Perşembe Ekim 17, 2024

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

“Emperyalizm Üzerine Notalar-4”de “yarı-sömürgecilik”, “bağımlı ülke” ve “yeni sömürgecilik” kavramları ile ilgili kısa açıklamalar yapılmıştı. Şimdi bu bölümde, Türkiye'yi “yarı-sömürge” olarak değerlendiren  ve işçi sınıfının önüne, sosyalizm yerine “bağımsız demokratik Türkiye” koyan bazı anlayışları ele alıp değerlendireceğim.

Önce, “Emek Partisi -EMEP-” çevresinin çıkardığı “Teori ve Eylem” dergisinde çıkan “Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığı ve anti emperyalist mücadele” ve “Kuruluşunun İkinci Yüzyılında Türkiye’nin Bağımlı Kapitalizmi“ başlıklı, bir yıl arayla birbirinin devamı olan iki ayrı yazıdaki anlayış değerlendirmek istiyorum. Yusuf Akdağ imzalı bu iki yazıdaki anlayış, Türkiye'yi “bağımlı- yarı sömürge” ülke olarak değerlendiren diğer siyasetlerin ya da siyasi görüşlerinde yaklaşımlarıyla örtüşmektedir. Argümanlar genelde aynı: “Emperyalizme bağımlı”, “ekonomiye ve siyasete emperyalistler yön veriyor” vb. vb.

Ve bu iki yazıdaki anlayış, içinde sosyalizm kelimesi geçmeyen, Türkiyeli komünist ve devrimcilerin önüne  “anti-emperyalist mücadeleyi” birincil görev olarak ortaya konuyor ve şöyle formüle ediliyor:  “Bağımsız Demokratik Bir ülke İçin Anti Emperyalist Mücadele[1]

 Akdağ'dan bir alıntı:

Türkiye, İsrail, Brezilya gibi devletlerin kendi hesaplarına da politikalar izlemeleri ya da izlemeye çalışmaları, bu ülkelerin emperyalist konumuna delalet etmez.

ve bir cümle hemen arkasından:

 “Emperyalist ülkelerle bağımlı ülkeler arasında ekonomik, mali, askeri gelişmişlik açısından büyük fark vardır.” [2]

Hemen buraya bir not düşelim. Emperyalist ülkeler ile bağımlı ülkeler arasında, „askeri, ekonomik, mali“ gelişmişlik açısından büyük bir fark varsa, İsveç ile ABD arasındaki farklara ne diyeceğiz? İkisi de emperyalist. Biri dünyanın bir süper emperyalist gücü. Ve diğeri ise küçük bir emperyalist ülke. Ya da Lüxemburg ile Almanya arasındaki farklara ne diyeceğiz?

Yazarın anlayışına göre, emperyalistler arasında öyle büyük bir „fark“ yok. Hepsi üç aşağı beş yukarı „aynı“ demek istiyor. Elbette yanılıyor. Emperyalizm eşitsizlik demektir. Aynı emperyalist Lüxemburg ile emperyalist İngiltere arasındaki eşitsizliğin büyük olması gibi. Ya da emperyalist Danimarka ile emperyalist Japonya arasında varolan büyük farklar gibi.

Emperyalist ülkeler ile bağımlı ülkeler  arasında fark olduğu gibi aynı şekilde emperyalist ülkeler arasında da büyük farklılıklar vardır. Emperyalizm, ülkeler arasındaki farkılılıkların büyüklüğüne ya da küçüklüğüne göre ortaya çıkmaz, kapitalizmin bir üst aşaması olan tekelleşmeyle ortaya çıkar. Bu tür anlayışlar, emperyalizmin tekelcilik olduğu ekonomik özünü görümezden gelmektedir. Emperyalist ülkelerin ortak yanı tekelleşme ve sermaye ihracıdır. Emperyalist ülkeler arasında, matematikteki ikinin ikiye (2=2) eşit olması gibi aralarında bir eşitlik olası değildir. Emperyalizm eşitsizlik demektir.

Uluslararası ve yerli büyük sermaye ekonomide köşe başlarını tutmakta; artı değerin büyük bir kesimini kâr-faiz ve rant getirisi şeklinde ele geçirmektedir.”

Kapitalist bir ülkede köşe başlarını elbette (ulusal-uluslararası) tekeller tutacaktır. Sorun bunlara karşı mücadele ve kapitalist sistemin sosyalist devrimle ortadan kaldırılmasıdır. Ancak, Türkiye’de uluslararası emperyalist tekellerin işçi sınıfının artı-değerini gasp ettiği bir çok köşe başını tuttuğu doğru, ne var ki, ülke içinde esas köşe başlarını tutanlar yerli tekellerdir. Bugün ülke ekonomisine hakim olan, devlete egemen olan Türk tekelleridir. Yabancı tekeller bunlardan sonra gelir. „Ülkemiz yabancı emperyalist tekellere peşkeş çekiliyor“ tek yanlı küçük burjuva ulusalcı çığırtkanlığı, tam gerçeği açıklamadığı gibi, gerçeğin esas yanını gizlemektedir. Çünkü ülke esas olarak yerli tekellerin eğemenliği altında ve artı-değerin çok büyük bölümünü bunlar gasp etmektedir. Basit bir toplma çıkarma matematik hesabıyla da bu rahatlıkla görülebilir.[3]

Ülke içinde, sadece “beşli çete” denen uluslar arası Türk tekellerine verilen krediler, alınmayan vergiler, yaptırılan köprü ve hava alanlarında belli bir “yolcu-araba geçiş kotaları”nın karşılığında ödenen avantalar dikkate alındığında bile sorun rahatlıkla görülebilir. Ülke “yerli” büyük Türk tekellerine öyle bir peşkeş çekliyor ki, Evrensel gazetesi şöyle bir başlık atarak aradaki çelişkinin büyüklüğünü okurlarına duyurmuştur: “İhalede bol sıfır, vergide tek sıfır: Saray'ın müteahhitleri vergi vermedi[4] ve Evrensel'den de bir başlık daha: “Maskesiz beşler: İşçiler, Antep'in en büyük 5 tekstil şirketinden %824 fazla vergi ödedi.”[5]

Bianetten bir başka haber:

“Türkiye'nin vergi vermeyen şirketleri

Türkiye'nin en büyükleri arasında yer alan Yapı Merkezi, Taşyapı, Limak, IC IÇTAŞ, TürkTelekom, Turkcell, Ülker, Getir, Zorlu Enerji, THY, Rönesans İnşaat, GDZ elektrik, EnerjiSA, Cargill, Anadolu Efes Biracılık, Hürriyet ve CNN TÜRK 2023'te kurumlar vergisi ödemeyenler arasında.[6]

Kısacası, bütün büyük tekeller işin içinde. İşçi sınıfı ve emekçilerin derin bir yoksulluğa mahkum edenlerin kimlikleri de, sınıfları da net.

AKP 22 yıllık iktidarı döneminde kendi burjuvazisini de yatarmıştır. Erdoğan'ın burjuvazisini salt küçük KOBİ'ler olarak görmek yanlıştır. Arkasında uluslararsı emperyalist niteliğe sahip bir burjuvazi vardır. Sadece bu olgu bile, özellikle son 22 yıldır, işçi sınıfı ve emekçilerin daha çok hangi tekellere peşkeş çekildiğini açıklamaya yeter. Ve Türkiye Varlık Fonu (TVF) içindeki tekellerin kimlere peşkeş çekildiğini görmekte yeterli olabilir. Bu da yeterli gelmezse, özellikle son 15 yıl içinde Türk silah tekellerinin en az dört tanesinin uluslararsı en büyük 100 silah tekeli içinde yer aldığı görülebilir. Bir başka örnek, Türkiye'deki özelleştirmelerin %78'i Türk tekellerine peşkeş çekilmiştir.[7] TÜBRAŞ gibi en karlı büyük bir tekel, Koç Holding'e adeta hediye (4 milyar dolar) edilmiştir.

İsviçre bankası UBS'nin "2024 Küresel Servet Raporu"na göre Türkiye, kişisel servet artışında TL cinsinden görülen yüzde 157,78'lik büyümenin yanı sıra ABD doları cinsinden yüzde 63,2'lik büyüme oranlarıyla birinci sırada yer aldı.”[8] Her halde bu %157,78'in içinde, her geçen gün alım gücü düşen işçi, emekçi, emekli, küçük üretici köylü ve hatta küçük esnaf yoktur. Belli bir kesim muazzam ölçüde palazlanmıştır. Ülkenin esas olarak kimlere peşkeş çekildiği, bu verilerden de anlaşılabilir.

Yazar Akdağ, Evrensel'deki bu haberleri okuyor elbette, ama, o dogmatik düşünme tarzını ilke edindiği için olsa gerek, varolan gerçekleri analiz etme yerine sübjektif dünyasını gerçek gibi kağıda dökmeyi teorik eylem bellemiş gibi “analizler” yapıyor.

Demek ki, ülke, daha çok yerli tekellere peşkeş çekiliyormuş. Kendi burjuvazisinin küçümseme sosyalşovenist bu anlayış nedeniyle de „anti-emperyalist bağımsızlık mücadelesi esas“ gibi,  işçi sınıfı ve emekçilerin önüne yanlış hedef konmaktadır ve sosyalist devrim reddedilmektedir.

....ve yukarıdaki alıntının devamında;

işbirlikçi tekelci devlet yönetimi, ülkeyi emperyalist devletlerle uluslararası tekellerin üretim üssü haline getirmeyi, kalkınmanın ve rekabetin koşulu olarak göstermektedir.”[9]

Emperyalist Türkiye adlı kitabımda, “sermaye sermayeyi çeker” ara başlıklı bölümde, uluslararası emperyalist sermayenin en büyük yatırım alanları yine emperyalist ülkelerin kendileri olduğu, istatistiki verilerle doğrulanmaktadır.  ABD, Çin, Hindistan, Almanya, Japonya ve diğer  emperyalist ülkeler, en fazla dış yatırımı çeken ülkelerin başında gelmektedir. Özellikle ABD ve Çin, uluslararası sermayenin en fazla yatırım yaptığı ülkelerdir. Her iki ekonomi de büyük olduğu için, uluslararsı sermayeyi kendilerine çekiyorlar. ABD emperyalist devletinin “kızmasına” karşın, ABD'li büyük tekellerin Çin'e yatırm yapmasının önüne geçemiyor.

ABD'ye gelen dış  sermaye toplamı 2000 yılında 2,8 trilyon ABD doları iken, 2021 yılında 13 trilyon kadar oluyor. ABD'nin dış ülkelerdeki sermaye yatırım toplamı ise, 2000 yılında 2,6 trilyon dolar kadar iken, 2022 yılında 8 trilyon dolara çıkıyor. Yani, ABD'e dışardan gelen sermaye daha fazla. ABD net sermaye ithalatçısı bir ülkedir.

Çin'de de durum aynı. 2000 yılında dışardan gelen sermaye stoku 193,4 milyar ABD doları iken, 2022'de 3,8 trilyon dolara yükseliyor. Çin'den dış ülkelere yatırım amaçlı giden sermayenin toplamı ise, 2000 yılında 27,7 milyar ABD doları iken, 2022'de 3 trilyon dolar civarında oluyor. Çin'e ait rakamların içinde Hong Kong'daki sermaye giriş çıkışları yoktur.[10]

Bütün emperyalist ülkeler dış sermayeyi çekmek için birbiriyle yarışıyorlar. ABD ve AB emperyalist bloğu Çin'in büyümesinin önüne geçmeye çalışmalarına karşın, kendi ülkelerindeki tekellerin Çin'e sermaye yatırımının önüne geçemiyorlar. Örneğin, ABD ve AB'nin baskılarına rağmen, dünyanın en büyük Alman kimya tekeli BASF, 2019 yılında Çin'de 10 milyar Avro'luk büyük bir sermaye yatırım yapmayı daha karlı buldu.[11] Çin tekelci burjuvazisi, yabancı tekelleri çekmek için, ülkeyi uluslararsı tekeller için ucuz işgücü cennetine çevirmiştir. Bu nedenle Türk tekelci devletinin ülkeyi uluslararsı sermayeye peşkeş çekmesi ya da çekmek istemesi, salt Türk burjuvazisine özgü bir olgu olmadığı, kapitalist devletlerin (elbette kapitalizmin) genel eğilimi olduğu görülmelidir.

Türk tekelleri de son üç yıldır Mısır'da daha fazla yatırım yapmayı tercih ettiler. Mısır, özellikle, Türk tekstil tekelleri için adeta bir yatırım cenneti oldu. Bu nedenle de Evrensel gazetesi; “Tekstil patronu Mısır'a, işçi kapıya“ başlığını atmıştır.[12] Tekstil tekellerin bir çoğu Mısır'da fabrika açmışlardır. Çünkü Türk tekelleri için Mısır'ın avantajları daha fazla. Her şeyden önce işçi ücretleri Türkiye'den daha düşük. ABD'e Mısır'dan kotasız ve vergisiz ihracat olanakları var. Bu durum da, Mısır burjuvazisi de Türk tekellerine ülkeyi peşkeş çekmektedir. Türkiye'de yatırım yapan diğer Uluslararası emperyalist tekeller gibi, Türk tekelleri de emperyalist amaçlarla Mısır'da yatırım yapıyorlar. Türkiye'de sömürü amaçlı yatırım yapan uluslararası emepryalist tekellere karşı çıkarken ve bunların emperyalist yüzleri net olarak görülürken, Türk tekellerinin de başka ülkelerde sermaye yatırımlarının emperyalist niteliği aynı netlikle görülmelidir. Birincisine karşı çıkıp, ikincisini görmezden gelmek  sosyal şovenizmdir! 01.10.2024

Devam edecek....

[1]          https://teoriveeylem.net/tr/2023/03/27/turkiyenin-emperyalizme-bagimliligi-ve-anti-emperyalist-mucadele/

[2]    https://teoriveeylem.net/tr/2024/03/04/kurulusunun-ikinci-yuzyilinda-turkiyenin-bagimli-kapitalizmi/

[3]    Evrensel: “Vergi cenneti Türkiye: Sanayi odaları başkanları vergi ödemiyor“ 18 Temmuz 2024  https://www.evrensel.net/haber/523482/vergi-cenneti-turkiye-sanayi-odalari-baskanlari-vergi-odemiyor

[4]    https://www.evrensel.net/haber/524222/ihalede-bol-sifir-vergide-tek-sifir-sarayin-muteahhitleri-vergi-vermedi 27 Temmuz 2024

[5]    https://www.evrensel.net/haber/525519/maskesiz-besler-isciler-antepin-en-buyuk-5-tekstil-sirketinden-824-fazla-vergi-odedi 14 Ağustos 2024

[6]    https://bianet.org/haber/turkiye-nin-vergi-vermeyen-sirketleri-298117#lg=1&slide=0 9 Ağustos 2024

[7]    Bkz. Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, sf. 108-113, El Yayınları 2022

[8]    https://tr.euronews.com/2024/07/11/ubs-raporu-turkiye-tl-cinsinden-kisisel-servet-artisinda-yuzde-157lik-buyume-ile-ilk-sirad

[9]          https://teoriveeylem.net/tr/2023/03/27/turkiyenin-emperyalizme-bagimliligi-ve-anti-emperyalist-mucadele/

[10]  ABD ve Çin ile ilgili sermaye giriş çıkışlarına ait kaynak :UNCTAD 2023 Raporu

[11]  https://www.tagesschau.de/wirtschaft/unternehmen/basf-stellenabbau-chemieindustrie-investitionen-101.htm 24.02.2023

[12]  https://www.evrensel.net/haber/528001/tekstil-patronu-misira-isci-kapiya 12 Eylül 2024

 

654

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Tanktan duvar(lar)ı yıkan 15-16 Haziran'ın hatırlattığı (1)

“Beklenmedik olanı beklemedikçe, onu bulamayacaksın.”[2]

Turgut Uyar’ın, “Bizim haziranımız bir yıl kadar yetecektir dünyaya/ /Ve kuytularda, dağlarda, alanlarda/ Akıtılan ve akıp gelen kanlarda/ Bir sabah büyük büyük ateşler yanınca/ Eller temizlenecektir/ Bir tören olacaktır/ Ölülerimiz toplanacaktır,” dizelerinde betimlenen 15-16 Haziran başkaldırısı, tarihimizin büyük işçi isyanı olarak anılmaya değer devrimci praksisidir...

IŞİD ve İslamcı ''Feministler

“Cehennem boş. Tüm şeytanlar burada... Hiç kimse duymak istemeyenbiri kadar sağır olamaz.”[1]

Haberiniz var, değil mi, El Kaide’den doğma, AKP beslemesi uluslararası Sünnî-İslâmcı örgüt Irak Şam İslâm Devleti (IŞİD), bir aya yakın bir süredir Irak’ta Musul ve çevresini kasıp kavuruyor. 

"Deniz" olmalıydım.../ Deniz Gülünay

Hasan Gülünay bu ülkede sayısı bile tam olarak tespit edilemeyen "kayıplardan" biri. İşe gitmek üzere İstanbul Tarabya’daki evinden ayrıldığı 20 Temmuz 1992 sabahından bu yana kendisinden haber yok.

Yine Bir Seçim Oyunu

"Bir cumhuriyet nasıl bir maskeye bürünürse bürünsün, ne denli demokratik olursa olsun, eğer o bir burjuva cumhuriyeti ise, eğer o toprak ve fabrikaların özel mülkiyetini koruyorsa ve eğer özel sermaye toplumun tümünü ücret köleliği içinde tutuyorsa, yani eğer bir cumhuriyet, bizim parti programımızda ve sovyet anayasasında söylenen her şeyi gerçekleştirmiyor ise, o zaman bu devlet, bazı insanların, ötekiler tarafından ezilmesi için bir makinedir.

Sînor u Mirin (Sınır ve Ölüm)

T.C beslemesi IŞİD çetesinin Kobane’ye yönelik saldırıları hız kesmeden sürerken bizler de Kürdistan Hukukçular Derneği olarak çeşitli emperyalist güçlerinin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme çabasının bir sonucu olarak TC-KDP işbirliğinin etkisiyle Rojava’da her gün yeni katliamlara imza atan bu paravan örgütün sınır bölgelerinde halka yaptığı zulmü yerinde görmek ve yaşananları bir de bölgedeki insanların dilinden dinlemek için Urfa’nın Birecik ilçesinde bulunan çadır alanını ve sınır köylerini ziyaret etme kararı aldık.

Biz Hayatı Öğretiyoruz, Bayım! (Rafeef Ziadah)

Kendisine “Çocuklarınıza nefret etmeyi öğretmeyi bırakırsanız, her şeyin düzeleceğini düşünmüyor musunuz?” diye sorulması üzerine Rafeef Ziadah ‘nin yazdığı şiir :

We Teach Life, Sir! ( Biz Hayatı Öğretiyoruz, Bayım! )

Bugün, bedenim TV’de yayınlanmış bir katliamdı.
Bugün, bedenim demeçlere ve kelime sınırlarına
sığmak zorunda olan, TV’de yayınlanmış bir katliamdı.
Bugün bedenim, ölçülü cevaplara karşı istatistikle dolmuş demeçlere ve kelime sınırlarına sığmak zorunda olan, TV’de yayınlanmış bir katliamdı.

Ilımlı İslam projesi ve İhvan mesajı

İslam dininin iktidar, devlet ve siyasetle ilişkisi dini, siyasi ve sosyal çevrelerin, egemen güçlerin sürekli gündeminde olmuştur. Bu ilgi “yakın tarih” diyebileceğimiz zaman dilimi içinde oldukça artmıştır. Siyasal İslam olgusu toplumsal yaşam içerisinde daha çok yer almaya başladıkça ilginin dozajı da yükselmiştir. Son olarak Mısır’da İhvan hareketinin darbeyle dağıtılması, üyeleri hakkında alınan idam kararları bu gerçekliğin bir yansımasıdır. “Siyasal İslam”ın yani siyaset ve din/İslam kavramlarının biraradalığını bu dinin ortaya çıkış yıllarına kadar götürmek mümkündür.

40. Yıl'ında Kıbrıs işgal altında esirlere ne oldu?

Kıbrıs,Sicilya ve Sardanya'dan sonra Akdeniz'in üçüncü büyük adasıdır.Bulunduğu coğrafi konumu itibariyle önemli bir yere sahiptir.Tarihten günümüze sayısız işgallere ve savaşların yaşandığı Kıbrıs'ta stratejik konumu,Ortadoğu'ya açılan pencere,her türlü müdahale için harekete geçebilme açısından önemlidir.

Unutul(a)mayan ölümsüz sesler [*]

“Yavaş yavaş ölürler;okumayanlar,müzik dinlemeyenler,vicdanlarında hoşgörüyübarındıramayanlar.”[1]

Mirabeau’nun, “Bırakın, müzikle öleyim,” dediği o muhteşem şey için Unamuno, “Aşkın duygusal anlatımı müziktir”; W.Shakespeare, “İnsanın iç dünyası müzikle beslenir”; Björk, “Müzik, dinleyeni ve dinleteni öngörülmez kılar”; Esma Redzepova, “Müzik fakirlerin tek lüksüdür”; Miguel de Cervantes, “Müziğin olduğu yerde kötülük olmaz”; Emil Zeig, “Müzik, duygularımızın en açık dilidir”; Cemal Süreya, “Ayrılık acısıdır her müzik,” notunu düşerler…

12 Eylül yargılandı... mı?

“Eğer biz imkânsızı yapmazsak,olanaksız ile karşı karşıya kalacağız.”[1]

Geçtiğimiz günlerde, Türkiye 12 Eylül darbesi aktörlerini “yargıladı”, “mahkûm etti”, hatta mahkeme darbeci generallerin “rütbelerinin sökülmesine” hükmetti…

Böylece, onyıllar sonra da olsa, “adalet yerini bulmuş”, ülke “darbe geçmişiyle hesaplaşmış”, ve bu yolla da “demokratikleşme yolunda çok önemli bir adım atılmış” ve hatta (galiba) “ileri demokrasi”ye geçilmişti…… mi?

Pontos bir ülkedir ve sahte aydinlar bu gerçegi degistiremez /Tamer Çilingir

Eline silah verilip, Hrant Dink’i katleden kişi, kendisinin Türk olduğunu ve Türklüğe zarar veren herşeyin düşmanı olduğunu söylüyordu. Peki ‘‘Türkiye‘‘ diye adlandırılan devletin sınırları içinde neden ‘‘en Türk‘‘ o idi?

Ya da aynı gerekçeyle Trabzon’daki Santa Maria Aziz Meryem Katolik Kilisesi’nin papazı Andrea Santoro’yu  2006’da öldüren 16 yaşındaki çocuk nasıl bir ruh hali içindeydi? Neden onca Türk milliyetçisi olmasına rağmen ‘‘Türklük‘‘ adına ‘‘vatan‘‘ için Trabzonlu bu çocuk cinayet işliyordu?

Sayfalar