Pazartesi Ocak 6, 2025

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz. Emperyalizme ve dünya gericiliğine karşı mücadele diye bir hesabı olan herkesin, örgütlü bir yaşam, örgütlü bir mücadele derdi olmak zorunda. Çünkü sınıf bilinçli bir duruş, buna uygun pratik bir tutumu gerektirir.

Tabi ki, sınıf bilinçli öncünün bu tarihsel misyonunu oynaması, tarihin yaratıcısı kitlelerle olan ilişki düzeyine, örgütleyip harekete geçirme kabiliyetine bağlıdır. Kitleden kopuk bir öncülük iddiası, uyumadan rüya görme mucizesidir. Onun için devrim ve sosyalizm mücadelesinin hesabını yapan her sınıf bilinçli özne, bu tarihsel yürüyüşün öncüsü olan işçi sınıfıyla, geniş emekçi yığınlarla nasıl bağ kuracağı, kendiliğinden gelişen kitle hareketlerine nasıl müdahale edeceği sorusuna-sorularına her dakika-her saniye yanıt aramalıdır. Verilen cevaplara uygun olarak atılan her doğru adım, bu halk deryasında kök salınmasına-kökleşmesine zemin yaratacaktır.

Bunun için düşünsel planda bir değişime ihtiyaç vardır. Her şeyden önce kitle çalışmasına, örgüt inşasına hizmet etmeyen her faaliyet, sonuç itibariyle bir emek israfıdır-tüketici bir çabadır. Dolayısıyla alışılagelmiş, kendini tekrarlayan çalışma tarzlarını terk etmeliyiz. Tüm bunları kolektif bir çabayla merkezine devrimin, halkın çıkarlarını koyan, sorgulayıcı, pratiğinden eğitici dersler çıkaran sorumlu yaklaşımlarla yerine getirebiliriz. Ve bu görevleri yerine getirdiğimiz oranda güç kazanırız. Bu mütevazi genişleme hem pratik müdahalelerimizi artırır hem de sorunları ele alış yöntemimize zenginlik kazandırır. Objektif temelde bilgilenme, devrimci dinamizm böylesi pratiklerle derinlik kazanır. Asgari düzeyde bu yönlü atılan mütevazı adımlar, işçi ve emekçilerin görece daha ileri olan kesimlerini politik mücadeleye çekip, örgütleme koşullarını daha da olgunlaştırır.

Güncel bağlamda nesnel koşullara dair birçok şey söylenebilir. Ama hiç kimse geniş emekçi yığınların faşist iktidara karşı tepkilerinin giderek arttığı gerçeğini inkâr edemez. Bugün faşist iktidar artan enflasyonu düşürme, işsizliği azaltma, halkın refah düzeyini yükseltme yalanlarıyla krizin faturasını işçi ve geniş emekçi yığınların sırtına yüklemektedir. Bu da her geçen gün işçi ve emekçilerin sofralarındaki lokmalarının daha da küçülmesi anlamına gelmekte. Tüm bu gelişmeler, geniş emekçi yığınlarda oluşan öfkeyi artırıyor. Dolayısıyla kitle çalışmasında başarı bu öfkeyi örgütleme düzeyiyle direk bağlantılıdır. Dahası bu temeldeki olası her olumlu gelişme, emekçi kitlelerin devrimci güçlere karşı var olan bu mesafeli duruşunu da azaltır. Devrimci güçlerin iktidarın faşist terörüne karşı yapacağı direniş çağrılarına daha sempatiyle bakmasını sağlar. Bu coğrafyanın devrimci mücadele tarihi bunun en iyi tanığıdır. Şu açık ki, kitlelerin gücüne güvenmeyenler, mücadele tarihine yabancılaşanlar, mevcut objektif tablodan hareketle umutsuzluğa düşerler.

Ama sınıf savaşımının yasalarını kavrayan kadro ve militanların böyle düşünmeye hakları yoktur. Bilakis bu sömürü ve soygun düzenine karşı mücadelede, geniş kitleleri örgütleyip harekete geçirme görevleri vardır. Bugün asıl olan bu görevlerde yoğunlaşmaktır. Bu somut görevler yalnız güncel devrimci pratiği kapsamıyor. Aynı zamanda her koşulda sorgulamayı, inceleme-araştırma yapmayı ve tecrübelerde öğrenmeyi de içeriyor.

Dünyanın farklı coğrafyalarında olduğu gibi yaşadığımız coğrafyada da emperyalist-kapitalist sistemin aşırı sömürü politikaları, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesine karşı süren saldırıları, geniş yığınlarda kendiliğinden oluşturduğu bir bilinç vardır. Bu bilinci, asgari ücretle çalışan işçilerin, işsizlerin, ortaya koyduğu tepkilerde, üreticilerin, memurların görece daha kitlesel bir tarzda yapmış oldukları protesto eylemlerinde, geniş manada ağırlaşan yaşam koşullarına karşı ezilenler cephesinde artan öfkede görmek mümkündür.

Peki işçi ve emekçiler başta olmak üzere, ezilenler cephesindeki bu nesnel tablo karşısında ne yapmalıyız? Öncelikle kendiliğinden gelişen haklı ve meşru olan her tepkiyi-öfkeyi örgütlemek için sürece daha aktif bir şekilde müdahale etmeliyiz. Bu müdahalenin kazanıcı bir sonuca ulaşmasının ilk adımı, sürecin çelişkilerini doğru bir tarzda kavramakla başlar. Bu da ancak kadro ve militanların incelemedeki bilimsel tutumlarıyla olur. İşte kadro ve militanların proleter ideolojik donanımlarının tarihsel önemi de burada ortaya çıkıyor. Kendiliğinden gelişen bir hareketi bilinçli ve örgütlü bir güce dönüştürmek ancak bu sınıf bilincinin taşınmasıyla mümkün olabilir. Bu da dışarda çağrılarla değil, ancak bu hareketlerin içinde yer alarak olur.

Açık ki, işçi ve emekçilerin güncel taleplerini, yaşamsal sorunlarını gündemine almayan ve bu eksenli müdahalelerde bulunmayan bir devrimci hareket, onlarla gereken bağı kuramaz. Düşünsel ve hareket tarzlarında gereken değişimi yaratamaz. Değişim asgari düzeyde proleter ideolojik netliğe sahip kadro ve militanların çabasıyla olur. Dolayısıyla kendiliğinden hareketlere müdahaledeki her yetersizlik kadro ve militanların bu yönlü zayıflığına, kitle çizgisindeki zaaflı duruşa işaret eder.

Bugün karşımızda tepeden tırnağa, her türlü ahlaksızlığa, yolsuzluğa bulaşmış, geniş emekçi yığınları yoksulluğa ve sefalete sürüklemiş bir sistem gerçekliği vardır. Bu gerçekliği yalnız devrimciler ve komünistler görmüyor. Bu gerçeği geniş emekçi yığınların azımsanmayacak bir bölümü de sonuçlardan hareketle de olsa görüyor. Ama genel manada sınıf bilinçli öznelerin müdahaledeki yetersizlikleri gereken değişimi yaratamıyor.

3886

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar