Kendi çizgine güvenmek: Örgütlerken örgütlenmek!

Geride bıraktığımız hafta, TC rejiminin karakterine dair net göstergeler sunmuş durumdadır. Türkiye’nin Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda bir gazetecinin “ortadan kaybolması” ile başlayan ve ardından TC ile S. Arabistan arasında “pazarlık” unsuru olarak kullanılan ve nihayet öldürüldüğünün açıklanmasıyla sonuçlanan olaydan; ABD’li Rahip Brunson’un “ajan” olarak tutuklanması ve ABD’den Fethullah Gülen’e karşılık “pazarlık” unsuru olarak kullanılmasına kadar bir dizi gelişme ve ortaya çıkan sonuç, Türk hakim sınıfları ve onların faşist rejiminin niteliğine ve nihayetinde pazarlıkçı karakterine dair önemli ipuçları içermektedir.
Her fırsatta bağımsız bir devlet olduklarını propaganda eden TC sözcülerinin kendi topraklarında bir “gazeteci”nin katledilmesine dair tavırları ve meseleyi bir pazarlık unsuru olarak ele almalı utanç verici olduğu kadar, hakim sınıfların ve onların sözcülerinin “yerli ve milli” söyleminin ne kadar sahte bir söylem olduğunu da kanıtlamaktadır. Benzer şekilde Rahip Brunson’un “ajan” olarak tutuklanmasına rağmen, ABD emperyalizminin baskısı sonucu göstermelik bir hapis cezasıyla bırakılması ve ülkesine dönmesi, Türkiye koşullarında “bağımsız yargı”nın halini göstermesi açısından olduğu kadar, TC rejiminin kendi bağımsızlığının içi boş, kof bir söylem olduğunu da göstermiş durumdadır.
Bütün bu meseleler, emperyalizm karşısında Türk hakim sınıflarının ve onların rejiminin, dışarıda emperyalist sermayeye bağımlılığının, içeride ise işçi sınıfı ve halka yönelik uygulamış olduğu politikaların kaynağına ve mahiyetine dair önemli örneklerdir. Her alanda sıkışmış, emperyalist güçler arasında manevra alanları daralan bir devlet gerçekliğinden bahsettiğimiz bilinmelidir. Bu durum, kuşkusuz ki bir yandan içeride işçi sınıfı ve emekçi halka yönelik saldırganlığı daha da artırır ve koyulaştırırken, diğer yandan bu gündemle bağlantılı olarak, özellikle Suriye savaşında yeni maceralara açık kapı bırakmaktadır. Bir yandan İdlib pazarlığı ve bölgede alınan role uygun olarak konumlanan askeri güçlerin varlığı, diğer yandan ise “Fırat’ın Batısı” söylemiyle Rojava’ya yönelik askeri müdahale tehdidinin üst perdeden dillendirilmesi dikkat çekicidir.
Bu gündemle bağlantılı olarak, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in, Suriye’deki son durumu görüşmek üzere 15-23 Ekim tarihleri arasında Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’a ziyarette bulunması ve yapılan görüşmelerin mahiyeti, arka planda kimi pazarlıkların sürdürüldüğünü göstermektedir. Yine 27 Ekim’de İstanbul’da Suriye konulu dörtlü zirve gerçekleştirme planları bununla ilgilidir. Emperyalistler ve Türk hakim sınıfları bölge açısından yeni pazarlıklar içindedirler. Bu pazarlıkların ne olduğu önümüzdeki süreçteki gelişmelerle açığa çıksa da, TC devleti, son olarak İdlib’deki varlığıyla emperyalistler açısından kullanışlı bir aparat olduğunu göstermeye devam etmektedir. Bu bölgede TC’nin askeri kayıplarının olduğu doğrudan Putin tarafından dillendirilmiş durumdadır.
Yağma ve talan ekonomisi tüm hızıyla sürüyor
Emperyalizmle bağımlılık ilişkisi ve Türk hakim sınıflarının kendi aralarındaki dalaşın tüm hızıyla sürmesi, beraberinde işçi sınıfına ve halka yönelik saldırıların daha da artmasını getirmektedir. Türk hakim sınıflarının kendi aralarındaki dalaşın son gündemi İş Bankası üzerinedir. R.T. Erdoğan’ın başını çektiği klik var olan ekonomik krizi kendi lehine çevirmek için her yolu denemektedir. Ekonomik krizin bütün yükünü işçi sınıfına ve emekçi halka havale eden faşist R.T. Erdoğan rejimi, aslında uzunca bir süredir kendi yandaşlarına ekonomik kaynak aktarmaktadır. TC rejimi, başından itibaren “Çiftlik Bank” rejimidir. Çünkü Türkiye koşullarında devlet iktidarı, hakim sınıflar açısından kendi kliğine ekonomik kaynak yaratmak, sömürü ve yağmadan pay kapmak, devlet ihalelerini kendi yandaşına verip, talandan çıkar sağlamak üzerine kuruludur. Varlık Fonu olarak kurulan ve ülkenin gelir getiren belli başlı kuruluşlarının tek elde ve Erdoğan yönetiminde toplanmasının nedeni budur.
Türk hakim sınıflarının faşist devlet örgütlenmesi tam anlamıyla soyguncu, yağmacı ve talancı bir devlettir ve bu özellik her fırsatta kendini göstermektedir.
Türkiye’nin en büyük özel bankası olan İş Bankası’ndaki CHP hisselerinin hazineye, İş Bankası’nın da Varlık Fonu’na devredilmesi hazırlıkları kimilerinin iddia ettiği gibi “mülkiyet hakkı”na dokunulmazlığın değil tam aksine Türk hakim sınıflarının “sermaye birikim modeli”ne örnektir. Kaynağını Osmanlı’nın müsadere sisteminden alan, faşist Cumhuriyetin kuruluşu öncesi ve sonrasında Ermeni, Rum, Süryani Soykırımı’yla sürdürülen, Varlık Vergisi kanunları gibi kanunlarla devam ettirilen bir “birikim modeli”nden bahsettiğimiz bilinmelidir. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Gülen Cemaati’ne yönelik girişilen tasfiye ve özellikle ekonomik kaynaklara el koyma yöntemi de Türk hakim sınıflarının bu yağmacı, talancı “birikim modeli”ne örnek olarak verilebilir. Şimdi de İş Bankası üzerinden yapılan tartışma bu geleneğin Türk hakim sınıfları açısından tüm hızıyla devam ettiğini göstermektedir. Ancak mesele İş Bankası ile sınırlı değildir. Onunla bağlantılı olarak Şişecam’ın özelleştirilmesi ve başka bir sermaye grubuna peşkeş çekilmesi de söz konusudur.
Bütün bunlar yaşanırken rejimin kendi kurumlarının açıkladığı son veriler bile, tablonun vahametine dair net bilgiler sunmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre Türkiye genelinde işsiz sayısı 2018 yılı Temmuz döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 88 bin kişi artarak 3 milyon 531 bin kişiye ulaşmış durumdadır. İşsizlik oranı ise 0.1 puanlık artış ile yüzde 10.8 seviyesinde gerçekleşmiş durumdadır. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü’nün (DİSK-AR) İşsizlik ve İstihdam Raporu’nda ise geniş tanımlı işsiz sayısı 6 milyon 310 bin, geniş tanımlı işsizlik oranı da yüzde 18.2 olarak hesaplanmış durumdadır.
Enflasyon, zamlar, işten çıkarmalar, iflaslar vb. vb. diğer meseleler bir yana sadece işsizlik gündeminde bile işçi sınıfı ve halka yaşatılan sorun ortadadır. Bütün bunlar yaşanırken, kendisi 46 yaşında emekli olan ve oturduğu sarayının günlük harcaması 1.8 milyon tutan faşist Erdoğan’ın, ülkemizde 52 olan ortalama emeklilik yaşını, Avrupa ülkelerindeki 65 yılla kıyaslaması ve “emeklilikte yaşa takılanların ülkemize 750 milyar TL maliyeti var. Ekonomik kurtuluş savaşı verdiğimiz günlerde bu yükü ülkemizin sırtına bindirmeye hakkımız var mı?” diyerek fedakarlık istemesi içler açısı olduğu kadar, halka düşmanlığın ne boyutlarda olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Yaşanan ekonomik krizin toplumsal bir krize dönüşmesi işaretlerinin belirdiği ortamda, bu durumun kendiliğinden patlamalara yol açacağını öngörmek zor olmasa da, doğru bir önderlikle birleştirilemediği koşullarda bu durumun kendi karşıtına dönüşmesi de muhtemeldir. Diğer bir ifadeyle ekonomik krizin yarattığı sosyal ve siyasal sorunlar devrimci komünist politikalarla birleştirilmediği oranda faşizmi güçlendirme, faşizmin kitle tabanını tahkim etme potansiyeli de taşımaktadır. Türk hakim sınıfları bu gerçeğin sınıfsal olarak farkında oldukları için bir yandan, inşaat işçilerini tutuklarken, diğer yandan sivil faşist unsurlara af çıkarmaya, kendi sivil faşist tabanını silahlandırmaktan bekçilere şehir ayaklanmalarına karşı eğitim vermeye kadar bir dizi hazırlık içindedirler.
Birleşik devrimci karşı koyuş!
Erdoğan’ın yerel seçimlerde seçilecek HDP adaylarının yerine daha şimdiden kayyım atanacağını ilan etmesi, büyük çoğunluğu Kürt ve Alevi olan 259 muhtarın görevden alınması, tutuklama ve gözaltı saldırısının tüm hızıyla sürmesi gibi gelişmeler, hakim sınıfların sadece yerel seçimlere değil, onu da kapsayacak biçimde önümüzdeki sürece dair hazırlıklarına dair bilgi vermekle birlikte, yaşanması olası gelişmelere de işaret etmektedir.
Yaşanan süreç açısından dikkat çekici gelişmelerden birisi ise 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında hakim sınıflar cephesinde yaşanan saflaşmanın bazı işaretlerinin ortaya çıkması olmuştur. Çete liderlerine af yasası, M. Kemal’e hakaret adı altında gençlerin tutuklanması, andımız meselesi, Türkçe ezan tartışmaları vb. yaşanan gelişmeler; hakim sınıflar cephesinde kurulan bu ittifakın, ekonomik krizin işçi sınıfı ve halka fatura edilmesinde ortaklaşmalarına rağmen, sınırlarına da işaret etmektedir. Üst yapıda yaşanan bu çelişkiler, hakim sınıflar arasında kurulan ittifakın aslında etkili bir devrimci demokratik muhalefetle parçalanabileceğini göstermektedir.
İşçi sınıfı ve halka yönelik bu saldırganlığın karşılanmasında devrimci ve komünistlere her zamankinden daha fazla rol düşmektedir. Sürecin eskisi gibi karşılanmayacağı çok açıktır. Devrimci komünist hareketin içinde bulunduğu objektif durum, bir yandan kendi sürecine dair önemli bir ideolojik yoğunlaşmayı, politik derinleşmeyi ve örgütsel inşayı dayatırken, diğer yandan birleşebileceği bütün güçlerle birleşme, işçi sınıfı ve halka yönelik bu faşist saldırganlığa birlikte karşı koymayı koşulmaktadır.
Bu anlamıyla 28 Ekim’de “Kriz ve Şiddet Sarmalında Birleşik Mücadelenin Olanakları” şiarıyla gerçekleştirilecek olan Forum önemli bir yerde durmaktadır. Bu bizler açısından son süreçte işçi sınıfı merkezli ortaya çıkan direniş dinamikleriyle temas edip doğrudan bilgilenmeyi, hem de diğer devrimci örgütlenmelerle yapılabilecekler konusunda ortaklaşmayı ve birlikte hareket etmeyi sağlayacaktır. Sürecin ağırlığı, faşizmin saldırganlığının boyutu ve devrimci komünist hareketin içinde bulunduğu durum, birleşik devrimci mücadelenin en küçük olanaklarını bile değerlendirmeyi şart koşmaktadır. Elbette ki esas olarak kendi gücümüze güvenmeyi ama bu süreçte birleşebileceğimiz bütün güçlerle birleşmeyi çok daha fazla önemsemek gerekmektedir.
Saflarımızda var olan ve henüz gideremediğimiz dağınıklığa son verebilmek ve saflarımızı tahkim edip yeniden dizmenin yolunun, işçi sınıfının direniş dinamikleriyle birleşerek, kitlelerin mücadeleleriyle ilişkilenerek sağlanabileceğinin bilincinde olarak pratik sürece yaklaşmak gerekmektedir. Darbeciliğe tavır alan alanlarımızın başında gençlik ve kadın alanlarımızın olması, bizim açımızdan önemli bir avantaj olmasının yanında, önümüzdeki sürece dair umudumuzu da artırmaktadır. Bu umudumuzun pratik ve politik derinlikle artırılması, önümüzdeki sürece hazırlık anlamında ilk elden yapmamız gerekenler olmalıdır.
Bu noktada önemle belirtilmesi gereken husus, mücadele ve örgüt geleneğimiz ve ilkeleriyle gerçek anlamda temas etmiş, her daim çevremizde olanlarla bu süreçte daha fazla ilişkilenmenin, deneyim ve tecrübelerinden öğrenmeyi sürdürmenin gerekli bir yönelim olduğudur. Bu yapıldığı oranda geleneğimiz düşmanın içte ve dışta her türden saldırısına karşı koyabilmiş, kendini yeniden örgütlemiştir.
İçinden geçtiğimiz koşulların ağırlığı, gerçekleştirmemiz gereken görevlerin zorluğu, bir kez daha sınıf mücadelesinin engin denizinde sınanmamızı koşullarken, başaracağımıza olan inancımız tamdır. Bir kez daha, biz bunu yapabiliriz, biz bunu yapacağız…
Son Haberler
Sayfalar

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK
„Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.“[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!
6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)
Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!
14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)
Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet
Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.
Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir
Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede
Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)
Ah.... çocuklar... ahh....
Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....
İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....
Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.
Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.
Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.
Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”
6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR
Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.
“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)
Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.