Salı Aralık 3, 2024

Aşırı Sermaye Üretimi ve Marmara’nın Ölümü

İşçinin, emekçinin katledilmesi, yoksullaştırılması, sıradanlaştırılması, aşağılanması, yaşam araçlarının elinden zorla alınması, üretimine oranla insan gibi yaşamasının engellenmesi; doğanın katledilmesinden ayrı ele alınamaz. İşçinin karşı karşıya kaldığı sınıf muamelesi, doğanında karşı karşıya kaldığı bir sınıf muamelesidir. İşçi ve doğaya karşı tavır, burjuvazinin karakteristik sınıf eylemidir. Ya da daha açıkcası, kapitalist sistemin temel yapısıdır.

Aşırı sermaye üretimi için Soma’da 301 işçinin ve en son Kürt olduğu için Deniz Poyraz’ın katledilmesi, Marmara’nın katledilmesinden ayrı değildir. Birinciler olurken ikincisinin olmayacağı düşünülemez. Ya da Kod 29 yasası işçi için neyse, Marmara’nın ölümü de doğa için odur.

Burjuva dünya görüşü doğanın ve insanlığın düşmanı iken, işçi sınıfının dünya görüşü doğa ve insan dostudur. Bu ikisi arasında yer almak Marmara’nın ölümüne katkıda bulunmaktan farkı yoktur. Sınıf mücadelesinde tarafsızlık, ezenin yanında yer almak demektir.

Türkiye’nin özellikle son 20 yılı, sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesine oranla doğanın talanı da aynı oranda artmıştır. Marmara’nın ölmü; tekelci sermayenin doğayı ve işçiyi aşırı oranda yağmalamasının bir sonucudur. Marmara’nın ölümü salt kendisiyle sınırlı kalmayacak, Ege ve Karadeniz’e de sıçrayacaktır. Ve ne acı ki, bütün okyanuslar ve denizler Marmara’ya yaklaşmış durumda ve SOS vermektedir.

İkizdere’de HES ve taş ocakları için doğanın alenen ve devlet zoruyla katledilmesi, Kanal istanbul’un yapılmak istenmesi, Kuzey ormanlarının yok edilmesi ve maden tekellerinin açıktan katliamları, Patara’dan 2 bin kamyon kum alınması, Marmara’nın ölümünden bağımsız değildir. Marmara’nın ölümü ise Antarktika (Güney kutbu)ve Arktik’den  (Kuzey Kutbu) buzulların hızla erimesinden ayrı ele alınamaz.

Her şey birbirine bağlıdır. İkiz Dere’de (İşkencedere) olanlar, Amazon ormanlarının yok edilşinden bağımsız değildir. Aynı sınıf tavrıdır. Aşırı sermaye üretimi ve sermaye birikiminin hızlandırmanın ve esas olarakta kapitalist üretim biçiminin doğal bir sonucudur. Marmara’nın katledilmesi, Antarktika’nın ekolojik dengesinin bozulmasından ayrı değildir. Sibirya’da endüstriyel ve tarımsal üretimin artmasıyla sıcak hava dalgasının genişlemesi, bütün dünyada doğal tarımın yok edilmesinden bağımsız değildir.

İşçinin katledilmesi, burjuva sınıfının işçi sınıfına karşı net bir sınıf tavrıysa, Marmara’nın ölümü, Antarktika buzlarının hızla erimesi, Amazon Ormanlarının ve  İkizdere’nin yok edilmesi de burjuvazinin işçiye karşı sınıf tavrından, kapitalist sistemin yapısal karakteristiğinden ayrı ele alınamaz.

Ya da yetişkin nüfus içinde dünya servetinin yaklaşık %46’sını 560 milyon kişi elinde bulundururken, 10 bin ABD doları ve aşağı servete sahip yetişkinlerin sayısı ise 2 milyar 879 kişi. Yani, dünya dünüfusunun en üst dilimi olan %1’i 191,6 trilyon ABD dolarına,  nüfusun en üst %11,1’lik dilimi yaklaşık 164 trilyon dolar servete sahip. Nüfusun en alttaki % 55’i (dünya yetişkin nüfusunun yarısından fazla) ise dünya servetinin %1,3’üne denk gelen 5.5 trilyon dolar servete sahip.[1]

Bu rakamsal gerçekler varken, doğanın korumasını burjuvaziden beklemek, saflık değil, dünya görüşüyle doğrudan bağlantılıdır. Ya da Kanal İstanbul’un yapılması halinde doğanın kalbine saplanan bir bıçak darbesi olması biline biline, ağzı sulanan yağmacılardan bıçağı elinden bırakmasını beklemek gibi bir şey. Sermaye sahibi, üzerinde oturduğu dalı kestiği taktirde sermayesinin büyeceğini biliyorsa, aşağıda aç sırtlanların beklemesine karşın, o dalı kesmekten çekinmez. Kapitalizm bir niyet sorunu değil, sistem sorunudur. Kapitalistin sermayesini büyütmesinden başka gözü bir şey görmez, bu kendi ölümü pahasında olsa.

Sınıf mücadelesi ve doğanın tahribinin önlenmesi, ekolojik dengenin bozulmasına karşı çıkılması, kısacası doğanın savunulması da sosyalizm mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Çünkü, doğanın ekolojik dengesinin bozulması, bir sistem sorunudur. Kapitalizm insanlığın ve tüm canlıların düşmanıdır. Kapitalizm sadece işçi ve emekçiyi sömürmüyor, doğayı da aynı oranda sömürüyor ve katlediyor. Marmara’nın ölümü sadece küçük bir örnek. Dünya ölüm döşeğinde desek abartı olmayacaktır.

Bilim insanlarının araştırmasına göre, Antarktika’da 4 bin metre kalınlığında ve 26 trilyon ton tahmin edilen buz eriyor. Okyanuslara doğru hızla kayıyor. Bu buz parçasnın erimesi, okyanusların 60 metre yükselmesi demektir. New York, Şanghay, Cape Town, Hamburg gibi kıyı şehirleri tamamen su altında kalmacaktır.[2] Bütün emperyalist ülke ve tekellerin gözü Antarktika’nın zenginliğinde. Nasıl yağmalayacaklarının ölümcül hesabını yapıyorlar.

Emperyalist ülkeler “yeşil konsept” ve sık sık “doğayı koruma pakt”ları imzalayıp dursun. Bu kitleleri kandırmadır. Kapitalizm var olduğu sürece doğanın korunması olası değildir. Sorun yenilenebilir enerji üretimi ve tüketiminin ötesindedir. Kapitalizm, işçiyi tükettiği gibi doğayı da tüketiyor.

İngiltere’de yayınlanan Nature dergisinin bilimsel verilerine göre; gelinen aşamada karbon  dioksit salımının azaltılması bile doğayı kurtarmaya, buzların erimesinin önlenmesine yetmiyor. Hem Kuzey Kutup’taki Arktik buzları hem de Güney Kutup’da yer alan dünyanın soğutucusu görevini gören Antarktika buzlarının erimesini ve paçalanmasının durdurmanın doğal bir yolu kalmadı. Çünkü doğanın ekolojik dengesinin bozulması eşiği çoktan geçildi.

Aşırı sermaye üretimi ve pazarlara egemen olma yarışı emperyalist ülkeler ve emperyalist tekeller arasında hızla ve ölümcül bir şekilde devam ediyor. Dünya’nın ölümüne imza atıldığı gibi, dünya atmosferinin dışı da uydu ve benzeri altelerin çöplüğüne dönmüş durumda. Burjuvaziye dünya yetmiyor ve dünya atamosferin dış yüzeyi de şimdi aynı kaderle karşı karşıya.

Bilim insanları son 10-15 yılın önemli olduğunu ve doğada büyük değişimlerin olacağı konusunda uyarı üstüne uyarı yapıyor. En büyük uyarılardan biri doğanın kendisinden geldi. Korona Virüsü. Bu salgınlar daha da çoğalacak. Çünkü, doğanın her karış toprağı kapitalizm tarafından ele geçirilmiş ve yağmalanarak tahrip edilmekte ve diğer canlıların yaşam alanlarıda yok edilmiştir.

“Uyarı” yetmiyor. Radikal bir çözüm gereklidir. Reformist, yenilenebilir enerji üretiminin artırılması çözüm değildir. Çözüm, doğayı bu hale getiren sistemin yok edilmesidir. Aşırı meta üretimi ve aşırı sermaye üretimi var oldukça, yani, bunu gerçekleştiren kapitalist sistem sürmeye devam ettikçe, doğanın insanı sırtında atacağı bir gerçektir. Sırtından atarken, elbette birden değil, acı çektirerek bunu yapacaktır.

Bütün bu yalın gerçekler; sınıf mücadelesinin, doğa mücadelesiyle birleştiğini ve doğanın korunması için verilen mücadelenin sınıf mücadelesinden ayrı ele alınamayacağı bilincinin en yüksek seviye çıkarılmasıdır. Bu konuda radikal çözüm gereklidir. Bunu da Komünist Manifesto’nun yayınlanmasından bu yana komünistler dile getirmekte ve bu uğurda mücadele vermektedirler.

Reforumcu çözüm, Marmara’yı diriltemez, dünyanın ekolojik çöküşünün de önüne geçemez. Çözüm sosyalizmdedir. Bunun dışında çözüm aramak, doğanın can çekişme süresinin, insanlığın daha fazla acı çekme süresini uzatma taktiği olmakta ve kapitalist yağmacılara yaşam hakkı tanımaktadır. 27.06.2021


[1] Credit Suisse Global Wealht Databook 2021

[2] Johannes Dietrich, FrankfurtRundschau, 15.06.2021

 

5081

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar