket eden bir yapı var ve dikey bir örgüt yapılanması olmasa bile dayanışma içerisinde nasıl toplu hareket ettiklerini görüyoruz.
-Bugünkü kriz sona erdiğinde Türkiye’de neler değişmiş olacak?
Erkler arası kavga, yasama, yürütme ve yargının bağımsız ama bütünlüklü çalışmasının önemini hatırlattı. İktidarla muhalefet arasındaki katılımcılığın gerekliliği anlaşıldı ve çoğulculuk ihtiyacı bir kez daha görüldü. İç sorunların dış sorunlarla ilişikli olduğu anlaşıldı. Bu süreçte devletin istihbarat ve güvenlik kuruluşlarının denetlenmesi ve hesap vermesi gerekliliği ortaya çıktı. Bu denetimlerde sivil toplumun yerinin ne olacağı ilerleyen günlerde Türkiye’de de tartışılmalıdır. Ekonomik ve toplumsal yeni riskler ve ayrışmalar ortaya çıksa da, Türkiye bu süreci yaşamak zorundaydı. Cemaat de, AKP de bundan sonra yalnızca demokratik ilkeler çerçevesinde hareket edebileceğini öğrenmeli. Türkiye toplumu eğitim, örgütlenme ve sivil toplum direnci bakımından yetersiz olsa da, tarihsel birikimi sayesinde değişimi destekleyen bir yapıya sahip. Bu krizle siyasete hâkim olan demokrasi kültürü yetersiz kadroların iktidar olma ve kar paylaşımı odaklı anlayışının toplumun taleplerine uymadığı görüldü.
***
AKP’NİN TIR'LARI:
‘MİT politika uygulayıcısıdır, silah gidiyorsa hükümete bakın’
-Sınır ötesindeki bir iç savaşın gayrimeşru tarafına silah taşımak rutin bir istihbarat faaliyeti midir?
İstihbarat gri bir alandır ancak demokratik ülkeler ilkelerden taviz vermeden, açık politikanın girmediği alanlarda hukukun ruhuna uygun olarak çalışmalar yürütürler. TIR’larla Suriye’ye silah taşındığı söyleniyor ancak asıl mesele MİT’in silah taşıyıp taşımadığı değil. Tartışılması gereken, teşkilata verilen görevin evrensel hukuka, ülkenin çıkarlarına ve insani değerlere uyup uymadığıdır.
-TIR tartışmasında iktidarın MİT’i zor bir duruma sürüklediği yorumuna katılıyor musunuz?
MİT’i sıkışmış, şaşırmış olarak görüyorum. Suriye’de asrın kavgalarından biri oluyor; sınırlar değişiyor ve bölge yeniden şekilleniyor. Sınırımızda Irak ve Şam İslam Devleti gibi kabul edilemeyecek yapılar oluşmaya başlıyor. Suriye’nin bölünmesi halinde istikrarsızlıktan en çok Türkiye etkilenir. Dolayısıyla istihbarat servisinden beklenen, muhtemel bir savaşın çıkması ihtimalini göz önüne alarak çalışmalar yapmasıdır; muhtemel bir savaşta işbirliği yapılabilecek yapılarla irtibat kurulabilir. Gerekirse insani yardım malzemesi de, silah da gidebilir. Önemli olan bu hamlelerin Türkiye’nin barışçıl, insancıl politikalarıyla uyumlu olmasıdır. Bugün muhalefet TIR yerine, Türkiye’nin barışçıl olmayan politikalarını tartışmalı.
-TIR’ların polis ve savcılar tarafından çeşitli defalar durdurulması ve MİT faaliyetlerinin ifşa oluşu neyin göstergesi?
Demokratik mekanizmaların işlediği bir hukuk devletinde, istihbarat örgütünün yapacağı sevkiyatın açığa çıkması mümkün değildir. Devlet kurumlar arası koordinasyonu sağlar, MİT de yetkileri çerçevesinde, ülkenin çıkarları doğrultusunda faaliyet yürütür. MİT Kanunu’nun 26. maddesine göre, MİT’in kovuşturulması Başbakan’ın müsaadesine tabidir. Aynı kanunun 5. Maddesinde ise, devlet kurumlarının MİT’e çalışmalarıyla ilgili konularda yardımcı olmaları gerektiği belirtilir. MİT’teki bireysel hatalar elbette denetime ve yargıya konu olur ancak TIR’lar meselesi bize erkler arasındaki kavganın büyüklüğünü gösteriyor.
-MİT’i devlet politikalarının uygulanmasında bir araç olarak değerlendirirsek, devlet politikalarının barışçıl ve insani nitelikte olmaması halinde, MİT’in eylemleri devletin farklı organları tarafından denetlenebilir mi?
Demokratik bir ülkede yargı ile yürütme arasında kavga olamaz. MİT politika üretmez; istihbarat teşkilatları üretilen politikaların arka plan uygulayıcılığını üstlenirler. Dolayısıyla, MİT’e verilen görevler hükümet kararıdır ve mutlaka Milli Güvenlik Kurulu’nda tartışılır. Erkler arası kavganın MİT üzerinden yürütülüyor oluşu, MİT’teki kavgaya değil, devletteki çarpıklığa işaret ediyor.
***
'Dış politika sorunları içeriye transfer oluyor'
-Türkiye’nin Suriye’ye yaptığı müdahaleler sır değil; birkaç yıl önce Esad’la iyi ilişkilere sahip olan AKP, Suriye batağına nasıl saplandı?
Suriye’deki gelişmeler Türkiye’nin müdahaleleriyle ortaya çıkmadı. Arap Baharı furyasının ardından Suriye de benzer bir sürece itildi ancak burası ABD-İsrail ile İran-Rusya eksenli ittifakların kesiştiği ve çatıştığı bir alan oldu. Esad rejiminin kısa sürede değişeceğine ilişkin başlangıçtaki yargı, Türkiye’yi de Batı blokuyla birlikte Esad karşıtı cephede konumlanmasını sağladı; böylece kısa vadede muhalefet genişletildi ve silahlı unsurlar bölgeye aktı. Batı yalnızca demokratik düzlemde ilerlemiyor; ekonomik çıkarlar doğrultusunda emperyalist amaçlara da sahip parçalı bir yapıdan söz ediyoruz. Dolayısıyla Suriye’deki istikrarsızlığın devamı Batının çıkarınaydı. Ancak Rusya ve ABD ile birlikte Batının bölgeden elini çekmesi, Türkiye’yi risklerle baş başa bıraktı. Çok geniş sınırları Suriye’yle paylaşan Türkiye, çok da tercih edilmeyecek El Kaide gibi yapıları destekledi. Sonuçta hem siyasal, hem toplumsal, hem de ekonomik olarak Türkiye’yi tehdit eden bir tablo ortaya çıktı. Batının politikalarını erken okuyamayan Türkiye, Esad’ın kısa vadede düşeceğini hesaplayarak hareket etti ve bugünkü noktaya gelindi.
-Davutoğlu idaresindeki ‘sıfır sorun’ doktrininden müdahil devlet haline nasıl gelindi?
Türkiye sıfır sorun doktrini uygulanırken güçlü bir görüntüdeydi ancak müdahaleci yapıya geçilince prestij ve güç kaybı yaşandı. Özellikle Türkiye’nin mezhepçi bir politika uyguladığı konusundaki kaygılar olumsuz bir algı yarattı. Ancak demokratik, barışçıl yüzü ile mezhepler üstü hareket eden bir Türkiye’nin bölgede etkin rol oynayabileceği anlaşılmalı.
-Türkiye’nin Suriye politikasındaki yanlış tercihleri, içerideki sorunları artıran ve ayrıştırıcı etki yapan bir noktaya mı geldi?
Türkiye söz konusu olduğunda iç politika ile dış politika arasında ayrılamaz bir bütünlük var. Kürt sorunu, demokratikleşme ve PKK’nin silahsızlandırılması yoluyla çözülmediği takdirde, yeni risklerin ortaya çıkacağını, Türkiye’nin demokratikleşme krizi yaşayacağını ve iç sorun gibi gözüken meselenin bölgeselleşeceğini hep söylüyorduk. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesi sürecinin bir benzeri, Suriye ve Irak’ta yaşanıyor. Türkiye ise bu ortama kendi meselelerini çözmeden müdahil olmaya çalışıyor.
Özellikle Müslüman, hatta Sünni kimliğe dayanan yaklaşımlardan kesinlikle uzak durulmalı. Türkiye’nin jeo-stratejik konumu bunu zorunlu kılıyor ancak Türkiye son dönemde Müslüman inancının teorik çerçevesi içerisinde tartışmayı ve karşılıklı suçlamalarla gerilim yaratma üzerinden ilerliyor. Bu, iç politika için de çok tehlikeli bir tutum çünkü Türkiye çok kimlikli, çok inançlı bir yapı ve bu yapı ancak kimliklerimizi özgürce yaşayarak ve bu kimliklerin üzerine çıkan demokratik çoğulculuk çerçevesinde ileri gidebilir.
YAŞAR AYDIN - DOĞU EROĞLU