Pazar Mart 16, 2025

353 bin Pontoslu Rumun vebali boynunuzadir:Tamer Çilingir

 

Yüzyıl önce Karadeniz’i (Pontos) kana bulayan İttihatçı ve ardılı Kemalist iktidarlar, 353 bin Rum’u katlederek insanlık tarihinin utanç sayfalarında yerlerini aldılar.

Hristiyan nüfusu hedef alan ve 1,5 milyon Ermeni, 250 binin üzerinde Süryani ve 353 bin Rum’un katli ile sonuçlanan bu soykırımı aradan geçen yüzyıla rağmen inkar edilmeye devam ediliyor. İnkar edilen yaptıkları katliamlar değildir; kendi resmi belgelerinde binlerce kez bu katliamları itiraf etmişlerdir. Karşı çıktıkları, bu katliamlara soykırımı denmesidir. Onlara göre bu milyonlarca insan katledilmeyi haketmiştir; ‘’düşman işbirlikçisidir, haindir, eşkiyadır’’, kendilerinden değildir.

Mezarsız 353 bin Pontoslu Rumun vebali, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni savunan herkesin boynunadır. Dedelerimizi, ninelerimizi, çoluk çocuk ayırmaksızın sürgün yollarında kurşunlayarak, okullarda, kiliselerde, mağaralarda diri diri yakarak, idam ederek katledenleri savunanlar cahil, bilgisiz değillerse eğer, hala bu topraklarda insan canına kasteden bugünün Mustafa Kemalleri, Topal Osmanları, Nurettin Paşaları, İpsiz Recepleridir. Ve tarihin derinliklerinde yaşanmış bu haksızlığın bugünkü temsilcileridirler; hesabı da onlar vereceklerdir elbette.

CUMHURİYET, PONTOS RUM SOYKIRIMIDIR, TÜRK OLMAYANLARIN İMHASIDIR

“Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfâdı” olmakla övünmekte haklıydılar, gittikleri her yere kan, ölüm ve gözyaşı götürdüler. En önemli hünerleri ise yakmaktı. Tarihin seyrini değiştirmek, gerçekleri insanlardan gizlemek için, nüfus dairelerini, tapuevlerini yaktılar, arşiv odalarını, tarihi kayıtları yaktılar. Ülkeleri yaktılar, şehirleri yaktılar, köyleri yaktılar. Kiliseleri, okulları, evleri yaktılar. İnsanları yaktılar. Onlar Ortaasya’dan gelen bir ırkın ahfâdı (torunu) değildiler aslında, ortaçağ Avrupası’nın engizisyon döneminde ‘’cadı’’ diye kendi egemenliklerine başkaldıranları diri diri yakanların torunlarıydılar.
Cumhuriyeti kurduklarında tutsak almıştılar Kürdistan, Lazistan, Ermenistan, Asur ve Pontos ülkelerini. Ülkelerin tutsak olduğu yerde, şehirler de, insanlar da tutsaktı. Ve tutsak olanlara düşen, zalimlerin zulmü olacaktı cumhuriyet tarihi boyunca.

19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a vardığında İngiliz vizeli 34 Osmanlı askeri, tarihin karanlık sayfalarına bir yenisi eklenecekti. Bu tarihe kadar İttihat ve Terakki’nin 1915 ‘de Ermeni Soykırımı ile başlayan ”Anadolu’yu müslüman olmayanlardan temizleme operasyonu”nun Pontos Rumlarına karşı da bu kez daha ”deneyimli” olarak devam edilecek; yani ”ikinci etap” başlayacaktı.

’’Kanla, irfanla kurduk biz cumhuriyeti’’ diyecek olanlar, 3 bin yıldan fazladır bu topraklarda doğanların kanıyla kuracaklardı cumhuriyeti. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında efendileri olan Almanların buyruğuyla başlattıkları Hristiyanlara yönelik soykırımı projelerini savaşı kaybettikten sonra yeni efendileri olan İngilizler ile birlikte sürdürmeye devam edeceklerdi.

Bu kez “Kurtuluş Savaşı” masalının gölgesinde Rumlara yönelik uygulanacaktı, tıpkı 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın gölgesinde Ermenilere ve Süryanilere uygulanan soykırımı gibi… Öyle ki savaştıklarını iddia ettikleri “yedi düvele” karşı herhangi bir ordu savaşı bile yaşanmamıştı… Düzenli ordu diye ifade edilebilecek tek askeri güç olan Amasya’da kurulan Merkez Ordusu da Pontos Rumlarına karşı imha operasyonlarında kullanılmıştı. Bunun dışındaki bütün çatışmalar çete savaşlarından ibaretti. Yunan ordusu ile yaşanan iki cephe savaşı dışında da herhangi bir savaş olmamıştı.

Pontos Rum soykırımında hayatını kaybeden 353 bin kişinin, 150 bini 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı döneminde katledilirken, kalan 203 bini bu “Kurtuluş Savaşı” masalının gölgesinde Karadeniz’de öldürülmüştü. Yunan ordusunun geri çekilmesiyle birlikte İzmir’in yakılmasına kadar olan süreçte de 200 binin üzerinde Rum kaybolacaktı…

Oysa bu şanlı “Kurtuluş Savaşı” döneminde yani 19 Mayıs 1919’dan Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihine kadar hayatını kaybeden asker sayısı 10 bin bile değildi. Nasıl bir “Kurtuluş Savaşı”ydı ki yedi düvel emperyalist ülke ile “her cephe”de savaşırken çok az asker kaybı verilmiş ama cephe savaşlarının yaşanmadığı Karadeniz bölgesinde 203 bin kadın, çocuk, yaşlı, erkek demeden Rum insan öldürülmüştü…

İşte bu senaryo dönemin Jön Türkleri’nin yani Mustafa Kemal ve askerlerinin uygulamaya koyduğu ve yeni kuracakları “Türkiye Cumhuriyeti”nde Müslüman olmayanlara yer vermeyecekleri bir devletin inşaası için hayata geçirilmişti.

Bunu hayata geçirirken Mustafa Kemal’in Karadeniz özelinde iki başrol oyuncusu vardı. Topal Osman ve Sakallı Nurettin Paşa…

ÇİMENTONUN KUMLARI

TOPAL OSMAN

34 İngiliz vizeli askerden biri olan Mustafa Kemal, Samsun’a varır varmaz ilk önce Topal Osman adlı çeteci katil ile görüşecekti.
‘’Topal Osman’la bizzat görüşüp, ona, ‘Bundan sonra el ele çalışacağız’ diyerek şöyle devam eder: ‘Madem ki Türk halkı tamamen seni destekliyor; hiç durma teşkilatını yap. Git, belediye reisliği makamına otur. Sen kaçıp dağa çekileceğine, Pontosçular ve Rumlar kaçsın. Kanunsuz yola adım atar göründüler mi onları temizleriz.’ Bunun üzerine Topal Osman, şu cevabı verir: ‘Sen hiç merak etme Paşam! Bu Pontos Rumlarına öyle bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşek arısı gibi boğulup gidecek’’[1]

Pontoslu Rumlar tarafından yapılan umutsuz çağrılar, raporlar ve telgraflar sonuç vermeyecekti. Çünkü bu tarihlerde Trabzon’daki hükümet yetkilileri Ankara hükümetine yardım etmek üzere yola çıkmış Sovyet delegasyonunu karşılamak üzere hazırlıklar içindeydi.
”Giresun’un talihsiz halkının ricalarını ve yakarışlarını hiç kimse duymadı. Şikayetlerini kimse dikkate almadı. Mahkeme binasındaki arşiv, Topal Osman’a yönelik şikayetlerle dolu. Ancak gizli bir güç, Topal Osman’ı sadece kullanmakla kalmıyor, bilakis her katliam ve şikayet sonrası hiyerarşi basamaklarını tırmanmasını sağlıyordu. Topal Osman Giresun’un en üst rütbeli subayıydı. O herşeydi. Tüm ipler onun elindeydi. Emirler veriyor, yasaklıyor, astırıyor, kesiyordu. Kimse karşı çıkmak için tek kelime bile etmedi.”[2]

SAKALLI NURETTİN PAŞA

11 Ağustos 1921 günü TBMM gizli oturumunda söz alan milletvekilleri (İsmail Şükrü Efendi, Osman Fevzi Efendi, Zekai Bey) Koçgiri’de yaşananların sorumluluğunun Nurettin Paşa’ya ait olduğunu söylediler.[3] Koçgiri’de yüzlerce insan sorgusuz sualsiz tutuklanıyor, teslim olanlar dahi kurşunlanıyorlardı.

4 Ekim 1921 günü TBMM gizli oturumunda ise bu kez Koçgiri’nin yanı sıra Pontoslu Rumlara yönelik uygulamalar gündeme getirildi ve tartışıldı. Milletvekillerden bir kısmı yapılanlarda Nurettin Paşa’yı sorumlu tutarak görevden derhal alınmasını isterken, bazıları da Nurettin Paşa’nın asılmasını istediler. Mustafa Kemal’in karşı çıkmasına rağmen Meclis, Nurettin Paşa’nın görevden alınmasına ve muhakeme edilmesine karar verdi. Ayrıca Koçgiri ve Pontos ’İsyanları’nı yerinde incelemek için bir araştırma heyeti kurulmasını kararlaştırdı.[4]

Nurettin Paşa’nın görevden alınmasına ve hakkında soruşturma açılmasına neden olan suçlamalar şunlardı:
1) Koçgiri, Samsun ve sair yerlerde gayr-i mesul kuvvetler kullanmak,
2) 30 bin liralık rüşvet almak,
3) Rum sevki sırasında herkesin gözü önünde yağmacılığın yapılması,
4) Pontusçuların dağlara çıkmasına meydan vermek,
5) 56 kişiyi Samsun’da alıkoymak,
6) Meclis Başkanlığı’ndan tasdik edildi diye beyanname neşretmek,
7) Üstlerini ve astlarını dikkate almadan iş yapmak,
8) Kardeşini Tokat Mutasarrıfı, damadını erkan-ı harbi yaparak aile hükümeti kurmak,
9) Ümraniye İsyanı’nda halk dehalete hazır iken, Topal Osman’a milleti kırdırmak,
10) Ordu mutasarrıfına yetkisi olmadığı halde emir vermek[5]

Nurettin Paşa bu 10 maddeye ilişkin İzahname başlığıyla açıklamalar yapacaktı tek tek.
3. Maddeye yani ’’Rum sevki sırasında herkesin gözü önünde yağmacılığın yapılması’’ suçlamasına yönelik “izahlarının” bir bölümünde kadınlardan ve yaşlılardan sözedecek; kadınlara, çocuklara ve yaşlılara yönelik zalim tutumunu şu cümlelerle savunucaktı:
“Kadınlara gelince: Pontusculukla meşbu, erkeklerine fikren, bedenen, malen muavenet ettikleri hakikattir. Yataklık, muhbirlik, cinayete teşkar kadınlar da mahkemelere sevk edildiler. Fikrimizce, memleketimizdeki Rumlar bir yılandır. Bu yılanların zehirleri kadınlardır. Bu yüzden erkeklerle aynı şeyi yaptık. Çocuklarından da ayırmadık. İhtiyarlara gelince; Gümenez’de ihtiyardır diye sevk edilmeyen 65 yaşındaki bir Rum, Yunan torpidosuna bayrak sallamış, onlar da sandallarla sahile çıkmışlardır. Bafra’dan bir grup ahali kuvvetleriyle yetişmişler. İhtiyar Kel Nikola astırılmış ve düşman donanması def edilmiştir”’[6]

Nurettin Paşa’nın izahnamesi Meclis’in 16 ve 17 Ocak 1922 tarihlerindeki gizli oturumlarında üyelere okundu. Başkomutan ve TBMM Başkanı Mustafa Kemal, yaptığı konuşmada; sözkonusu izahnameyi okuduktan ve araştırma heyetiyle konuyu görüştükten sonra Nurettin Paşa hakkında verilen muhakeme edilme kararının ağır olduğunu ve bu kararın kaldırılmasını istediğini söyleyecekti. Üyelerden bazılarının itirazına rağmen, meclis Nurettin Paşa’nın muhakeme edilme kararını kaldıracaktı.

Her yaştan ve her cinsten Pontoslu tüm aile fertlerinin birlikte sürüldüğü, 29 Ekim 1921’de Meclis’te yapılan gizli celse görüşmesinde Dahiliye Vekili Ali Fethi, Trabzon Mebusu Hafız Mehmet, Lazistan Mebusu Osman ve diğer konuşmacılar tarafından da ifade edilecekti. Bu durum, bir diğer konuşmacı Başkumandan Mustafa Kemal tarafından da yalanlanmayacaktı üstelik. Hatta Hafız Mehmet Pontosluların sürgününü, 1915 Ermeni sürgününe benzetecekti.
Önceki sürgünler gibi olacaktı bu sürgünün de sonu.[7]
Nurettin Paşa ise, 1922’de Ali İhsan Paşa’nın görevden alınması sonrasında Refet Paşa ve Ali Fuat Paşa’nın komutanlık teklifini reddetmesi üzerine 29 Haziran 1922 tarihinde 1. Ordu komutanlığına daha sonra da Ferikliğe (Ferik, Osmanlı Devletinin son dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarında kullanılan Mirliva ile Birinci Ferik rütbeleri arasında olan ve günümüz rütbelerinden Tümgeneral ile Korgeneral rütbeleri arasında bir askeri rütbe.) terfi edecekti.

CUMHURİYET TARİHİ BOYUNCA KARADENİZ’DE SOYKIRIMINA DEVAM EDİLECEKTİ…

353 bin Pontoslu Rum, 1914-1923 yılları arasında, birinci etapta İttihatçı paşaların, ikinci etapta Mustafa Kemal’in emriyle ölüm yürüyüşlerinde,
-Mustafa Kemal’in sadık katilleri Topal Osman, İpsiz Recep gibilerinin oluşturduğu çetelerin, Nurettin Paşa’nın komuta ettiği Merkez Ordusu’nun işkence, ev, köy, okul, kilise yakmalarıyla,
-İstiklal Mahkemeleri’nin idam kararlarıyla, idam edilerek katledilecekti.
200 bine yakını Karadeniz’den olmak üzere 1milyon 250 bin Rum ”mübadele anlaşması” ile sürgün edilecekti.

Bütün Karadeniz’de 1920’lerin başından itibaren hızla asimilasyon politikaları hayata geçirilecekti.
Geride kalan Rumlar zorla Müslümanlaştırılacak/Türkleştirilecek, daha önce müslümanlaştırılanlar da Türkleştirilecekti.
1921’de Mustafa Suphi ve yoldaşları yine Mustafa Kemal’in emriyle boğdurularak katledilecekti.
Lazlara, Gürcülere ve Ermenilere (Müslüman Ermeniler/ Hemşinliler) Türkçe öğrenmeleri dayatılacak, şarkı sözleri, öyküleri, fıkraları Türkçeleştirilecekti. Türkçe dışındaki bütün diller yasaklanacaktı,
Şehir, kasaba ve köy isimleri değiştirilecek, Türkçe isimler verilecekti.
Her kesimden muhalifler istisnasız imha edilecekti.
Olası yeniden başkaldırıları engellemek için şehir şehir kontra örgütlenmeler oluşturulacak ve devlet tarafından sınırsız destekleneceklerdi.

MEZARSIZ 353 BİN İNSAN…

Aradan yüzyıl geçti…
Etten, kemikten, ruhtan; aşkla, sağlıkla, huzurla bir ömür yaşamayı dilemiş ama son nefeslerini acıyla, kederle, hüzünle veren 353 BİN İNSAN’ın hala mezarları yok.  Onlar sanki bu dünyada hiç yaşamadılar;
çocuğundan yaşlısına, erkeğinden kadınına insandılar, hayattılar bu topraklarda yaşayan, solan, kaybolan, yok olan…

Her rakamın bir yürek, bir hayat olduğunu; herkese anlatana, bu topraklarda dökülen kan temizlenene, Karadeniz’i maviye dönüştürene kadar, kendine insanım diyen herkes bu 353 bin insana karşı borçludur.

353 BİN, RAKAM DEĞİL İNSAN…

1923 yılına kadar ölenlerin sayıları ve bölgeleri:

134.078 Amasya, Samsun, Giresun

27.216 Niksar

38.434 Trabzon

64.582 Tokat

17.479 Maçka

21.448 Şebinkarahisar…

1923 yılı sonuna kadar bütün Karadeniz’de ölüm yürüyüşleri ve mübadele esnasında katledilen 50 bin kişiyle birlikte toplam 353 bin Rum… [8]

[1] Hasan İzzetin Dinamo, ”Kutsal İsyan, Cilt 2”, İstanbul 1990, sayfa 132

[2] Murat Yüksel, ”Ali Şükrü Bey ve Topal Osman Ağa”, Trabzon 1993, sayfa 30

[3] TBMM Gizli Celse Tutanakları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Cilt 2, 1985 Ankara, Sayfa 204, 205

[4] TBMM Gizli Celse Tutanakları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Cilt 2, 1985 Ankara, Sayfa 252-287

[5] İki İsyan Pontos, Koçgiri; Bir Paşa Nurettin Paşa, Prof.Dr. Mustafa Balcıoğlu, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, Haziran 2000, Sayfa 272-273

[6] İki İsyan Pontos, Koçgiri; Bir Paşa Nurettin Paşa, Prof.Dr. Mustafa Balcıoğlu, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, Haziran 2000, Sayfa 275

[7] Nevzat Onaran, Cumhuriyet’te Ermeni ve Rum mallarının Türkleştirilmesi, 1920-1930 Emvali Metrukenin Tasfiyesi 2, Evrensel Basım Yayın, Mayıs 2010, sayfa 69-73

[8] Resmi Belgelerle Avrupa Savaşından Önce Türkiyeli Rumlar Üzerindeki Zulüm-Pontos Trajedisi 1914-1922 Kara Kitap, Alexander Papadopoulus, Pencere Yayınları, Ocak 2013, Sayfa 194

 

67204

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Ya Özgürlük Mücadelesinden Yanasınız ya da Değilsiniz

Türk egemen sınıfları, Cumhuriyetin 100. yılını kutlamaya hazırlanırken ikinci yüz yılı için de nutuk atmaya başladılar. Halkımızın deyimiyle perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.

Nitekim ilk yüzyılı işçilere, emekçilere, devrimcilere, komünistlere, ezilen ulus ve azınlık milliyetlere, kadınlara, LGBTİ+lara, inanç gruplarına zulmetmekle geçen bir yüzyıldır. Bu baskıcı, asimilasyoncu, ırkçı, cinsiyetçi, tekçi ve emperyalizm uşağı sömürü-soygun düzeni, Kemalist cumhuriyetin ikinci yüzyılı da birinci yüz yılını izleyecektir.

Katliamlar Cumhuriyeti

13 Kasım'da, İstanbul'un en kalabalık caddesinde yapılan bombalı saldırı, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir kere daha katliamlar cumhuriyeti olduğunun acı bir kanıtı oldu.

Çamur at…[ismail cem özkan]

Kasım ayını soğuk bir gününde kalabalığın henüz tam yoğunlaşmadığı bir saatte İstiklal Caddesi'nde bir katliam yaşandı. Banka konan bir bomba patladı ya da patlatıldı ve 6 masum, hiçbir şeyden haberi olmayan insan öldürüldü…

Ateş düştüğü yeri yakar ve acısını kelebek kanadı gibi evrene yayar, fakat küresel evrenimizde o kadar çok acı yaşanıyor ki, eskisi gibi haber dahi olmuyor… Yaşanan olay ajans bülteninde geçen birkaç satıra dönüştü… Acılar, düşen ateş ve yok olan hayaller…

BORAN için – İmera Fera Yeşilgöz

Herkes olması gerektiği yerde mücadele görevini, parti görevini yerine getirmekteyken, yani her şey olması gerektiği gibiyken gelen her not kalp atışlarımızı hızlandırır. Her şeyden evvel “bir şey mi oldu?” kaygısı hissedilir.

Bir TİKKO savaşçısı:“Devrimci mücadeleye katılma tercihimin bir geçmişi var!”

Avrupa metropolünden gelen bir devrimci olarak, kapitalizmin “vahşetinin kalbinde” yaşarız. Hepimizin hayatı, değerlendirme mantığına göre yapılandırılıyor. İster klasik sömürü ilişkileri ve işgücünün yabancılaştırılması olsun, ister ayrıştırma ve izolasyona dönük eğilimler ya da sosyal yaşamda kendi kendimize olan yabancılaşma olsun; sürekli akan bir damlanın taşı oyduğu gibi insan, kapitalist merkezlerde sürekli kapitalist ideolojinin ekonomik, sosyal ve teknolojik saldırılarına maruz kalıyor.

Kaypakkaya’nın Yoldaşı Olmak! (OKUR POSTASI)

Bazen bulunduğumuz yerlerin, taşıdıkları değeri istemesek de göz ardı edebiliyoruz. Benim Partizan’la tanışmam yılları alıyor ama aktif olmam 3 seneyi buluyor. Birçok insandan şunu duyardım İbo’nun kültüründen gelenler sağlam olur. O kültürü almışsan uzakta da olsa onu yaşatmaya çalışırsın. O bağlılık hiç bitmez.

CHP'NİN İHANETLERİ /Mehmet Emin Gündoğdu

 


   Bu yazının amacı kısa bir CHP değerlendirmesi yaparak, bu partinin izlediği politik hattı ortaya çıkarmak ve okuyucuya bir fikir vermek. Çünkü bu parti tarihi boyunca hep mevcut düzenin koruyucusu olmuştur. Düzen ne zaman tıkansa CHP yardıma koşar. En son marifeti unutulmuş bir konuyu yani türbanı gündeme getirerek Erdoğan hükümetine koz vermiştir.

Mersin Eylemi: Savaşın Dayanılmaz Ağırlığı – Emir Arda

26 Eylül günü, Mersin Mezitli’de ki Tece polisevine yapılan eylemin üzerinden ortalama bir hafta geçti. Eylem, yapıldığı günden itibaren, ak koyun ile kara koyunu ayrıştıran bir işleve sahip oldu açıkçası. İki kadın devrimcinin fedai eylemi, siyasal alanın tam ortasına, onu ikiye bölen bir çizgi çekti… Bu yazı eylemin hemen ertesinde kaleme alınabilirdi. Ancak hem HPG’nin açıklamasını beklemek daha doğruydu, hem devletin vereceği refleksi ve eylemin sonuçlarını görmeliydik. O yüzden bu yazının yazılması ve yayınlanması bugüne değin bekletildi… Bu kadar bekleme yeterli.

İtirazın Farkındalığıyla Meydan Okumadır Şiir[*]

 

 

“Bilim aklın şiiridir,

şiir de yüreğin bilimidir.”[1]

 

Andrey Tarkovski’nin ifadesiyle, “Şiir benim açımdan bir dünya görüşü, gerçekle olan ilişkimin özel bir biçimidir. Bu açıdan bakıldığında, şiir, insanlara hayatı boyunca eşlik eden bir felsefedir.”

Yaşamı savunmak; insan olmak (ve sonuna dek de İNSAN kalmak) hâlidir.

Bundan kimsenin şüphesi olmasın…

Çünkü “Hakikâte ulaşmanın yolları şunlardır: Felsefe, Sanat, Siyaset ve Aşk,” diye uyarır Alain Badiou!

Siz toplumsal muhalefetin yükselmesini bekleyin / ERGÜN ASLAN

Biz proletaryalar enternasyonalizmimizi vermeyenin varlığını sorgularız varlığını.

Ama gıdık.

Ama yanak.

Ama...

Demek öyle.

Demek böyle.

Demek  her şey...

Marks'ın, devrime engel olmaya başlayana kadar dünya proletaryalarının çeşitliliğini enternasyonalizmde  bir araya getirmeye çalıştığını görmezlikten gelmemize kadarmış

En büyük ihanetler en güzel proletarya şarkıları arkasına gizlenilerek gerçekleştirilmiş ihanetlerdir.

Kıymetlimizzz...

Yüksek yüksek menfaatlerimizzz....

Diktatörlerin Surlarını Döven Dev Dalgalar!

21.yüzyılın ilk çeyreği bitmeden ve son yirmi yılda yerkürede işçi sınıfı ve ezilenlerin isyan ve devrim türküleri defalarca yankılandı. Nasıl ki yirminci yüzyılın başında insanlık Ekim Devrimi’nin top sesleri ile uyandıysa, içinden geçtiğimiz yüzyılın da daha ilk çeyreği dolmadan yaşanan ayaklanmalar, isyanlar, grevler insanlığın özgürlük umudunun canlı ve bir o kadar da gerçek olduğunu gösterdi.

Sayfalar