TKP-ML TİKKO Rojava Komutanlığı: “AKP-MHP faşizmini gömmek ellerimizdedir!”
– Merhaba, İstanbul’da yaşanan patlamadan ve sonrasındaki gelişmelerden başlamak gerekirse… Bu patlamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Umut Zîlan: Merhaba. Öncelikle Taksim saldırısında hayatlarını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı dileklerimizi ileterek başlamak istiyorum. Taksim saldırısı ve devamında yaşanan tamamen bir kitle katliamıdır. Yaşanan bu katliamın doğru şekilde anlaşılması için özellikle AKP’nin ve onun arkasında, işleyen Türk devlet aklının son on beş yılda ne gibi pratiklerin altına imza atmış, buna bakmakta fayda vardır.
Faşist TC’nin tarihi katliamlar tarihidir. Özel harp operasyonları, kitlelerin bastırılmasında, azınlık milliyetlerden halkımızın kitlesel kıyımlarla göçertilmesinde sıkça başvurulan yöntem olarak karşımıza çıkıyor. Türk devletinin sicili oldukça kabarıktır. Faşist TC’nin kuruluşu ve inşasından, 6-7 Eylül’e, Maraş ve Çorum katliamlarından tutalım da Gazi katliamına kadar bir dizi katliamla yürürlüğe giren birçok konsept vardır.
AKP iktidarı da Türk devlet aklının siyasal İslam senteziyle kendini yeniden üretmesinden başka bir şey değildir. Gezi ve 6-8 Ekim ayaklanmaları, 2015 Haziran seçimlerinde AKP, iktidarı kaybetme tehlikesi yaşadı. Kitlelerin AKP iktidarına karşı sokakları, meydanları dolduran muhalefeti sistem değişikliğine yol açmasa bile AKP’yi ciddi anlamda sarsmıştı. Hatırlanırsa AKP’nin başındaki zat, ayaklanmanın ilk günlerinde soluğu Afrika’da almıştı. Devamında gelişen kitle hareketinin bastırılması için AKP bizzat silahlandırdığı, kapılarını açıp eğittiği DAİŞ çeteleri eliyle Suruç ve 10 Ekim Ankara katliamlarının yanında özellikle halkın yoğun şekilde bulunduğu mekanlarda katliamlar gerçekleştirmişti.
AKP iktidarı sarsılan otoritesinin karşısında Suruç’ta 33 devrimciyi katlederek onlarcasını sakat bırakarak “çöktürme planını” devreye sokmuş, aynı şekilde bu konsept gereğince 10 Ekim’de bütün devrimci muhalif kesimleri hedefleyerek halkı sindirme, sokaktan temizleme harekatını devam ettirmiştir. Yine bununla da yetinmeyerek havaalanı ve düğün salonlarında bombalar patlatarak korkuyu toplumun tüm kesimlerine kadar yaymak istemiştir.
Devamında daha bir dizi gelişme ile birlikte AKP iktidarını tek başına sürdüremeyeceğini anladığında yanına her daim TC’nin sivil alanında paramiliter gücü konumunda olan MHP’yi alarak yoğun baskı ve terör ortamında iktidarını bugüne kadar getirmiştir.
AKP-MHP faşist iktidarının bütün toplum nezdinde inşa etmek istediği korku duvarı son iki yıldır çatırdamaktadır. Mevcut iktidarın korku dışında toplumun çeşitli kesimlerine vaad edebileceği hiçbir şey kalmamıştır. Bir taraftan devasa Saray duvarları yükselirken diğer tarafta yoksulluk giderek derinleşmiştir. Faşist iktidar “stratejik derinlik”ten, komşularla sıfır problemden herkesle kavgaya ve derin bir ekonomik krize doğru sürüklenmiştir.
AKP-MHP korkutarak dahi olsa artık yönetememektedir. Kitlelerde ciddi bir hoşnutsuzluk ile beraber varolan yönetimden kurtulma isteği artmıştır. Sokaklar memnuniyetsiz ve öfkeli insanlarla doludur. AKP-MHP iktidarı yaklaşan sonunun farkındadır. İktidarını devam ettirebilmek için daha büyük bir korkuyu ve manipülasyonu inşa etmek zorundadır. Çünkü önümüzdeki süreç oldukça kritik bir dönemi içeriyor.
– Kritik süreçten kastınız nedir?
– 2023 Haziran’ında genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri var. AKP-MHP’nin rakipleri karşısında eli oldukça zayıflamış durumdadır. Öte yandan iktidarı boyunca halka karşı işlediği suçların yanında komprador burjuvazinin diğer faşist kliklerini egale etmesi anlamında da onlar karşında fatura edilmiş pratikleri söz konusu. Sermaye bu iktidar boyunca “çökme”, darbe, ihale etme ve daha bir dizi yöntemle bu süreçte el değiştirdi. Devlet yapılanması içerisinde büyük tasfiyeler yaşandı. Doğal olarak bu iktidara yalnızca halk kitleleri diş bilemiyor. Diğer egemen sınıf klikleri de elinden alınan pozisyonu geri kazanmak istiyor. Aslına bakarsanız, yalnızlaşmış ve köşeye sıkışmış bir iktidar söz konusu. AKP, onun başkanının işlediği tüm suçlar onlar açısından beka sorununa dönüşmüş durumda. Kaybetmenin onlar için ne anlama geleceğini çok iyi biliyorlar.
“Bomba AKP-MHP’nin elinde patlamıştır!”
– TC devletinin Taksim’in ardından yaptığı açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Öncelikle şunun altını çizmek istiyorum; Taksim’de yaşanan katliam ve devamında yaşananlar aslında bir gerçeği gözler önüne sermiştir. AKP-MHP iktidarı gerçekleştirdikleri bu katliamla önümüzdeki sürecin gidişatını belirleyecek manipülasyonu örgütlemek istemiştir. Burada o bombayı oraya kimin koyduğunun çok fazla önemi yoktur. Önemli olan bombayı oraya kimin koydurduğu ve bununla neyi amaçladığıdır. Fakat bombanın patlamasından sonra yaşanan gelişmelerden hareketle şunu söyleyebiliriz ki; o bomba onu oraya koyduranların elinde patlamıştır.
İşin daha bir dizi karanlık yanı bulunmakla beraber patlamanın yaşandığı zamandan kısa bir süre sonra bunun bir devlet organizasyonu olduğu belirginlik kazanmıştır. İçişleri Bakanlığı’ndan tutalım Cumhurbaşkanı’na valilikten tutalım emniyetin açıklamalarına kadar birbiri ile çelişen açıklamalar, tutarsız ithamlar işin boyutunun çok farklı olduğunu göstermiştir.
Bombayı bıraktırdıkları kişinin ölmemiş olması gerçeğin belli yönleri ile açığa çıkmasını sağlamıştır. Kanımızca devletin hesabı bombayı bıraktırdıkları kişiyi de bomba ile beraber imha edip arkada delil bırakmayacak şekilde tasarladığıdır. Daha bomba patlatılır patlatılmaz Kürt ulusal özgürlük hareketini suçlayan açıklamalar yapılmaya başlandı. Daha olay yerine kendi güçleri ulaşmadan, delilleri toplayıp veriler oluşturmadan İçişleri Bakanı’nın bu yönlü yaptığı açıklama faili ele vermiştir.
Devamında ve kısa bir süre sonra adresini zaten bildikleri bombayı bırakan kişinin evinden alınması ile gerçeğin sis perdesi bir nebze aralanmış oldu. Bu kişinin emniyette verdiği ifadelerin basına sızdırılması, ÖSO bağlantılarının açığa çıkması ve MHP’nin Şırnak’taki bir ilçe başkanı ile telefon görüşmelerinin servis edilmesiyle kamuoyu nezdinde bu işin devlet organizasyonu olduğunu gözler önüne sermiştir.
Fakat buna rağmen hiç inandırıcı yanı kalmamasına rağmen AKP-MHP sözcüleri Kürt ulusal özgürlük hareketini suçlamaya devam etmiştir.
Burada şunun altını çizmekte fayda vardır; bu olay nezdinde devlet yapılanması içerisinde de derin çatlakların oluşmaya başladığı açığa çıkmıştır. Bir tarafın yaptığını diğer taraf açık etmiştir. Bu da egemen sınıflar arasında yaşanan çelişkinin derinliğini göstermesi bakımından oldukça çarpıcıdır.
İşlerin bu kadar aleni hale gelmesi acemice tasarlanan bir saldırı ile alakalı değildir. Kendi içlerinde yaşadıkları iktidar dalaşının bir sonudur.
Önümüzdeki dönem buna benzer saldırıların yeniden devreye sokulacağını gösteriyor. Sorun sadece kitlelerin AKP-MHP faşist iktidarına yönelik duydukları tepkinin çok ötesinde bir durumu işaret ediyor. İşçi ve emekçilerin yaşadığı hoşnutsuzluk sınıf mücadelesinin ivmesinin giderek yükseleceğinin emarelerini taşıyor. Bu hoşnutsuzluk bir süredir kendini belli oranda sokağa taşırmış durumda. Önümüzde süreçte kitlelerden yana kabarışların ve patlama noktalarının artacağını gösteriyor. Bu açıdan kitleleri maniple edecek onları sokaktan uzak tutacak bir ortamın yaratılmasına yeniden ihtiyaç duyuyorlar.
Kitleleri bölmek, kutuplaştırmak ve algılarını başka yöne çekmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Ellerindeki argümanları bu iş için sonuna kadar kullanmaktan çekinmeyeceklerdir.
“Gerillanın direnişi devleti sıkıştırıyor!”
– Patlamanın ardından TC devletinin Rojava’ya yönelik yoğun hava saldırıları oldu ve saldırılar halen sürmekte. Bu saldırılara dair ne düşünüyorsunuz?
– Evet dediğimiz gibi Taksim saldırısının bir devlet organizasyonunun olduğu açığa çıkmasına rağmen kendilerine bu saldırıyı dayanak noktası yaparak Rojava’ya yönelik günlerdir çok yoğun bir biçimde hava saldırıları gerçekleştiriyorlar.
Bütün Rojava sınırı boyunca hiçbir ayrım gözetmeden şehir merkezleri ve köyler havadan ve karadan bombalanıyor. Saldırılar halen devam ediyor.
Yukarıda aslında özetle ifade etmeye çalıştığımız gibi AKP-MHP iktidarı, siyaseten sıkışmış durumda. Temel sorunların hiçbirine yönelik ne söyleyebilecek bir sözü ne de orta koyabileceği bir planı var. Vaatlerinin inandırıcılığı kalmamış, toplumun büyük kesimi bu iktidara güvenmiyor. Son on yıldır silahlı mücadele yürüten hareketler ve daha özgülde Kürt ulusal hareketine yönelik yürüttükleri savaşla iktidarını devam ettirmeye çalışıyorlar.
Gerilla karşında hedefledikleri sonuca ulaşmadılar. Gerillanın ortaya koyduğu direniş ve karşı saldırılarla Türk ordusunu Zap’a kilitlemesi, AKP-MHP’nin zafer kazanma hevesini kursağında bırakmıştır. Zap’ta HPG/YJA Star gerillalarının etkin vuruşlarıyla yaşadıkları hezimet karşısında insanlık suçu olarak kabul gören kimyasal gaz kullanmak durumunda kalmıştır. İktidarın medya savunma alanlarına bu sene başlatmış olduğu işgal harekatı ile hedeflediği gerilla karşısında zafer kazanıp ve bu zaferin rüzgarını arkalayarak baskın bir seçime gitmekti, fakat bu hedefi tutmamıştır.
Tam tersine TC ordusunun kimyasal gaz kullanması uluslar arası kamuoyunda gündem olmaya başlayınca TC’ye karşı büyük bir tepki gelişmeye başladı. Yine kendi asker cenazelerini yakma görüntüleri karşında kamuoyuna açıklama yapamaz durumuna gelmişlerdir. Taksim saldırısının hemen sonrasında AKP sözcülerinin kimyasal gaz açıklaması yapması benzer bir acizliğin sonucudur. Bu durum ne kadar çaresizleştiklerini gösteriyor. Bahar-kış aylarının gelmesi ve hava şartlarının gerilla lehine değişmesiyle daha fazla kayıp verecekleri açıktır.
AKP-MHP iktidarının seçim şartlarının oluşması için savaşa ve askeri başarıya ihtiyacı vardır. Toplumun bütün kesimlerine yönelik savaş ilan etmiş durumdadırlar. Fakat bu dönemde özellikle Kürt hareketi ve kadın ve LGBTİ + hareketi karşısında zorlanmaktadır. Mevcut iktidarın karşısında en dinamik güçler Kürt halkı, kadınlar ve LGBTİ+ bireyler oluşturuyor. Dikkat edilirse AKP-MHP iktidarı, hamlelerini bu kesimler karşısında yaşama geçirmeye çalışıyor.
Faşizmin ideolojik sacayakları şovenizm, ataerki/heterosexsizm ve Sünni Hanefi’liktir. Bütün manipülasyon ve saldırı araçlarını bu ideolojik argümanlar üzerinden gerçekleştirmektedir. Halkı bölme parçalayıp kutuplaştırma siyasetini bu argümanları kullanarak hayata geçirmeye çalışıyor. Egemen sınıfların devlet aklı devreye girdiğinde bu üç konuda tüm egemen sınıf klikleri birleşiyorlar. Çünkü bu alanlarda ideolojik olarak faşizmin geriletilmesi sistemin yıkılması anlamına geliyor. Özellikle son dönemde şovenizm ve ataerki/heterosexsizmi köpürterek kitleleri sistem sınırları içerisinde tutmaya çalışıyorlar.
Söz konusu Kürtler, kadınlar ve LGBTİ bireyler olduğunda Cumhur İttifakı bileşenleri ile Millet İttifakı bileşenleri ortaklaşıyorlar. Onun için AKP-MHP’nin ana bileşeni olduğu Cumhur İttifakı hamlelerini bu kesimlere saldırı üzerinden gerçekleştiriyor. “Kutsal aile” söylemiyle kadın ve LGBTİ hareketini geriletip marjinalleştirme ve tüm kazanımlarını yok etmeye çalışıyor.
Kürt özgürlük mücadelesini zaten “terörizm” parantezinin içine çekerek askeri saldırılarla yok etmeye çalışıyor. Kürt özgürlük mücadelesi karşısında TC devletinin yapmayacağı katliam yoktur.
– Sizce son saldırıların amacı Rojava devrimini boğmak mı?
– Rojava’da Kürt ulusal özgürlük hareketi öncülüğünde Kürt ulusu önemli kazanımlar elde etti. Rojava devrimi başta kadınlar olmak üzere çeşitli milliyetlerden halkın kendilerini kendi öz kimlikleri ile ifade etmelerinin önünü açtı. Ortadoğu gibi gericiliğin hüküm sürdüğü coğrafyada Rojava devrimi halklara özgürce nefes alma olanağı sağlamıştır. Özgürlük fikrinin kendisi bile bölge gerici devletlerini ürkmesine yetmiştir. Bunlar içinde en çok ürküntüye kapılan faşist TC devletidir. Çünkü TC rejimi, Kürt kazanımlarını her daim kendi bekası için bir tehdit olarak görmüştür.
Bunun için Rojava devriminin boğularak yok edilmesi için elinden gelen çabayı ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi daha öncesinde Efrin ve Serekani ve Gri Spi’yi işgal etti. İşgal ettiği alanlarda Kürt nüfusu göçerterek bölgenin demografik yapısını değiştirmeye çalıştı. Yine bu alanlarda hem doğrudan hem de SMO çeteleri eliyle yağma, cinayet ve tecavüz gibi savaş suçları işleyerek bölgede yaşayan halkın üzerinde zorba bir yönetim kurmaya çalıştı.
Türk devleti katliamcı yapısının yanında aynı zamanda yayılmacı ve ilhakçı karakteriyle öne çıkmaktadır. Türk devleti işgal ettiği alanları ilhak yoluyla kendi topraklarına dahil etmek istemektedir. İşgal ettiği alanlara kaymakam atayarak okullarda Türkçe’yi resmi dil olarak zorunlu hale getirmesiyle fiilen bunu yaşama geçirmiştir.
Şimdi yeni bir işgal ve ilhak saldırısına hazırlanmaktadır. Geçtiğimiz yaz aylarında bilindiği gibi özellikle Kobanê ve Minbiç alanına yönelik işgal saldırını gündemleştirmiş fakat hem efendisi ABD emperyalizminden hem de Rus emperyalizmden gerekli icazeti alamamıştı. Fakat kısmi bir anlaşma ile her iki emperyalist güç de Türk devletinin havadan yapılacak saldırıların önünü açmıştı. Rojava devriminin öncülüğünü önderliğini yapan kadroların katledilmesine yönelik ortak bir anlayışla hava sahası sonuna kadar Türk devletinin kullanımına açılmıştı. Daha öncesinden de hava saldırıları gerçekleşiyordu fakat özellikle yaz aylarından bu yana hava saldırılarında gözle görülür bir artış söz konusuydu.
Şimdi ise dediğimiz nedenlerden kaynaklı hem havadan hem de karadan yoğun bir bombardıman söz konusu. Neredeyse bütün sınır boyunca hedef gözetmeksizin bombardıman gerçekleştiriliyor.
“Saldırılar ABD ve Rusya’nın onayı olmadan gerçekleşemez!”
– ABD ve Rusya’nın pozisyonu ile ilgili neler söylemek istersiniz?
– Türk devletinin bombaladığı kimi yerlerin neredeyse ABD ve Rusya’nın üslerinin bitişiğinde olması yapılan saldırıların bu güçlerin onayıyla gerçekleştiğini gösteriyor. Türk devletinin yapmak istediği işgal saldırısının da bu iki emperyalist gücün onayı olmadan gerçekleşmeyeceği açıktır.
Türk devleti özellikle Fırat’ın doğusu olarak tarif edilen Minbiç ve Kobanê’yi işgal etme isteğini dile getiriyor. Buna yönelik hazırlık yaptıkları da anlaşılıyor. Rus emperyalizminin AKP ve onun başındaki R.T.Erdoğan’a açık bir desteği söz konusu. Muhtemelen AKP ve Erdoğan’ın kazanması ve iktidarını sürdürmesi için belli yönleri ile önünü açacaklar. Rusya AKP’ye desteğini gizleme gereği dahi duymuyor. Elbette ki onun da diğer emperyalist rakipleri karşısında kendi planları vardır.
Kısa bir süre önce hatırlanırsa El-Nusra’nın önünü açılmış ve Efrin ve diğer Kürt bölgelerine yerleştirilmişti. Bununla Kürt hareketi ile El-Nusra’yı çatıştırmak istediler. Çünkü Efrin işgal edilmiş bir bölge oraya bu koşullarda kim girerse Kürtler nezdinde doğrudan işgalci bir pozisyonda olacaktı. Ama bu plan Kürt hareketinin uyanık davranması karşısında tutmadı. Sonrasında Türk devleti doğrudan devreye girmek zorunda kaldı.
Fırat’ın doğusu bilindiği gibi Rusya’nın hava sahasını kontrol ettiği bir alan. Eğer Türk devleti Rusya’nın taleplerini belli oranda karşılarsa Rusya’nın yeni bir işgal saldırısının önünü açmaması için hiçbir neden yoktur.
Keza benzer durum ABD emperyalizmi içinde geçerlidir. Tercih söz konusu olduğunda onlar da tercihini Türk devletinden yana kullanacaklarıdır. Burada temel mesele Türk devletinin hesaplarıyla efendilerinin hesaplarının hangi düzeyde çakıştığıdır. Son tahlilde karar veren merci emperyalistlerdir. Türk devletinin her iki emperyalist gücü de karşısına alarak hamle gerçekleştirme gücü yoktur.
“Temel ilham kaynağı gerillanın ortaya koyduğu direniştir!”
– Rojava’da bulunan askeri güçler ve halkın bu saldırılar karşısındaki duruşu ve konumlanışı ile ilgili bilgi verebilir misiniz?
– Daha önceki saldırılarla kıyaslandığında son saldırılarda QSD güçlerinin daha az kayıp verdiği görülüyor. Türk devletinin havadan ve karadan gerçekleştirmeye çalıştığı savaş tarzına karşı direniş güçleri de kendi savaş yöntemlerini geliştirerek yanıt vermeye çalışıyorlar. Burada direniş güçlerinin temel ilham kaynağının gerillanın ortaya koyduğu direniş ve geliştirdiği savaş tarzı olduğunu belirtelim. Coğrafi özellikler, savaşın köy ve kent merkezli yürütülüyor olmasının getirmiş olduğu bazı özgünlükler söz konusu. Fakat tam da gerilla tarzının bu özgünlüklere yaratıcı bir tarzda uyarlandığında Türk ordusunun kolay bir başarının altına imza atamayacağı görülecektir. Önceki işgal saldırılarında Türk ordusu görece kolay bir başarı elde etmişti.
Bunda direniş güçlerinin görece hazırlıksızlığı, savaş biçimlerinin görece geçirdiği evrimi yeterince kavrayamamasının önemli bir payı vardı. Keza aynı şekilde Rojava’da yaşayan halklarında işgal saldırıları karşında yeterli bir donanımı ve hazırlığı söz konusu değildi. Bu etmenlerle birleştiğinde Türk devleti Efrin ve Serekani’yi işgal etmeyi başarmıştı.
Şimdi şartlar daha farklıdır. Direniş güçleri düşmanın işgal saldırılarına karşı hazırlıkları vardır. Güçlerini bu temelde eğitmiş ve hızlıca yanıt verebilecek durumdadır. Bu son saldırıda QSD güçlerinin düşmana hızlıca yanıt vermesi, karşı saldırı ile Türk ordusu ve polisine ağır kayıplar verdirmesi olası bir işgal saldırısı karşında işgalciler için işlerin hiç de kolay olmayacağını göstermiştir. Türk ordusu yeni bir işgal saldırısına cüret ederse ağır bir bedel ödemeyi göze almalıdır. Son bir haftalık bilançoya bakıldığında Türk devletinin kayıpları QSD güçlerinin verdiği kayıptan daha fazladır.
Rojava halkları da saldırılar başladığından bu yana sokaklarda işgal saldırılarına karşı tepkilerini dile getiriyorlar. Daha örgütlü bir şekilde olası işgal saldırısı karşında Rojava’nın her karış toprağını savunma iradesini ortaya koyuyorlar. Kürtler, Araplar, Ermeniler, Asuriler, Süryaniler, Keldaniler kendi öz örgütlülükleri ile Rojava devriminin ve direniş güçleri ile birliktedir. Faşist Türk devletinin yalan, demagoji ve çarpıtmalarına karşı saflarını belirlemiş durumdadır.
Aynı şekilde TİKKO gücümüz ve Nubar Ozanyan Ermeni Tugayı da savaş mevzilerinde yerini alarak konumlanmış durumdadır. Yapılan saldırılara ve olası işgal harekatına karşı Rojava devrimini ve onun tüm kazanımlarını sonuna kadar savunacağımızdan kimsenin şüphesi olmamalıdır. Gerek DAİŞ’e karşı mücadelede gerekse de Türk devletinin işgal saldırıları karşında güçlerimiz yerini almıştı. Şimdide benzer bir irade ve kararlılığa sahibiz.
– Son olarak halka bir mesaj vermek isterseniz, neler söylemek istersiniz?
– Faşist Türk devleti, Mimbiç ve Kobane’yi işgal etmeyi hedeflemektedir. Daha öncesinde de DAİŞ çeteleri eliyle bunu bir kez denemişti. T. Kürdistanı ve Türkiye metropollerinde emekçi halkımızın ayağa kalkması Kobane’ye akmasıyla DAİŞ nezdinde Türk devleti ağır bir yenilgi almıştı. TC devletinin gözünü yine Kobane’ye dikmesinin tarihsel arka planı da vardır. “Kobane düştü, düşecek” söylemiyle ortaya koydukları hevesleri kursaklarında kalmıştı. Eğer işgal etmeye kalkarlarsa AKP-MHP faşizmini Kobane’ye gömmek ellerimizdedir.
Faşist Türk devleti, bölge halklarının başına bela olmuş ceberut bir devlettir. Bunun için Rojava’nın savunulması tek başına Rojava halklarının görevi değildir. T. Kürdistanı ve Türkiye metropollerinde birleşik devrimci mücadele hattının geliştirilerek Rojava devrimi ve onun kazanımlarını savunmak herkesin görevidir.
Türk devletinin medya savunma alanlarında gerilla karşında ve Rojava’da elde edeceği başarı yalnızca Kürt halkı nezdinde bir başarı olmayacaktır. Buradan hareketle Türkiye devrimci hareketi ve sınıf mücadelesini bastırmanın kaldıracı haline getirmeye çalışmaktadır.
Türk devletinin işgal saldırılarının önlenmesinde gelişen kitle mücadelesinin önemli bir yeri vardır. Rojava devriminin kaderiyle Türkiye devrim mücadelesinin kesiştiği yerler oldukça güçlüdür. Bu kesişme noktalarını açığa çıkarmak ve buradan hareketle birleşik devrimci mücadeleyi geliştirmek gerekmektedir.
AKP-MHP faşist iktidarı tarihinin en zor dönemini yaşamaktadır. Kitlelerin devrimci militan mücadelesiyle yıkılma emareleri belirginlik kazanmıştır. CHP/ İYİ Parti ittifakı kitlelerin artan hoşnutsuzluğunu sistem içerisinde tutmak için iktidarın savaş politikalarına destek vermektedir. Bütün egemen sınıf klikleri Rojava devrimi karşında birleşmiş durumdadırlar.
Buna karşı işçi sınıfı ve emekçilerin ortak birleşik mücadele hattını geliştirmekte bizlerin elindedir. Bu açıdan gerek silahlı gerekse kitle hareketleriyle işgale karşı bulunduğumuz her alanda Rojava’yı savunmak gerekir. 6-8 Ekim ayaklanmasıyla bunu bir kez başardık. Türk devletinin umutlarını Kobane’ye gömdük. Eğer tekrar Kobane’ye gözlerini dikmişlerse onlara yeniden benzer hezimeti yaşatmak ellerimizdedir.
Öte yandan bitirirken şunları söylemek istiyorum. Bugün aynı zamanda 24-28 Kasım Dersim Aliboğazı ölümsüzlerimizin yıldönümü. Partimizin ve halk ordumuz TİKKO’nun yetiştirmiş olduğu seçkin savaşçı ve komutanlarımızı düşmanın 2016 sonbaharında Aliboğazı’na gerçekleştirdiği operasyonda ölümsüzlüğe uğurladık. Aliboğazı şehitleri, silah elde son mermisine kadar savaşarak ölümsüzleştiler. 12 halk savaşçımıza olan bağlılığımızı yineleyerek sözlerimi tamamlamak istiyorum. Onların izinden gitmeye onların davasını zaferle taçlandıracağımıza söz veriyoruz.