Egemenlerin halifesi olmaktansa ezilenlerin sahabesi olmak devrimcidir

Özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde İslami direniş hareketlerinin yükselişiyle birlikte, İslam’ın ideolojisi bölgelerde giderek yayılıyor. Bu yükseliş hâkim sınıf sözcülerince terör faaliyeti olarak ilan edilip dar anlamda İslam ideolojisinin karşısında önlem almak arayışının politikasıdır. Bu aynı zamanda orta sınıfa da yansıyan ve onlarda dile “İslam’ın aşırı ucu” ya da “radikalizm” şeklinde tanımlanıyor. Bu tanımlamalar özellikle ılımlı İslam’ın reformist anlayışını Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde egemen dil anlayışının yaygınlığını oluşturuyor.
İslam İdeolojisi’nin yükselişi hangi sınıfı temsil ediyor.
Özellikle İslam ideolojisinin politik arenada yükselişiyle kendi içerisinde ki sınıfsal çelişkileri yeni ve başka tartışmaları da gündeme getiriyor. Bu tartışmalarda ortaya atılan iddialar, gerekse İslam dışında bulunanların da İslam üzerine söyledikleri özünde İslam tarihinin politik mücadelede savaş arenasına dönüştüğünü gösterir. “Kutsal yolda ki işaretler” i takip doğru ve İslam ideolojisinin sınıfsal temeline ulaşarak, konumlanmanın “teorik” olarak öne sürülenleri doğru süzgeçten geçirmemiz yerinde olacaktır.
Sünnet, geleneksel anlamda “atalarının yürüdüğü yol olarak” İslam inancın da kabul edilir. Muhammed de bu geleneksel yolda yürümüş ve de atalarıyla bundan dolayı mücadele yürütmüştür. Yani İslam inancında bahsedildiği gibi tek bir egemen anlayışın özne olmadığını, arayışın farklılıklar içerisinde yol aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu ayrışma ve oluşan tartışmalarda bir birlerini cahiliye-fitne yapmak ya da murted olmak olarak suçlamaktadırlar.
Muhammed İslam inancının ideolojik kurucusu ve önderidir. Muhammed’in İslam inancını dönemin egemenlerine karşı ideolojik olarak savunduğu inancı teorize eden teorisyenidir aynı zamanda. Bu mücadelesinde ciddi başarı elde edip egemenliğini kurup müminlerinden oluşan İslam ordusunu böylece oluşturmuş ve dönemin egemenlerine karşı sınıfsal temelde ezilenleri temsil eden sınıfsal bir konumda kullanarak orta sınıfı da kendine çekebilmiştir. Muhammed’e bu mücadelesi içerisinde gerek yaşının getirdiği rahatsızlıklarla birlikte konumu ve liderliğini devrederek birini gündeme getirir. İslam ideolojisini böylece devletleşme yöntemine kavuşmasıyla hilafet-halifelik tartışması gündeme getirir.
Muhammed kendisinden sonra hilafet konumuna temsil edebilecek kişi olarak Ali’yi düşünüyordu. Ali’de Muhammed’in izinde giden, sınıfsal konumu ve tercihine sadık kalan en yakın ve güvendiği isimdir. Bugün ezilenlerin özellikle Alevi eşittir Şia ve sunilerin ezilen kesiminde Ali’nin safında duruş ve inancı ile mücadelesini sahiplenmesi bundan kaynaklıdır. Fakat öte yandan Ebubekir ile Ömer ve dönemin selefileri Muhammet’in halifeliği Ali’ye vermesine karşı çıkarlar ve Muhammed’in ölüm döşeğinde söylediklerini “sağlıklı düşünemediği için bu kararı hükümsüz”dür minvalinde tavır alırlar. Halifeliği Kureyşlilere verilmesinin önemini dile getirip daha Muhammed’in ölümü yeni gerçekleşmesi anında bile Ali’ye Halifeliği vermemek için siyasi entrikalarla bir baskı kurarak Ali’nin bu baskı ile Halifeliği “gönüllü” devretmesi sonucunda halifelik Kureyş kabilesine geçer. Kureyşliler Sünni-Selefiliğin merkezi, dönemin ticaret ve yönetimlerinde geniş söz hakkı bulunan egemenlerdendir. Sınıfsal bakımdan Ali’nin sınıfsal konumundan ayrışırlar böylece hilafet içerisinde halifelik daima egemen sınıf olan Kureyş kabilesinde kalmıştır. Dönem dönem Hz Hasan ve Hz Hüseyin çıkışları olsa da onlarda canlarıyla bu halifelik sırasını alamadan bedelini ödemişlerdir. Kureyşlilerden Osmanlı İmparatorluğuna uzanan hilafet her zaman selefilerin egemenliğinde kalmıştır. Osmanlı imparatorluğunda halifelik bu ülkenin ezilen çeşitli milliyetlerinden halkları özellikle Alevi ve Süryani inancına bağlı halkların dökülen kanlarıyla Merc-i dabık’tan tanırlar. Babadan oğula devralınan halifelik Osmanlı imparatorluğunda da devam etmiştir. “Sultan” atfede Osmanlı imparatorluğunun dağılmasıyla birlikte halifelik ve hilafet’te “cumhuriyet”le birlikte ilga olmuştur. Cetvelde çizilen misak-i milli sınırları Osmanlı topraklarının da parçalanması ile hilafet-halifelik tartışmaları yeniden İslam inanışında ideolojik olarak tartışılmaya başlamıştır.
Bu tartışmalar bir yana dursun hilafet içerisinden halifeliğin tanımını ve de önemli olan görevine değinmek gerekir. Tarihsel olarak Muhammed’den günümüze İslam alimlerine göre ortak fikir; hilafet İslamın tatbikinde müminlerin din ve dünya işleminin idaresinde peygambere vekalet etmek işini yürüten halifenin idaresinde, İslam inanışının yayılması, korunması ve de sürdürülebilir olmasıdır. Bu yorum dayanağını Kuran-ı Kerim’den alır. Kuran-ı Kerim İslam inanışının ideolojinin teorik olarak yazılmış kitabıdır.
“Ey Davut, şüphesiz ki biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ile hükümet” denilir. (SÂD suresi, 26. Ayet) Halife sadece ruhani değil, devlet adamlığında peygamberden sonra gelen anlamındadır. Başka bir ayetle “ ey iman edenler, Allaha ve resulüne ve sizden olan ulu emir’e itaat edin” deniliyor. (Nisa suresi 59. Ayet)
Hulefa-i raşidin denen ilk dört halife döneminde uygulanmaya başlanmış ve halifelik makamına gelmek için iki yol belirlenmiştir. İlki seçimdir. Seçim yönetiminde seçenler sahabelerdir. Seçim tam anlamıyla Ebu Bekir ve Hz Ali için yapılmıştır. Diğer yöntem ise vasiyettir, yani saltanattır. Muaviye ile başlamıştır. Feodal bir sosyoekonomik yapı olmaya başlayan Kureyş’de cisimleşen Arap Sünni selefi ekonomisi merkezi bir devlet yönetimini gerekli kılmıştır. çeşitli iktidar mücadelesinden sonra Mekke aristokrasisinden Ummeyyeoğulları hanedanlığı kurulmuştur. Diğer iki halife olan Ömer vasiyetle, Osman ise örneğin kurduğu kuralla halife seçilmiştir.
21. YY Hilafeti ve Halifeliği
Geçmiş İslam tarihinin kronolojisinin örneklerle almakla birlikte yolun yakın dönemde yeniden tartışılmaya başlamış bir konudur islam dünyasında. Özellikle DAİŞ denen tekfirci grubun hilafet ilan edip liderinin de kendisini halife olarak İslam dünyasına takdim edişine tanıklık ediyoruz. Yukarı da özü ile halife ve hilafet’in niteliğine değinmiştik ve bundan dolayı DAİŞ ve liderinin çıkışı İslam geleneği açısından kabul edilmesi mümkün olmayan bir “cihad” ile ilan edilen halifedir. Bununla birlikte bir şeyin altını çizmekte yarar vardır. Bu güne kadar ilan edilen 4 halifenin tamamı İslam toplumunu sömürmeyi meşrulaştırma işlevi görmüş, İslam inancının özünden kopmuş, sapma yaşamış egemenlerin aracı haline gelen konuma dönüşmüştür. Bunu özellikle ezilen Müslümanlara karşı kullanılan ideolojik bir silaha dönüşerek kullanılmıştır. İşte DAİŞ bu geleneğin devamcısıdır. O Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’i kendine önder görüp onun hikmetini tanıyan biridir. Tıpkı Yavuz’un Merc-i dabuk’ta özellikle Alevi ve Sünni halklara yönelik döktüğü kan ve katliamları kendine rehber edinerek bugün Suriye ve ırak sınırı içerisinde aynı yöntemi büyük bir faşist zevkle icra etmektedir. Lakin Cihad Müslüman’ın Müslüman’a karşı bir suçu olmadığını herkes bilmesine rağmen, bu sözde Halife’nin Hilafeti Siyonist İsrail’in, Filistinli Müslüman katliamlarına ve İslam inancının kutsal topraklarına yönelik Yahudi egemenlerinin saldırılarına sessiz kalmakta, İsrail’in kendilerine yönelmediği-tehdid etmediği için savunmayacaklarını açıklamıştır. Bu bile Hilafet-Halifeliğin egemenler elinde bir araç olarak ezilen Müslümanların başında bir kılıç görevi görme işinin umut göstergesidir.
Tarih İslam inancında tekerrür ediyor
Hayatın akışı içerisinde tarih hep pratikte yaşananlarla yazılır. Ancak İslam anlayışına egemen olan Kureyş’ten günümüze Arap burjuvazi tarih önce yazılmış sonra yaşanmış olarak sürdürüyor. Ezilen Müslümanların ezen Müslümanlarla çatışmas, diğer dinler veya İslam dinine düşman olanlarla olan çatışmasından daha çoktur. Tüm mezheplerin birbirleriyle, çatışması, kan dökmesi egemenlik kurma, Hilafetin devletleşme, yani ezme aracı olarak arzusu ile yaşanmıştır. Başta ABD olmak üzere Avrupa halkların dini inançları özellikle 16 yy.’dan sonra politik olarak istismar etmiş, bunlar her daim “medeni” olup mazlum Müslümanları politik arenada barbar ilan etmişlerdir. Egemen sınıflar baskı, şiddet ve ölümle ezilen halkları sesini kısmaya, biata sürüklemektedir. Sömürgeleşme ile asimilasyon politikaları da bu aşamada zaten kendini göstermiştir. Tüm bunları halk fetişizmi yapanlar içinden geldikleri halka egemenlerin gözüyle bakıp halk için halka rağmen desturu gereği halkın inançlarını gerici ilan edip küçümserler.
İşte böylesi sınıfsal ilişki ağı içerisinde konumlanan cihadist grupların neredeyse tamamı bir şekilde ezenlerle ilişkileri vardır. Bu konuda en etkili örnek ise ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nda görevli olarak çalışan, fakat daha sonra yürüttüğü faaliyetleri dışarı “ sızdıran” ve bu konularda “sansasyonel” açıklamalar ile öne çıkan Edward Snow’a göre DAİŞ Hornts Nest) eşek arısı kovanı- projesi kapsamında ABD’nin kurduğu, El bağdadi’de aslında Müslüman değil, Yahudi ve adının da Simon Eilot olduğudur.
Özellikle Hilafet ilan edip kendini hilafet halife ilan eden DAİŞ ve liderinin tutturdukları yol ezilenleri kurtuluşa götürecek yol değildir. Bunun altı çizilmeli. Kendini örnek aldığı ve kullandığı yöntemleri ile tarihte kan dökerek ezilen Müslümanları daha çok ezen sultan- padişah- halifelerdir. Tabi önemli olan DAİŞ ve liderinin kendine egemenleri örnek alması ve yöntemlerini kullanması değildir. Önemli olan DAİŞ’in ve liderinin kimlerin çıkarlarını koruduğu ve kimlere hizmet ettikleridir. Bundan dolayı hızla yayılan DAİŞ vd İslami cihadist örgütlerin özellikle CIA’in kurduğu ya da ilişkide olduğu algısını yayılmasıdır. Başta Türk egemenlerinin ve devleti olmak üzere Kata, Suud Krallığı, B.A.E vd. ülkede devletlerin politik çıkar ve amaçlarını için DAİŞ’e destek vermesi ve DAİŞ’in bu desteği kendi amacını gerçekleştirmek için DAİŞ’e destek vermesi ve DAİŞ’in bu desteği kendi amacını gerçekleştirmek için kullanması karşılıklı bir takım angajmanların gelişmesine bağlıdır. Ancak bu politik hedeflerin kesişmesiyle devletlere DAİŞ arasında doğrudan ilişki olduğu anlamına gelmez. Enerjimizi DAİŞ’in taşeron olduğunu kanıtlamaya harcayacağımız, tarihsel bir hafıza yakalanması ile DAİŞ’in dayandığı sosyopolitik tabanı anlamaya harcamalı ve onu edinmenin yöntemlerini bulmaya harcamalıyız. İşte ABD emperyalizminin koyduğu sınırı aşmaya yönelmiş ve bunun karşısına bombalanmaya, maruz kalmıştır. Yani kursa bile biat ettiği nokta sınırı belirleyen sosyopolitik, sosyoekonomik yapıdır ve sınıfsal temeldedir.
Tarih İslam aleminde tekerrür ederken komünist, devrimcilerin DAİŞ vb cihadist gruplara yönelik sınıfsal kinini doğru yöneltmesi için iz sürmesini bırakıp Ortadoğu başta olmak üzere ülkemizdeki yansımalarıyla ve TC devletiyle savaşımını ilerletmektir. Bir bağ varsa bu bağı kesme ve sonra kökünün kazınması için ezilen halklar ile yan yana omuz omuza aynı alanda mücadele etmelidir. DAİŞ hilafet ilan etmiş, halifesi varmış neylesin. Egemenlerin Halifesi olmaktansa ezilenlerin sahabesi olmayı tercih ederiz.
Tekirdağ Hapishanesinden Bir tutsak Partizan
Son Haberler

Dört Duvar Arasında Direnenler Dışarıdakiler İçin İnat Etme Manifestosudur
Yıllardır Sosyal medyada zindanları gündemde tutmak için güncel zindan haberlerini dışarıya ulaştırıp tutsak aileleri ve zindan arasında köprü olma misyonu ile tanınan bir hesapsınız. “Rojevazindanan” ismi ile dikkatleri üzerinize çekiyorsunuz. Twitter, instagram ve Facebook gibi geniş kesimlerin kullandığı bu mecraların hepsinde aynı anda aynı haberleri paylaşmanız da ayrıca emek isteyen bir çalışma. Biz Kaypakkayahaber sitesi olarak kitlesel refleks ve duyarlılık yaratmaya çalışan bu hesapları daha da iyi tanımak babında bir röportajı gerçekleştirmek istiyoruz.

Zafer ve yenilgilerle dolu bir tarih! Yarım Asırlık Mücadele Yolumuzu Aydınlatıyor
Proletarya partisinin kuruluşunun ve mücadeleye atılışının 50. yılındayız. Bu süre içinde mücadelesini kesintisiz sürdüren proletarya partisi, onu var eden koşullar devam ettikçe kuşkusuz varlığını devam ettirecektir.
Sınıf bilinçli proletaryanın öncü müfrezesinin ülkemizdeki varlık nedenleri, sistemin çöküntü içine girdiği günümüz koşullarında kendisini çok daha yakıcı dayatır duruma gelmiştir. Ve elbette ki proletarya partisi üstlendiği tarihsel rolü yerine getirecektir. Çünkü onun mücadelesine yol gösteren sağlam temellere dayalı ideolojik-politik pusulası vardır.

Eski sloganlar bugüne hitap etmiyor…(İsmail Cem Özkan )
Eski sloganlar atılıyor, eskisi gibi heyecanlı değil, çünkü ortam ve zaman değişmişti, eski sloganların ruhu da çoktan bizi terk etmişti... İnat ile eskiden kalan sloganlar atılıyordu ama o sloganlar bugünün sorununa yanıt vermiyor, sadece eski arkadaşlara "biz ayaktayız, yok olmadık, gelin bir arada olalım!" çağrısıydı. Fakat çoktan ayrılmıştık, ruhen bir arada ama eskinin yaratılmış öyküleri de abartılarak anlatılırken gerçeklikten uzaklaşmış ve eskinin yeniden yaşayacağı iyimserlik dışında bir arada olacağımıza dair her hangi bir şey söz konusu değildi...

Siyaset Yapma Tarzımız ve Verili Koşulların Önemi Üzerine
Son dönemlerde kurumlarımızın yaptığı konferanslarda, basın açıklamalarında `Verili koşullar` dan bahsediliyor. Verili koşullardan kasıt, somut koşulların somut tahlili.

Ölümsüz(ümüz)dür NÂZIM HİKMET[1]
“Pişman değilim yaşadıklarımdan,
öfkem belki de yaşayamadıklarımdan.”[2]
“Ew çend giringî pê bide jiyana xwe ku di/ heftêyem de jî wek mînak çandina darzeytûnê bibe// Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,/ yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin,” dizelerinin hakkını bir komünist gibi yaşayarak verdi. Eylül 1961’in Doğu Berlin’indeki, “sözün kısası yoldaşlar/ bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da/ insanca yaşadım diyebilirim,” demeyi de sonuna kadar hak etti…

Türkiye’de Durum: Çürüme ve “Çökme!”
Açıklama: Aşağıdaki makale Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist Merkezi Yayın Organı Komünist’in Mayıs/2022 tarihli 76. sayısından alınmıştır.

İnsanî Mecburiyet(İmiz)dir Aşk[*]
“Güzelliğin beş para etmez,
bu bendeki aşk olmazsa.”[1]
Lev Tolstoy’un “Gerçekten aşk var mı?” sorusu bana hep itici gelmiştir; William Faulkner’in, “Aşkı kitaplara soktukları iyi oldu, yoksa belki de başka yerde yaşayamayacaktı,” tespiti gibi.
“Neden” mi?
Var olmayan şey soru(n) da ol(a)maz, ders kitaplarına da gir(e)mez…

SADAT
Son günlerde gündem olan SADAT ve Özel Savaş Şirketleri'ni, yeni yayınlanan “EMPERYALİST TÜRKİYE” (El Yayınları) kitabımda ele almıştım. Oradan kısa bir bölümü yayınlıyorum
Türk Tekelci Devleti’nin Paramiliter Gücü[1]
Yusuf Köse

TKP-ML -MKP: Cesaretimizin Sönmeyen Meşalesi Komünist Önder İbrahim KAYPAKKAYA Ölümsüzdür!
Dostlar, Yoldaşlar;
Bugün burada, ülkemiz devriminin önderini, kökleri asla sökülmemecesine toprağın derinliklerine işlemiş bir geleneğin yaratıcısı İbrahim Kaypakkaya yoldaşı anıyoruz.
Bugün burada, Marksizm-Leninizm-Maoizm’in usta bir öğrencisi olan komünist önderimizi anıyoruz.
İbrahim Kaypakkaya, Diyarbakır zindanlarında işkenceyle katledilmesinden bugüne kadar geçen 49 yıl içinde gerek mücadele yaşamı gerekse de ileriye sürmüş olduğu tezler nedeniyle güncelliğini korumaktadır.

Anlamak, Hatırlamak Zamanıdır Şimdi[*]
“-Prometheus: Ölüm kaygısından kurtardım ölümlüleri.
- Koro: Nasıl bir deva buldun bu derde karşı?
- Prometheus: Kör umutlar saldım içlerine.”[1]
O sadece kasketli değil; kasketin en çok yakıştığı insandı.
Benjamin Franklin’in, “Bazıları 25’inde ölür ama 75’ine kadar gömülmezler,” saptamasını tekzip eden bir mücadelenin, direncin, tarihin -ve elbette acının- adıydı.