Beş çocuğum var birini katil aldı...
27 yaşında işçi Ethem Sarısülük Gezi Direnişi sırasında 1 Haziran günü polis Ahmet Şahbaz tarafından başından mermi ile vuruldu. 12 gün sonra beyni, 14 gün sonra ise kalbi durdu. Sanık polis tutuksuz ve fakat peruklu olarak, suçlu bulunması halinde cezasının en üst sınırı 5 yıl hapis olacak şekilde yargılanıyor. Yargılama esnasında sanığın çekmediği eziyeti onun yerine Ethem’in ailesi çekiyor, türlü çeşitli saldırılara maruz kalarak. Anne Sayfı Sarısülük ve ağabey Mustafa Sarısülük ile Ankara Batıkent’teki evlerinde görüştük.
»Gezi direnişi nasıl başladı sizin ailede? Ethem ilk günden itibaren meydanlarda mıydı?
Mustafa: Bizim ailede Gezi acı ile, Ethem’in vurulmasıyla başladı. Ethem Gezi Parkı’na saldırı olduğu an hemen bir şeyler yapma ihtiyacı duyarak sokağa ilk çıkanlardandı, insanları ilk sokağa çağıran. Toplanmalarında, yürüyüş yapmalarında Ethem’in büyük bir rolü oldu.
»Örgütlü müydü Ethem?
Devrimci bir insandı ve tercihlerinde bilinçliydi. Bu haksızlığa, polis şiddetine, siyasal iktidarın saldırısına karşı Ankara’da ilk tepki gösterenlerden birisiydi. O gün de eve gelmemişti, gece çatışmalar devam ettiği için. Ertesi gün Ankara’da ve tüm ülkede olağanüstü bir halkın tepkisi gündeme geldi ve ben de eşimle birlikte hemen Kızılay’a gittik. Biz de ön saflardaydık. Ethem 5:30 sıralarında vurulduğunda vurulduğu yere yakındım. Silah sesini duydum ama kitle gerçekten önlenemez bir direniş sergiliyordu, havaya ateş ettiklerini düşündüm. 2-3 dakika sonra birisinin ambulansa bindirildiğini gördüm, Ethem’miş o, daha sonra görüntülerden fark ettim.
»Vurulduğunu nasıl haber aldınız? Neyle karşılaştınız hastaneye gittiğinizde?
Saat 6’da alandan ayrıldım. Sendikacı arkadaşımızın kızının düğününe davetliydik. Düğüne geldiğimizde ağabeyim aradı, “Ethem yaralandı hastanedeyiz” diye. 6:30 gibi hastanedeydim. Ethem’in güçlü bir yapısı vardır, yıllardır sanayide çalıştığından zannedersem. Ufak tefek yaralanmadır diye düşünmüştüm. Hastaneye gidip de yoğun bakımda denince dehşete kapıldım. Yoğun bakımın kapısına gittim, ısrar etmeme dayanamayıp içeri aldılar. Görür görmez anladım aslında. Daha tomografisi bile çekilmemişti. Doktor beyninde yabancı bir cisim olduğunu ve ne olduğunu bilemediklerini söyledi. Kurşun yarası mı diye sordum. “Hayır” dedi.
»Soruşturma safhasında neler yaşadınız? Failin polis olması sıkıntı yarattı mı delillerin toplanmasında?
İlk akşam oturduk ne yapmamız gerektiği üzerine çok düşündük. Pazar günü hemen olayla ilgili delilleri toplamaya giriştim. Görüntüleri elde etmeye çalıştım. Bir şekilde gizleneceğini biliyordum. Pazartesi suç duyurusunda bulunduk. Çarşamba günü avukatla çat kapı tekrar gittiğimizde Başsavcı vekili ve 5 savcının bir araya geldiğini gördük. Bize “İçiniz rahat olsun bu faili meçhul kalmayacak. Vuran çok net belli, gerekli işlem uygulanacaktır” dediler. Bu ülkenin adaletine güvenmediğim için sadece güldüm. Delillere ulaşma anlamında biz tamamen savcının beklentisine girmeden, çok büyük çaba sarf ettik. Önce gizlilik kararı almaya kalktılar, basına biz haber sızdırıyormuşuz gibi. Savcıya “Böyle bir şey yapamazsınız toplumsal bir davada, buna izin vermem” dedim. Biz gerek Ethem’in hastanedeki durumu gerekse diğer soruşturma boyutu devam ederken hiçbir zaman gerçeğin dışında bilgi vermedik. Fakat savcı hemen yanı başında Ethem’in bilinen görüntülerinin dışında başka açılardan çok net vurulmasını gören kameralara bile müdahale etmedi. İşi ağırdan almaya kalktı. Mesela biz birkaç gün içinde vuranın kim olduğunu öğrenmiştik. Savcı 16 gün sonra sadece ismini alabildi emniyetten. Bir telefonunun ucundayken her şey. Eğer ölüm gerçekleşmeseydi eminim ki hiçbir şey olmazdı, tıpkı Berkin gibi.
»Savcı fail polisi tutuklama isteğiyle sorgu hâkimine gönderdi, hakim tutuksuz yargılanma kararı verdi. Şaşırdınız mı?
Aslında savcı bizi şaşırtmıştı. Savcılıktan serbest bırakılır diye düşünüyorduk. Davranışından hissediyorduk. Tayyip Erdoğan’ın polisimi kimseye yedirtmem, destan yazmıştır vs açıklamaları. Ama sanırım toplumsal baskı sonucunda tutuklama talebiyle mahkemeye gönderdi. Bize İçişleri Bakanı’nın, Adalet Bakanlığı müsteşarının aradığı yönünde bilgiler geliyordu. O anlamda biz aslında biliyorduk tutuklanmayacağını. Zaten savcı itiraz bile etmedi tutuklanma talebinin reddi kararına.
»Meşru müdafaanın sınırlarını aşmak suretiyle öldürmekten dava açtı savcı. Üst sınırı 5 yıl. Görüntüleri hepimiz izledik. Böyle mi gerçekleşti olay sence de?
Bu süreçte bize bir şekilde dolaylı bilgiler geldi. Bu gibi toplumsal olaylarda polis kontrolü kaybettiği anlarda, özellikle çevik kuvvete verilen bir eğitimmiş. Müfredatta olmayan ama pratikte gösterilen bir şey. O da şu, havaya ateş açarmış gibi yapıp birkaç tanesini indirin, kitle bu şekilde dağılır diye. Görüntülerde de sanığın polis grubunun içindeyken silahı elinde ve büyük bir hırsla öne doğru çıkıp göstericilere doğru öldürmeye kasıtlı bir şekilde gittiğini gördük. Yerdeki eylemcinin kafasını tekmeliyor sonra silahını havaya kaldırırmış gibi yapıyor. Kameraların açısından dolayı insanlar bu şekilde algılayabiliyor. Hâlbuki öyle değil. Başka açılardan izlediğimizde, direkt yere paralel şekilde attığı görülüyor. İlk kurşun flamayı deliyor. Yani havaya ateş etmiyor. Üçüncü kurşun da Ethem’e isabet ediyor. Meşru müdafaa değil. Büyük bir öfke, kin ve düşmanlık var burada. Bilinçli şekilde Ethem’i vurup kendi birliğinin içine dönerken bir polis ile “çak” işareti yapıyor. Çok soğukkanlı. Hemen sonraki görüntülerde de “Çektim sıktım üç tane” diyor.
»Peki, yargılama safhasını anlatır mısın biraz bize. Duruşmalarda neler oldu?
İlk mahkemede olağanüstü bir güvenlik önlemi vardı. Aslında korkularının bir göstergesi. Psikolojik olarak bizleri yıldırma, baskıya alma, sindirme. Hem dışarısı hem adliye koridorları polis ablukası altındaydı. Polislerden “İyi ki gebermiş, hak etti, terörist” gibi küfür etmeler falan Ethem hakkında. Salonun kapısına geldiğimizde dedik herhâlde buraya kadardır bu önlem ama içeri girdiğimizde bir baktık ki çevik polisleri sivil giydirip boncuk gibi dizmişler. Bizim avukatlar içeri girer girmez buna itiraz ettiler. Mahkeme heyeti benim bilgim dahilinde değil kimdir nedir bilmiyorum böyle kıvıran olayı geçiştiren tarzda. Israrlarımız sonucunda çıkarttılar. Siyasal iktidarın orada çok güçlü mesajı vardı “Siz bizim verdiğimiz talimatları harfiyen yerine getirin, gerekiyorsa öldürün, bakın burası da benim mahkeme salonumdur, bakın bir polisi ben burada nasıl aklıyorum.” Bu polisler salondan çıkarken bize ve avukatlara küfürler etmeye başladılar. Sonra sanık Ahmet Şahbaz getirildi. Biz girer girmez takma kaş, bıyık, perukla geldiğini fark edip itiraz ettik ama mahkeme heyeti bunu görmemezlikten geldi. Sanık avukatlarının sözlü sataşmalarına, tacizlerine maruz kaldık. Savcının ukala yaklaşması, bizi düşman gibi görmesi, polislerin avukatlarımıza vurması, dışarıda tanıklarımızı dövüp kafalarını yarmaları, biz de haliyle müdahale etmek durumunda kaldık. Bu arbedede annem Ethem’in katili ile orada yüzleşti, sanığın peruğu eline geldi ve Ahmet Şahbaz’ın gerçek görüntüsü ortaya çıktı. Sonra hâkim mahkemeyi erteledi.
»Sonraki duruşmalar nasıl geçti?
İkinci duruşmada sanığın video konferansla dinlenmesine karar verildi ve dava ertelendi. Çıkışta polis kasten annemin ayağının dibine gaz attı ve bu büyük öfke yarattı. 3.duruşmada bizim bu “gizli” sanığı yine kendisini gizleyecek kadar kılık kıyafetle Urfa’da duruşma salonuna diktiler. Yanında hâkim de yok düşünebiliyor musunuz? Avukatların “orada kimler var görelim, kamerayı çevirin” diye ısrar etmesine rağmen mahkeme heyeti hiç tınmadı. İfadesinde de çok küstahça bir laf etti “Ethem’in ölümüne sebep olan ben değilim, bana taş atan arkadaşlarıdır” diye. Zaten daha bilirkişi tespiti bile yapılmadan Bülent Arınç’tan tutun birçok siyasetçiye hepsi “Sanığa 37 tane taş gelmiştir, biri eline çarpmıştır” diyor.
»Bilirkişi incelemesinin sonucu nedir ? 37 tane taş isabet ettiğine dair bir kanıt var mı?
Kesinlikle hayır. Savcılığın kendi bilirkişi raporlarında da yok bu. Kanıtlayamıyorlar. Fakat orada yerde ne kadar taş varsa numaralandırmışlar 1’den 37’ye, sanki polise değmiş gibi.
»Sanığın çapraz sorgusu...
O aşamaya geçilemedi. Avukatlarımızın “Bu kişi gerçek kişi midir? Fotoğrafı bile yok dosyanızda. Siz kimi yargıladığınızı nereden biliyorsunuz?” yönünde itirazları vardı. Avukatlar şunu söylediler: Bu mahkeme bağımsız değildir, siyasi bir mahkemedir. Bunun üzerine mahkeme heyeti ara karar vermek üzere içeri geçti. Tüm bunlar olurken savcı ve ikinci hâkim kürsüde uyuyordu. Herkes güldü. Muhtemelen bunların etkisiyle heyet çok sinirli bir şekilde salona geldi ve davadan çekildiklerini açıkladı. Aslında bunu da bekliyorduk. Bu tür toplumsal davalarda davayı uzatmak, gündemden düşürmek için bu tarz yöntemleri uyguluyorlar.
»Çekilme kararını bir üst mahkeme reddetti. Nedir son durum?
7. Ağır Ceza bu kararın yerinde olmadığı yönünde kesin hüküm verdi. Karar kesin olmasına rağmen 6. Ağır Ceza Mahkemesi dosyayı usulü çiğneyerek Adalet Bakanlığı’na gönderdi. Dosya 50 gündür Adalet Bakanlığı’ndaydı. İadesi için sosyal medyada kampanya başlattık. Şimdi dosyayı alelacele 6.Ağır Ceza Mahkemesi’ne iade ettiler ve 7 Nisan’a da duruşma tarihi belirlendi.
»Davaya aynı mahkemenin bakması kesinleşti. Adil bir yargılama bekliyor musun bu mahkemeden?
Hayır. Hani orada “Adalet Mülkün Temelidir” yazar. Bu devlet bu sistem adalet anlamında mülkiyeti kendine temel almış. Buradan adaletin çıkmayacağını biliyoruz.
»Gezi direnişinin bir Beyaz Türk şımarıklığı olduğu yönündeki söyleme ne diyorsun? Beyaz Türk müsünüz siz? Şımarıklığınızdan mı çıktınız sokağa?
Ethem beyaz Türk değil devrimci bir işçiydi. Ethem Kürt’tü, Aleviydi, LGBT idi, doğa savunucusuydu. Nerede bir adaletsizlik, hukuksuzluk, bir saldırı varsa insana, Ethem o idi. Neoliberal politikalara, 12 yıllık AKP iktidarının faşizan yöntemlerine karşı bütün toplum kesimlerinin, her renk insanın direnişiydi Gezi. Bir aydınlanma hareketiydi. Bizler çocuklarımızı kaybetsek de bu kapitalist sisteme karşı insanların baş kaldırışında Ethem’in de bir payı varsa biz bundan gurur duyarız.
***
“Kimsenin çocuğuna dokunmasın, ağaçlarımıza dokunmasın!”
»Ailenizi biraz tanıtır mısınız? Kaç çocuğunuz var? Nasıl büyüttünüz çocuklarınızı?
Sayfı Sarısülük: 5 tane çocuğum var. Birini katil aldı 4 kaldı. Ben bu çocukları çok zor büyüttüm. Bazen yeri geldi aç yattık. Benim çocuğum hırsız bilmezdi, haydut bilmezdi. Arkadaşlarına çok bağlıydı. Cebinde 10 kağıdı olsun arkadaşı ile paylaşır kendisi Kızılay’dan yürüyerek gelirdi. Kaynakçıydı benim oğlum, demirciydi. Akşam geliyordu gözlerine patates sarıyordum. Çay döküyordum. Kanlanıyordu gözleri kaynaktan. Ben de temizlik şirketlerinde çalıştım, cumartesi pazar ev işlerine gittim. Bunların üçü de aynı sene peş peşe askere gittiler. Bunlara fazla para veremedim. Elimden ne geldiyse o. Biz bir yerden bir destek almadık. Ne emmimizden, ne dayımızdan. Baba köyde kaldı, biz buraya geldik. Zaten baba hastaydı, o yüzden çocukları bırakamadım. Yoksa hiçbir baba evladını atmaz. Hâlâ biz babayla görüşüyoruz, hiçbir zaman küs durmadık.
»Olay günü neler yaşadınız? Nasıl çıktı evden? Ne konuştunuz en son?
Sayfı: Sabah banyosunu yaptı. Kahvaltısını yaptı. Ablasının çocuğunu sevdi. Çizgi film açtı. Bir arkadaşı aradı sonra. 11:30’da evden çıktı. Sonra devamlı telefonla arıyor beni: “Anne abimin yanındayım”, “Anne metroya bindim.” Kızılay’a varana kadar aradı öyle. Ya oğlum dedim, ne arayıp duruyorsun? “Ya anne sesini duymak istiyorum” dedi. Akşamüstü ben yemek falan yaptım. Batıkent karıştı. Çocukları aramaya başladım. Ethem’i. Çalıyorum çalıyorum ulaşamıyorum. Herhalde Kızılay karışık dedim. Arıyorum hepsini rastgele, kapatıyorlar. Ablası geldi, “Kızım neredeler” dedim, “Gelmediler, acıkmışlardır”, “ Hiç birine ulaşamıyorum, neden kapatıyorsunuz” dedim. Anne bir şey yok demeye kalmadan giyinip gitti. Ben peşlerinden bağırıyorum, neden gidiyorsunuz diye. İşimiz var dediler, gittiler. Olan telefonları arıyorum ama kapatıyorlar. Televizyonu açıyorum, gelinim kapatıyor, gidip yatak odasında telefonda konuşuyor. Ben bağırınca Ethem bacağından vurulmuş dedi. Direkt kapıya sarıldım. Hemen bana yoldan araba çevir ben gideceğim dedim. Vardım oraya, ne kadar kafam dönmüş, ne kadar gözüm kararmış, orası mahşer yeri. Cem’i, Mustafa’yı hiç birini tanıyamadım. Yavrumun yanına götürdüler, yavruma makine takmışlar. Ama oğlumun hiçbir sesi yok. Gövdesini açtım baktım hiçbir yara yok. İnsan düşünce bir yeri morarır. Kafasını elledim, bir tel geldi elime. Hani bana bacak diyordunuz, kafasından vurulmuş benim oğlum! Oğlumun makinesini devamlı kontrol ediyordum. Giriyordum yanına, öpüyordum, konuşuyordum. İkinci gün sadece hıçkırdı. Bir daha ses vermedi.
»Umutlu muydunuz beklerken?
Sayfı: Hep umutluydum. Benim oğlum direnir dedim. Bana ses verecek dedim. Vermedi. Gün gün makinesi düştü. Oğlum şişmeye başladı. Şiştikçe dünya güzeli oldu benim oğlum. Dayanamadı. Son günde de ben aşağıya indikten sonra baktım ablası yanına çıkıyor. Ben de çıkmak istedim beni çıkartmadılar. 10 dakika sonra Mustafa geldi, boynuma sarıldı, “Annem” dedi, “Ethem’imizi kaybettik” dedi. Hepsi geldi yanıma, oturdular. Ama dizim boş kaldı, o yavrum hep dizimde otururdu. Yere oturunca karnım doymaz, anca dizinde karnım doyar derdi. Baktım katil yavrumu almış, beni eksik koymuş, yiğidimi almış.
»Katili gördünüz duruşmada. Göz göze geldiniz mi?
Sayfı: Geldik. Lanet katil diye bağırdım. Doğrulup suratıma bakmadı, bakamazdı da. Zaten o katil değil ki. Tayyip katil, Başbakanımız katil.
»Onunla yüz yüze gelseniz ne dersiniz?
Sayfı: Hiçbir şey söylemeden yüzüne tükürürüm. Çünkü onun da var evladı. Onun evladı babalı büyüdü. Ben babasız büyüttüm. Ev işine gittim, şirkette çalıştım. Gittiğim yerlerden bir parça ekmek getirdim, bir parça peynir getirdim. Haram kazanmadık biz, helal kazandık. Onun çocukları gibi yetiştirmedik biz çocuklarımızı.
»Kendi çocuklarını yolsuzluk iddialarına karşı koruyorlar. Yanlarında gezdiriyorlar. Ne düşünüyorsunuz onları gördüğünüzde?
Sayfı: Korkak olduğunu düşünüyorum. Demek ki güvenemiyor halkına. Korumasız çıksın, evladı da, kendisi de. Biz korumasız geziyoruz. Benim korkum yok. Benim oğlumu aldıysa, beni de alsın.
»Kimler yanınızda oldu? Siyasilerden, iktidardan arayan soran oldu mu?
Sayfı: CHP’den arayıp sordular. AKP’den ve MHP’den arayan kimse olmadı. Cumhurbaşkanı bile aramadı. Son zamanda televizyonda baş sağlığı diliyor. Sen dilesen ne dilemesen ne. Zaten onlar kapıma gelseler de almam ki. Benim oğlum ekmek davası için çıktı sokağa. Ben böyle gönderdim çocuğumu. Allah Tayyip’e de versin. O da görsün bir evladının acısını. Bağrının yanması nasılmış bilsin. Öyle içim soğuyacak. Bizim katilimizi bize vermiyorsa kendisi götürsün içeri tıksın. Onu korudukça kendi katil oluyor. Kimsenin çoluğuna, çocuğuna, ağaçlarımıza dokunmasın. Hepimizi yaktı, daha da yakmasın.
ABDURRAHMAN UYAN