Cuma Eylül 20, 2024

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Çeşitli haber kaynaklarının aktardığına göre; şimdiye kadar 87 bin konut tamamen yıkılmışken, toplamda 297 bin konut ise kullanılamaz durumdaymış. Keza 189 hükümet binası ile 108 okul ve üniversite yerle bir edilmişken; 313 okul ve üniversite ise kullanılamaz duruma sokulmuş. Keza 160 sağlık kuruluşu, 55 sağlık merkezi, 33 hastane, 130 ambulans ve 206 tarihi ve kültürel varlıkları imha edilmiş. Yani özetle, insanların yaşam alanları, hastane, okul ve adeta tüm üretim tesisleri ve kültürel varlıkları yerle bir edilmiş durumda.

 

Takriben 2 milyon civarında Filistinli de yerinden edilmiş. İnsanlar yiyecek, içecek, ilaç ve diğer temel ihtiyaç maddelerinden mahrum bırakılarak, alenen ölüme terk edilmiş durumda. (Aktarılan rakamlara göre 1 milyon 95 bin bulaşıcı hastalık, 30 binden fazla ‘Hepatit A’ vakası tespit edilmiş ve 350 bin kronik hasta ölüme terk edilmiş.) 

Ve de bütün bu insanlık dışı şeyler yeterli görülmüyor olmalı ki katliam, yıkım ve geleceksizliğe mahkûm etme esası üzerinden kurgulandığı aşikâr olan soykırım fiili, olanca hızıyla devam ediyor. Nereye ve daha ne kadar devam ettirileceği ve bilançonun nasıl sonuçlanacağını ise; şimdiden kestirmek pek te mümkün gözükmüyor.

Fakat şu kesin ki Gazze’nin Filistin yurdu olmaktan çıkarılarak, bir nevi ilhak edilmesi ve de mümkün olabildiğince kadın ve çocukların imha edilerek; Filistinlilerin soyunun kurutulması hedeflenmektedir.

Tarihsel tecrübelerle sabittir ki Siyonistler, “vadedilmiş topraklar” mitolojisiyle ‘tarihsel arka planını’ oluşturdukları Filistin’de ki varlıklarını, Filistinlerin yok edilip, topraklarının işgal edilmesi üzerine kurgulamışlardır. Bir devlet olarak kuruluşları da sonraki süreçlerde ‘yeni yerleşim yerleri açma’ vesilesiyle ülke sınırlarını her seferinde daha da büyütmeleri de bu strateji gereğincedir.

Hal böyle olunca da yani bu Siyonist barbarlık ve işgalci tutuma karşı; Filistinlilerin (ve elbette ki benzer durumda ki tüm diğer ulusların da) kendi yurtlarını, toprak bütünlüklerini ve her türlü ulusal haklarını talep etme, geliştirme ve koruma meşru hakları vardır ve de saklıdır da. Gayet tabii ki bu amaç doğrultusunda her çap ve boyutta yürütüle gelen ulusal kurtuluş savaşımları ve ‘evrensel savaş hukukuna uygun’ her türlü direnişleri; haklı ve meşrudur da.

Bu çerçevede olmak üzere; ideolojik kimliğinden bağımsız olarak, elbette ki HAMAS gibi yapılanmaların da görev ve sorumluluğudur kendi yurdunu, halkını ve tüm diğer ulusal haklarını koruma ve talep etme amacıyla bir ulusal kurtuluş davası güdüp, savaşımını sürdürmesi. Bunun için kimsenin icazeti ve onayı da gerekmiyor zaten.

Dolayısıyla da burada sorgulama, HAMAS ve bileşeni olduğu “Al Aksa Tufanı” oluşumunun, bu yönü üzerinden olmayacaktır elbette ki. Ama gerek bileşimin belirleyici aktörü olması sebebiyle özel olarak HAMAS’ın ve gerekse gerçekleştirilen harekatın altında imzası olması dolayısıyla genel olarak Al Aksa Tufanı oluşumunun, 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirilen askeri operasyonunun kesinlikle sorgulanması gerekiyor. 

Bilinir ki savaşın en temel ve de en öncelikli kuralı; kendi güçlerini korumayı esas almaktır. Bir harekat veya muharebe başlatılacağında, ilk sorgulanacak ve de gözetilecek husus; bu harekat, muharebe veya top yekûn savaşta kendi ana gücünü (bu özgülde kendi halkını) koruyup koruyamayacağının belirlenmesidir. Eğer korunamayacaksa veya güçler dengesi ve coğrafi konumdan da ötürü bu zaten mümkün olamayacaksa ve de karşı taraf seni tümden silip süpürmek için zaten ‘tanrının bir lütfu’ babında, ‘olsun ya da olmasın bahanesi’ arıyorsa kana susamış aç bir kurt misali; bu durumda yapılması gereken şey, düşmana bunun imkânını vermemektir.

İşte tam da bu yönüyle sorgulanması gerekiyor 7.Ekim.2023 askeri operasyonunun. HAMAS’ın ta kuruluş yıllarına kadar geriye dönük değerlendirmelerle, İsrail Devleti ve istihbaratının bilgisi dahilinde ve tamamen İsrail Devletinin emellerine hizmet amacıyla HAMAS’ın böylesi bir eylemi gerçekleştirdiği/gerçekleştirebildiği, yani bir nevi sipariş bir operasyon olduğu ileri sürülse de spekülasyona dayalı bu türden yorum ve nitelemeler, hem çok da fazla bir anlam ifade etmiyor olacak ve hem de bugün yaşananları böylesi bir sorgulama ile izah etmek de pek kolay olmayacaktır.

Kabul görmüş isimlendirmesiyle, gerek bizzat Al Aksa Tufanı operasyonu ve gerekse tüneller sahasında devam eden boyutlarıyla, yani salt ‘askeri bir eylem’ olarak ele alınıp değerlendirilecek olursa; denilebilir ki İsrail Devletinin karizmasını fena halde çizmiş, son derece sofistike ve başarılı bir askeri harekattır.

Fakat operasyon esnasında sivillere yönelik yapılanlar ise zaten ta en baştan bu operasyonun ‘terörist bir saldırı’ olarak damgalanmasına ve Filistin halkının genel olarak kabul görmüş o “meşru müdafaa hakkı”nın o an itibariyle yerle bir olmasına ve dünya kamuoyu nezdinde nefret objesi haline dönüşmesine yol açtı. Ve ama daha da önemlisi; başta tüm devletler olmak üzere, geniş kamuoyu nezdinde İsrail devletinin karşı operasyonunun haklı ve meşru bir savunma hakkı olduğu algısının oluşması sonucunu doğurdu. Ve bu, uzunca bir süre Filistin halkını dünya halklarının o hayati derecedeki önemli sahiplenilmesinden mahrum bırakırken; İsrail Devletinin ise tüm vahşiliği ve gaddarlığıyla saldırılarda bulunmasın bir nevi psikolojik destekleyeni rolü oynadı.

Elbette ki Al Aksa Tufanı operasyonuna ilişkin yukarıdaki bu değerlendirme, esasen tek yanlı ve tek boyutlu olup; öze ilişkin, bütünlüklü bir değerlendirme sayılamaz. Bu operasyonun bütünlüklü değerlendirilmesi ancak ki savaşın öncelikli temel kuralı olan kendi güçlerini koruma kriteri üzerinden sorgulanması suretiyle yapılabilir ancak ki.

Bu yönüyle sorgulandığında ise rahatlıkla görülecektir ki bu temel savaş ilkesi, HAMAS ve diğer müttefiki güçler tarafından, tamamen, evet tamamen es geçilmiştir. Çünkü saldırıdan sonra, alınan rehinelerle birlikte çekilen alan sadece Al Aksa Tufanı bileşeni güçlerin bir askeri üssü veya savunma hattı değildir. Keza üstelik burası, düşman güçleri açısından aşılamaz, ulaşılamaz o eski çağların kaleleri misali korunaklı bir alan da değildir. Burası, milyonlarca Filistinlinin kıstırıldığı ve ‘balık istifi’ misali tıkış tıkış yaşadığı bir sivil yerleşim yeridir. 

Dolayısıyla da böylesi bir yerin çok aleni bir şekilde saldırı ve savunma üssü olarak kullanılması, zaten en baştan, savaşın doğrudan öznesi olamayacak durumda olan o çoluk- çocuğun, kadın, yaşlı ve hastaların da içinde bulunduğu ve milyonlarla ifade edilen o sivil halkın doğrudan düşmanın önüne yem olarak atılmasıyla eş anlamlıdır.

Bunun literatürdeki yalın karşılığı şudur: Savaşın en temel kuralı gereğince davranmayarak kendi güçlerini düşmanın karşı saldırısına maruz bırakan; pratiğinin kendiliğinden sonucu olarak böylesi bir ortam yaratıp sunan bir savaş kurmayı, hem ağır bir savaş suçu işlemiş olur ve hem de doğan sonucun suç ortağı.

Yani ‘eğri oturup doğru konuşmak gerekirse’; Gazze’de yaşanan bu korkunç soykırımın suç ortağı konumundadır HAMAS ve Al Aksa Tufanı’nın bileşeni diğer oluşumlar. Yani burada karşılaşılan durum, “sebep-sonuç denklemi” sarmalının çok tipik bir örneği olduğu, rahatlıkla söylenebilir.  

[1] Al Aksa Tufanı 23 Temmuz 2018’de İsrail işgaline karşı birleşik bir mücadele cephesi olarak oluşturulmuş bir direniş cephesidir. Amacı, eylemleri tek merkezden kontrol etmektir. Zaten kendilerini ifade edişleri de “Filistin Direniş Örgütleri Ortak Operasyon Odası” şeklindedir. Bileşiminde 12 örgüt yer almaktadır. Bunların biri Hamas’a, biri İslami Cihad’a, dört tanesi El-Fetih’e, diğerleri de daha farklı f Filistin örgütlerine bağlı örgütlerdir.

 

2984

Ari Dun (eve gel)

Ermenistan Diaspora Bakanlığı,yurt dışında yaşayan Ermeni'leri,Ermenistan'a davet etti. Onlara tarihin tanıtılması sosyal,külürel ilişkilerin geliştirilmesi için Yerevan misafirler ile dolup taştı.Turistik yerler ziyaret edilerek tanıtıldı.

Yerevan Arjantin,Lübnan,Rusya,Almanya,Fransa'dan gelen misafirlerinin yanısıra ilk defa Türkiye Diyarbakır'dan gelen misafirlerine kucak açtı.50 kişiden oluşan bu gurup 1915 Ermeni soykırımında Müslümanlaşmış veya zorla müslümanlaştırılmış ailelerin çocukları olup artık bugün kendilerini Ermeni olarak gören sıcak kanlı,dost insanlardı.

TKP/ML-TİKKO Gerillaları karakola ekmek veren fırıncıyı tutukladı

Elimize e-posta yoluyla ulaşan ve Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist (TKP/ML) Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) Dersim Bölge Komutanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre Dersim-Merkez’e bağlı Deşt (Geyiksuyu) köyünde uyarılara rağmen karakola ekmek veren bir fırıncı tutuklandı.

“Dersim Merkez’e bağlı Deşt (Geyiksuyu) köyünde fırın işleten Metin Karataş isimli kişi 31 Ağustos 2014 günü sabah saat 07.00 çalıştırdığı fırında tutuklanmıştır” diyen Dersim Bölge Komutanlığı, tutuklamanın nedenini şöyle açıkladı:

TKP/ML-TİKKO’dan Mercan HES eylemi açıklaması

1 Eylül akşamı Dersim-Pulur’da (Ovacık) bulunan Mercan HES’e yönelik bombalı saldırı gerçekleştiren Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist (TKP/ML) Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) Dersim Bölge Komutanlığı söz konusu saldırıya ilişkin bir açıklama yaptı.

Cumhurbaşkanlığı Seçiminin Öğrettikleri

İlk defa yurt dışında yaşayan Türkiye vatandaşlarının da oy kullanabildiği Cumhurbaşkanlığı seçimi, beklenildiği gibi R.T. Erdoğan’ın kazanmasıyla sonuçlandı.

Bu seçimin diğer seçimlerden iki noktada farkı vardı. Birincisi yukarıda da belirttiğimiz gibi, yurt dışındaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da oldukları ülkelerde oy kullanabilmeleri idi. İkincisi de yine ilk defa olarak Cumhurbaşkanını doğrudan halk oylaması ile “seçilmesi” idi.

“Sırası mıydı şimdi Tuncay?

“İthaka sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka olmasa yola hiç koyulmayacaktın.”[1]

Dersim (Festivali) yolunda Arzu’dan, Tuncay (Atmaca) yoldaşın -31 Temmuz 2014’de- bizi bırakıp gittiği haberini alınca aklımdan geçen ilk şey, “Sırası mıydı şimdi Tuncay?” oldu…

Ardından da “Ölüm adın kalleş olsun” dedim; Barışta (Erdost), Seyhan (Şanalan) ve Ata (Soyer)’dan sonra 2013’den beri tam dördüncü kez Tuncay’la…

* * * * *

Dostları “Peygamber” İsmail’i uğurladı

1981-1984 yılları arasında TKP/ML TİKKO davasından Erzurum Askeri Hapishanesi’nde yatan ve o dönemde gördüğü ağır işkenceler sonucu kalıcı hastalıklarla mücadele eden İsmail Mehrekula, tedavi gördüğü hastanede 3 Eylül gece saatlerinde yaşamını yitirdi. “Peygamber” kod adıyla tanınan Mehrekula, dün İzmit’te son yolculuğuna uğurlandı.

Sistemin silahı; yozlaştırma

Tüm emperyalist toplumlarda halkı daha fazla sömürmenin, halkın tepkilerini bastırmanın, halkın örgütlenmesini ve iktidara yönelik bir mücadele içine girmesini engellemenin çeşitli yolları vardır. Egemen sınıflar bunun en temel aracı olarak zora başvuruyor veya başvurma tehdidini sürekli gündemde tutuyor olsalar da, zorun yanında başka yöntemler de kullanırlar. Çünkü zor ve şiddet, tek başına herhangi bir sömürü düzenini sürdürmeye yetmez.

Ortadoğu’da Durum ve Olanak(lar)[*]

“Eşitlik olmayan bir yerde / özgürlük bir yalandır.”[1]

Soru: IŞİD’in uluslararası güçlerce Ortadoğu’ya müdahalede kullanıldığı belirtiliyor. IŞİD’in arkasındaki temel güçler kimler ve nasıl bir strateji yürütülüyor?

Öncelikle şu “kullanılma” saptamasına mündemiç yüzeyselliği tashihte yarar var. Her “kullanılma”, bir yerden sonra kullanmadır da.

1915 Süryani toplumunun gelecek umudunu yok etti Feyyaz Kerimo

Günümüzde Süryaniler kimliklerini nasıl tanımlıyorlar? Bu tanımlayışta geçtiğimiz yıllarda değişiklikler oldu mu ?

Genel olarak ulusal kimlik kavramı, Rönesans ile birlikte özellikle dil ve tarih etrafında ortaya çıkmıştır. Bazı özellikler etrafında bir ortak paydayı ifade etmektedir. Ulusal kimlik bana göre her şeyden önce, bir aidiyet sorunudur.                                                                                        

Hiç değilse bu taş basamakların:Ganime Gülmez

“Binlerce Pazartesi geçti ömrümden\…nasıl yaşanıyor bu vesayetli dünyada\ hangi çılgınlar nasıl dayanıyor buna\…\ Sonu olsun diyorum\ neyin sonu ama\ hiç değilse bu taş basamakların”..şiiri takılıyor aklıma sokaklarda Turgut Uyar’ın.

Pazartesi günü yine 1 Eylül. 1939 yılında Almanya’nın, Polonya’yı işgal edişinin yıl dönümü. Ve tabi; “Dünya Barış Günü”! Ha bir de; Almanya Federal Parlamento’sunun, dün, “İslam Terörü’ne karşı savaşmak için” Irak’a göndereceği binlerce sayıyla basına ifade edilen silahları gönderme kararını alacağı gün! Kaçıncı Pazartesi!

Emperyalizm ve Gericilik

Tarihin komünistleri haklı çıkarması, sorunların onların düşünceleri doğrultusunda çözülmesini de peşinden getirmiyor. Ya da insanlar, daha özel bir vurguyla; tarihin temel özneleri olan halklar ve işçi sınıfı komünistlerin dediklerini benimsemedikleri için, kendi kaderlerini de kendileri ellerine alamıyorlar. Emperyalist burjuvazinin ve işbirlikçilerinin kendilerine biçtikleri kahredici bir yaşam sınırları içinde birbirlerini boğazlıyarak varlıklarını sürdürmeye çılışıyorlar. Boğazlanması gerekenleri değil, kucaklaşması gerekenler birbirlerinin gırtlaklarına sarılmış.

Sayfalar