Pazar Kasım 10, 2024

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Çeşitli haber kaynaklarının aktardığına göre; şimdiye kadar 87 bin konut tamamen yıkılmışken, toplamda 297 bin konut ise kullanılamaz durumdaymış. Keza 189 hükümet binası ile 108 okul ve üniversite yerle bir edilmişken; 313 okul ve üniversite ise kullanılamaz duruma sokulmuş. Keza 160 sağlık kuruluşu, 55 sağlık merkezi, 33 hastane, 130 ambulans ve 206 tarihi ve kültürel varlıkları imha edilmiş. Yani özetle, insanların yaşam alanları, hastane, okul ve adeta tüm üretim tesisleri ve kültürel varlıkları yerle bir edilmiş durumda.

 

Takriben 2 milyon civarında Filistinli de yerinden edilmiş. İnsanlar yiyecek, içecek, ilaç ve diğer temel ihtiyaç maddelerinden mahrum bırakılarak, alenen ölüme terk edilmiş durumda. (Aktarılan rakamlara göre 1 milyon 95 bin bulaşıcı hastalık, 30 binden fazla ‘Hepatit A’ vakası tespit edilmiş ve 350 bin kronik hasta ölüme terk edilmiş.) 

Ve de bütün bu insanlık dışı şeyler yeterli görülmüyor olmalı ki katliam, yıkım ve geleceksizliğe mahkûm etme esası üzerinden kurgulandığı aşikâr olan soykırım fiili, olanca hızıyla devam ediyor. Nereye ve daha ne kadar devam ettirileceği ve bilançonun nasıl sonuçlanacağını ise; şimdiden kestirmek pek te mümkün gözükmüyor.

Fakat şu kesin ki Gazze’nin Filistin yurdu olmaktan çıkarılarak, bir nevi ilhak edilmesi ve de mümkün olabildiğince kadın ve çocukların imha edilerek; Filistinlilerin soyunun kurutulması hedeflenmektedir.

Tarihsel tecrübelerle sabittir ki Siyonistler, “vadedilmiş topraklar” mitolojisiyle ‘tarihsel arka planını’ oluşturdukları Filistin’de ki varlıklarını, Filistinlerin yok edilip, topraklarının işgal edilmesi üzerine kurgulamışlardır. Bir devlet olarak kuruluşları da sonraki süreçlerde ‘yeni yerleşim yerleri açma’ vesilesiyle ülke sınırlarını her seferinde daha da büyütmeleri de bu strateji gereğincedir.

Hal böyle olunca da yani bu Siyonist barbarlık ve işgalci tutuma karşı; Filistinlilerin (ve elbette ki benzer durumda ki tüm diğer ulusların da) kendi yurtlarını, toprak bütünlüklerini ve her türlü ulusal haklarını talep etme, geliştirme ve koruma meşru hakları vardır ve de saklıdır da. Gayet tabii ki bu amaç doğrultusunda her çap ve boyutta yürütüle gelen ulusal kurtuluş savaşımları ve ‘evrensel savaş hukukuna uygun’ her türlü direnişleri; haklı ve meşrudur da.

Bu çerçevede olmak üzere; ideolojik kimliğinden bağımsız olarak, elbette ki HAMAS gibi yapılanmaların da görev ve sorumluluğudur kendi yurdunu, halkını ve tüm diğer ulusal haklarını koruma ve talep etme amacıyla bir ulusal kurtuluş davası güdüp, savaşımını sürdürmesi. Bunun için kimsenin icazeti ve onayı da gerekmiyor zaten.

Dolayısıyla da burada sorgulama, HAMAS ve bileşeni olduğu “Al Aksa Tufanı” oluşumunun, bu yönü üzerinden olmayacaktır elbette ki. Ama gerek bileşimin belirleyici aktörü olması sebebiyle özel olarak HAMAS’ın ve gerekse gerçekleştirilen harekatın altında imzası olması dolayısıyla genel olarak Al Aksa Tufanı oluşumunun, 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirilen askeri operasyonunun kesinlikle sorgulanması gerekiyor. 

Bilinir ki savaşın en temel ve de en öncelikli kuralı; kendi güçlerini korumayı esas almaktır. Bir harekat veya muharebe başlatılacağında, ilk sorgulanacak ve de gözetilecek husus; bu harekat, muharebe veya top yekûn savaşta kendi ana gücünü (bu özgülde kendi halkını) koruyup koruyamayacağının belirlenmesidir. Eğer korunamayacaksa veya güçler dengesi ve coğrafi konumdan da ötürü bu zaten mümkün olamayacaksa ve de karşı taraf seni tümden silip süpürmek için zaten ‘tanrının bir lütfu’ babında, ‘olsun ya da olmasın bahanesi’ arıyorsa kana susamış aç bir kurt misali; bu durumda yapılması gereken şey, düşmana bunun imkânını vermemektir.

İşte tam da bu yönüyle sorgulanması gerekiyor 7.Ekim.2023 askeri operasyonunun. HAMAS’ın ta kuruluş yıllarına kadar geriye dönük değerlendirmelerle, İsrail Devleti ve istihbaratının bilgisi dahilinde ve tamamen İsrail Devletinin emellerine hizmet amacıyla HAMAS’ın böylesi bir eylemi gerçekleştirdiği/gerçekleştirebildiği, yani bir nevi sipariş bir operasyon olduğu ileri sürülse de spekülasyona dayalı bu türden yorum ve nitelemeler, hem çok da fazla bir anlam ifade etmiyor olacak ve hem de bugün yaşananları böylesi bir sorgulama ile izah etmek de pek kolay olmayacaktır.

Kabul görmüş isimlendirmesiyle, gerek bizzat Al Aksa Tufanı operasyonu ve gerekse tüneller sahasında devam eden boyutlarıyla, yani salt ‘askeri bir eylem’ olarak ele alınıp değerlendirilecek olursa; denilebilir ki İsrail Devletinin karizmasını fena halde çizmiş, son derece sofistike ve başarılı bir askeri harekattır.

Fakat operasyon esnasında sivillere yönelik yapılanlar ise zaten ta en baştan bu operasyonun ‘terörist bir saldırı’ olarak damgalanmasına ve Filistin halkının genel olarak kabul görmüş o “meşru müdafaa hakkı”nın o an itibariyle yerle bir olmasına ve dünya kamuoyu nezdinde nefret objesi haline dönüşmesine yol açtı. Ve ama daha da önemlisi; başta tüm devletler olmak üzere, geniş kamuoyu nezdinde İsrail devletinin karşı operasyonunun haklı ve meşru bir savunma hakkı olduğu algısının oluşması sonucunu doğurdu. Ve bu, uzunca bir süre Filistin halkını dünya halklarının o hayati derecedeki önemli sahiplenilmesinden mahrum bırakırken; İsrail Devletinin ise tüm vahşiliği ve gaddarlığıyla saldırılarda bulunmasın bir nevi psikolojik destekleyeni rolü oynadı.

Elbette ki Al Aksa Tufanı operasyonuna ilişkin yukarıdaki bu değerlendirme, esasen tek yanlı ve tek boyutlu olup; öze ilişkin, bütünlüklü bir değerlendirme sayılamaz. Bu operasyonun bütünlüklü değerlendirilmesi ancak ki savaşın öncelikli temel kuralı olan kendi güçlerini koruma kriteri üzerinden sorgulanması suretiyle yapılabilir ancak ki.

Bu yönüyle sorgulandığında ise rahatlıkla görülecektir ki bu temel savaş ilkesi, HAMAS ve diğer müttefiki güçler tarafından, tamamen, evet tamamen es geçilmiştir. Çünkü saldırıdan sonra, alınan rehinelerle birlikte çekilen alan sadece Al Aksa Tufanı bileşeni güçlerin bir askeri üssü veya savunma hattı değildir. Keza üstelik burası, düşman güçleri açısından aşılamaz, ulaşılamaz o eski çağların kaleleri misali korunaklı bir alan da değildir. Burası, milyonlarca Filistinlinin kıstırıldığı ve ‘balık istifi’ misali tıkış tıkış yaşadığı bir sivil yerleşim yeridir. 

Dolayısıyla da böylesi bir yerin çok aleni bir şekilde saldırı ve savunma üssü olarak kullanılması, zaten en baştan, savaşın doğrudan öznesi olamayacak durumda olan o çoluk- çocuğun, kadın, yaşlı ve hastaların da içinde bulunduğu ve milyonlarla ifade edilen o sivil halkın doğrudan düşmanın önüne yem olarak atılmasıyla eş anlamlıdır.

Bunun literatürdeki yalın karşılığı şudur: Savaşın en temel kuralı gereğince davranmayarak kendi güçlerini düşmanın karşı saldırısına maruz bırakan; pratiğinin kendiliğinden sonucu olarak böylesi bir ortam yaratıp sunan bir savaş kurmayı, hem ağır bir savaş suçu işlemiş olur ve hem de doğan sonucun suç ortağı.

Yani ‘eğri oturup doğru konuşmak gerekirse’; Gazze’de yaşanan bu korkunç soykırımın suç ortağı konumundadır HAMAS ve Al Aksa Tufanı’nın bileşeni diğer oluşumlar. Yani burada karşılaşılan durum, “sebep-sonuç denklemi” sarmalının çok tipik bir örneği olduğu, rahatlıkla söylenebilir.  

[1] Al Aksa Tufanı 23 Temmuz 2018’de İsrail işgaline karşı birleşik bir mücadele cephesi olarak oluşturulmuş bir direniş cephesidir. Amacı, eylemleri tek merkezden kontrol etmektir. Zaten kendilerini ifade edişleri de “Filistin Direniş Örgütleri Ortak Operasyon Odası” şeklindedir. Bileşiminde 12 örgüt yer almaktadır. Bunların biri Hamas’a, biri İslami Cihad’a, dört tanesi El-Fetih’e, diğerleri de daha farklı f Filistin örgütlerine bağlı örgütlerdir.

 

4366

TC’nin çıkmaz Sokağı!

Tezkere, Kobanê “Çözüm Süreci”, IŞİD, Ortadoğu

(IŞ)İD’in Kobanê üzerinde geliştirdiği saldırı Kürt meselesindeki ve bölge içindeki dengeleri hemen “türbülansa” sokmayı başardı. Kürt ulusal hareketi Kürt meselesini doğal ve haklı olarak bölgesel gelişmelerin sadece bir parçası ve uzantısı olarak ele alıyor. TC’nin de meseleyi hem iç hem de dış sorun olarak ele aldığı, “çözüm süreci” denen gelişmenin en önemli itim güçlerinden birisinin de bölgesel gelişmeler ve TC’nin bölge politikası olduğu bilinmektedir.

(IŞ)İD Kürtlere Niye Saldırır?

(IŞ)İD, Ortadoğu’nun yeni fenomeni ve emperyalistlerin yeni umacısı. (IŞ)İD emperyalist gericiliğin kendini daha rahat gerçekleştirmesi ve politik yönelimine yeni olanaklar yaratması için arayıp da bulunmayacak bir umacı oldu. Her ne kadar emperyalist güçler ve Ortadoğu’nun gerici egemenleri için şu an kullanılacak bir umacı (heyula) olsa da, Kürtler, Şiiler, Hıristiyanlar ve tüm diğer farklı inanç ve milliyetler için bunun ötesinde en vahşi biçimlerle ölüm, kan, zulüm anlamına geliyor. (IŞ)İD girdiği her yeri insansızlaştıran, kurutan, çölleştiren bir politika izliyor.

Kanlı eserinizle övünebilirsiniz

Tarih şahittir ki, Kobani protestolarında ortaya çıkan kanlı tablo AKP(DEVLET), HDP ve HÜDAPAR'ın ortak eseridir. Bilindiği gibi HDP ve KCK'nin çağrısıyla sokağa çıkan kalabalığa ilk kurşun Muş Varto'da sıkıldı ve bir genç polis kurşunuyla can verdi. Sinirler zaten gergindi, gencin ölüm haberi büyük bir öfke patlamasına neden oldı. Düzenin çarpıklıklarına ve adaletsizliğine karşı isyan halinde olan gençler ve halkın arasına karışan maskeli provokatörler birçok şehirde polislerle çatıştılar.

Topunuz IŞİD'siniz.

Evet, siz IŞİD'ci ve yargısız infazcısınız.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün Gümüşhane'de milyonların gözünün içine baka baka, "Bingöl'de iki polisimizi şehit eden teröristler öldürüldü," dedi kükreyerek. Kürsü kahramanı Tayyip Erdoğan'ın sözünü ettiği kişiler karayolunda jandarmanın, "Dur,"ihtarına uymadıkları gerekçesiyle hedef gözetilerek öldürülen insanlardır.  

İlk can yakıcı soru şudur: Öldürülen bu dört kişinin Bingöl saldırısına katıldıklarını nereden biliyorsunuz?

TC’nin imdadına koşmak bize mi kalmış? - Dursun Ali Küçük

Serhildanlari selamliyorum!

Kürdistan halkı ve herkes savaş içindedir ve savaş yürütüyor. Kürdistan Federasyonu ve Batı Kürdistan’da savaş çok çıplak yürütülüyor. İran ve Türkiye’de fiilen savaş hali var. İran sömürgeciliğine karşı silahlı mücadele veren grup ve gruplar çıkıyor ve başlattılar. Gerillayı geliştirmeleri olumludur. İran’da idamlar sürüyor ve legal anlamda hiçbir faaliyete izin vermiyor.

Kürtlerin son savaşı mı?

Türk devletinin desteğinde İŞİD’in Kobane’ye yoğun saldırısı ve yaşanan insanlık dramı nedeniyle Türkiye’de, başta PKK taraftarları olmak üzere tüm ilerici kamuoyunu ayağa kaldırması önemli bir gelişmeydi. 

“Kobanê Direnişi İçin Yaşamı Durduralım!”

 

IŞİD saldırılarına karşı destansı bir şekilde sürdürülen Kobanê direnişi destan yazmaya devam ediyor. Bu direniş sürerken; Dünyada ve Türkiye'de bu direnişi sahiplenmek için sokağa çıkan halka, olanca gücüyle saldıran TC onlarca insanı katletmeye devam ediyor. T. Kürdistanı başta olmak üzere, devlet baskısına boyun eğmeden sokaklara dökülen halkın direnişi sürerken; daha önce de direnişi büyütme çağrısı yapan Partizan, tüm güçlerine seferberlik çağrısında bulundu.

Dünya Suriye’deki Devrimci Kürtleri Neden Görmezden Geliyor-David Graeber

Suriye Savaş Alanında demokratik bir deneyim IŞİD tarafından yok ediliyor. Dünya kamuoyunun bundan bihaber hâliyse tam anlamıyla skandal.

Kobani bize zafere odaklanmanın yolunu gösteriyor

 

Kürdistan'da ve Türkiye'de ok yaydan çıktı. Sözün bittiği, pratik eylemlerin başladığı an bu andır.  Zafere odaklanmak için ölümüne direniş!

Aslında anlatılacak hem çok şey var, hem de o kadar anlatılıyor ve yazılıyor ki her şey karman çorman bilgi kirliliğinden tutalım da “Kobani’nin düşmesinden” veya “ha düştü düşecek “çığırtkanlıklarını görmekteyiz. Dün halefi Davutoğlu, bugün Antep’te selef Erdoğan savaş naraları atarak gizli saklı bir şey bırakmadı. Suriye’ye karşı savaşın kukla baş aktörü olduğunu kendi ağzıyla açıklayarak ispatlamış oldu.

Kobane; Geçit Yok, Geçit Yok! Volkan Yaraşır

Tarih ve devrim kaotik bir süreçtir. Atılım ve geri dönüşleri içinde taşır. Rojava Devrimi, Kürt Özgürlük hareketi kadar Mezopotamya ve Anadolu coğrafyasında sarsıcı etkiler yarattı. Ortadoğu’nun hegemonik güçler tarafından yeniden dizaynını engelleyen en önemli faktör olarak öne çıktı. Aslında Rojava pratiği yıkıcı etkilerini yeni gösteriyor. Bir nevi devrim, dalgasal ve dip sarsıntılarını dışavurmaya başladı.

Ölümüne seyirci kaldığınla barışamazsın: Ohannes Kılıçdağı

Zaten hep gergin olan ülkemiz ve bölgemiz bir kere daha ‘bıçak sırtında’. Bu sefer başrollerden biri, caniliği bu coğrafyaya bile (“Oryantalizm yapma” diyenler sıranın sonuna geçsin) fazla gelen IŞİD’e ait. Başrole yükselmesinde AKP idaresindeki Türkiye devletinin doğrudan desteği olup olmadığı tartışılıyor. Birçok iddia olmasına rağmen, hükümet ve onun savunucuları bunların hiçbirinin doğrudan desteğe dair somut delillere dayanmadığını söylüyorlar. Gerçektende söylenenlerin hiçbiri bu desteği tartışılmaz biçimde ispatlamaya yetmeyebilir.

Sayfalar