Perşembe Kasım 7, 2024

Dogmatizmin Eksensiz Çukurunda Yön Aramak-2

MA’nin “ahlaklı” Düşman Ajanı NT’sinin Rolü Neydi?

Düşman, özellikle komünist ve devrimci örgütlenmelerin içine ajan sızdırmak için özel bir çaba harcar. Düşmanın bu davranış biçimi devrimci ve komünist örgütlenmeler için yadırganacak bir durum değildir. Düşman, “içeriye sızdırma” işini çok yönlü olarak yapar. Birincisi içerden kazanmak yoluna özel bir önem verir. İkincisi korkutarak, tehdit ederek ya da satın alarak yapar. Üçüncüsü ise kendi adamlarını örgütten birisiymiş gibi örgüte sızması yoluna gider. Teknik dinlemeler bunların dışındadır.

Düşman, bir örgüt içine sızarken sadece o örgüt hakkında bilgi alıp kontrol altına alma, darbe vurma ve etkisizleştirme yoluna başvurmaz, bunun yanısıra örgüt içinden kazandıklarını örgütün devrimci yönünü saptırmasına, karşı-devrimci çizgiyi devrimci bir çizgi gibi gösterilmesine ağırlık verir. Böylece devrimci çizgi ile karşı-devrimci çizgi içiçe sokulmaya ve örgütü devrimci niteliğinden saptırma yolunada başvurur.

Bunun TDH içinde olsun, PKK içinde olsun çok örnekleri vardır. Özellikle PKK’nın mücadele tarihi içinde yığınca örnek vardır ve PKK bunun önemli bir kesimini açığa çıkarmıştır. Bunları PKK kendi örgüt içi ve kamuoyu ile de paylaşmıştır.

NT, büyük ihtimalle örgüt içindeyken kazanılmış birisi ve görevi de örgüte doğrudan darbe vurma yerine, örgütün devrimci çizgisini bulanıklaştırarak karşı devrimci çizginin devrimci çizgi gibi algılanmasını ve kabul edilmesini sağlamaktı. NT, ilk başlarda örgüte darbe vurdurmuş (3. Konferans delegelerinin katledilmesi gibi) olabilir. Ama tepelere çıkmaya başlayıp ve örgüte kendini “lider” olarak kabul ettirdikten sonra, örgütün devrimci içeriğini boşaltma görevini yerine getirmiştir. Bunu da önemli ölçüde başarmıştı.

NT gibi ajan-provaktörlerin karşı-devrimci çizgisinin görülmesinin önündeki engel, küçük burjuva fokocu tarz, bir başka söylemle dogmatizm ve salt askeri bakış açısıydı. NT ve diğer ajan örgütlenmelerini o örgüt içinde yaşatan, derinlemesine örgüt içinde geliştiren bu ideolojik ve siyasal duruştu. Devrimci siyasetin dejenere edilmesi, karşı-devrimci siyasetin “devrimci” tarz gibi algılanmasının önünü açmıştı.

MA’nin, NT için şöyle bir “ılık tanımı” var:

“Ayrılıktan 2 yıl sonra kendini TKP(ML) olarak tanımlayan kanadın içinde, ‘düşman örgütlenmesinin birinci derecedeki sorumlusu’ olarak da ilan edilen ‘AK Kliği’nin başı, tüm kararlarda ve kararlara zemin oluşturan gelişmelere de tayin edici rolü olduğu bilinen NT adlı kişinin, bu süreci sofistike kurgulamadığına şüphe ile yaklaşmak, yaşanan gerçeklere şüphe düşürür bir yaklaşımdır ki, bu daha vahim bir görüntü verir.” (129, açYK)

“...tüm kararlarda ve kararlara zemin oluşturan gelişmelere de tayin edici rolü olduğu bilinen NT..” bu gerçeklik kabul edilecek ve ondan sonra da “parti birliği”, “ parti sekteri yetkisinin kullanmalıydı” vb. gibi, gerçeklerle örtüşmeyen, o koşullarda örgüt içi duruma ters olan ve örgütün nesnelliğini yok sayan öznelci bir yaklaşım. Ya da söylemiş olamak için söylenmiş boş bir söz. Hadi diyelim, “sekreter” yapmadı, ortada bir de “sekreter yardımcısı” vardı sahi. O neredeydi? Kimin yanındaydı? Hangi “birliğin çabası” içindeydi? O sevgili arkadaşımız AK kliğinin başı olan kişinin bir “düşman ajanı” olduğunu nasıl görememişti? Ve bunların ötesinde hangi tavrı ile NT’nin karşısında yer aldı? Örnekleri var mı acaba?

Burada kısa bir anekdot düşmekte yarar var. Belki o dönemler yayınlanmıştır. NT’nin “sekreter yardımcısını”na gönderdiği bir “not” vardı. NT’nin sekreter yardımcısına (SY) gönderdiği ültümatom üç-dört cümlelik (NT daha uzun yazı yazamazdı) ültümatomdu. Kısaca şöyleydi ve kelimesi kelimesine bu cümle vardı: “Çabuk çık gel, HH’nin uşağı olmuşsun.” NT bu notu; TKP/ML’nin merkezi kitle yayın organı olan İKK’da (İşçi Köylü Kurtuluşu), “küçük burjuva solculuğu” adlı (HH’nın kaleme aldığı) uzun bir yazının yayınlanmasının peşinden SY’na gönderdi. Çünkü o yazıda NT vari anlayış ve davranışlar eleştiriliyordu. Bir nevi örgüt içindeki “sol” gibi gözüken karşı-devrimci faaliyetlere varan anlayış ve davranışların ideolojik-siyasi ve sınıfsal kökleri ele alınıp irdeleniyordu. Bu yazyı SY’de onaylamıştı.1

(1) Bu yazı (1994 Mart ayı olabilir), küçük burjuva “sol”culuğunu anlatan ve onun ideolojik zaaflarını ortaya koyan bir içerikteydi ve oldukça da uzundu. İKK’nın hangi saysında yayınlandığını unuttum ve o yazıyı bir daha da görmedim. Bulunur okunursa yararlı olacağı kanısındayım.

HH ile Sekreter Yardımcısı (SY) arasında, sekreter yardımcısını aşağılayan bu “ültümatom” üzerine yaklaşık üç saat tartışıldı (1994 Nisan başları olabilir). Zaman zaman sert tartışmalar yaşandı. HH, SY’na; “gitme, gidersen örgüt bölünür” dedi. SY, ise, “gideceğim, NT’yi ikna edip geleceğim” diyordu. HH, “sen onu değil, o senin ikna eder ve bir daha da benim yanıma göndermez” dedi. SY, NT dururken HH’yi dinleyecek haliyi yoktu. Elbette gitti. NT bir Dabk kanadından bir kadroyu çağıracak ve o NT’nin dediğini yapmayacak? Görülmüş bir şey değildi. Bunu MA’nin “anlatıcı kahramanı” da çok iyi bilmesi gerekir diye düşünüyorum. Ama “görmemek görmekten daha iyidir” körebe oynama yöntemini seçmiş.

SY gitti ve bir daha da gelmedi. NT’nin izni olmadan gelemezdi. NT karşısında MK ve Parti üyeliğinden “istifa” eden birisinden irade beklemek saflık olur. HH bunları yazmadı. Ama burada yazayım. SY, gitmekle kalmadı, bir de NT’nin HH’ye telefonda lümpence küfürler etmesini sağladı. Ayrılığın ilk günlerinde gece bir köy evinde konaklarken evin telefonu çaldı ve evsahibi HH’yi SY’nın (ismini söyledi) çağırdığını söyledi. HH, “hani gelecektin ne oldu” cümlesini daha bitirmeden NT’nin sesi duyuldu ve bir daha SY hiç telefona gelmedi. NT, kendine yakışır küfürlerini sıraladı ve HH telefonu hemen kapattı. Sevgili SY arkadaşımız böyle birisiydi. NT karşısındaki duruşu buydu. 2

(2) Sevgili SY’nin önemli bir özelliği vardı. Buraya onu not düşmem gerekiyor. SY, Konferans kanadı kadroları ile beraberken (tabi ki, NT’nin olmadığı bir anda) NT’ye karşı “muhalif”ti. NT’nin olduğu yerde ise Konferans kanadına karşı muhalefet ederdi. NT, SY’nin bu özelliğini bildiği için onu yanına aldı. NT, SY’nin daha bir çok “özel”liğini biliyordu ve yerine göre kullanıma sürüyordu. Bu da NT’nin belirleyici bir özelliğiydi. Dabk kadrolarının açıkları NT’nin darcığındaydı ve yerine göre kullanıma sürüyordu. Bütün provakatörlerin vazgeçilmez özelliklerinden biridir. Bunun eğitimini almışlardır.

NT yokken çoğunun tavrı farklıydı. NT’ye karşıymış gibi duruş sergileyenler oluyordu. SY, bizimle beraberken NT’nin “sol sekter-yıkıcı” tavırlarından şikayetçiydi. Ancak NT’nin de olduğu toplantılarda parmaklar NT’nin istekleri doğrultusunda kalkıyordu. Bunun tersi örnek yoktu.

“Üç kitap okumak yeterlidir” diyen bir MK (Dabk kökenli) üyesi vardı. Birgün gelip HH’ye NT’yi şikayet etti. HH’de aynen şunları söylemişti ona: “O zaman toplantı yapalım, ama parmaklarını NT’yi onaylamak için kaldırmayacaksın” demişti. Ama her zaman parmağını NT’nin gözlerinin içine bakarak kaldırdı. Çok sonraları da “emperyalizmin ilerici rol oynadığını” keşfettiğini duydum. “Üç kitap”la ancak buraya ulaşılabilinirdi.3

(3) MA, „Kara Çete“ olayını da büyük olasılıkla zaman aşımına uğratmış olmalı. NT’nin öldürülmesinden sonra yiğit bir devrimci olan Mahmut ve yanındaki 4-5 devrimci katledildi. Ne adına, “Hizipçilik yaptığı” gerekçesiyle. Bunlar nedense görünmezden geliniyor. Bunları anımsatmamın nedeni, devrimci görülenler adeta düşmanlaşmıştı. Düşman çizgisi, doğrudan düşman ajanı olmayanlar üzerinde ciddi bir tahribat yaratmıştı. MA, bu devrimcileri katledenlerle aynı yalan çorbasına iştahla kaşık daldırırken geçmiş vijdanı hiç aklına geldi mi acaba?

Bir başka MK üyesi ise bir başka alemdi. Bir gün bir Dersim Bölge Komitesi Üyesi -Dabk kökenli- kadro gelip HH’ye, bir MK (Dabk kökenli) üyesini (NT’nin has adamlarından) şikayet etti. Yani eleştirdi. HH’de o MK üyesi ile konuştu. O da HH’yi gidip NT’ye “şikayet” etti. Bunun üzerine NT gelip HH’ye: “Benim adamlarıma emir veremezsin” dedi. Söz konusu bu MK üyesi, daha sonra havadan düşman helikopteri ile bütün köyleri, sakladıkları silahların yerlerini ve köylü ilişkilerini, kısaca tüm bildiklerini düşmana göstermiş ve vermişti. SY ve diğer sözü edilen iki MK üyesi de sonradan MKP’nin MK üyeleri olmuştu. Bunu yazmaya çok meraklı değilim, ama AK kliği ile MKP’yi özellikle ayrıştırmaya çalışmanın dürüstçe bir tavır olmadığını belirtmek için yazmak durumunda kalıyorum. Buraya bir not daha düşmeliyim: MKP’nin ilk kongresindeki MK üyelerinin bir çoğu “AK kliği” üyeleri ve Birlik MK’sında yer alanlardı. NT’nin öldürülmesinden sonra MKP’nin başını çeken kadrolar serbest kalabildikleri için MKP içindeki rollerini oynayabildiler.

İşte MKP önceli Dabk kadroların durumu bu haldeydi. NT ve onların ilişkisi, NT’nin onlar üzerindeki etkisinin açıktan görünen yüzü buydu. Bunu MA’nın “anı-roman-2” analatıcı kahramanının bilmemesine olanak var mı? Ve böylesi bir örgütten NT’nin dışında “bağımsız” bir karar çıkmasını beklemek, kuzuyu yakalamış aç kurttan insaf beklemek gibi bir şey.

Bütün bunlar ortadayken “sekreter partiyi toparlayabilir ayrılığı öneleyebilirdi” diyebilmek; düşünme ve konuşma yetisine, ancak aynaya bakarak sahip olabilen ahmak küçük burjuva saf politikacılarına has bir özellik olmalı.

NT, düşmanın kendisine verdiği asli görevini yerine getiriyordu ve getirdi de. Ama başaramadı. TKP(ML) (Dabk kanadı) büyük kayıpların sonucunda uyandı ya da uyandırıldı. Uyandırıldı, çünkü Konferans kanadının yakalanan MK üyeleri, yakalanmaların Ramiz tarafından yapıldığını, Ramiz'in de Bayram Kocabozdoğan'ın da kesin olduğunu (H. Hüseyin Er’in başka hatta aynı görevle görevlendirildiğini), bunların derhal tutuklanıp sorgulanması gerektiğini, bu işin boyutlu olduğunu vb bir MK üyesi 2 defa ve sonra 5 MK üyesi ortak imzayla iletmişlerdi. Sorgulamaların bunlarla başlanması gerektiği, birlikte beraber kuşkulandığından dolayı ilişki kurulmayan diğer unsurlarla devam etmesi gerektiği açıktı. Açık olarak bunların “ajan olduklarını” söylemişlerdi. O yazıyı, Batıdakilere ve kırsaldakilere ulaştırıldı. Kırsaldaki NT ekolu, sorgulamaların önüne geçmek için tavına getirdikleri yapıya telaşla darbe yapmanın nedeni buydu. 17 Nisan tarihli göstermelik bir “toplantıya çağrı” yazıp 18 Nisan tarihli açıklamasıyla ayrılık ilan edip “teslim ol” çağrılarında bulunmanın altında bu telaş yatıyordu. Ayrılıktan sonra da Bayrampaşa cezaevindekiler tarafından, ayrılıktan sonra yakalanan Cafer Cangöz ve A. Hambayat’a doğrudan iletildi ve tartışıldı. Sonunda onlarda ajan olduklarını kabul ettiler. Ne pahasına, büyük kayıplar ve örgütün bölünmesi pahasına. NT unsurun ajan olduğu kendilerine TKP/ML kadrolarından iletilmesine karşın, onlar cezaevinden çıkıp MKP’nin 1. Kongre’sinde NT’nin rolünü mümkün olduğunca küçük göstermeye ve kendilerini AK kliğinin dışındaymış gibi “bağımsız” göstermeye çalıştılar. Ne yazık ki, bu yanlış yaklaşım ve yanlış çizgi onların hayatına mal oldu.

MA, NT’nin davranışlarının “sofistik” olmadığını (dili bir türlü onun ajan olduğuna, düşmanın doğrudan yönlendirmesi altında olduğuna varmıyor) söylemesine karşın, onun gözü yine de HH’de!

NT ile ilgili yukarıda kendisinden yaptığımız alıntıda söylediklerinin hemen peşinden; “... bu değerlendirmemizden OPO ve kişi olarak HH’yi bu sorumluluklarından akladığımız sonucu çıkarılmamalıdır.” (129)

O demek istiyor ki; NT, işleri planlı yapsa da, yine de onun yaptıkları “tali”, HH’nin ise yaptıkları esas. Yani, HH partiyi NT’nin emrine bırakmalıydı. Aynen söylemek istediği bu.

Ahlak ölçeriliği

MA, NT’yi “düşman” ya da “ajan” görmediği açık. O, ahlak “disiplinleri” arasında sörf yaparken, hızını alamayınca kontra NT’nin “ahlakın”da duraklıyor ve konaklıyor. NT onun için “ahlaklı” bir kişilik.

Şöyle diyor:

“’Partiyi koruma’ iddialarının arkasında da iki ay dahi durmayıp parti güçlerini bölüp dağıttıklarına aldırmadan, önce kırı, sonra da örgütü bırakıp gitmekle, ‘düşman’ ilan edilmiş olan NT’nin eline ahlaki açıdan su dökemeyecek ölçüde düşkün ve kaçkın olarak halka, davaya ve örgüte ihanetin özgün biçiminden sabıktırlar.” (129)

Kaypak, siyasi fırdöndülüğü karakter edinmiş kimi küçük burjuva devrimciliği, “devrimin ağzını öpmektense ...”, yeni yerinde siyasi palyaçoluğu yeğlerler.

“Kaçkın”, “ihanet”, “kır kaçkını” vb. gibi “sol” söylemler, sınıfsal kinini nereye yönelteceğini bilmeyen , ama aynaya bakarak konuşan küçük burjuvalara özgü bir söylem. Bu tür anlayışlara göre, önemli olan: “kır”da eli silahlı kalmak. “Ajan”, “düşman unsuru” olup olmaman önemli değil, “dağda olda kimin adına savaşıyorsan savaş!... Tipik salt askeri bakış açılı dogmatik ve fokocu küçük burjuva solculuğu. Kontra NT’yi örgüte “lider” yapan da bu anlayıştı. NT’de bunu bildiği için “en sol”, “en keskin” söylemlerin arkasına gizlenerek MA gibilerinin lideri oluverdi.(4) Böylece düşmanın verdiği görevleri rahatllıkla örgüt içinde ye rine getirebildi. 

(4)NT ekolünün, Konferans kanadı kadroları için yaptıkları (ki, bunlar, kitleleri devrimcilerden uzaklaştırma amaçlıydı) lümpence karalama propagandlarını buraya almıyorum.

Burada MA tercihini, çok açık olarak belirtmiş. “ahlaklı” gördüğü ve ahlaki açıdan “eline su dökülemeyecek” olan düşman ajanı kontra NT’den yana koymuş. Bu yaklaşım; MA’nin ne olduğu, neyi savunduğunu da, herhangi bir yoruma meydan bırakmadan net olarak ortaya koymuş oluyor.

Aslında MA ne savunduğunu bilmediğinden değil, onun savunduğu fokocu küçük burjuva tarzıdır. O çizgi onu düşman ajanını “ahlaklı” görmeye kadar götürebiliyor. Bu küçük burjuvazinin yürüttüğü siyasetin burjuvazi tarafından dejenere edilmiş, dervimci yanının törpülenmiş siyasal biçimidir. MA’nın bu “değerlendirmesi”; devrimci bir örgüt içindeki karşı-devrimci bir unsurun devrimci çizgiyi nasıl da belirginsiz hale getirdiği, karşı devrimci çizgiyi ise devrimci çizgi gibi göstermesinin devrimci kadrolardaki şekillenmiş halidir. “İddialı” bir devrimci teorisyen olarak sahneye çıkan yazarımızın, bir kontrayı övecek duram düşmesinin temelinde, yukarıda betimlediğim devrimci düşüncelere yabancılaşmanın, “devrimci” maske altında karşı-devrimci düşüncelerin “devrimci düşünce” ve “davranış” olarak algılandığının yattığını düşündürmektedir.

Oysa, kontra NT, kendini gizlemeye çalışan birisi değil, bütünüyle açık oynanyan bir kişilkti. Karşı-devrimciliğini “devrimci kültür” ile gizleme gereksinimi duymayan bir provakatör ve oldukça sekter bir kişilikti. Bu kişiliği, belki MA bilmeyebilir (!), ama, çok eminim onun “anı-roman2” anlatıcısı kontra (NT’nin ahlak övücüsü) “kahramanı” çok iyi biliyordur. Örneğin, kızını ve karısını dövdüğünü ve buna bütün Dabk kadrolarının sesini dahi çıkarmadığını vs. vs.

Kontra NT’nin ahlakı burjuvaziye hizmet etmekti. Görevi oydu. HH’nin ahlakı ise işçi sınıfına hizmet etmek olmuştur. Yaşamı boyunca da o çizgisini sürdürmüştür ve sürdürmektedir. Kendine güvensiz küçük burjuvazinin dönüp dolaşacağı yer yine başladığı noktadır. Çizgisi silikleşmiş küçük burjuva devrimciliğidir bu; “ota da konar ... !”

Sevgili terosiyenimiz düşmanı savunduğunun ayrımında bile değil. Bu savunu yeni kontra NT’lerin yeşermesine gebedir. Devrimci teorinin terk edilip “ne ve nasıl olursa olsun illa da pratik” anlayışı; devrimci çizgiyi niteliğinden ve amacından uzaklaştırıcı olmasının yanında, devrimci teorinin devrimci pratiğe yön verişinin reddidir. Devrimci teorinin reddi, karşı-devrimci pratiğin “devrimci pratik” olarak algılanmasına da neden olur ve olmuştur. “AK kliği” denen düşman yönetimli çetenin pratiği karşı-devrimci pratikten ayırt edilebilir mi? Bu pratiği H. Gündoğan(5) kendi kitabında (6) ve daha önceki gazetelerde (Özgür Gelecek) yazdığı için yeniden tekrarlamayı gerekli görmüyorum. MA, buraları bilerek geçiştiriyor ve “lal”cılık oynamayı tercih ediyor. Bir gerçek var ortada. Halil’in yazdıkları ile MA’nın bu konuda yazdıkları birbirinin tam karşıtı. MA’nın yalan çorbasının içine düştüğü çok açık.

(5) MA, H. Gündoğan’a “bir gülücük” göndermiş. Oysa, NT ve çetesi en büyük eziyeti HG’na vermişti. “Gülücük” yerini bulur mu bilemem. Tanıdığım HG ise, yazdığı: “MKP’nin ‘Tarihi Muhasebesi’nde Öznelcilik ve Dogmatizm” ortada dururken ve MA’yi bütünüyle yalanlarken, o sahte ve riyakar “gülücüğü” kabul etmeyecektir.

(6) Halil Gündoğan, “MKP’nin ‘Tarihi Muhasebesi’nde Öznelcilik ve Dogmatizm” ve “Dersim Dağlarında” kitapları. Bu konun doğrudan güvenilir kaynaklarından.

“Kır”, “silahlı mücadele”, “halk savaşı” diyenler ya da bunu en keskin şekilde savunup ve teorisini yapanlar, 18 ay “mehmetçiğin” saflarında durma sabırını gösterirken, nedense “kır illa da kır” dedikleri yerde, aynı süre kalma sabrını gösteremiyorlar. Ama, başkalarından beklentileri ise kendilerinin yapmadığını yapmaları, yani “kır”da olmaları...

Halkımızın söylemiyle: Ellerinden alan mı oldu? Dersim’in (MA giller için kır tanımına sadece Dersim uyuyor”) dağları orada duruyor. Düşman şimdi daha yoğun olarak ormanlarını yakıyor. Buyurun gidin! MA, NT’yi o kadar övdüğüne göre kendisine de NT’nin yolunda “yoldaş” olmak düşer. Unutmaması için anımsatalım.

MA, HH için, ilk defa doğru bir şey söylemiş: “Ahlaki olarak NT’nin eline su dökemez.” MA’yi her ne kadar eleştirsem de onun da kontra NT’nin “eline su dökmesini” istemem. Çünkü “devrimci” görüşleri savunduğu söylüyor. Hiç bir devrimci karşı-devrimci bir kişiliğin ahlaki değerlerine sahip olamaz. Arada sınıfsal fark var.

Birisine “düşman ajanını akla” dense, olsa olsa ancak bu kadar aklanabilir. Karşı-devrimci bir unsuru aklama görevi anlaşılan MA’ye verilmiş. Ancak, bu konuda da MA’nın da “eline su dökülemez.” Gerçekten bir uçtan bir başka uca sıçramak ve yalakalık derecesinde yerlerde sürünmek kimseye nasip olmaz. Faust gibi Mefisto’sunu arayan adam... Mefisto’da, MA’ye, kontra NT’yi “ahlaklı” gösterme iblisliğini yapmış.

“Bir uçtan bir uca sıçramak” derken abartmıyorum. MA, ÖO döneminde cezaevinden çıkana kadar ne HH ile ilgili ne de TKP/ML ile ilgili böyle düşünüyordu.(7) Formül kalıplara uymuyorsa, dogmatik kalıpları kırıp sosyal olgulara uydurmak yerine, sosyal olguları önceden belirlenmiş kalıplara sokmak... İşte bunların düşünce yapılarının işleyiş şekliAyrıca tanık göstermeye gerek yok, yazılanlar ortada.

(7) Bu konun tanıkları hala sağ. MA’de bunları çok iyi tanır ve kimler olduğunu bilir.

Yazılan yazıların kendileri tanık. Şimdi o yazılar, MA’nın bu durumunu görünce, büyük olasılıkla; “biz ortada mı kaldık” diye düşüneceklerdir.

Sevgili MA, o denli ahlaklı ve “çok marksist” bir “devrimci” ki, 3. Konferans kadrolarını eleştirmekten, onların devrimciliğini sorgulamaktan geri kalmıyor. Bir avuç TKP/ML kadrosunun 12 Eylül sonrası partiyi büyük bir özveri ile toparladığını inkar ediyor. Normal, çünkü o, o zaman, büyük bir huşu içinde “vatan görevini ifa”lardaydı. MA’nın görmek istemediği veya küçümsediği kadrolar ise kelle koltukta mücadele veriyorlardı. İki farklı nitelikte hizmet türü! İşte bu “huşu” içindeki ahlaka “su dökülemez”. Bunu da kabul ediyorum! Çünkü bu biçim ahlaka “su dökme”, hiç bir zaman HH ve yoldaşlarının tarzı olmadı.

Kendine yabancılaşan, farklı farklı tarihlerde farklı karakterlere bürünenelerin yoldaşlarına karşı da yabancılaşmaması düşünülemez. İşte tipik bir örnek: MA!

Konferans Kanadının Birlik Kararı

MA’nın Konferans kanadının “birlik” konusundaki kararını “yorumlaması”da, bir “ahlaki” sorun olarak karşımıza çıkıyor. İnsan hata yapmasını, kızmasını, birilerini kırmasını bildiği gibi utanmasını da bilmesi gerekir. Özellikle bir devrimcide “utangaçlık” olmalıdır. Bu yoksa, bir çok şeyi eksik kalır.

MA, “Konferans kanadı”nın “birlik” kararıyla ilgili başlık:

“’Konferans Kanadı’ Önderliğinin Birlik İsteği, Girdabına Girdikleri Yozlaşma Nedeniyle Örgütü Yönetemez Hale Gelmiş Olma Grçekliklerine ‘Birlik’ İşiyle Örtü Bulma İhtiyacıdır.” (113)

MA’nin başlığı bu ve yorumu da bu. Bir de eklemiş, “başlık sarsıcı gelebilir” diye. Ben, bu başlıkta sarsıcılık değil, ama bir “utanmazlık” görüyorum.

Neden mi?

Eğer, Konferans kanadının “birlik kararı” ilk defa 4. Konferans’tan sonra olsaydı, belki yorumda haklı yanlar var denebilirdi. Ama Konferans kanadının “birlik” kararı 3. Konferans’tan (1987 Ekim) bu yana var. Yani, birlik (1992 Nisan) gerçekleşene kadar bu karar sürüyor. Durum bu olunca MA’nin “başlık sarsıcı gelebilir” demesinin nedeni de budur. Oldukça kötü niyetli ahmakça bir “yorum”. Devrimci siyasi ahlakın çöpe atılıp o kadar insanın gözlerinin içine bakarak söylenen “yalan çorbası.”

Şunları söylemesi “yönetemiyorlardı”, “yozlaşmışlardı” demesi çok önemli değil. Ama “birlik” kararını çarpıtması kabul edilemez.

Elbete hatalar ve ideolojik zaaflar vardı. Bunu salt kişilerle örtüştürmek, sondan başa doğru gitmektir. Hiç bir kişi dört dörtlük değildir. Ancak MA’nın 180 derece şuhu dönüşü ile o dönemin kadrolarını kıyaslamak, ateş ve örsle yoğrularak o sürece gelen kadrolara büyük bir haksızlık olur. Onların devrimci mücadeleye katkıları MA’nin tahayyül sınırlarının dışında kalır. Bunu MA’da “Kazanacağımız Günler İçindi” anı-romanında bir kısmını anlatmıştır.

Teori ve pratiğin birliği yoksa, çürüme ve yozlaşmada olur. (Bu görüşlerimi; Tarihin Önünde Yürümek ve Marksizmi Ortodoksça Savunmak kitaplarımda etraflıca ele aldım) Bu, TKP/ML’nin başından beri içinde yaşadığı bir çelişmedir. Dogmatik görüşlerini yenemediği için, toplumsal koşulların gerisinde kalan teori, pratiğin iman gücüyle yürütülmesine yetmez ve kaçınılmaz olarak yozlaşma başlar. Teori ve pratiğin diyalektik birliği sağlanmadığı sürece, komünist olarak doğan partiler birer küçük burjuva partilere dönüşür.

İşçi sınıfının yoğun olduğu yerlerde değil; artık devrimin nesnel gücü olmasını 1960’lardan itibaren hızla yitiren köylülükle uğraşmak zaten yozlaşmanın temelidir. Ülke nüfusunun hemen hemen yarısının (40 milyon) Marmara bölgesinde yaşadığı günümüzde, hala “kır” hikayesi yazmaya çalışmak, yozlaşmaya devam etmektir. Bunun adına ister “sosyalist halk savaşı” densin isterse bir başka şey. Teorinin başına “sosyalist” koymak, o teorinin doğruluğunu kanıtlamaya yetmez. Teori sosyal olgulardan çıkarılır. Sadece son bir kaç yıl bile dikkate alındığında, işçi sınıfından kopuk hareketlerin kaderi bilinen sonla sonuçlanır.

Bunları MA’ya anlatmanın bir anlamı var mı bilmiyorum. Proletaryanın saflarında bu tür anlayışlar yığınca... Bu nedenle de, işçi sınıfı, salt burjuvazinin doğrudan saldırısı altında kalmıyor, aynı zamanda proletarya saflarında olduğunu söyleyen küçük burjuva anlayışlarla da çarpışmak zorunda kalıyor. Ve bu anlayışlar yenilmeden proletaryanın birliğini sağlamanın olasılığı söz konusu olamıyor.

Küçük burjuva dogamatizmin nüfuzu altındaki MA’nın “derin” teorisyenliği aşagıdaki yorumundan belli oluyor:

“Özü örgütlü silahlı şiddeti oluşturan Halk Savaşı stratejisi konusunda da III. Konferans’ın kafa karışıklığı içinde olduğu şu cümlede somutlanır: ‘Mevcut durumda silahlı mücadele esastır’ Oysa ML’nin stratejiye ilişkin hiçbir dokümanın da, Halk Savaşı Stratejisi’nin sürekli araçlarından olan ‘silahlı mücadele’, duruma ve döneme indirgenmemiştir.” (açYK)

MA’ya göre III. MK’nın şehirlerde silahlı eylemlere ağırlık vermesinin nedeni bu “yanlış” bakış açısıymış. Ne büyük bir saptama. Ne büyük bir “hata”. Bütün dogmatikler meselenin ana nedenini anlamadığı için, “silahlı mücadele” ile oynayıp dururlar. Formül kalıplara uymuyorsa, dogmatik kalıpları kırıp sosyal olgulara uydurmak yerine, sosyal olguları önceden belirlenmiş kalıplara sokmak... İşte bunların düşünce yapılarının işleyiş şekli. Oysa, aynı süreçte Dabk kadrolarının hemen hepisi “kır”daydı. Ne oldu? Niye gelişmedi halk savaşı? 46 yıldır aynı hikaye ve aynı sözcükler. Bir adım ilerleme olmadı gibi, büyük bir devrimci enerjinin boşa heba edilmesi.

Bunları “Tarihin Önünde Yürümek” adlı kitabımda geniş olarak ele aldığım için, geçiyorum. Ancak, küçük burjuva dogmatikleri, sınıf hareketi ile ulusal hareketi özdeşleştirdikleri için, “PKK geliştiyse biz neden gelişmeyelim” totolojisine sığnıyorlar. Engels’in sözünü bir kere daha buraya aktarayım. MA giller için yararı olmasa da yeni genç devrimci kuşaklar için yararı olabilir:

“İlkeler araştırmanın çıkış noktası değil, sonucudur; doğa ve insanların tarihine uygulanmazlar, bunlardan soyutlanırlar; doğa ve insan dünyası ilkelere uymaz, ilkeler ancak doğa ve insan tarihine uydukları ölçüde doğrudur. Sorunun tek materyalist anlayışı budur.”

Toplumsal gerçeklikleri dar dogmatik kalıplar içine hapsetmeye çalışanların, siyasal yaşamlarında sık sık taraf değiştirmekten bitap düşmeleri de normal.

Birlik Sürdürülebilir miydi?

Bu soruya yanıt vermeden önce, iki örgütün de durumuna bakmak gerekiyor.

TKP/ML (Konferans) 4. Konferansını yeni yapmış ve güçlenerek çıkmıştı. Gençlik içinde ve diğer alanlarda çalışması ilerleme gösteriyor ve yeni kadrolar kazanmıştı. Kendi içinde çelişmeler olsada (bu olağan bir şey), kendi mücadelesine engel olabilecek düzeyde değildi.

Dabk [TKP(ML)], kadrolarının esasını dağda toplamıştı. Kadrolar burada “atıl” kalmıştı. Batı’da merkezi bir örgütlenmesi yok, legal dergi sorumlusu aynı zamanda Batı sorumlusuydu. Hücre tipi örgütlenmeden ve illegal çalışma kurallarından oldukça yoksun ve uzaklaşmıştı. Böyle bir örgütlenme ve çalışma tarzı adeta düşmana davetiye çıkarmıştı ve elbette düşmanda içeriye sızmak için bu çalışma tarzını “çok hoş” karşılamış ve boşlukları doldurucu bir yöntem izlemişti.

Genel Sekreter İsmail Bulut olmasına karşın, hiç bir etkinliği olmadığı gibi, diğer kadrolarında etkinliği yoktu ve herkes adeta NT’nin ağzından çıkacak lafa bakıyordu. Bu durumu MA’de teyit ediyor. NT’nin provakatör, hozzotçu ve sekter tavrı, çoğu militanın karakteri halini almıştı. Almanların dediği gibi “vorbild” olmuştu. Şehirden gelenler küçümseniyor, gerillalara tokat atılıyor, köylülere karşı sert davranılıyor vb. yanında salt askeri bakış açısı ve dogmatizm egemendi.

Batı’da kimin bir sorunu olsa kıra NT’nin yanına koşuyordu ve NT istediği kişiyi çağırıp konuşuyordu. Ancak, bir çok köylüler için NT, “ikinci Sakallı” (yani, Yeşil, M. Yıldırım) idi. Köylülerin gördüğünü kendi örgüt “yoldaşları” göremiyordu. Köylülerin “2. Sakallı” o

TKP/ML işte böylesi bir örgüt ile “birlik” yaptı. Elbette bu bir ciddi hataydı ve siyasi körlüktü. Salt, “salt askeri bakış açısıyla” soruna yaklaşılmıştı. Yani, gerilla savaşını büyütmek amaçlıydı...

TKP/ML, çok basit bir şekilde düşündü: “Dabk bizim saflardan ayrılan bir örgüt ve uzun yıllardır her iki örgütte “Halk savaşı”nı savunuyor ve bunu geliştirmek istiyor. Bazı farklı düşünceler olsa da Kaypakkaya’nın görüşlerini savunan bu iki örgütün birleşmesi önünde her hangi bir engel yok.” İşte TKP/ML’yi “Dabk”la birliğe götüren bu anlayış oldu.

Dabk kanadında da birliği savunanların niyetleri buydu. Başka siyasal hesaplar olur mu? Elbette olur. Koyun pazarında alış veriş yapılmadığına göre, her iki tarafta kendi siyasal görüşlerinin egemenliği için çaba harcar. Ancak buna gerek kalmadı. Birlik açıktan “polis” denetimine girdi. Bir taraf bunu gördü, bir taraf ise bunu göremedi. Onca yaşanmışlara rağmen MA’nın göremediği gibi, o dönemin Dabk kadroları da göremedi. Halkımızın deyimiyle ifade edersek; “paçalarından karşı devrimcilik akan” birisi, karşımıza “komünist önder” ve hatta “ikinci ibrahim” olarak çıkarıldı. Oysa köylüler basit bir gözlemle, sorunu görmüşlerdi: “İkinci İbrahim değil, ikinci Sakallı!”

Birlik korunabilir miydi? Elbette! Eğer Dabk kandı NT’nin etkisinde olmasaydı, Dabk’ı tek başına NT8 yönetmeseydi, birlik yürütülebilir ve giderekte iki taraf tek bir taraf haline gelebilirdi. Sancılı bir süreçte olsa sorunlar çözülebilirdi. 5 yıl ayrı kalmış, ayrı örgütlenme ve kültürel şekillenmeye sahip olmuş iki örgütün sancısız bir şekilde birleşmesini beklemek siyasal körlük olurdu. Bunu Konferans kanadı biliyordu. Konferans kanadının bilmediği, Dabk içinde yuvalanmış ve etkin hale gelmiş polis örgütlenmesiydi. Dabk’ın ileri kadroları bir ajan provokatörün etkisi ve yönetimi altındaydı. Sorunun esas yanı buydu. Bu görülmezden geldiği sürece, aynı hataların işlenmemesi için hiç bir neden yoktur.

(8) Buraya bir dipnot daha düşmek gerekiyor: Kendi söylemleriyle NT’nin öldürülüş şekli biliniyor. MKP bu konuda özeleştiri yaptığı için “biçimi” buraya yazmaya gerek duymuyorum. Eğer doğruysa, bu öldürülüş yöntemi; NT karşısında ezilen kadroların bir intikam alışıydı. Evet, NT karşısında etksizdiler, ama aralarında içten içe diş biliyenlerde yok değildi. Fırsatını bulsalar onu bir kaşık suda boğabilirlerdi. Bu durumu bir çok Dabk kadrosunda gözlemleyebilmiştim. Nitekim zincirlerinden boşalır boşalmaz NT’nin öldürülüş biçimi ortaya çıktı. Bunu bir tartışmamızda NT’ye aynen söylemiştim. “kendi çizginin kurbanı olacaksın”. Örneğin, A. Hambayat “sert” bilinir. Oysa o da, “birlik konferansı” sırasında “NT’yi dengelemek için “sadece üç kitap okumalı”yı MK’e seçelim” önerisi getirmişti. önerdiği kişilik bir ajan değildi ama ondan da beter bir durumu vardı.

 Devam edecek:  HH Hala 'Hizipçiliğe (Devrimciliğe)" Devam Ediyor! 

 

Aşağıdaki linkten yazının 1 bölümünü okuyabilirsiniz

http://kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/dogmatizmin-eksensiz-cukurunda-yon-aramak-1

 

30858

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse