Çarşamba Kasım 27, 2024

TKP-ML KKB: “Kadın ve LGBTİ+ hareketini, sistemin çizdiği sınırların dışında bir mücadelede birleşmeye çağıyoruz”

kaypakkaya haber
Direnmek yetmez, sistem sınırlarının dışına çıkarak gerçek kurtuluşumuza kavuşmak zorundayız. Bu yüzden tüm kadın ve LGBTİ+ları örgütlenmeye, gücümüzü birleştirmeye ve mücadeleye çağırıyoruz.

 

1) 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü yaklaşırken topyekun savaş hükümeti olarak örgütlenen AKP-MHP’nin 2023 yılı itibari ile artan şiddet politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

TKP-ML KKB: Öncelikle ifade etmemiz gerekirse, Türk devletinin kuruluşu sürecinde, uzun suren tek partili donem ve ardından çok partili dönemlerde başa geçen tüm hükûmetler için savaş hükümeti tanımı yapmak pekala mümkün. Kuruluşundan, hatta mirasını devraldığı Osmanlı’dan bugüne kadar, önce Müslüman olmayan uluslara, sonra Türk ve Sünni olmayan ulus ve halka karşı Türk devlet gerçekliği “savaş” üzerine kuruludur diyebiliriz. Bu elbette bir yanıyla büyük kompradorların ve toprak ağalarının omurgasını oluşturduğu egemen sınıfların sınıfsal duruşlarına, diğer yanıyla da TC’nin kuruluş kodlarını inşa eden ulus devlet anlayışına uygun bir yaklaşımdır. TC, hiçbir zaman barışı savunan bir devlet olmadığı gibi, savaşın hedeflerinin başında ise ezilen sınıf, ulus, inanç, cinsiyet ve halklar gelmiştir.

Bu savaşı Türk egemen sınıfları elbette sadece ordusuyla yürütmedi/yürütmüyor. Tüm toplumu militarize ederek “ordu-millet” doktrinini kuruluşundan bugüne uyguluyor, ki bunda belli başarılar da elde ettiğini söylemek gerekiyor. “Her Türk’ün asker doğduğu” bir ülke gerçekliğinden bahsediyoruz nihayetinde! Ve bu ülkede, tüm diğer sömürücü sistemlerin hakim olduğu ülkelerde olduğu gibi devlet, şiddetin kurumsallaşmış halidir ve hakim ideoloji, kültür vb. olarak da toplumsal yaşamın -evet kadına yönelik tutumun da- belirleyicisidir.

Savaş ve kadından bahsedilirken, kadınların (ve de çocukların) “sivil halkın” temsiliyeti olarak daha çok karşımıza çıktığını görüyoruz. “Savaşlarda en yok kadınlar ve çocuklar zarar görür”, “Savaşlar en çok onları vurur” vb. vb. Bu elbette doğrudur ancak kadına yönelik şiddeti savaş üzerinden tartıştığımızda bunun çok daha ötesini görmek zorundayız.

Faşizm, milliyetçilik, militarizm, dini referanslar, ekonomik kriz ve elbette savaş vb., kadınlara yönelik şiddeti arttıran, kadın bedeniyle, emeğiyle, kimliğiyle nesneleştirerek savaş alanıma çeviren faktörlerdir. Bu savaş alanıma çevrilen bedenimizin, emeğimizin ve kimliğimizin üzerinde tepinen sadece “düşman” diye tanımlanan “karşıt” kesim değildir. İçinde bulunduğumuz taraf da savaş ve militarizmin yükselişiyle birlikte kadın üzerindeki baskı ve şiddetini arttırır. Ve açıktır ki, yukarı da bahsettiğimiz faktörler (faşizm, şovenizm, militarizm, dini referanslar, ekonomik kriz ve savaşlar), AKP iktidarı döneminde fazlasıyla karşımızda. Son birkaç yıl içinde kadın ve LGBTI+lara yönelik şiddet açısından bu durum fazlasıyla geçerlidir. AKP’nin henüz tüm devlet mekanizmalarını ele geçiremediği bizzat R.T.Erdogan’ın ifadesiyle “çıraklık” döneminin ardından yukarıda bahsettiğimiz kesimlere karşı topyekun bir saldırı konseptiyle hareket etti. Tek dil, tek din, tek bayrak, tek devlet…  diyerek bu tekçilik  dışında kalan tüm kesimler AKP iktidarının hedefindeydi artık.

Bizimki gibi faşist diktatörlükle yani yukarıdan aşağıya kurumsallaşmış faşizmle yönetilen bir ülkede, halkın aldığı nefes de demokratik ve ekonomik haklarını kazandığı dönemler de geçicidir.

Demokrasi söyleminin en yüksek tonla ifade edildiği zamanlarda dahi faşizmin hedefindeki kesimlere yönelik şiddet politikaları geçerlidir, zira toplumda rıza üretmesi oldukça zordur, manevra alanı da dardır.

Biraz gerilere gitmiş olduk ancak bugünkü AKP iktidarının tüm kodlarının hem genel olarak tüm dünyadaki sömürücü devletlerle hem de kendisinden önceki Türk devletleriyle ortak paydasını vurgulamayı gerekli gördük. Bu gerçekliklerden koptuğumuz durumda sadece AKP iktidarının yıkılmasıyla ya da R.T. Erdoğan’ın siyasi (hatta biyolojik yaşamının) bitmesiyle “cehennemin kapılarının” kapanacağı hayaline dahi kapılabiliriz. Cehennemin kapılarının birden fazla ama cennetin kapısının tek olduğunu unuturuz. Bu durumda örneğin, son cumhurbaşkanı ve parlamento seçimlerinde birçok kesimin bu “unutkanlığı”, “hayalperestliği”, toplumsal dinamiklerin kurtuluş isteğini, umudunu ve enerjisini yanlış yerlere-kapılara yöneltmesine neden oldu.

Ancak bu çıkmaz sokak sadece sistem içi muhalefete ait değildi. Özellikle ekonomik krizin derinleşmesi, halk kitlelerinde oluşan memnuniyetsizlik, Kürtlere, kadınlara, ezilen inanç örgütlenmelerine, ekolojik hareketlere vb. boyun eğdirememiş olması bu yıl gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesinden itibaren AKP iktidarının giderek köşeye sıkışmıştı. MHP ile yıllardır süren suç ortaklığı artık yetmez olmuş, iktidarını korumak için başka ittifaklara da yönelmek zorunda kalmıştı. Ve bu yönelimin kapısı burjuva-feodal sistemin en gerici unsurlarına uzanması işten bile değildi. Nihayetinde Hüda-Par, Yeniden Refah Partisi, Büyük Birlik Partisi vb.leri ile çeşitli cemaat ve tarikatlarla gerici, faşist, ırkçı ve elbette kadın ve LGBTI+ düşmanı bir koalisyonla R.T. Erdoğan cumhurbaşkanı seçilip parlamentoda çoğunluğu elde ederken, diğer yandan sözde sol-sosyal demokrat CHP’de, Deva, Saadet, İYİP, Zafer Partisi gibi gerici-ırkçı faşist partilerin diğer kısmıyla seçime girdi. Yani halk kitleleri, faşistlerle faşistler arasında bir seçim yapmaya zorlandı.

İktidarıyla sözde muhalefetiyle bu kadar ırkçı, faşist, dinci bir siyaset alanının topluma yansıması ise daha fazla şiddet, daha fazla saldırı olması beklenen bir durumdur elbette. İktidar “aile kutsaması” içinde kadın ve LGBTİ+lara karşı şiddeti meşrulaştıran, hatta teşvik eden bir konumdayken, sistem içi muhalefetten ses çıkmamakta, devlet ve erkek şiddeti de artmaktadır.  Bugün bırakalım İstanbul Sözleşmesi’ne dönülmesi tartışmasını, 6284 sayılı yasa da hedefe alınmış, parlamenter gerici ittifak kadın kazanımlarına bir bütün göz dikerek şiddeti körükleyen bir pozisyon almıştır. Bu bir yandan kadın ve LGBTİ+lara karşı güçlü bir blok olarak görünse de, aynı zamanda tüm şiddetten medet uman, rıza üretemeyen iktidarlarda olduğu gibi ciddi bir zayıflığının da göstergesidir.

2) Erkek-devlet terörüne karşı kadın hareketleri açısından nasıl bir direniş ve dayanışma örgütlendi?

TKP-ML KKB: Kadın mücadelesi ve hareketi açısından sadece ülkemizde değil, tüm dünyada son on yıldır ya da daha fazla zamandır yükselen bir direniş ve mücadele hattı söz konusu. Bu mücadeleler aynı zamanda birbirini besliyor, birbirinden öğreniyor ve ileri taşıyor. Yıllardır süren ve giderek uluslararası boyutlara ulaşan kadın hareketinin önemli kazanımları da mevcut ve ülkemiz kadın hareketi de bunun bir parçası. Ancak kadın hareketinin bu yılına baktığımızda bir yanda evet direniş ve mücadele hala devam ediyor, ancak diğer yandan özellikle seçimler sonrasında bir geri çekiliş, bir çekingenlik ya da hayal kırık1ığı vb. bir durum hakim kadın hareketine.

Bir önceki soruya yanıtımızda da ifade ettiğimiz gibi, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri bir umut, bir milat, yolun sonu, “köprüden önceki son çıkış” gibi yansıtıldı ve halkın çok önemli bir kısmı bu propagandaya inandı. Ne yazık ki, tek tek kadın örgütlerinde olmasa da genel anlamda kadın hareketinde de etkili oldu bu propaganda. Kadın örgütlenmeleri bu süreçte “mücadelemiz sandığa sığmaz” dedi ancak seçim sürecinin sıcaklığı içinde bu şiar çok fazla etkin olmadı.

Bu durum elbette sadece kadın mücadelesi ve hareketi açısından geçerli değil. Aynı zamanda genel olarak toplumsal dinamiklerin tıkandığı, karşı karşıya gelen iki faşist kutbun dışında üçüncü bir yol olarak halka umut olmak konusunda genel bir başarısızlıktan da söz edebiliriz.

AKP-MHP faşizminden, kadın düşmanlığından kurtulmak için yılana sarılmak birçok kesim için mantıklı göründü. 22 yıllık AKP iktidarının zulmünden, şiddetinden bıkmış, yorulmuş halkın bundan kurtulmak için “yılana” sarılmasının anlaşılır bir yanı elbette vardır. Ancak devrimcilerin, “başka bir dünya” için savaşanların böyle bir lüksü yoktur.  Sürekli olarak tekrarladığımız gibi, bu sistemi karşımıza almadan, bu sistemin kanallarının dışına çıkmadan, dipteki dalganın burjuva siyaset köpükleri arasında boğulmamı engellemeden 1başka bir dünya”ya ulaşmak mümkün değil. Ne kadın ve LGBTİ+lar açısından ne de çeşitli milliyet ve uluslardan ülkemiz işçi sınıfı ve halkı açsından…

Diğer yandan kara bir tablo çizme derdinde değiliz. Bu süreçte tüm tıkanıklarına rağmen kadın örgütlenmeleri bir araya geliyor, sureci tartışıyor, tüm baskı ve saldırılara karşı eylemler örgütlüyor, toplumun en dinamik kesimi olarak sürekli hareket halinde bulunuyor.

3) Önümüzdeki dönemde KBDH bileşeni olarak birleşik devrim mücadelesini yükseltme hedefleriniz nedir? Kadın hareketlerine çağrınız nedir?

TKP-ML KKB: Yukarıda tüm soruların yanıtları da bahsettiğimiz tıkanıklık durumunu aşmak için en önemli aracın faşizme, patriarkaya, heteroseksizme ve sömürüye karşı çıkan kadın ve LGBTİ+ örgütlenmelerinin bir araya gelerek mücadele hattı çizmesinin ve pratiğe geçirmesinin şart olduğunu düşünüyoruz. Bu noktada KBDH, muazzam bir öneme sahip. Bugüne kadar ülkede KBDH’yi bu öneme paralel bir tarzda ele alamadığımız kesinlikle ortada. Bugün kadın örgütlenmelerinin birlikte çok güzel işler başardığını, kimi kazanımlar elde ettiğini, dinamizmini -son süreci biraz dışında tutarsak- yüksek tuttuğunu düşünüyoruz. Ancak bu birliktelikleri, kadınların birleşik devrim mücadelesiyle karşılaştırmak, onun yerine ikame etmek doğru değil. İki kanal da birbirini besleyecek şekilde ele alınmalı; karşı karşıya konularak değil. Bunu yapamadığımız ortada.

Kadın hareketinin bahsettiğimiz tıkanmasının aşılmasında silahlı mücadeleyi savunan devrimci ve komünist kadın örgütlerinin misyonunu oynaması gerekiyor. Üstelik elimizde KBDH gibi bir araç bulunuyor ve bu aracı kullanmak konusunda daha planlı programlı hareket etmek zorunluluğumuz da ortada.

Kabul edelim ki, devrimci ve komünist kadınlar, patriarkaya karşı mücadele sahnesine ülkemizde oldukça geç bir dönemde girdi. Elbette ideolojik, politik olarak bu gecikmişliğe karşı doğru bir hat oluşturmayı bildi. Ancak genel kadın hareketine kendi rengini verdiğini-verebildiğini söylemek mümkün değil. Kadın ve LGBTİ+ların gerçek kurtuluşunun, sistemin sınırları içine hapsedilmiş, kimi zaman radikal bir hat da izleyen bir hareketle sağlanması mümkün değil. Bu noktada KBDH’yi işlevli bir şekilde harekete geçirmemiz gerekiyor.

Silahlı militan bir kadın hareketi için KBDH’yi daha etkin kullanabilmek için çokça tartışmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Böylesi bir tartışmayla KBDH bileşeni örgütler olarak bir araya gelerek ortak bir hat belirleme çabası içinde olmamız gerekiyor. Bunun bir adımı geçtiğimiz dönemde yapılmaya çalışıldı ancak ilerletilemedi ve kesintiye uğradı. Oysa devrimci kadın örgütlerinin birbirini tanıması, daha yakın temas kurması basit gibi görünebilir ancak çok önemli bir yerde duruyor. Bu önemi özelikle de KBDH’nin kavraması gerekiyor. Zira gerçeklikten kopuk, somut duruma hakim olmayan bir pencereden bakıldığında sürekli başarısızlığa uğramamız kaçınılmaz olacaktır. KBDH’nin gerçekten misyonunu oynayabilmesi için basitten karmaşığa, kolaydan zora doğru bir yol çizmeliyiz. Tartışmak derken, pratikten kopuk bir tartışmadan bahsetmiyoruz elbette. Ortak hattın ideolojik-politik-teorik ayağını belirlemek elbette çok önemli ancak merkeze pratiği koyarak bu tartışmaların yürütülmesi daha da önemli. Toplumsal pratikten kopuk hiçbir tartışma bizi doğru sonuçlara ulaştırmaz. “Bütün”, onu oluşturan parçaların toplamından daha büyüktür. Ama parçaları tanımazsak, onları doğru bir şekilde birleştirmezsek, “bütün” dediğimiz şey soyut, bütünleşmek-birleşmek de güzel bir retorik olarak kalır. Biz, KBDH bileşeni olarak birleşik devrimci mücadeleyi yükseltmek için bu yoldan geçmek zorunda olduğumuzu düşünüyoruz.

Kadın ve LGBTİ+ hareketini, sistemin çizdiği sınırların dışında bir mücadelede birleşmeye çağıyoruz. Bizler, sistemin saldırılarıyla, baskısıyla sinecek, başını eğecek bir kesim değiliz. Çocukluğumuzdan bu yana eğitimiyle, ailesiyle, okuluyla, sokağıyla vs. boyun eğdirme, ıslah edilme üzerine kurulu bir tedrisattan geçtik ve bugün hala mücadele içindeysek faşizmin bugünkü saldırılarının karşısında ıslah olmayacağız elbette. Ancak direnmek yetmez, sistem sınırlarının dışına çıkarak gerçek kurtuluşumuza kavuşmak zorundayız. Bu yüzden tüm kadın ve LGBTİ+ları örgütlenmeye, gücümüzü birleştirmeye ve mücadeleye çağırıyoruz.

434