Bir Değersizlik Sistemi Olarak Kapitalizm Ve Kriz-2
Günümüz Krizin Göstergeleri
Burjuva ekonomisi, bir krizi atlatır atlatmaz ikinci bir krizin kapısını aralıyor. 2008 krizi atlatılırken 2020’nin krizinin olgunlaşması 2015’te başladı ve bugün durgunluk olarak adlandırdıkları seviyeye geldi. Piyasalar 2015 yılından itibaren daralmaya ve aşırı birikmiş sermayeye pazarlar dar gelmeye başladı. Bu tarihten itibaren uluslararası doğrudan yatırım (UDY) düşmeye başlamıştır. UNCTAD[1] verilerine göre dünya UDY’ı 2015 yılında 1 trilyon 76 milyara USD dolara çıkmıştır. Ancak bu, 2007 yılı tepe noktasından %13,5 daha azdır. 2018 yılında ise dünya toplam UDY’ın tutarı ise 1.297 milyar USD inmiştir.
2007’de UDY’nin toplam tutarı 2.147 milyar USD iken, krizin başlangıç yılı olarak kabul edilen 2008 ylında ise UDY rakamları 1.858 milyar (bir önceki yıla göre %13,5 az) USD düşmüştür.
Burjuvazi için bugün dünden daha da kabusludur. Toplam sermaye yatırımlarında bir önceki yıla göre %13 düşüş vardır.
Örneğin, gelişmiş ekonomiler olarak kabul edilen AB, ABD-Kanada, Japonya gibi ülkelerde UDY girişindeki düşüş %27 olurken, AB”de ise bu daha da büyük bir çukur açmış gözüküyor. Düşüş % 55 civarında. 2018 yılında sadece Afrika ülkelerine sermaye akışında bir önceki yıla göre %11 kadar bir artış olmuştur. Ancak, sermayenin merkezi olan ABD, Kanada ve AB’nin ileri gelen emperyalist ülkelerine sermaye giriş ve çıkışlarında ise büyük bir düşüş vardır.[2]
Burada bir hatırlatma yapalım. AKP’nin ilk on 15 yılı içinde “şanslı” sayılması, uluslararası sermeye (yabancı para) girişlerinin fazla olmasına bağlanır. Bu doğrudur. Emperyalist sermaye büyümek için yeni pazarlar arar ve yerleştiği pazarlarda semaye birikimini artırır. Ancak, sermayenin geldiği ülkelerin burjuvazisi de bundan önemli bir pay alır. “Sıcak para” olarak adlandırılan sermaye girişlerinin artması uluslararası ve yerli burjuvazinin yüzünün güldürür. Ama sadece bir süreliğine. Sermayenin denizinin bittiği bir noktada vardır ve o kaçınılmaz olarak (kriz) gelir ve kapıyı çalar. Çanlar o zaman burjuvazi için çalar. Pazarlar daralmıştır, kar oranında düşme eğilimi yasası işlemeye devam etmektedir. Aşırı sermaye üretimi kendine yeni pazar bulamaz ve kriz –postacının tersine- burjuvazinin kapısını bir kere ve gürültülü bir şekilde çalar ve birikimlerin büyük bir bölümünü değersizleştirerek adeta çöpe atarak imha eder ve bu onun için –iradesi dışında- kaçınılmaz bir eylem biçimidir.
Ekonomik krizin Türkiye ve Arjantin’de sürmesine karşın, diğer emperyalist ülkelerde de durgunluk başlamış durumdadır. Bu net. Bunu bütün emperyalist ülkelerin sermaye ve hükümet çevreleri[3] doğruluyor. Örneğin Almanya’nın GSYİH (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla)’sında bir önceki çeyreğe göre % -0,1 ( eksibinde bir) (Nisan, Mayıs, Haziran 2019 aylarını kapsayan 2. Çeyrek) daralma var. Alman hükümeti, 2019 yılı için büyüme tahminlerini %0,5’e çekmişti. Buna rağmen bir düşüş söz konusu. Ve Alman burjuva ekonomi çevreleri, 3. Çeyrekte de aynı oranda büyüme beklediklerini açıkladılar.
AB’nin sürükleyici ülkelerin başında gelen Alman emperyalist ekonomisinin hali bu iken, diğer ülkelerde ise durumlar daha sarsıcı olacaktır. Özellikle Brexit olayı ve anlaşmasız sonucu bağlanması halinde durgunluğu zamanından önce krize dönüştürme potansiyeli taşımaktadır.[4]
Öbür yandan, IMF ve OECD’den sonra, Dünya Bankası (DB) Haziran ayında açıkladığı raporda, “küresel büyümenin zayıfladığını” kabul etmişti.[5] Ve emperyalist sermaye çevrelerinin sözcüleri, “belirsizliklerin beklenenden daha büyük” olduğunu yarım ağızla açıklamak zorunda kalmışlardır.
Ve hemen hemen bütün ülkelerde otomobil üretiminde büyük düşü (%7 kadar) var ve işten çıkarmalarla durgunluğu atlatmaya ve krizi karşılamaya hazırlanıyorlar. Bu yılın (2019) ilk yarısında “karlarının düştüğünü ve ikinci yarıda da kar umutları olmadığını” açıklayan Alman lastik tekeli ve otomotiv tedarikcisi Continetal, dünyanın çeşitli ülkelerindeki 32 iş yerinden 9’unu kapatacağını açıklamış. Continental’ın dünya çapındaki pazarı bir önceki yıla göre %9 daralma var. Diğer ülkelerdeki iş yerlerinde işçi çıkardıklarını Continental’ın finans sorumlusu açıklıyor.
Continental’ın 2018’in 2. Çeyreğinde 822,1 milyon Avro kar elde ederken, 2019 2. Çeyreğinde 484,8 milyon Avro kar etmiş. Yani, karı yarı yarıya düşmüş. [6]
Sanayi sektöründeki bu gerileme, finans sektörünü etkilememesi düşünülemez. Durgunluğu geçip krize doğru pupa yelken aşmış kapitalist ekonominin tüm sektörleri paniklemiş durumdadır. Borsların düşüşü, kredi hacimlerinin gerilemesi, birbirinden bağımsız olmayan bütün kapitalist ekonominin sektörlerinin kapısını kriz çalmıştır.
Alman emperyalizminin uluslararası dev tekellerin içine girdiği “durgunluk”, diğer emperyalist tekeller içinde birer göstergedir. Bir çok büyük tekel –örneğin Schaeffler-Gruppe- (Otomobil tekelleri başta olmak üzere), haftalık çalışma saatlerini kısaltmaya gidiyor. Bunun anlamı, işçilerin daha az ücret alması demektir. Bazı yerlerde ise çalışma saati yarı yarıya indiriliyor. Toplu işten atmalar daha büyük tepki çektiğinden, kısa süreli (kurzarbeit) çalışma modelini devreye sokuyorlar ve hükümetten bu konuda açık destek alıyorlar. Deutsche Bank, uluslararası çapta 18 bin işçiyi kapı dışarı bırakacağını açıkladı. Ve diğer tekellerde teker teker açaıklamaya başladı.
“Üretimdeki durgunluk, işçi sınıfının bir kısmını işsiz bırakır ve böylece çalışan kısmını, ücretlerin ortalamanın altına düşmesine boyun eğecek bir duruma sokar. Bunun sermaye üzerindeki etkisi, tıpkı, ortalama ücretlerde nispi ya da mutlak artı-değerde bir artma olduğu zaman yaptığı etki gibidir.”[7]
Bu sadece otomobil sektörü ve onunla bağlantılı tekelerde değil, diğer tekellerde aynı durumla karşı karşıya. Otomobil, demir çelik ve inşaat sektörlerinde görülen daralma finans-mali sermaye çevreleride uzun zamandır bir panikleme vardı ve bu panik fırtınaya dönüşeceğe benziyor. Burjuvazi, kriz yok diyor, ama kriz önlemleri alıyor.
Uluslararası sermaye çevreleri için önemli yatırım alanları, AB -öncelikli olarak, Almanya, Fransa, italya- (İngiltere dahil), Çin, Kuzey Amerika (ABD-Kanada) ve Japonya’dır. Uluslar arası sermayenin en fazla döndüğü ve elbette olduğu –yatırım yaptığı- ülkelerdir. Buralardaki gerilemeler, diğer ülkelere daha fazlasıyla yansımaktadır. Bu ülke ekonomilerindeki binde birlik bir gerileme, genelde sarsıcı bir hal alabilliyor. Bu nedenle de Alman emperyalist ekonomisindeki binde birlik bir gerileme, iharacattaki düşüş, diğer AB ülkelerini olumsuz yönde etkileyeceği gibi, diğer kapitalist ülkeleride etkileyecektir.
AB, ABD ve Çin arasındaki ticaret, dünya toplam ticaretin %40’ını oluşturuyor. Buradaki küçük bir duraklama, gerileme, bütün kapitalist sistemi kasırgaya yakalatabilme kapasitesine sahiptir. Emperyalist ekonomik zincirlerin daha sıkı bir şekilde birbirine bağlandığı bir süreçte, bu bölgelerdeki gerilemenin emperyalist dünya ekonomisi üzerinde sarsıcı etkisinin olmaması düşünülemez. Bütün sermaye çevrelerinin korkusu da bu. Ancak, kapitalist üretim biçiminin karakteristiği gereği, gelişmeler onların iradesi dışındadır.
Diğer bir gösterge ise, 2008 yılında borçlar GSMH’nın %15’ine tekabül ederken, bugün %50’ne[8] tekabül etmektedir. Yani, bütün ülkeler kredi faizlerinin ucuzladığı bir süreçte borçlanıp (sermaye için pazarların genişlediği dönem) 2015’ten beri gerileyen sermaye yatırımları, ülkeler, artık borcu borçla ödeyemez duruma gelmişlerdir.
Örneğin ABD’nin borcu 22 trilyon ABD dolarını aşmıştır. Yani, GSMH’nın %105 kadar borcu vardır. Yine en borçlu ülkelerden biri de Japonya’dır ve borcu 12,2 trilyon ABD doları ve GSMH’nın %237,12 kadardır. Çin’in borcu ise 7,2 trilyon ABD dolar ve GSMH’nın %51,2 kadardır.[9] Bunlar 2018 kamu borç rakamlarıdır. Şirketlerin borcu ise bu rakamların dışındadır.
Hemen hemen tüm emperyalist üllkelerin iç ve dış borçları GSMH’nın yarısından fazladır. Başta ABD, Japonya olmak üzere bir çok emperyalist ülke karşılıksız para basıyor. Ünlü finans spekülatorlarından Jim Roges, daha bu yılın başında ABD’nin son on yıl içinde bastığı para miktarını %500 artırdığını söylemişti.[10] Para basmak iç pazarı bir süreliğine genişletebilir, ama peşinden yine bir daralma gelecektir. Çünkü basılan paranın iç piyasada maddi karşılığı yoktur.
ABD Emperyalizmi İçe Mi Kapanıyor ?
Dış pazarlar daralınca içe dönme olgusu pek gerçekçi olmasa da kısmi olarak böyle bir eğilim söz konusudur. Ancak, kapitalist ekonominin geldiği aşama itibariyle böyle bir eğilimin mutlak olması söz konusu olamaz. Bu tür uygulamalar diğer rakiplere karşı geçici bir önlem olarak baş vurulsa da, kapitalist ekonomiler için gerçekci değildir. Uluslararasılaşmış kapitalist ekonominin içe dönmesi, sınırları bütünüyle yüksek vergi duvarlarıyla kaptmalarına yürülükte olan ekonomi-politiğin sınırları dışına çıkmaktır ki, bu da kapitalist ekonomi olmaktan çıkar, başak bir şeye dönüşür. Toplumsal yapıların geldiği aşama açısından kapitalizm ile sosyalizm arasında üçüncü bir ara aşama yoktur. Bu nedenle kapitalist ekonomi-politiğin ulusal çitler arakasına gizlenme olasılığıda esasta kalmamıştır. Çünkü emperyalist tekeller iç pazarlarla yetinemez ve emperyalist ekonomi uluslar arası ekonomi olduğu gibi, üretimde uluslararasılaşmıştır. Bunun geriye dönüşü olası değildir.
ABD’nin Çin ve AB ülkelerinden gelen mallara yüksek vergi koyması ya da koymaya çalışması, AB ve Çin mallarının iç pazarı işgal etmelerine karşı bir tedbirdir. ABD ticaret bakanlığının açıklamasına göre (Mart 2019) ABD’nin dış ticaret açığı bir önceki yıla (2017) %12,5 açık vererek 621 milyar ABD dolarına çıktı. İşte bu açığı biraz azaltama çabaları, ticaret savaşlarının kaynağı olarak görülüyor.
ABD, Çin’e 100 milyar dolar ihracat yaparken Çin’den 500 milyar dolar ithlat yapıyor. AB-ABD arası ticaret, AB lehine ve ABD aleyhine 140 milyar ABD doları fazlalık veriyor. Yani, Çin ve AB tekelleri ABD’nin iç pazarını kuşatmış durumdadırlar. Evet ABD iç pazarı oldukça (20 trilyon ABD doları aşkın) büyük bir pazar olmasına karşın, ABD tekelleri bu kuşatmayı zayıflatmak, ithalatı kısıp ihracatı artırmak istiyor. ABD emperyalizminin ithalat ürünlerine ek vergiler getirmesinin nedeni bu. O yeniden “First America” olmak istiyor, ancak, gelinen aşamda bu olası gözükmüyor. Gerileme devam edecek. ABD’nin, dünyanın çeliğinin (%49) yarısını üreten Çin emperyalizmini eski yerine geri gönderecek gücü yok.
Öte yandan, ABD, Çin ve AB mallarına ek vergi getirdiğinde, kendisi de rakip ülkelerde aynı yüksek ek verigilerle karşılaşacaktır. İç pazarı genişleteyim derken dış pazarda iyice bir daralma olacaktır. Ve ekonomik kriz daha sarsıcı olacaktır.
Kısacası, ABD dış kapılarını yüksek gümrük duvarlarıyla öremez ve bu Meksika sınırına yüksek duvar örmeye benzemez. Bu duvar bile yoksulların ABD’e geçişini önleyemiyor.
AB birliği (28 ülke) ABD’ye toplam ihracatı (2018) 406,4 milyar ABD doları iken, aynı yıl için toplam ithalatı 267 milyar ABD doları kadar.[11] Örneğin AB’nin 2017 yılı itibariyle ABD’ydeki toplam yatırım tutarı 2 trilyon 569 milyar 200 milyonluk iken, ABD’nin ise AB’deki sermaye yatırımı tutarı ise yaklaşık 2 trilyon 184 milyar kadardır.[12]
ABD ticaret bakanlığının verilerine göre ise, ABD’nin karşı AB’nin ticaret açığı (ihracat-ithalat arasındaki fark) 169,3 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiş. Bu rakam 2017’e göre %11,8 artmış, 2008’e göre ise %77 AB lehine bir fazlalık var.[13]
ABD dışarıya ne ihracatı ne de dışardan ithalatı önleyebilir. Ve dışardan ithalata yüksek vergilerin gelmesi, bütün emperyalist dünya ekonomisinin önünü tıkar ve salt bu nedenle bile ekonomik kriz kaçınılmaz olur. Ve emperyalist ekonomik sistem bu tür duvarları kaldıramaz. Emperyalist savaş tehlikesini artırıcı bir rol oynar ve oynamaktadır. Ayrıca ABD emperyalizmin ekonomik yapısı (emperyalist-kapitalist) yapısı da böyle bir ilişki içinde kendini varedemez. Savaş dönemlerinde bile tekellerin “düşman” tarafla ticaret yapmasını öneleyemeyen kapitalizmin, göreceli “barış” döneminde önleyebilmesi zor olmaktan öte gerçekçi değildir.
ABD, başta Çin olmak üzere AB gibi emperyalist blok ve emperyalist ülkelerin ABD’ne ihracatlarını kısıtlamakla tehdit ediyor. Yüksek gümrük duvarları ile kısmen kıstılanma olasılığı olmasına karşın, yukarıda söylediğim gibi bu politikanın bumerang etkisi yaparak başta ABD’i vurması kaçınılmazdır.
Kapitalizmin emperyalizm çağına ulaştığı bir süreçte, kapitalist ülkelerin ve tek tek uluslararası tekellerin ulusal çitler içine kapanmalarının ekonomik yapısı yoktur. Bütün kapitalist ekonomiler emperyalist ekonominin birer parçası haline gelmiştir. Kapitalist zincirin bir yerden kopması ya da zayıflaması halinde, hepsini şu veya bu oranda etkileyecektir.Emperyalist ekonominin ve üretimin uluslararasılaşmasının diyalektiği budur.
Gelecek bölüm:
Kapitalist Ekonominin Marksist Kriz Teorisi
[1] UNCTAD (United Nations Conference on Trade Development- Birleşmiş Milletler Kalkınma Konferansı)
[2] Rakamlar, 2008, 2009 ve 2019 UNCTAD Raporundan alınmıştır.
[3] Alman Ekonomi Bakanı Peter Altmaier, “son verilerin alm verici olduğunu ve bir uyarı sinyali anlamına geldiğini” açıklamak zorunda kalmıştır. (DW, 14.08.2019)
[4] İngiliz burjuvazisi, anlaşmasız ya da anlaşmalı ayrılıkta büyük kayıpları olacaktır ve burjuvazi bunu şimdiden halkın sırtına yıkmanın politikasını yapıyor. “Çankırılı” Boris Johnson bu nedenle başbakan koltuğuna oturtuldu.
[5] www.euraactiv.de/5.06.2019
[6] www.automobilwoche.de/07.08.2019
[7] Marx, Kapital C.3, sf. 225, Sol Yayınları İkinci Baskı
[8] www.euractiv.de+/section/economie
[9] Statista.de 2018
[10] Gazete Duvar, 21.01.2019
[11] Eurostat.de
[12]www.ec.europa.eu/17.04.2019
[13] www.ustr.gov/contries-regions/europa
Not yazının 1ci bölümünü bu linkten okuyabilirsiz https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/bir-degersizlik-sistemi-olarak-kapitalizm-ve-kriz-1
Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar
Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri
Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.
Hesaplaşma mı? Kutlama mı?
Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.
TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.
Halka Nasıl Yaklaşacağız?
Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.
“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*
Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.
Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.
Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)
Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.
Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.
Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN
Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.
Üüüü.... üüüü....
Ya.... ya...
Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.
Hom... hom.. hom...
Bunlar... bunlar... daha çok....
Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.
Daha çok...
Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)
Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.
“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)
Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.
“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)
7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.
Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.
Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!
Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.
Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.
Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.
Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!