Perşembe Ekim 31, 2024

Avrupa’da Faşizmin Ayak Sesleri

“Emperyalist Büyük Savaşa Doğru”1 yazı dizisinde ele almıştım. Dünya genelinde hızla bir gericileşme yaşandığını ve bu gericileşmenin AB ülkelerini de içine aldığını yazmıştım. Bu aynı zamanda emperyalist savaş hazırlığının bir göstergesi olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Ve Türkiye’deki gelişmelerin ve uzun yıllardır islamcı-faşist bir yönetimin iktidarda tutulmasınında bu gelişmelerden ayrı ele alınamayacağı saptamasında bulunmuştum.

Son yıllarda AB ülkelerinin her birinde hızla bir gericileşme ve iç faşistleşme başlamıştır. Göçmen karşıtı politikaların arkasına sığnarak geliştirilen gericileşmenin hedefinde işçi sınıfına yönelik saldırılar yatmaktadır.

Emperyalist burjuvazinin “şaşalı neoliberal politikaları, kapitalizmi daha derin bunalımların içine itmesinin yanısıra faşizmi yeniden, ağır-aksak yürüyen burjuva “demokrasi”sinin alternatifi haline getirdi. Burjuvazi, şimdi de kitlelere, faşizmi “popülist politikalar” olarak yutturmaya çalışıyor.

Avusturya bu konuda daha ileri giderek 1800’lü yıllarda gündemde olan, günlük çalışma süresini 12 saate (haftalık 60 saat) çıkarmak istiyor. “İş saatinin esnekleştirme” adı altında faşist-gerici koalisyon hükümeti, işçi sınıfına yönelik sert bir saldırıya hazırlanıyor. Bunu elbette ki diğer ülkeler izleyecektir. Bunların başında da Almanya gelmektedir.

Avusturya işçi sınıfı gerici-faşist yasaya karşı direniyor. En son 30 Haziran 2018 tarihinde yüzbini aşkın işçi Viyana’da protesto etti. Avusturya işçi sınıfı protestoların devam edeceğini ilan etmiş durumda.

AB’nin kalelerinden Almanya ise gericileşmenin başını çeken ülkelerin en önde gelenidir. Her ne kadar “sessiz” gibi görünse de AB’deki gericileşmenin destekçi ve öncülerindendir. Alman tekelci sermayesi, özellikle 2000’li yılların başından itibaren işçi sınıfına yönelik saldırılarını artırdı. O günden bugüne kadar bir çok anti-demokratik faşizan yasalar çıkarılıp yürlüğe sokuldu. İşçi ve emekçilerin alım gücü düştüğü gibi, çalışma koşulları işçi aleyhine, işveren lehine adım adım değiştirildi ve bu süreç devam etmektedir.

Alman burjuvazisi, her zaman olduğun gibi, öncelik saldırısını komünistlere karşı yapmaktadır. Alman komünistleri (MLPD) başta gelmektedir.2 MLPD’nin çalışma alanlarını giderek daraltılmaya çalışıyorlar. Bunun yanında Türkiyeli komünistlere ve Kürt ulusal demokratik hareketine karşı da aynı baskı, yıldırma ve pasifize etme yöntemlerini uygulamaktadır. Bunun bir parçası olarak ev ve dernek baskınları günlük hale getirilmiş ve komünist, devrimci-demokrat yerel ve göçmen hareketlerini kriminalize etmenin yoğun çabaları içine girmişlerdir. Gelinen süreçte, Alman burjuva devleti gizli bir polis devleti olmaktan çıkıp, açıktan bir polis devletine dönüşüyor. 

Alman tekelci sermayenin CDU-SPD koalisyon hükümeti, bugüne kadar çıkarılan anti-demokratik faşizan yasaların yetmeyeceğini düşünmüş olmalı ki, şimdi de “Yeni Polis Yasası” çıkarmaktadır. Bu işi eyaletlere bırakarak, merkezi fedaral hükümeti bu yasalarından sorumlu tutulmamasına çalışıyor. Oysa her şey planlı yürüyor. Önce Bayern eyaleti “Yeni Polis Yasası’nı” (YPY) kabul etti3 ve peşinden Kuzey Ren Vestfalya eyaleti çıkarmaya ve peşinden ise Aşağı Saksonya eyaleti gelmektedir. Yani, 16 eyalet sırasıyla YPY çıkaracaktır. Bu işi parça parça yapmalarının nedeni ise, muhalefeti parçalamak ve faşist polis yasasını halka yavaş yavaş kabullendirmektir. Türkiye’de yürürlükte olan Terörle Mücadele Yasası’nın bir benzeri Alman işçi sınıfı ve emekçilerinin karşısına dikiyorlar. 

Kapitalizmin krizi artıkça ve sermayenin birikim süreci tehlikeye girince, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçilere yönelik saldırılar artmaktadır. 

II. Emperyalist savaşımından sonra emperyalist burjuvazinin jandarmalığını ABD yaparken, “demokrasinin beşiği” denilen AB ülkeleri, aslında dünya gericiliğini geliştirme, destekleme ve yaşatma merkezleri olmuştur. Kapitalizmin toplumsal sistem haline gelmesinden sonrada bu böyle olmuştur. “Demokrasi beşiği” aynı zamanda faşizmin beşiği olmuştur. Çünkü bu iki burjuva rejimi bir madalyonun iki yüzüdür. 

Almanya’da 25 Eylül 2017’de yapılan parlamento (Bundestag) seçiminde faşist AfD partisinin (%12,6 oy oranoyla) meclise yüz milletvekili sokması, Almanya’da gericileşmenin hızla artacağı ve artık burjuva demokrasisinin kırıntılarının da ortadan kaldırılacağı açıktı. Seçim değerlendirmeme de “artık hiç bir şey eskisigi gibi olmayacak” diye yazmıştım.4 Ve bu öngörümde yanılmadım. YPY bunun en kaba görünen yanıdır. Kamuoyu yoklamaları AfD’nin oylarının yükseldiğine işaret etmektedir.

Alman tekelci burjuvazinin koalisyon hükümeti şu anda politik kriz içindedir. Merkel başkanlığındaki hükümetin ömrünün uzun süremeyeceği benzemektedir. Tekelci burjuvazi, kapitalizmin yapısal krizini, işçi ve emekçilere karşı baskı ve sömürüyü artırarak aşmaya çalışıyor. Ancak, işçi sınıfı ve emekçilerde bu faşist yasayı kabullenecek gibi gözükmüyor. Önümüzdeki Cumartesi (07.07.18) günü Kuzey Ren Vestfalya’nın başkenti Düsseldorf’ta büyük bir kitlesel protesto yürüyüşü yapılacak.

Avrupa burjuvazisi adeta dört koldan işçi sınıfına saldırıya geçmiş durumdadır. Fransız burjuvazisinin özelleştirme ve  işçiler aleyhine olan  iş yasalarını daha fazla işçiler aleyhine değiştirmesi, Avusturya’nın günlük çalışma süresini 12 saate çıkarmak istemesi, Alman burjuvazisinin bu yasalara polise daha fazla yetki vererek destek vermesi, Avrupa burjuvazisinin güncel gericileşmesini en üst boyuta çıkardığını ve bunun bir adım ilerisinin faşizm olduğu olgusunu net olarak ortaya koymaktadır. 1930’lar yeniden yaşıyor gibi...

Önümüzdek sıcak günler işçi ve emekçileri beklemektedir. Türk egemen sınıfları da işçi direnişlerinden azade olamayacaktır. Kapitalizmin her geçen gün kararttığı dünyayı aydınlatmanın zamanı çoktan geldi. Burjuvazinin insanlığı ve dünyayı uçurumun kenarına kadar getirmiştir. Görev uluslararası işçi sınıfınındır. İşçi sınıfı, burjuvazinin bu azgınca saldırılarına karşı kapitalizmi yıkarak; sınıfsız, sömürüsüz bir sosyalist toplum kurarak cevap verecektir.

 

1 Bkz.http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/emperyalist-buyuk-savasa-dogru-birinci-bolum

2 MLPD’nin banka kontoları kapatıldı. Gençlik Festivali’ne polis baskını –Grup Yorum bahane edilerek- düzenlendi ve en son on yıldır kullandığı kültür merkezi –binanın gerekli yasal izini yok gerekçesiyle- kapatılıyor.

3 Nisan ayında yapılan protestolardan sonra, 10.05.2018 tarihinde 40 bini aşkın kişi Münih’de YPY protesto etti. Ve tüm eyaletlerde işçi ve emekçiler protestoya hazırlanıyor.

4 Bkz.http://aimedia.uk/hkv0/kose-yazisi/fasizm-almanyada-resmilesti

41179

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar