CHP bir alternatif değil AKP'nin sınıf kardeşidir!...
Kapitalist toplumda temel çelişki emek-sermaye arasındaki çelişkidir ve kapitalist toplum içerisindeki temel iki sınıftan burjuvazi ile proletaryanın ve bu iki sınıf menfaatine faaliyet yürüten en basitinden en karmaşığına bütün siyasi örgütlerin sınıf savaşının neresinde durduklarını belirleyen de bu çelişkidir. Elbette Türkiye toplumunun sosyo-ekonomik yapısına paralel, bu temel çelişkinin yanında başka çelişkiler de bulunur ve bu çelişkiler sınıf mücadelesinin dinamiklerini oluşturur.
Türkiye büyük burjuvazisinin siyasi temsil araçlarından birisi bugün AKP ise diğeri de ezelden beri CHP’dir. Dolayısıyla Türkiye’de sınıf savaşında AKP ile CHP arasında işçi sınıfı başta olmak üzere Kürt ulusuna ve çeşitli azınlık milliyetlere, Alevilere ve çeşitli azınlık inançlara, kadınlara, LGBTİ+’lara, doğaya ve çevreye karşı gösterecekleri tutum arasında temelden bir fark yoktur. Bu tür bir fark olduğuna inanmanın kendisi sınıf bilincinden ya da Marksist sınıf teorisinden uzak olmakla açıklanabilir.
Son dönemde ne yazık ki devrimci saflara da nüfuz eden “hele bir AKP gitsin de!” yaklaşımı oldukça problemlidir. Türkiye’de sınıf mücadelesinin devrimci örgütler tarafından yoğunlaştırıldığı tüm dönemlerde Türkiye hakim sınıfları tarafından iktidara getirilen CHP’nin iktidarı boyunca işçi sınıfı ve emekçi halka yönelik kitlesel katliamlar işlenmiş olması tesadüf değildir. Dersim, Ağrı, Zilan, Maraş, Sivas, Çorum, Sivas ’93, Gazi Mahallesi, Ulucanlar ve 19 Aralık Hapishaneler katliamlarının sözde sosyal-demokrat ama özünde faşist bir parti olan CHP döneminde işlenmiş olması dahi CHP’nin faşist kimliğine ilişkin önemli bir veri sunmaktadır.
Devrimci mücadelenin seyrinin gerilemesine bağlı olarak devrimci saflara da hakim olan kimi apolitik söylemlerin iddia ettiklerinin aksine ne CHP ne de Kılıçtaroğlu “siyaset bilmezliklerinden” değil; kendilerine verilen görevi yerine getirdikleri için AKP’nin şimdiye kadar can simidi olagelmiştir.
CHP öz itibariyle Türkiye komprador büyük burjuvazisinin bir kesiminin partisidir ve Türkiye işçi sınıfına, Ermeni Soykırımı, Kürt Sorunu, Alevi Sorunu konularında AKP’den farklı bir program ya da söyleme de sahip değildir. Bu durum, onun sınıfsal ilişkileri ve bu ilişkilere göre şekillenen karakteri gereğidir.
Kapitalist toplumda sınıfların ve onların temsilcilerinin davranışlarını belirleyen emek-sermaye çelişkisinde nerede durduklarıdır. Bu gerçeğe rağmen örneğin CHP gibi burjuva siyasi örgütünden işçi sınıfı ve emekçiler lehine siyaset yürütmesini beklemek ahmaklıktır.
Mao’nun deyimiyle bu tıpkı taştan civciv çıkması beklentisinde olmakla aynıdır: “Materyalist diyalektik görüşe göre, doğadaki başlıca değişmeler, doğadaki iç çelişkilerin gelişmesiyle olur. Toplumdaki başlıca değişmeler de toplumdaki iç çelişkilerin, yani üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişkilerin, sınıflar arasındaki çelişkilerin, yeni ile eski arasındaki çelişkilerin gelişmesiyle olur. Bu çelişkilerin gelişmesi, toplumu ileri iter ve eski toplumun yerine, yeni toplumun geçmesi süreci başlar. Materyalist diyalektik, dış nedenleri hiç hesaba katmaz mı? Elbette katar. Materyalist diyalektik, dış nedenleri değişmenin koşulu, iç nedenleri ise değişmenin temeli olarak görür. Dış nedenler, iç nedenlerin aracılığı ile etkili hale gelir. Uygun bir sıcaklıkta yumurta civcive dönüşür. Ama bir taşı civciv yapabilecek bir sıcaklık yoktur, çünkü bu iki şey, aslında farklıdır.” (Mao Zedong, Çelişki Üzerine İki Dünya Görüşü, Eriş Yayınları, s. 30-31)
CHP’nin sınıfsal karakteri onun bugüne kadar sadece devletin resmi güçleri ile ilişkili olmakla sınırlamadı; ama aynı zamanda kontrgerilla güçleri ile de farklı biçim ve boyutlarda ilişkili olmasına neden oldu.
Bir mafya liderinin itirafları ile yeniden gündeme gelen bu ilişkiler de göstermektedir ki; mesele sınıf düşmanlığı olduğunda bütün burjuva siyasi partileri aynı düşmanlık paydasında işçi sınıfına karşı bir araya gelmektedirler.
“CHP Demokrasi Getirmeyecek, Faşizmi Restore Edecek!”
Elbette CHP’nin de AKP ile çelişkileri ve bu çelişkilerden doğan muhalefeti söz konusudur ama bu iddia edildiği gibi “demokrasi”, “özgürlükler” adına değil; bütün ihalelerin AKP ile iltisaklı müteahhitlerce alınıyor olmasının verdiği bir kâr kavgasından doğan muhalefettir. Bu tür bir muhalefetin demokrasi mücadelesine katkı sunacağına inanan bir kişinin gerçekte demokrasi mücadelesinin ne olduğuna ilişkin bir fikri yoktur.
Önemli bir nokta; CHP, üzerinde yaratılan yanılsama nedeniyle Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinden ciddi bir destek almaktadır. Yönetiminin işçi sınıfına düşman olmasına karşın tabanının işçi sınıfından oluşması CHP’yi “çelişkinin kendisi” haline getirmektedir. Kimi gerçek anlamda demokrat parlamenterlerin olması ya da kimi bölgelerdeki yöneticilerin demokrat kişilikleri işçi sınıfından oluşan bir tabana sahip olmasının sonucudur ve burjuvazi için siyaset yapan üst yönetimle demokrat parlamenterler ve parti örgütleri arasında da bu çelişkinin farklı yansımaları görülmektedir.
CHP’nin işçi sınıfı ve emekçi halka düşman merkezi siyasetine karşın onun tabanının işçi sınıfına ve halka dayanıyor olması sınıf bilinçli proletaryanın bu partinin tabanını dikkate almasını koşullamaktadır. Bu zorunluluk AKP tabanı için de geçerlidir elbette.
Toparlayacak olursak; CHP’nin öz olarak AKP ile arasında fark yoktur. Faşizmin fraglı mı cüppeli mi olduğu öze değil biçime dair bir sorundur. Ancak CHP’nin sınıf düşmanı karakterini tespit etmek bizi bu partinin tabanını oluşturan kitlelerden uzak durmamıza neden olmamalıdır.
Mafya liderinin itirafları ile senelerdir dile getirilen “kontrgerillanın parlamentodan esnaf örgütlerine her yerde örgütlü olduğu” gerçeği, kontrgerillanın dahilinde olan biri tarafından tasdik edilmiş oldu. Özellikle basın içerisinde örgütlü kimi unsurlar aracılığıyla kontrgerillanın hesabına çalıştıkları farklı sermaye grupları lehine ihale takipçiliğinden, haraç almaya bir dizi pratiğin de parçası oldukları açığa saçıldı.
Son günlerde mafya liderinin açıklamaları ile AKP unsurlarının mafya ilişkilerinin ortalığa saçılması, burjuva siyasetinin ahlaksızlığının da tasdiklenmesi oldu. Kimi çelişkilerin şu aşamada bastırılamayacak durumda olması gerek itiraflarda bulunan mafya lideri üzerinden gerekse başka yenileri üzerinden AKP içerisindeki farklı sermaye gruplarının yaşadığı çelişkilerin ve bu grupların farklı mafya ilişkilerinin ortaya çıkacağını göstermektedir.
Faşizmin kirli ilişkilerinin daha doğrusu gerçek yüzünün açığa çıkması sonucunda, kendini yeniden restore etmesi için CHP öne çıkarılmaktadır. Mafya elebaşısı bile CHP’ye misyon biçmektedir. Bunun bir çözüm yolu olmadığı ortadadır.
Çünkü CHP “çökme ve katletme” rejiminin kurucu partisidir. AKP ile sınıf kardeşidir. Madalyonun diğer yüzüdür. Gerçek çözüm faşizme karşı birleşik devrimci mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)