Bir Kutup Yıldızı, Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya….
18 Mayıs 1973 yılında Diyarbakır zindanlarında aylar süren işkencenin ardından katledilen 24 yaşında bir genç.
18 Mayıs 1973 gecesi katledilen bu genç “Türkiye Cumhuriyetini” temellerinden sarsacak ideolojik derinlik, politik yetkinlik, örgütsel duruş ve heyecanı çok tehlikeli düşünce ve yönelime sahip olması faşist devletin geleceği ve bekası için katledilmesi zorunlu bir gerekçe olarak görülmüştür.
18 Mayıs gecesi cansız bedeni soğuk beton üzerine serilen bu genç TKP-ML’nin kurucusu, Politik ve Teorik Kuramcısı, Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya olarak tarihe adını yazdırmıştı.
İ. Kaypakkaya fırtınalı bir okyanusta, beş mürettebat ile tamamlanmamış bir gemiye kumanda eden ve o dev dalgalara inat, yaşama karşı olan sorumlulukları, başarmaya olan inançları ve onu yenme cüret ve kararlılığını kuşanan Komünist bir pusuladır.
İ. Kaypakkaya bıçak sırtında fırtınalar içinde yürüyenlerin, inanç ve cüretle yoluna devam edenlerin, faşizme karşı hücrelerde, barikatlarda, sokaklarda, fabrikalarda ve dağ başlarında silah çatanların, sanatıyla gerçeği halka taşıyanların, kalemiyle devrimi yazanların ve o devrim hayalini gerçeğe taşıyanların ruhundaki heyecan olmuştur.
İ. Kaypakkaya bir manifestodur.
Bu manifesto 98 yıllık kesintisiz faşizmin hüküm sürdüğü bir coğrafyada onu yıkmanın teorik zemini, pratik yol göstericisi olmuştur. Devrimin yolunu işaret ederken bizzat o yolun uygulayıcısı olmuştur.
Faşizme karşı zoru örgütlemesi, silahlı mücadeleyi esas alması, Komünist Partisi ve ona bağlı bir silahlı ordunun önemini ortaya koyup onu hayata uygulaması bakımından tarihsel bir sorumluluğu yerine getirmiştir. İşçi-Köylü ittifakı ve Proleter ya diktatörlüğünü rehber alan duruşuyla Leninizmin Türkiye topraklarındaki öncü kurmayı olduğunu çok net ortaya koymuştur.
İ. Kaypakkaya faşist düzeni rahatsız etmekle sınırlı kalmaz. Düzen içine hapsedilmiş bir ütopyayı kabul etmez. Sistem ile barışık yaşayan sözde ‘komünistlerin’ demokrasi adı altında faşizmin restorasyonuna çanak tutanların, devrim adına devrimci mücadelenin altını oyanların sonunu görmeye ömrü yetmemiştir. Ancak Perinçek ve onun gibi karşı devrim sevdalılarının, sınıf uzlaşmacı partilerin ve sosyal şoven kulvarda koşanların, geldikleri noktayı yıllar önce bizlere anlatmış olması müthiş bir öngörüden sadece birkaçıdır.
İ. Kaypakkaya ideolojik olarak derin izler bırakan ve giderilmesi büyük emek ve zaman isteyen (Türkiye Devrimci Hareketi ve önderlerinin de etkisinde kurtulamadığı) Kemalizm ideolojisine karşı bir duruştur.
“En iyi Kemalist biziz” “Kemalizm sol ve ilericidir” “Kemalizm devrimciliktir” diyen 68.Devrimci önderlerine tezat o devrimci önderlerden dayak yeme pahasına Kemalizm faşizm olduğunu susmaz bir dille yazan ve haykıran Komünist önderdir.
Kemalistler kurdukları siyasi iktidarlarını sağlamlaştırmak için devlet yapılanmasında bazı reformlara gitmek zorunda kalmaları halifeliğin kaldırılması, seçim hakkı, parlamentonun varlığı, laiklik söylemi gibi kavramlar ve şekilsel değişimler Kemalizm’in sınıfsal karakteri olan Kemalist Diktatörlüğü’’ ortadan kaldırmamaktadır. Parlamento faşizmi gizlemenin bir örtüsü, laiklik ise Diyanet Kurumu aracılığıyla toplumun dini yargılarını devletin kullanımına sokulması İslam (Sunni) anlayışını tek din olarak kabul ettirmesi, diğer inançların asimile edilmesine dayanak oluşturması üzerine kurulmuştur.
Bu örtüyü bugün AKP olarak kullanılması bir devlet geleneğinin öğretisi ve devamı olarak görmek gerekir. AKP/MHP iktidarı esasen bu devlet geleneğinin ortaya çıkardığı ve büyüttüğü ideolojik-siyasi düşünce yapısının ürünüdür. Argümanlarını Kemalist devlet ideolojisi üzerinden uygular.
İ. Kaypakkaya tek ulus, tek bayrak, tek millet tek din anlayışının karşısında gerçek manada devrimci bir duruştur. Ezen ulus şovenizmine karşı ulusların kendi kaderini yani ayrılma hakkını esas alan ve ulusların tam hak eşitliğini kayıtsız koşulsuz kabul eden Komünist bir duruştur. Bu duruşun ve öngörünün bugün içinden geçilen koşullarda daha fazla tutulması gereken önemli politik argümanlardır. Kürt ve Türk ulusu arasındaki kardeşliğin temel garantörlüğüdür.
AKP/MHP iktidarı Kürt ve Ermeni düşmanlığı üzerinden var olmaya çalışan bir devlet gerçeğinin somut yansımasıdır. Bugün efendilerinden aldıkları onay ile emperyalist çıkarların kemik payında beslenen iktidar geçmişteki toplu katliamları aratmayacak hukuksuzluk ve ahlaksızlık içerisinde debelenmektedir.
Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan kurgu, toplumu böl parçala yönet sistematiğine dönüştürmüştür. Korkunç manada şovenizm pirim yapmaktadır. Buna karşı, diri ve canlı olan Kürt Ulusal bilincine saldırarak tasfiye etmek istiyor.
Bu diri hareket ve bilinç Türkiye Devrimci Hareketi(Özelde Kaypakkaya düşüncesiyle) bütünleşmemesi için uzak tutulmaya özel önem veriyor. Bu manada Kürt Ulusal hareketi etrafındaki devlet sistemiyle uyuşabilecek şahıs ve partilerin önü açılmaya çalışılıyor.
İşte böylesi bir süreçte Kaypakkaya’nın ulusal hareket ve çözümlerini kavramak, Türk devletini ve niteliğini anlamak, dost ve düşman olgusunu silikleştirmemek, ittifaklar politikası, devrimci radikal duruş gibi birçok noktada yolumuza ışık tutmaya devam ediyor.
İ. Kaypakkaya her şeyden önce çürümüş bu düzene karşı umutla ve kararlılıkla mücadele etmenin tarihsel haklılığıdır. Bu düzeni değiştirme cürreti gösterip yürüye bilenin elindeki siyasi pusulasıdır.
Umutsuzluğa, karamsarlığa ve yılgınlığa karşı dirençle ayakta durabilmenin sembolüdür. Faşizme karşı omuz omuza savaşmaktır. Her dilden isyanın ve özgürlüğün sloganını atmaktır. Beş ustanın ideolojik güzergâhında sebatla ilerlemektir.
Kaypakkaya 48.Yıldır anlatıldı. Anlatılmaya da devam edilecektir.
Son Haberler
Sayfalar
Yolsuzluk
2010 yılında Anayasa refarandumu onaylanması için Maltepe meydanında halka hitaben yaptığı konuşmada Başbakan R.T.Erdoğan şöyle diyordu '' merhum Menderes'lerin biz bu yola çıkarken kefenimizi de yanımıza aldık'' dedikleri gibi,''biz kefenimizi zaten yanımızda taşıyoruz'' sözlerini şaşkınlıkla dinledim.Bir başbakan vatandaşlarına ''nasıl böyle bir şey der'' diye düşündüm.Ne yapmış olabilir ki ''kefene'' gerek duyulsun.Bu sözün ne anlam taşıdığını bugün daha rahat anlayabiliyorum.
Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!
Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.
Hukuk Mu Dediniz?
Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)
Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.
“Zamanın ruh(suzluğ)u”na karşı İbrahim Kaypakkaya
“Geçmiş asla ölü değildir.Geçmiş, geçmiş bile değildir.”[1]
Postmodern vazgeçiş dört yanımızı kuşatmışken; çürüyen “zamanın ruh(suzluğ)u”na inat İbrahim Kaypakkaya hakkında yazmak, konuşmak çok önemlidir ve gereklidir…
Gereklidir çünkü gerçeklerin “unutuşa”, “suskunluğa” terk edilmek istendiği yalanın egemenliğinde, Mihail Yuryeviç Lermontov’un ‘Düşünce’ başlıklı şiirindeki, “Kaygıyla bakıyorum bizim kuşağa!/ Geleceği ya boş ya karanlık görünüyor...” dizeleri anımsamamak/ anımsatmamak elde değil…
Beşikçi ve Kürd resmi ideolojisi
Ömrünü Türk resmi ideolojisiyle mücadele etmekle geçirmiş,Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin kırk yıllık emektarı İsmail Hoca’nın Apocu resmi ideolojinin yeniden üretiminden ve propagandasından sorumlu Ferda Çetin üzerinden eleştiri adı altında saldırıya uğraması hazin olmanın ötesinde Kürdistan’da Kürdistanlıların iktidarından yana kesimlerle Türkiyelileşme sevdalısı entegrasyoncu kesimler arasındaki ideolojik cephe savaşının başlangıç düdüğü olma potansiyeline de sahiptir.
Edebiyatin Latin Cephesine kenar notlari[*]
“Adını değiştir,öykü seni anlatsın.”[1]
“Resmi payeleri hep reddettim. Legion d’honneur’ü de kabul etmemiştim. Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim hâlde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem,” vurgusuyla ekler Jean Paul Sartre:
Latin Amerika'dan barış süreçleri 'El Salvador’ örnegi
* Anlaşıldı:Savaş artık Barış demek.Öyleyse bundan böyle domuzlara at,kız çocuklarına erkek deyip geçelim...”[1]
El Salvador’da iç savaşın tarihi, 1970’li yıllarda, topraksız köylülerin, kent yoksullarının, işçilerin, öğrencilerin sokaklara dökülen muhalefeti karşısında ABD destekli ordunun kanlı operasyonlarına dayanır.
Kanlı parseller
Bugün 2014'ün ilk günü. Hastalar sağlık, yoksullar varlık, mahpuslar özgürlük, âşıklarsa kavuşmayı diler her yeni yılda. Ben nice hayaller kurarak binlerce yıl öncesine gittim yeni yılın bu ilk dakikalarında. Hayal bu ya, Tanrı ilk yarattığında dünyayı, sihirli bir değnekle dokunsaydı eğer hayatın zümrüt yeşili bahçelerine, atalarımız olan ilk insanlar cennet bir dünyaya açacaklardı hayretle gözlerini.
Muharrem Erbey'in suçu ne
Geçenlerde Diyarbakır cezaevine gidip bazı dostları ziyaret ettim. Uzun yıllardır tutuklu olan Senanik Öner, Hatip Dicle, Şırnak belediye başkanı Ramazan Uysal, Muharrem Erbey ve İdil belediye başkanı Resul Sadak'la kısıtlı bir zamanda da olsa hasret giderdim. Hepsi yıllardır hapiste; hapislik adeta yaşamlarının bir parçası haline gelmiş. Kendisini meselenin tarafı olarak gören mahkemeden herhangi bir beklentileri kalmamış, hukuk ve adalet duygularını haklı olarak yitirmişler. Rehin olarak içeride tutulduklarını düşünüyorlar.
Ecdat(iniz)in VukatU(lar)i[*]
“İşte bir sürü olay sana. Ve bir sürü soru.”[1]
Hepimize Stephen Hawking’in, “Bilginin en büyük düşmanı bilgisizlik değildir, bildiğini zannetmektir,” sözünü anımsatan bir “Ecdat” yaygarası aldı başını gidiyor…
Semih Gümüş’ün, “Tarihi anlar yaratamaz”; Giorgio Agamben’in, “Tarih asla anda yakalanamaz, sadece bütüncül süreç olarak yakalanabilir,”[2] uyarılarını kavrayamayan “ecdat körlüğü” dört yanı sarıp sarmalıyor…
Umutlarımızı Büyütüyoruz
“... komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek (revolutionieren), varolan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.”Marx-Engels