Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!
Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”
Dar anlamda “dışımızdan biri”, ama geniş anlamda emekçi halktan biri olması sebebiyle de bizden biri olan ahbabım, bu son derece isabetli ve haklı sorusuyla, aslında acı bir gerçekliğimize parmak basıyordu: Devrimi örgütleyebilmek, yani devrimci siyasal mücadele yürütebilmek için nesnel koşullar böylesine muazzam denilebilecek derece elverişliyken; devrimci sol-sosyalist ve komünist kesimler neden bunu bir türlü “fırsata” çeviremiyor?
Kendilerini devrimci sol-sosyalist ve komünist addeden tüm yapı ve kesimlerin, ivedilikle ve de devrimci ciddiyetle bu sorunun yanıtını oluşturmalarının, ertelenemez tarihi sorumlulukları gereği olduğunu, bu vesileyle bir kez daha önemle yinelemiş olalım.
Kendi açımdan sorunun belli boyutlarını, (Temmuz’un son haftası içinde, üç bölüm olarak, artarda bloğumda okurla buluşacak olan) “Bugün Açısından Devrimci Siyasal Mücadelenin Toplumsal Dinamikleri Nelerdir?” başlıklı makalemde ele alıp, bazı yanıtlarını oluşturmuştuysam da ancak çok bileşenli böylesi bir sorunu, tüm yönleriyle tek bir kısa makalede işlemek, öyle pek de mümkün olmadığından, tekrar tekrar ele alıp işleme ihtiyacı oluşuyor.
Ziya Ulusoy’un Özgür Yeni Politika gazetesinin 22 Haziran tarihli sayısında yer alan “İşçi Hareketi Nasıl Güçlenebilir?” ve keza Ergin Yıldızoğlu’nun Sendika Org. tarafından paylaşılan aynı tarihli, “Uygarlık Projesinden, Faşist Üretme Çiftliğine.” başlıklı yazıları, bu soruna bir kez daha dikkat çekme gereği oluşturdu.
Ziya Ulusoy sorunu özetle: “Komünist ve devrimci hareket, işçi sınıfı içinde çalışmayı temel alır, işçi sınıfı hareketini faşizmle, kapitalizmle mücadelede devrimcileştirme bilinci ve pratiğiyle hareket eder, kadrolarına deneyim kazandırırsa, bu görevini başarabilir. Kendisini ve işçi hareketini güçlendirebilir.” ve “Yeniden işçi sınıfı hareketiyle komünist ve devrimci öncünün birliğini kuşanmanın zamanı” şeklinde ele alıp sorgulamış.
Teorik olarak bu söylenenlerde elbette ki ciddi herhangi bir yanlışlık yok. Ancak bu kadarını söylemek, sosyal pratiğimizin de gösterdiği gibi; maalesef ki derde de deva olmuyor/olamıyor. Çünkü bu neviden söylemler, istisnasız, kendisini devrimci sol-sosyalist ve komünist addeden tüm “öncü” ve “önder” yapıların adeta “besmelesi” gibi, tekrarlana geliyor olmasına rağmen, bu mevcut olumsuz tablo yaşanıyor. Dolayısıyla da burada sorunun neden ve niçinlerinin daha farklı boyutlarda aranması gerekliliği ortaya çıkar. Özellikle de tüm o sıralanan şeylerin her birisi için; “AMA NASIL? HANGİ ‘SİHİRLİ’ SÖYLEMLERLE? HANGİ YOL, YÖNTEM VE MÜCADELE ARAÇLARIYLA BUNLARIN YAPILABİLMESİ, BİR TEMENNİ OLMAKTAN ÇIKARILIP, GERÇEĞE DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR? Vb. sorularının yanıtlarının oluşturulması gerekiyor. Aksi takdirde dolap beygirinin mekanik kısır döngüsünü kırıp aşmak, pek de mümkün olamayacak gibi. Muhtemelen Ziya Hoca belki de zaten bunu yapmayı tasarlıyordur da bilemiyorum.
Ergin Yıldızoğlu da ilgili makalesinde, sanki de biraz da Ziya Hocaya göndermede bulunurcasına, şunların altını çizmiş:
“… Geçmişte sol partileri, protesto hareketlerini, kadrolarıyla kitlesel enerjileriyle besleyen gençlerin bu kez, hemen tüm Avrupa ülkelerinde faşist hareketlere giderek daha çok yöneldiği görülüyor. (The Independent, Guarddin, Brussel Signal, Unheard)” şeklindeki bu tespiti paylaştıktan sonra, bu yönelimin nedenlerinden birinin de şu olduğuna işaret ediyor: “Sosyalist hareketin daha çok geçmişi çağıran (nostaljik-melankolik) söylem ve duyarlılıkları bir çıkış yolu, gençlere gelecek umudu sunmakta yetersiz kalıyor.” Dedikten sonra, bir kıyaslama yaparak: “Bunlara karşın faşist hareket özellikle (…) ‘ulusal onur- gelenek, dayanışma’, ‘ırksal saflık’, seçkinlere düşmanlık gibi fantastik de olsa, kolay anlaşılabilir cevaplar ve seçenekler öneriyor.”
Burada anlatılmak istenenin ne olduğu son derece açık ve de anlaşılır olduğundan; sonucu özetle şöyle bağlamak mümkün: Kuşkusuz ki sorunun bir nedeni de söylemini, mücadele yol ve araçlarını, örgütsel mekanizmalarını ve kadrolarının zihinsel dünyalarını anın gerçekliğine uyduramamış olma tutumuyla, kendisini, hani denir ya “zamanın ruhuna” uygun olarak yeniden ve daha ileri bir düzeyde üretememiş olmasıdır. Ve aslında bunun kendisi de başlı başına bir başka SORUNDUR!
Halil Gündoğan
Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar
Diktatörler gölgelerinden korkarlar
Tarihin en büyük korkakları hiç şüphesiz diktatörlerdir. Çünkü onların dostları olmaz, yalakaları olur. Yalakaları ise diktatör zayıfladığı anda onu arkadan vurabilecek tipte kişiliklerdir. Bu nedenle diktatör, en yakın yalakasına da güvenmez.
Diktatörler, gölgelerinden korkarlar. Gölgelerinin dahi kendisini takip ettiğinden, her an eline bir silah ya da bıçak alıp kendini arkadan vuracağını sanırlar. Bu nedenle, Gölgesinin serbest kalmasına asla müsade etmez. Kendi gölgesinin üstünde de koruma gezdirir.
Genel seçimlerde oylar HDP'ye
Genel seçimlerin yarattığı hareketlenmenin gündemde başat rol oynadı ve kitlelerin politikaya ilgisinin daha da boyutlandığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Politik bir yapı olarak, halkımızın gündemini giderek daha fazla kaplayacak olan parlamento seçimleriyle nasıl ilişkileneceğimizi, bu kapsamdaki hedeflerimizi, mücadele araçlarımızı ve bunlara bağlı olarak ittifaklarımızı belirlememiz ve zaman kaybetmeden çalışmalara başlamamız gerekmektedir.
Yaşar Kemal'in ardından: Ali Murad’a “Emmim” der :Nazar Büyüm
Galiba 1964. Belki ’65. Beyazıt’taki Marmara Sineması’nda TİP gecesi var. Sahne balonlarla süslenmiş. Sıra onda, konuşma sırası, Yaşar Kemal’de. Sahneye çıktı, bir iki söz söyledikten sonra, eline yeşil bir balon geçirdi. “Bu işte kapitalizmin, burjuvazinin balonu! O balonu söndüreceğiz!” diyerek balonu çimdiklemeye başladı. Ne yapsa patlamıyor lanet balon. Uğraş, didin, sonunda gümledi. “İşte görüyorsunuz, kolay değil kapitalizmin balonunu patlatmak,” gibi sözlerle bu zorlu uğraşı açıklamaya girişti.
RAF artık müzede: Selami İnce
Avrupa 68 isyanını başlatan olaylardan biri de Almanya’da bir öğrenci liderinin polis tarafından vurulmasıydı. İşte o öğrenciyi vuran polis sessiz sedasız eceliyle öldü. Ölümün hatırlattıkları ve kısa bir tarihe yolculuk…
Daima yaşayacaktır,ismiyle müsema YAŞAR KEMAL
“Bir sis çanı gibi gecenin içinde Ta gün ışıyıncaya kadar Vakur metin sade Çalacaksın...”[1]
1923’te hayata “Merhaba” diyen koca çınar Yaşar Kemal, Anadolu, Ermenistan ve Kürdistan’ın köklerinden beslenen gerçekleri gerisinde bırakarak ayrıldı aramızdan.
Yaşamı boyunca emekten, isyandan, insan(lık)a ait güzellikten yana mücadelesiyle onurun, onurlu duruşun ne olduğunu hepimize öğreten O; sözcüklerin gizemine sevdalı bir sosyalistti!
Özgürlük aşkı – Kurt ve Köpek Hikayesi
Köpek kardeş köyde sahibiyle birlikte, ona hizmette bulunarak yaşarmış. Efendisi ne verirse yer, malını-mülkünü ve de efendisinin kapısını Kurt’tan Kuş’tan korurmuş. Kurt ile köpeğin bu enteresan hikâyesini birçoğumuz biliriz. Anlayanların bu hikâyeden büyük dersler çıkaracağını, beni anlayacağını umut ediyorum.
Yezidlere karşı Pir Sultan’ın partisine!---ERGİN DOĞRU
Alevi hareketinin içerisinde bulunduğu durumu yorumlamak, analiz etmek hepimize düşen bir görevdir. Güçlü bir Alevi hareketinin Türkiye'de özgürlüklerin gelişimine sunacağı katkı göz önüne alındığında bu görevin aciliyeti ve önemi de anlaşılmaktadır.
Neden siyasete atıldım – Günay Aslan
Önceki gün çocukken tozlu sokaklarında bilye oynadığım, gençken geniş bahçeli cumbalı evlerin duvarlarına, ‘kahrolsun sömürgecilik yaşasın özgürlük’ sloganları yazdığım, bir dönem arzuhalcilik, sonra gazetecilik yaptığım; gazetecilik yaptığım için kaçmak zorunda kaldığım aşkın kenti Van’da bir basın toplantısı düzenledim.
Basın toplantısına kentin kadim halklarından ve inançlarından Ermeniler, Asuri Süryaniler, Yahudiler ve Êzîdîler dışındaki herkes katılmıştı.
Birleşik Haziran Hareketi, Seçimler ve HDP /Demir Küçükaydın
Birleşik Haziran Hareketi (http://birlesikhaziranhareketi.org/) diye bir girişim veya ittifak var. Bir de epeyce aydın ve sosyalistin girişimcisi ve destekçisi olduğu “AKP diktatörlüğüne “dur” demek için seçimlerde HDP-CHP-BHH bloğu” isteyen bir girişim var (https://www.facebook.com/events/499267203544698).
Hastalıklı toplumun hasta insanları…/ Fikret Başkaya
Artık Türkiye tam bir şiddet sarmalına hapsolmuş durumda: Polis şiddeti, subay şiddeti, öğretmen şiddeti, müdür şiddeti, erkek şiddeti, koca şiddeti, baba şiddeti, siyasetçi şiddeti, esnaf şiddeti (AKP esnafı tarafından hunharca katledilenleri hatırlayın) dinci yobaz şiddeti, işveren şiddeti, ekonomik şiddet, trafik şiddeti, mahalle şiddeti, medya şiddeti, rektör şiddeti, dekan şiddeti, “özel güvenlikçi” şiddeti, insanların doğal çevreye uyguladığı şiddet… Bu kadar şiddete maruz bir toplumda ve ortamda hala sağlıklı insana rastlamak ne kadar mümkün?
TKP/ML TİKKO Kobanê Komitesi
MLKP savaşçısı Alişer Dersim’i kavgamızda yaşatacağız
“Onlar ki, yürekleri avuçlarında Tasasız, Ve tereddütsüz yürüdüler mayınlı yollarda Genç, Körpe Tomurcuk tazeliklerini akıttılar Şorul şorul, cömertçe, Yüzümüzün kederi dağılsın diye…”
DAİŞ çetelerinin Kobane’ye saldırılarının başlamasının ardından partisi MLKP’nin çağrısıyla direnişe ortak olan Alişer Dersim (Emre Aslan) yoldaş 24 Şubat’ta çetelerle girdiği çatışmalarda şehit düşerek ölümsüzler kervanına katıldı.