Birleşmeyin, Bölünün Ki, Adımlarınızın Sayısı Artsın(!)

Komünistlerin Birliği:
Marx ve Engels. “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” demişlerdi. Mao, “Bütün ülkelerin işçileri ve Ezilen halkları birleşiniz” diyerek, işçi sınıfının birliğinin yanına bir de ezilen halkların ve ezilen ulusların birliğinin ekleyerek, burjuvaziye karşı sınıf savaşımında daha fazla çoğalmamızı önerdi.
İşçi sınıfı ve ezilen halkların bölünerek çoğalmayacağını, proletaryanın bütün büyük öğretmenleri ve marksizmin klasikleri biliyordu ve önermelerinide bu doğrultuda yaptılar. Kendi eylemleri de bu yönde oldu.
Sınıflar arası mücadelede, aynıların aynı yerde, karşı safa karşı birleşmelerinin ve çoğalmalarının nedenleri çok nettir. Hiç bir teori ve politika bunun karşısında yerini alamaz. İşçi ve emekçi cephesini bölmek ve parçalamak düşmana has bir özelliktir. Aynı şekilde, işçi ve emekçilerde kendi karşıtlarını bölmek ve parçalamak için mücadele ederler, taktikler geliştirerek, sınıf savaşımında karşıtlara karşı üstün gelmeyi amaçlarlar. Birbirine karşı mücadele eden sınıfların politikalarında, dostları çoğaltmak düşman daraltmak vardır. Küçük burjuva devrimciliği ise, özellikle zor zamanlarda, düşman ile proletarya arasındaki çelişmelerin arttığı ya da burjuvazinin azgınca saldırdığı süreçlerde, bölünmeyi birliğe tercih edici politikaları öne çıkarırlar.
İster demokratik devrim ister sosyalist devrim öncelikli olsun, İşçi sınıfı, önderliğinde bütün devrimlerde, işçi sınıfı ezilen halkların birliğine özel bir önem verir. Devrimden yana olan kesimlerin büyük bir çoğunluğunu kazanmadan devrimin başarıya ulaşamayacağını bilir. 17 Ekim Devrimi öngünlerinde Bolşevikler’in durumunu ve taktiklerinin inceleyeneler bunu net olarak görürler. Bolşevikler, kitleler içinde ve sovyetlerde çoğunluğu ele geçirdiklerinde ayaklanma kararı alıyorlar. Daha önce değil. Daha önce ayaklanma isteyenleri Lenin “maceracı” olarak niteler ve çoğunluğun ayaklanmaya hazır olduğu bir anda ise, ayaklanmaya karşı çıkanları “devrim düşmanları” (Ziyonev ve Kamanev örneğinde olduğu gibi) olarak eleştirmekten geri durmaz.
Lenin, kitlelerin durumunu saati saatine izlerken, aynı şekilde öncünün, yani partinin durumunuda yakından inceler. Devrime önderlik edecek partinin güçlenmesini, ittifaklar yapamasını önerir. Ve bunu uygular. Troçkistelerle yapılan birlik bu anlayışın ürünüdür. Yine, Sosyalist Devrimciler’in sol kanadıyla yapılan birlikler ve ittifaklar bu anlayışın ürünüdür. Anarşistleri Bolşeviklerin önderliğindeki devrime katmak için yer yer verilen tavizler, devrimden yana olanları birleştirme çabalarıdır.
Lenin önderliğindeki Bolşevikler’in ta baştan itibaren parti birliği sorunu en temel sorunlardan biridir. Parti çelik disiplinli bir parti olmasının yanı sıra kitlesel bir yapıyada kavuşması gerekir. Parti, işçi sınıfı ve köylüler içinde (devrimin temel sınıfları arasında) kök salmalı, geniş örgütlenme ağlarına sahip olmalıdır. İşçi sınıfı adına hareket edip, ama işçi sınıfıyla güçlü bağı olmayan partiler çürümeye mahkumdur. Lenin bu temel ilkelerden hareket eder.
Bolşevikler, parti birliğine de çok değer verirler. 1903’ten 1912’e kadar, RSDİP içinde, esas olarak iki farklı akım (hizip) olarak varlıklarını sürdürürler. Bolşevikler 1912’de Prag Konferansı ile ayrı parti kurdular.
Hemen partide örgütsel kopuş olmamıştı. 3. kongreler ayrı ayrı yapılmıştı. 4 kongre birlikte yapılmıştı ama yürümemişti. Sonra menşevikler ile tekrar bir araya gelmenin ve birlikte yürümenin imkanlarının kalmadığına karar vererek Menşeviklerle her türlü bağlarını kopararak yeni tip parti (hizip ve gruplarla bağdaşmayan Leninist/bolşevik tipten bir parti) RSDİP(Bolşevik) olarak örgütlendiler.
Her ülkenin komünistlerin tarihi birbirine az çok benzese de, aynısı olmadığı ve olmayacağı da bir o kadar açıktır. Uluslararası komünist partilerin tarihi çok karmaşık ve zengin deneyimlerle doludur. İşçi sınıfı önderliğinde, burjuvaziden iktidarı alarak sosyalizmi ve nihayetinde komünizmi gerçekleştirmek, bu deneyimleri içselleştirmeyi de gerektiriyor.
ÇKP, AEP, Vietnam İşçi Partisi deneyimleri de oldukça öğreticidir. Özelliklede günümüzde Hindistan Komünist Partisi Maoist’in “birlik” tarihi, kendine komünist diyen herkese örnek olması gerekiyor. HKP(M)’in temelini atan HKP/ML-Halk Savaşı örgütüdür. Birbiriyle çatışan ve komünistleri birleştirmeyi başardı ve her yeni süreçte de yeni komünist grupları bünyesine katmanın mücadelesini veriyor. HKP(M), komünistlerin bölünüp/parçalanmasını değil, birliğini savunuyor ve bunu gerçekleştiriyor da. Bu birlikler, “sınıf uzlaşmacı” bir birlik olmayıp, MLM bir program ve ilkeler etrafında ilkeli birliklerdir. Hindistanlı komünistler “ne olursa ol yine gel” demiyorlar. “Marksist-Leninist-Maoist ilkeleri kabul edenler ve bunun savaşını verenler birleşmelidir” ilkesinden hareket ediyorlar. Ve bu konuda oldukça başarılı oldular ve HKP(M) önderliğinde Hindistan burjuvazisine karşı verilen savaşımı hayli ilerlettiler.
Burada HKP(M) tarihi bu yazının konusu değil. Ancak, HKP(M), Hindistan devleti tarafından “en tehlikeli örgüt” ilan edildi ve her alanda HKP(M) karşı savaş ilan edildi. HKP(M) ise her geçen gün büyüyor. Yani Delhi ve diğer eyaletlerde milyonları yürütebiliyorlar. Genel grevler ile hayatı felç edebiliyorlar. Bunu komünistlerin ilkeli birliklerine borçlular.
Kaypakkaya’nın TİİKP içindeki mücadeleside öğreticidir. O süreçte uzun sayılabilecek zaman içinde Kaypakkaya kendi görüşlerinin mücadelesini veriyor. TİİKP önderliğinin iflah olmazlığına ve o çizgiyle aynı yerde kalınamayacağı görüşüne varınca, yoldaşlarıyla birlikten o örgütten kopup yeni bir örgüt kuruyorlar. Hatta, Kaypakkaya, TİİKP’in yapacağı kongreye de katılmak istiyor. Ancak, TİİKP’in demokrat bir yapısı olmadığını bildiği için, (ve kendisini katletmeye yönelik planlarını da yaşadığından) kendi görüşlerini örgüt içinde daha geniş bir kesime ulaştıramayacağına karar verince, kongreye kadar beklemeyi uygun bulmuyor ve kendi görüşlerini temel alan bir örgütlenme yaratıyor.
Komünistler, Dağılmayı Değil, Birliği Esas Almalıdır:
Bazı ayrılıklar kaçınılmaz olur. Bolşevik-Menşevik, TİİKP/ TKP/ML gibi. Bazı ayrılıklar ise, birlikte yürünebilme ve birliği güçlendirme koşulları varken, gereksiz ve proletaryanın ve emekçilerin davasına zarar veren ayrılıklar yaşanır. Bugün yaşandığı gibi. Ya da geçmişte irili ufaklı ayrılıkların yaşanmış olması gibi.
Bir örgüt içinde ayrılıkları oluşturan teorik etmenlerin başında farklı çizgi sorunu gelir. Örgüt içinde tartışmalar sonucu, birbirinden farklı iki uzlaşmaz çizgi (ya da daha fazlası) oluşmuşsa, bunları bir arada tutan ilkelerde ortadan kalkmış olur. Ne kadar zorlanırsa zorlansın, bir arada yürümeleri ve hareketin gelişmesi önünde engel olmayı önleyemezler.
Böylesi ayrılıklar desteklenir. Bu tür ayrılıklara karşı çıkmanın bir anlamı da olmaz. Uzlaşmaz çizgilerin oluşması iradi müdahaleler ile ortadan kalkabilecek bir olgu değildir. Sınıf mücadelesinin seyri içinde ya dönüşür ya da değişmlere uğrayarak kendi mecrasını yaratır.
Örneğin, 1976 yılında yaşanan ayrılık. Çizgi ayrılığıydı. Ancak, örgüt içinde ciddi boyutta tartışılmadan gelişen bir ayrılık oldu. Sanki emirvaki gelişti. Oysa, farklı çizgiler örgüt içinde enine boyuna tartışılıp bir kongre ya da konferans ile yapılan iç tartışma sonuçlandırılabilseydi, ayrılan taraflar daha zengin deneyimler elde edebilirlerdi. Bu yapılamadı.Örgütün 45 yıllık tarihindeki ayrılıkları buraya almaya gerek yok. Buraya kadar verdiğimiz örneklerde, “son ayrılık”ın bunlara uymadığını, ne denli zorlanırsa zorlansın, “uydurulamadığı” ortaya çıkıyor. Daha önceki bazı “ayrılıklara” benzeşen yanları olabilir. Ancak, bir çizgi ayrılığı üzerine olmadığı ortaya çıkıyor.
Her şeyden önce tartışılan teorik konular yok. Yani, ayrılan tarafların birbirinden farklı oldukları teroik-siyasal tartışma ya da ilke yok. Çünkü kamuoyuna bu yönlü yansıyan bir tartışma yok. Bu tür tartışmalar olmadığı gibi, birbirini “hizip” ilan edenlerin çizgilerinde de bir ayrım söz konusu olmadığı ortaya çıkıyor.
Her iki tarafta Kaypakkaya’nın görüşlerine bağlı olduklarını söyledikleri gibi programatik görüşlere yönelik bir eleştiri ya da farklılıklarda ortaya koymuyorlar. Zaten her iki tarafta, özellikle de bir tarafı “hizip” ilan eden ve “merkezin” kendidisi olduğunu duyuran kesminde diğer tarafa “çizgi” eleştirisi yoktur. Ne var? “Disiplin”!
Birliğe ve böyle bir ayrılığa karşı çıkan ve parti içi demokrasinin işletilmesini savunan kesim ise, birliğin korunmasından yana gözüküyor. Parti içi sorunun demokratik mekanizmanın işletilerek çözülmesini istiyor. Bunları, kamuoyunu bilgilendirme açıklamalarında var.
Ortada bir çizgi sorunu ve uzlaşmaz bir çizgi (programatik görüşler temelinde) sorunu yoksa, “ayrılığın” anlamsızlığı da kendiliğinden ortaya çıkıyor. Yani, iki tarafın bir arada yürüyememesi için henüz dışa yansıyan hiç bir teorik sorun olmadığı ortaya çıkıyor. Ama, tüzük ve demokratik işleyiş sorunu var. Demek ki örgütsel ağırlıklı bir çizgi, ancak bu da henüz kamuoyuna açık yürütülmüyor. Bunun giderilmesi gerekiyor.
Böylesi durumlarda, bazı örgütsel avantajları kullanarak “irade”yi, bu iradeye kuşkuyla yaklaşanlara dikte etmek mi gerekiyor yoksa, demokratik işleyişi mi harekete geçirmek gerekiyor?
Örgütsel birlik sorunu olan, örgütün bölünmesinden rahatsızlık duyacak sorumluluk sahibi örgüt üyelerinin, kayıtsız şartsız ve tereddütsüz yapması gereken, demokratik işleyişin yerine getirilerek, örgütsel nedenlerle bunalım yaşayan örgütün bunalımını çözmek ve bunalımı sağlam bir birliğe dönüştürmek olmalıdır.
Örgüt içi demokrasi, en temel ilkelerden biridir. Bu yoksa ya da zaafa uğramışsa, orada sağlam bir yoldaşça güven ve birliğin oluşması bir yana, sağlam olan hiç bir şeyde olmaz. Savunduğu görüşler ne denli doğru olursa olsun, çürüme örgütsel bünyeyi bütünüyle sarar.
Komünist partiler ya da komünist partilerin tüzüklerini kendi tüzükleri olarak kabul eden devrimci örgütlenmeler, örgüt içi demokratik merkeziyetçiliğe birinci dereceden önem vermek ve kolektif tarafından kabul edilen tüzüğe harfiyen uymak zorundadırlar. “Tüzüğün bir kerede olsa delinmesinden bir şey olmaz” dendiği yerde, ya da böyle düşünüldüğünde parti ve yoldaşlık ilişkilerini dinamitler, ortada güven bırakmayacağı için birlik olamaz. Ne demokrasi olur ne de merkeziyetçilik. Demokratik merkeziyetçilik ilkesi, merkeziyetçiliğin ağır basması, demokratik yanın ise birincisine göre tali durumda kalması anlamını da taşımaz. Demokrasi işletilmeden ve yerine getirilmeden güçlü bir merkeziyetçilik oluşturmak ve örgütü bir orkestra şefi gibi kusursuz yürütmenin de koşulları ortadan kalkar.
Ayrılıklar Kolay, Birlikler Zor Olur:
Uluslararası burjuvazinin yumruğunu yemiş devrimci bir yapılanmanın yapması gerekenler aslında çok basit: Bu darbenin bünyede yaratacağı tahribatları en aza indirmektir. Önderlik böylesi durumlarda kendini gösterir. Bu operasyonun nedenleri, niçinleri bütünüyle ortaya çıkarılıp, ona göre örgütsel tahribatlar giderilip onarma yolları öne çıkarılır. Burjuvazinin amacı, yapının birliğini bozmak olduğu çok net olarak ortaya çıkmıştır. Bunu görmemek ya da görmezden gelmek, devrimci sorumluluk bilinciyle doğrudan bağlantılıdır. Ve bu ayrılık, bu operasyonun ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Operasyonun neden yapıyı hedef aldığı, teorik-siyasal-örgütsel boyutları deşifre edilerek çözüm yolları aranır ve bu konuda örgütsel yapının zaafları açığa çıkarılıp onarılma yoluna gidilir. Söz konusu uluslararası saldırı dalgası, bireysel yetkileri öne çıkarmaz. Tersine demokratik iç işleyişi daha bir öne çıkarır, çıkarmalıdır.
Ancak, bunun böyle gelişmediği, geliştirilemediği ortaya çıkıyor. Son gelişmeler, kendiliğindenci ve keyfiyetçi çalışma tarzı ve örgütlenme anlayışının egemen olduğunu ve bunun terk edilmek istenmediğini ortaya koyuyor. Sorunda bu hastalıklı anlayışın kabul ettirilmek istenmesinden çıkıyor. Hastalıklı bünye, hastalıklı bir çalışma tarzı ve demokratik olmayan politik müdahalelere yanıt vermez. Tersine, yeni hastalıklar üretir ve çürümeyi derinleştirir.
Bu yazının amacı, bu durumun nedenlerinin teroik analizi(1) amaçlı olmadığından, varolan durum üzerinden hareket etmektedir. Ancak devrimci bir hareketin, kolayca çözümlenebilecek çelişmelerden dolayı bölünme yaşaması, bu harekete emeği geçen, emekçisi olan, yakın gönül bağı olan işçi ve emekçileri de üzmektedir.
Hele hele, sosyalist bir gazetenin bürosunu basarak onu işlemez hale getirmek devrimci bir yöntem olmadığını herkes kabul eder. Kendini “merkez” olarak kabul eden kesimlerde, daha önce başka devrimci örgütlerin dergi bürolarının basılmasını kınamış ve bu tür tavırların karşı-devrime hizmet ettiğini, halk içi çelişmelerin demokratik bir şekilde çözülmesini ve şiddet içermemesini yazmışlardır. Ne yazık ki, bu şiddet tavrı bile, birliğin değil ayrılığın öne çıkarıldığını göstergesi olarak ortada duruyor.
Sonuç olarak, aynıların aynı yerde ayrıların ayrı yerde olması doğaldır. Ama aynıları bölme ve zayıflatma girişimi komünistlerin tavrı olamaz. Çözüm, işletilmeyen demokratik işleyişi kusursuz ve kesintisiz bir şekilde, yapının tüzüğüne uygun olarak yaşama geçirmektir.
1 Bu konudaki bütünsel eleştiri ve düşüncelerim: “Tarihin Önünde Yürümek” adlı kitabımda yer almaktadır.

Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar

Süryani Soykırımı: SEYFO (Nubar OZANYAN )
Ortadoğu tarihin ve medeniyetin gizemleriyle doludur. Kadim halkların yurdu, uygarlıkların beşiği olan bu topraklar aynı zamanda en büyük kıyım ve kırımların da acımasızca yaşandığı coğrafyadır. Süryanilerin ataları tıpkı Ermeniler, Pontuslu Rumlar, Asuriler gibi büyük bir felakete uğradılar. Yaşadıkları topraklardan koparılan yüzbinlerce Süryani, tıpkı Ermeniler ve Pontuslu Rumlar gibi Osmanlı asker ve jandarması tarafından zorla ölüme sürüldü. Üzerinde yaşadıkları toprak, dağlar, vadiler, nehirler mezarları haline geldi.

Devrimci Kamuoyunun Bilgisine!
"KARANLIĞIN TANRILARI" FERMAN BUYURMUŞ: HALİL GÜNDOĞAN'IN SURATINA TÜKÜRMEK ÖNÜMÜZDE DURAN DEVRİMCİ GÖREV VE SORUMLULUĞUMUZDUR.
Halil Gündoğan
İsviçre/ Basel 1 Mayıs etkinliğinde ve ardından 24 Mayısta Zürich'te yaşananlara dair kaleme aldığım "provokasyon 'siyaseti' üzerine" ve "bir kez daha provokasyon 'siyaseti' üzerine" başlıklı iki yazım üzerine, belli bir odaktan yönlendirildiği açık olan, "sosyal-medya korsanları"nca, itibar cellatlığı yapılarak hakkımda kara propaganda başlatıldı.

Hatıra Değil, Hafızadır Çeliğe Su Veren(ler)[*]
Ve serüvenciler düşer bu yollara ancak
Onlar ki dünyanın son umudu
Soyları tükenen birer çılgındırlar
Ne bir adresleri vardı onların yeryüzünde
Ne de aşktan başka bir sığınakları
Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
Ölümle alay ederler sanki
Derler ki,

Muhammed Ohannes…(Nubar OZANYAN )
Muhammed Ohannes, Ermeni Soykırımı sonrası Deyr ez-Zor'da zorla Müslümanlığı kabul ederek yaşama hakkına sahip olmuş Ermeni bir annenin dördüncü nesil çocuğudur. Maratuk Dağı’ndan, Bingöl’ün zozanlarından inmek zorunda bırakılıp çöl kumlarına tutunarak yaşamaya çalışan on binlerce Ermeni anneden birinin umudu olmuştur.

Stefan Engel ile Röportaj
İdeolojik mücadeleyi güçlendirin!
REVOLUTIONÄRER WEG'in yazı kurulu yönetçisi Stefan Engel ile Burjuva İdeolojisinin ve Anti-Komünizmin Krizi kitabının yayınlanması vesilesiyle röportaj
Bu hafta, senin yönetimin altındaki yazı kurulunca oluşturulan Burjuva İdeolojisinin Krizi ve Anti-Komünizmin Krizi kitabı yayınlandı. Bu kitapta neler var, neleri içeriyor?

Yazma, Kafa Yorma…
Uzun bir süredir hemen her vesileyle altını çizdiğimiz hususlardan birisini, araştırma inceleme yönümüzün zayıflığı ve yazı yazma alışkanlığımızın olmayışı –ya da yeterince olmayışı– oluşturuyor.
Bir kafa yorma, dert edinme işi olan bu konudaki zafiyetimiz, ilgi derecemizin ne olduğu hakkında fikir vermektedir.
Durum bu konuda yeteneğimizin olup olmadığıyla alakalı değil. Zira biliniyor ki; araştırma ve yazma yeteneği, diğer pek çok olayda olduğu gibi pratikle edinilmekte, uğraş içine girmekle kazanılmaktadır.

Kevork Çavuş (Nubar OZANYAN )
Mayıs’ta, baharın ve yeşilin en canlı renklerini yaşanır. Mayıs aynı zamanda devrim ve özgürlükler uğruna canlarını feda edenlerin fazlasıyla dolu olduğu bir aydır. Her halkın özgürlük ve mücadele tarihinde sayısız kahraman ve isimsiz direnişçiler vardır. Bazıları sadece kendi halkı tarafından bilinir. Bazıları ise yeterince bilinmez. Başlarına gelen felaket ve acıları ifade edecek sözcüklerin henüz icat edilmediği bir halkın edilgen ya da boyun eğen kurbanlar olduğu yanılgısı her zaman yaşanabilir.

CIA’nın Anti-Komünist “Özgür Düşünceli” Entellektüelleri-3
Türkiye’de Anti-Komünist Paropagandanın Tarihi: “Bu Kış Komünizm Gelecek...”
Türkiye’de anti-komünizmin tarihi, Osmanlı’nın son 50 yılını da içine alacak şekilde uzanır. Ancak, bilinçli komünizm düşmanlığı 1920’de Mustafa Suphi önderliğinde Bakü’de 1920 yılında kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) kuruluşuyla başaladı dersek yanlış olmaz. Çünkü 1917 Rus Devrimi, bütün dünyada işçilere, köylülere, tüm ezilen ve sömürge uluslara kurtuluşun yolunu ve umudunu aşılarken, başta emperyalist burjuvazi olmak üzere tüm gericilere de korku salmıştır.

TKP-ML EB: Paris Komünü’nün 150. Yıldönümünde Bir Kez Daha!
“Saraylara savaş, kulübelere barış, yoksulluğa ve tembelliğe ölüm!”
Proleter devrimin ilk deneyimi olan Paris Komünü, nesiller boyu öğrenilebilecek paha biçilmez bir hazine bıraktı. Bugün, 150. yıldönümünde Komün’ün derslerinden ders almak son derece önemlidir. Çünkü Komün’ün dersleri MLM karşıtı tüm düşüncelere karşı mücadelede hala geçerli. Özellikle oportünizme ve revizyonizme karşı mücadelenin temel dayanaklarını Komün’ün ortaya çıkardığı ders ve deneyimlerde bulabiliriz.

Timsah Gözyaşlarının Arasında Devrime Olan İhtiyaç: Filistin
6 Mayıs 2021’de İsrail Yüksek Mahkemesi’nin Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesi’nde oturan Filistinli ailelerin evlerinden zorla çıkarılmasına karar vermesi üzerine başlayan protestoların ardından bir de Mescid-i Aksa’daki Filistinlilerle İsrail askerleri arasında başlayan çatışmalar beraberinde Filistinli direniş örgütlerinin İsrail devletine ültimatomunu getirdi.

BİR KEZ DAHA PROVAKASYON 'SİYASETİ' ÜZERİNE
1 Mayıs'ta İsviçre/Basel'de yaşananlar üzerinden; "Provakasyon 'siyaseti‘ne dair bir değerlendirme yazısı kaleme almış, ve Partizan/ Yeni Demokrasi mensubu küçük bir grubun provakatif yaklaşım ve tutumlarına dikkat çekmiş ve ilgili kurumun, mensubu olduğu bu kişiler hakkında gereğini yaparak kamuoyuna doyurucu bir açıklamada bulunacağına dair bir beklenti içinde olacağımı ifade etmiştim.