Cumartesi Kasım 16, 2024

“Kaypakkaya’yı pratiğiyle çizilmiş yolu izleyerek sarsılmaz bir kararlılıkla anıyoruz”

Katledilişinin 44. yıldönümünde, önder yoldaş İbrahim Kaypakkaya’yı onun teorisinin bakış açısında durarak ve pratiğiyle çizilmiş yolu izleyerek sarsılmaz bir kararlılıkla anıyoruz!

18 Mayıs 1973!

Bu tarih, yoldaş Kaypakkaya'nın Diyarbakır zindanlarında aylar süren işkenceler sonucu faşist devletin sivil-asker av köpekleri tarafından katlediliş tarihidir. Bu tarihle birlikte Türkiye devrimci ve komünist hareketi, yol gösteren pusulasından, kendisine deniz feneri rolü gören bir büyük dava adamından yoksun kalıyordu. Ne var ki, onu aramızdan koparıp alan faşist güçler, 44 yıldır, onun kurduğu tunçtan “eser”ini yok edemediler. Bu büyük eser, onun ardı sıra miras bıraktığı Türkiye ve Türkiye-Kürdistanı proletarya ve emekçi halkının yegane komünist öncüsü TKP/ML'ydi.

Bu öylesine büyük bir eserdi ki ve ideolojik-politik olarak öylesine mükemmel kalıba dökülmüştü ki, aradan geçen bir kaç on yıllık süre sonra, bırakalım onlarca devrimci örgüt gibi yok olmayı, devrimci hareketin yönü üzerinde etkide bulunarak binlerin, on binlerin elinde kızıl bayrak olarak göğe yükseliyordu. Çünkü ona ruh, kan ve can veren şey, işçi sınıfının çıkarlarının bilimsel ifadesi olan Marksizm-Leninizm Maoizm'di.

Yoldaş Kaypakkaya'nın “ser verip sır vermezliği” elbette ki çok büyük bir öneme sahiptir. Ne ki, onu bugünlere taşıyan asıl şey, devrimin evrensel ilkelerinin onun tarafından ülkemiz toplumunun kendine özgü özellikleriyle kaynaştırılmasında yatar. O, bu bakımdan bilgelikle mantık gücünün, evrenselle özgülün, bütünle parçanın, genelle özelin, teori ile pratiğin iç içe harmanlanmasının en kalifiye temsilcisi ve Türkiye komünist hareketinin entelektüel zekasıydı. Revizyonizmle cenkleşe cenkleşe partiyi kurarken de, Suphi sonrası biriken revizyonist pisliği silip süpürürken de, pasifizm, reformizm ve Marksizm elbisesi içindeki revizyonizmi vaaz eden elli yıllık süreçle köklü bir kopuşu sağlarken de ülkemiz komünist hareketinin ağırlık merkezi olarak kaldı. Onu, zamandaşları devrimci önderlerden ayıran en temel ayrım çizgisi de buydu.

Uluslararası komünist hareket içindeki mücadele sürecinde Kruşçev'in sahte komünizmine bayrak açarak Mao önderliğindeki ÇKP'nin yanında saf tutması ve sonraları BPKD'ni partinin kuruluş yıllarında dayanılacak temel kolonlardan biri olarak görmesi son derece büyük bir öneme sahipti. Ve elbette onun uzun süreli ve dağınık halk-gerilla savaşını, bizi kurtuluşa götürecek yegane savaş tarzı olarak ele alması ayırt edici özelliklerinin başında geliyordu. Kemalizm ve Kürt ulusal sorunu konusunda, devrimci hareketin tümünden, herkesten uzağa nişan alması, Kürdüm demenin yasaklandığı, aşırı Türk milliyetçiliğinin, yani şovenizmin yüceltildiği bir dönemde Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız-koşulsuz savunması, dillerin ve milletlerin tam hak eşitliğini öngören berrak çözümleri, Kemalizm noktasında dokunulmaması gereken tabuları yıkarak onun faşist niteliğini açığa çıkarması bulutsuz havada çakan bir şimşek oldu Türkiye devrimci hareketi ve egemen akıma dalkavukluk edenler için.

Yoldaş Kaypakkaya'nın katledilişinin bu yılki yıldönümünde Türkiye yeni bir dönemece yuvarlanmış bulunuyor. Bu, Tayyip'in önderlik ettiği AKP'nin dümeninde olduğu burjuva-feodal faşist devletin başta Kürt halkı olmak üzere, tüm devrimci ve demokratlara, tüm işçi ve emekçilere, aydın, yazar, gazeteci, HDP'li milletvekilleri, LGBTİ, kadın ve genci içine alan geniş bir kesime karşı girişilen tam kapsamlı imha, inkar, teslim alma, saldırı ve savaş planıdır. Bu plan, faşist devletin içine sürüklendiği bataklıktan çıkmayı, askeri araçlarla sonuç almaya dolaysızca bağlaması ve dolayısıyla da azgın ve hastalıklı bir milliyetçi histeri üzerinden, Kürt düşmanlığı ve dini gericilik kulvarında Türkiye'nin ateşle sarsılmasını bile göze alarak temel rota olarak bellemesidir.

Bu durum elbette ki eskinin bir devamıdır. Ne ki yeni olan Türk şovenizminin bakış açısında demirleyen burjuva-feodal düzenin bu imha ve inkara ve teslim almaya derinlik ve genişlik kazandırmasıdır. Bu plana, nisan ayındaki referandum üzerinden meşruiyet kazandırılacak (eğer evet çıkarsa) ve böylece de devlet ve onun kurumları yeni mücadele ve savaş düzenine göre, imha ve teslim almaya ve yok etme düzenine göre yeniden kalıba dökülecek. Bunun için de burjuva parlamentarizmin temel niteliğini belirleyen yasama ve yürütme erkinin ayrılığına son verilecek ve yasama, yürütmenin yani sultanın-başkanın egemenliği altına alınarak burjuva parlamentarizmin bozulmuş bir hali de olsa, karikatürü de olsa buna son verilerek, bu yeni savaş düzeni üzerinden kararlar tek elden, tek merkezden, gücün son derece merkezileştirildiği ve hiçbir aracıya ve hesap vermeye yol açmayacak biçimde hızlı, çabuk ve tüm hukuksal kurumlar atlanarak alınacak. Bu demektir ki; tarihin bizi soktuğu bir sınavla karşı karşıyayız.

Görevimiz: referandumla kurulan bu “tuzağı” hayır oyumuzla bozmak ve faşist ablukayı dağıtmaya gelişme olanağı sağlayarak geleceğe dair umudu büyütmek olmalıdır. Emeğin köleleştirilmesine dayalı faşist devlete egemen olan komprador burjuvazi ve büyük toprak ağaları, tarihin yok olmaya mahkum ettiği bütün sınıflar gibi davranarak, korkakça bir kudurganlıkla ve 1 azgınca saldırmaktadırlar, bizse bu saldırganlığı devrimci bir öfkeyle ve devrimci safları sıklaştırarak ve daha çok demokratik halk devrimine sarılarak yanıtlayacağız. Bunu da koşulsuz bir cesaret ve kararlılıkla ve devrimci bir içtenlikle yapacağız.

Halk demokrasisi, bağımsızlık, sosyalizm ve altın çağ mücadelesi ağır bedellere yol açmadan zaferle taçlanamaz. Ama biz şunu biliyoruz ki, Türkiye proletaryasının yegane öncüsü, onlarca yıllık deneyimi ile, denenmiş komünist kimliğiyle, geleceği halk devrimiyle kazanma cüret ve cesaretine ve sınıf kinine yeterince sahiptir. Ali Boğazında yakın zamanda 8 yoldaşımızın gösterdiği sarsılmaz kararlılık ve gözüpeklik, bunu yeterince kanıtlamıştır.

Sekizlerin Aliboğazı’nda kandan ve ateşten harflerle yazdığı destan, halk savaşını sürdürme kararlılıkları ve “başarırız”ı yaşamın yaşayan gerçeği haline getirmedeki komünist tutumları, Öncü'yü yenilmez yapmada her şeydir. Onlar, yoldaş Kaypakkaya'nın ayak izlerine basarak ve ondan öğrenerek, onun direniş ruhunu kuşanarak şehit düştüler ve ardıllarına, yoldaşlarına paha biçilmez bir miras, yaslanabilecekleri, ilham alabilecekleri bir miras bıraktılar. Ve de yoldaş Kaypakkaya'nın ardılları olduklarının bulunmaz bir örneğini verdiler.

Yoldaşlarımızdan almış olduğumuz bu bilinç ve inançla düzenlemiş olduğumuz Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya'yı anma etkinliğine tüm devrimci, demokrat, yurtsever halkımızı katılmaya çağırıyoruz.

Şan ve Şeref Olsun Önder Yoldaş Kaypakkaya'ya!

Gece Tertip Komitesi 

 

Anma gecesi programı

Katledilişinin 44.yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’yı anma etkinliğine HDP Milletvekili Garo Paylan, Ahmet Nesin, Barış Atay, İlkay Akkaya, Erdal Bayrakoğlu, Koma Berxwedan, Mehmet Ekici, Umuda Haykırış, Özden Çiçek ve Hozan Qamber katılacak.

Çeşitli demokrat sanatçılarında yer alacağı etkinlik iki bölümden oluşuyor. Türkü, marş ve oyunların yer aldığı 1’inci bölümün ardından 2’inci bölümde konuşmacılar arasında HDP Milletvekili Garo Paylan, gazeteci yazar Ahmet Nesin ve Partizan temsilcisi olacak.

 

Yer: Friedrich Ebert Halle

Erzberger Str. 89 67063 Ludwigshafen am Rhein

Saat: 15.30

Tarih: 20.05.2017

47928

İŞİD ve KÜRTLER

Neyse ki, kendini yaratan efendilerine karşı çıkmasından ve uyguladığı insanlık düşmanı korkunç yöntemlerden dolayı dünyada ve bölgede tecrit oldu, ateş çemberine alındı. Kürtler ulus olarak seferberlik içine girdi. Kürt halkının kararlılığı Kobene savunmasını güçlendirdi. Kobane’nin İŞİD tarafından düşürülmesi şimdi daha zor. Mevcut durum, Kürtlerin, Arap faşizminin mızrak başı durumunda olan ve Türk faşizmi tarafından da sinsice desteklenen İŞİD'i  Ortadoğu’da yeneceklerini gösteriyor.

Cambaza Değil, Tehlikeye Bak!

IŞİD (şimdi İD) hak ettiğinden daha büyük ölçüde gündemi işgal etmeye devam ediyor. İD ile mücadele bağlamında ABD emperyalizminin önderliğinde batı emperyalistleri ve bölge egemen devletlerinin bir dizi toplantı yaptığı bir süreç yaşanıyor. 4–5 Eylül tarihinde NATO toplantısında ve 10 Eylül’de B. Obama’nın yaptığı konuşmanın hemen akabinde, önce 11 Eylül’de S. Arabistan’ın Cidde kentinde bölgenin Sünni ülkeleri, sonra 16 Eylül’de Fransa’da yine bölge ülkeleri ve NATO üyesi ve bağlaşığı olan 30 devletin toplantıları yapıldı.

Ortadoğu Emperyalizm ve İD

Sahip olduğu zengin enerji kaynakları nedeniyle üzerinde kan ve gözyaşının eksilmediği ve çeşitli emperyalist savaş oyunlarının oynandığı bir sahaya dönüşen Ortadoğu; Irak ve Suriye’de devam eden iç savaş düzleminde, bizzat emperyalizm ve bazı bölge devletlerinin desteğiyle, her türlü silah ve maddi yardım sunularak, adeta  “yıldızı parlayan” bir savaş makinesine dönüştürülen IŞİD yeni saldırıların gerekçesi yapıldı. Dünya kamuoyu “IŞİD terörü”nden bahseder oldu.

Şimdi De “Değerli Yalnızlık” Mı?

Bir dönemin gözde sloganıydı “değerli yalnızlık”(!) Tayyip Erdoğan henüz Başbakanken iç politikada Gezi İsyanı'yla sarsılan iktidarının ve çizilen karizmasının; dış politikada ise önce Mısır ve ardından da Suriye başta olmak üzere Ortadoğu politikasında TC'nin içine düştüğü içler acısı hali, Başbakan danışmanı bir zat tarafından afili bir şekilde dile getirilmişti. AKP kadroları tarafından, -artık çok iyi biliyoruz ki-, adeta sinekten yağ çıkarma politikası yürütülerek, en küçük gelişmenin bile kazanca dönüştürülmesinin bir ürünüydü bu söylem.

. Adalet bakanını cezaevine kapatmalı...

 

Yahudi Partizanlar Topluluğu ve IŞİD

Kutsal caniler diyorlardı onlara. Kardeşlik Derneği diyorlardı. O’nlar için “Yahudi Partizanlar Topluluğu” diyorlardı.

T.C. Devleti’nin “En Hakiki Sorusu” Aras ERGÜNEŞ

 

Etyen Mahçupyan Ağustos ayı boyunca sırasıyla “Azınlıkların En Hakiki Sorusu”[1], “Azınlıkların En Hakiki Sınavı”[2] ve son olarak “Palyaçonun Cehennemi”[3] başlıklarıyla kaleme aldığı polemik yazılarında kısaca T.C. devleti ile azınlıklar arasındaki zalim/mağdur ilişkisine rağmen Müslüman kitlelere bakış anlamında azınlıkların elitist “Türk”le aynı safta yer almayı tercih etmesini azınlıkların ontolojik çelişkisi olarak gördüğünden bahsediyordu.

Mustafa Kahya'da gitti

“O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler.

Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.”[1]

Azalarak çoğalıyoruz…Mustafa Kahya da gitti; bugün, az önce, sabah saat 05 sularında.

Tuncay (Atmaca)’dan hemen sonra…

Gel de “Anan öle ölüm/ Mirin, diya te bimire” diye haykırma!

Gel de Enver Gökçe’nin, “Gâvur Müslüman demezdi/ Kendisi için bir şey istemezdi/ Yatak ölümü beklemezdi/ Gitti vadesiz, gencecikken/ Yiğitken, güzelken, incecikken// Ölüm, adın kalleş olsun!” dizelerini terennüm etme yüreğinin başı ezilerek!

* * * * *

Kahya, gitti…

Yürüyüş gerçekleri nereye gömüyor?

Yürüyüş Dergisi bir süredir Ortadoğu’da yaşanan ve özelde de IŞİD üzerinden yaşanan gelişmelere dair değerlendirmeler yapıyor. Yürüyüş politik değerlendirme, analiz ve yorumlarını uzun zamandır “gerçekler”, “yaşanan durum” üzerinden yapmayı büyük oranda bırakmış durumda.

Çarşı’nın “darbe yapacağı”na inanıyorsunuz da…

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerine bir aydan az bir zaman kaldı. Bu eksende sürdürülen ciddi bir tartışma var. Bir yanda “paralel devlet” olarak anılmaya başlanmış olan Gülen Cemaati diğer yanda AKP’de temsil edilen klik... Yapılan “maaş zamları” gölgesinde sürdürülmekte olan “tarafsız yargı”, “yargıya olan güvenin korunması” tartışmaları. Tam da bu tartışmalar sürerken iki ayrı dava ile ilgili haber gündem de kendine yer buldu.

Yargı demişken…

Kürt kokusu :İrfan Aktan

Mahir Çetin, 3 Eylül akşamı arkadaşıyla Kürtçe konuştuğu için Türk ırkçılarının saldırısına uğradı, katledildi

Nitekim beyinsel kirliliklerini karşısındakinin bedensel kirliliğiyle meşrulaştırmaya çalışanların son hedefi, 3 Eylül’de Antalya’nın Kaş ilçesinde yaşamak zorunda bırakılmış olan 20 yaşındaki Kürt genci Mahir Çetin’di.

Sayfalar