Komünistler Alman Burjuvazisini Yargılıyor (Münih Duruşmaları)

Yıl 4 Ekim-12 Kasım 1852, Köln’de, 11 Komünistler Birliği üyesi yargılanıyor.
Yıl 2015-2016 Münih. TKP/ML (Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist) olduğu gerekçesiyle 10 komünistin “yargılanma” amaçlı duruşmaları ve esaretleri devam ediyor.
Birinciler, “vatana ihanet” suçlamasıyla ceza alıyor.
TKP/ML’liler; “Türkiye’de terör örgütü yöneticileri oldukları” gerekçesiyle “yargılanıyor”.
TKP/ML, Almanya’da yasak değil ve hiç bir AB ülkesinde yasak olmadığı gibi “terör örgütü” olarakda değerlendirilmiyor. Burjuvazinin, komünistleri “terör örgütü listesine” almaları, komünistleri gücendirmez. Bu tür “liste”ler, burjuvazinin sınıf düşmanlığının belgesi olması dışında bir anlam taşımaz.
Alman burjuvazisinin tarihi, burjuvazinin anti-komünizm tarihidir. Köln Komünistler Birliği üyelerinin cezalandırılması ilk olmasına karşın son değildir. 21 Ekim 1878 tarihinde Bismarck hükümetinin, çıkardığı; anti-komünist yasa (Gesetz gegen die gemeingefärlichen Bestrebungen der Sozialdemokratie –Sosyaldemokratların tehlikeli tolumsal emellerine karşı kanun-) Sosyal-Demokrat Parti’nin tüm faaliyetlerini yasakladı.
Aynı burjuvazi, Nazi faşizmine karşı en kararlı mücadeleyi veren ve bu mücadele içinde binlerce üyesini ve taraftarını yitiren Almanya Komünist Partisi (KPD), proletarya diktatörlüğünü savunduğu gerekçesiyle, binlerce üyesi ve kadrosu olan bir parti 17 Agustos 1956’da yasaklandı. Böylece Alman burjuvazisi, o dönem SSCB’ye karşı efendisi ve koruyucusu ABD burjuvazisinin McCarthizmci yöntemini ve Nazi Almanya’sının komünist yasaklamalarını yeniden uygulamaya soktu.
Tarih tekerrür etmiyor. Kendini yenileyerek devam ediyor. Ancak aynı toplumsal sistemin temel karşıt sınıfları arasındaki mücadele, bu toplumsal sürecin içinde birbirine benzer şekilde meydana geliyor. Kapitalist sistemin efendileri burjuvazi ve onun siyasal temsilcileri ile proletaryanın temsilcileri komünistler arasında kıyasıya bir mücadele sürüyor. Burjuvazi dipten gelen dalganın önüne geçmek için çaba harcıyor. Komünistler, dalga boyutunu en yükseğe çıkarmak için mücadele veriyor. Siyasal savaş burada kızışıyor. Proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz sınıf savaşımı burjuva mahkemelerinde de yansımasını buluyor.
1852’den günümüze kadar, komünizm korkusu, proletarya diktatörlüğü korkusu, Alman burjuvazisini korkutmaya devam ediyor. O, komünistleri “terör örgütü” olarak kriminalize etmeyi deniyor.
Nazi iktidarı sürecinde, fabrika yakınlarına toplama kampı kurduran burjuvazi, alçalmanın dibini bulmuştu. Ve günümüz Alman teklelerinin sermayesi kan ve göz yaşıyla semirmiştir.
Engels, yoldaşı Wilhelm Wolff’u anlattığı bir makalesinde, 1848 devrimleri sürecinde, Alman burjuvazisi için şöyle bir belirlemesi var: “ ..devrimden ayrılarak kendini alçattı.” O günden beri Alman burjuvazisi işçi sınıfı hareketi ve onun siyasal önderleri karşısında korkuya kapılarak cellatlaşmıştır. Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Ernst Tählmann gibi işçi sınıfı önderlerini alçakca katledimiştir.
Burjuvazi komünistleri, devrimcileri ve ezilen ulus hareketlerini hala tehlikeli görmeye devam ediyor. Almanya’da PKK, FARC, DHKPC ve daha bir çok devrimci ve ilerici ezilen ulus hareketleri var. Sermayenin “güvenliği, selameti ve egemenlik alanlarını genişletmek için”, komünizme karşı savaşının yanında ilerici halk hareketlerine karşı kendinini alçaltma prensibinden taviz vermiyor. Soykırımla karşı karşıya kalan bir ulusun temsilcisi PKK’yi, Türk devleti karşısında “terörist” görmeye devam ediyor.
Alman devleti’nin sermaye ve meta ihraç ettiği ve ucuz işgücünden yararlandığı ülkelerin burjuvazisine destek vermek için 129a-b yasası var: “terör örgütü oluşturmak.” Neye karşı: öldürme, kitle katliamı, insanlığa karşı suç, savaş suçu, kişilerin özgürlüğünü engellemeye yönelik suç” vb. 129b ceza kanunu ise, 129a’nın yurtdışında işlenmesi yönelik.
Bu kanun maddeleri içinde yazılanlara uygun bir terör örgüt yapılanması; TKP/ML ya da herhangi bir devrimci örgütü değil, Alman devleti ve onun bağlaşıklarına uygundur. Afganistan’da, Belgrad’da... Afganistan halkının üzerine yağdırılan bombalar ve o ülke halkının ortaçağ karanlığına mahkum edilmesinin ikinci sorumlusuda Alman emperyalist devletidir.
“Sırpları durdurma” adı altında, günlerce Belgrad ve diğer Sırp şehirlerinin havadan bombalanması ve uluslararası hukuk kurallarına aykırı olarak uranyum bomların kullanılması... Yugoslav halklarının birbirini boğazlatmada birinci derecede sorumlusu ve suçlusu Alman emperyalizmidir.
Bunlara daha eklenecekler var. Başta, Güney Afrika ırkçı devletiyle yıkıldığı güne kadar resmi ilişki kurmak, ticari ve siyasi ilişki yürütmek. Aynı şekilde Şili’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı Allende’ye darbe yapan Arjantin faşist cuntasıyla resmi ilişki kurmak. Türkiye’de 12 Eylül 1980’de anayasal düzeni askeri cuntayla yıkan 12 Eylül faşist cuntasıyla ilişki kurmak ve ticari ilişki yürütmek. Ve bu ülkelere silah satmanın yanı sıra sermaye ve meta ihraç etmek.
Demokrasi ile yönetilmeyen ülkelerle ilişki kurmak ve onlara silah satmak. Bunların başında Suudi Arabistan gelmektedir. Kürtleri katleden (129a völkemord), Kürt şehirlerinin “Made in Germany” yazılı silahlarla bombalayan TC ile ilişki kurmak, geliştirmek ve silah satmaya devam etmek. İŞİD’i her yönden destekleyen TC hükümeti ile sıkı ilişki yürütmek. Alman basınında Türk hükümetinin Cizre ve diğer Kürt şehirlerinde “savaş suçu” işlediği yazılmasına karşı, ilişkilerin sürdürülmesi... Der Spigel: “Özgürlüğünü Kaybeden Ülke”1 diye kapak yapmasına karşın, TC ile “sıkı dotluk ilişkisi” sürdürülüyor. Yine T.C. CB Erdoğan ve diğer Hükümet üyeleri hakkında, Uluslararası Hukuk Demokrasi Derneği (MAF-DAD)2 dava açmasına karşın, hala resmi ilişkiyi sürdürmek. Irak, Suriye ve Libya’da kitle katlimaları (129a stgb, völkemord) ABD ile suç ortaklığı yapmak.
Yukarıda söylediğime tekrar dönersem: Ortada bir suç ve bu suçu işleyen var. Ancak, bu, ne TKP/ML ne de diğer ezilen ulus örgütleri ne de devrimci örgütler... Bu suçu işlemeye devam eden Alman hükümetidir. Alman burjuvazisi insanlığa karşı suç işlemeye hala devam ediyor.
Uluslararası Af örgütü (Amnesty), Almanya devletini, “ırkçı saldırılara karşı halkı korumuyor” diye suçladı. Almanya’da son bir yıl içinde 23 bin ırkçı saldırı oldu. Bunların 1458 şiddet içeriyor.3 Komünistlere yönelik bu tür bir suç iddiası olmadığı gibi, bu tür olaylar komünistlerin karşı çıktığı ve mücadele ettiği faşist yönelimlerdir. Ancak, Alman savıcılığı, Neonazi ırkçılarını değil, siyasal görüşlerinden dolayı komünistleri tutuklamayı, burjuvazinin çıkarına görüyor. Nazilerin içinde bir hayli V-Mann (gizli polis) olduğuda basına çıkmıştı. Ve sosyal medyada alay konusu olmuştu. “V-Mannlar açığa çıktı, Neonaziler yöneticisiz kaldı” diye. Ve Naziler içindeki gizli polis yoğunluğundan hareketle bir de film yapılmıştı: “V-Mann-Land”4 (Gizli Polis Ülkesi)
Komünistleri tuvaletlerde dahi dinlemeye alan devlet, 7 yıl (2000-2006) içinde 10 kişiyi katleden neonazi faşist (NSU)5 çetesini nedense takip etmemiş. Yine devletin gizli polisinin (V.mann) bu çetenin içinde yer aldığı haberleri peş peşe basına yansıyor. Bu seri cinayetleri, Alman polisi bilinçli olarak ”dönerci cinayetleri” olarak lanse etti: “Yabancılar arasındaki karanlık işler.” Amaç; kamuoyunu yabancı düşmanlığına yönlendirmekti.
Ünlü yazara Günhter Gras, daha 1997 yılında, ülkedeki yabancı düşmanlığını eleştirmek için; “ülkemden utanıyorum” demişti. Alman burjuva hükümetlerinin dıştalayıcı, kutuplaştırıcı ve yabancı düşmanı politikaları sonucu AfD (Almanya için Alternatif) gibi ırkçı partileri bazı eylaetlerde ikinci parti durumuna getirildi.
Karşı-devrimin tüm ideolojik-siyasal toplumsal türevlerini bünyesinde toplayan burjuvazinin, “barış, demokrasi ve özgürlük””ten söz etmesi, savunur gözükmesi, büyük bir sahtekarlıktır. Bunların olmadığı yerde burjuvazi vardır.
Savcı, TKP/ML’nin ,silahlı mücadeleyi savunmasını “suç” görüyor. Nazizme karşı savaşan hiç bir örgüt ve birey Nürnberg Mahkemeleri’nde yargılanmadı. Nazizme karşı silahlı mücadele meşru ve haklı görüldü. O mahkemelerde o zaman sadece ve sadece Nazi ve ileri gelen yöneticileri yargılandı. Demek ki, soykırımcı, ırkçı ve faşist rejimlere karşı özgürlük için silaha sarılmak meşruymuş. Türkiye’de “demokrasi değil, diktatörlük var” diye bütün Alman basını yazıyor. “İnsan hakları”, Türk ve Suudi sultanlarıyla altın varaklı koltuklarda oturarak savunulamaz. Hiç bir politik özgürlüğün olmadığı ülkelerde burjuvazi, işçi sınıfına ve emekçilere tek bir seçenek bırakıyor: karşı-devrimin silahlı devlet terörüne karşı silahlı devrimci mücadele!
Bugünde özgürlüğünü isteyen, her türlü sömürü ve baskıya karşı çıkanlara “neden silaha sarıldın” diye suçlama ya da kınama yapılamaz. Dünya haklarını terörize edenler,, baskı uygulayan, sömüren, her türlü işkence yöntemini meşru gören, anti-demokratik ve faşist tüm rejimleri destekleyen ve bunlara silah satanların önce kendilerinin aynaya bakması gerekiyor. Bugün dünyanın her yerinde karşı-devrimci bir şiddet varsa onun tek sorumlusu, Alman devletinin de içinde olduğu emperyalist devletler topluluğudur.
TKP/ML’nin, Alman burjuvazisi tarafında “yargılanması”nın arkasında, Alman sermayesinin Türkiye’deki yoğun faaliyetleri ile yakından ilgilidir. Ve Alman tekelci burjuvazisi Türkiye’den Almanya’ya akan sermaye birikiminin önüne engel çıkarılmasını istemiyor.
1933’de Nazi rejmi Dimitrow’u ne amaçla yargılanmışsa, bugünkü burjuvazinin siyasal temsilcisi koalisyon (CDU-SPD) hükümeti de aynı siyasal nedenlerle TKP/ML’lileri “yargılıyor.” Ancak, Nazi mahkemelerinde Dimitrov, yargılanan değil, yargılayan oldu. Şu anda TKP/ML’li komünistlerde aynı şeyi yapıyor: Yargılanan değil, yargılayanlar kürsüsünde oturuyorlar.
TKP/ML, Münih Duruşmaları’nı, yargılanan değil, yargılayana çevirmiş durumda. Alman işçi sınıf kendi tarihini de aynen böyle yazacaktır. TKP/ML tutukluları, “savunma” yapmıyorlar. Başta Alman bujuvazisi olmak üzere, tüm emperyalist ve faşist rejimleri yargılıyorlar.
Alman devletinin faşist Türk devletiyle ilişkileri ve neden desteklediklerini belgeleriyle ortaya koyuyorlar. “TKP/ML Münih Duruşmaları” üzerindeki kamuoyuna açılma yasağı kalktığında bu daha net görülecektir. Alman işçi sınıfı bu komünistleri sahiplenmeye hep sürdürecektir.
Enternasyonal proletarya adına burjuvaziyi kendi salonlarında yargılayan bu komünistler, salondaki dinleyiciler tarafından ayakta alkışlanmayı hak ediyorlar.
Korkun burjuvazi, komünistler vardı, var olacak!

Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar

Roboski: Taammüden devlet katliami!
SORU(N)LAR “RAİSON D’ETAT”SINDAN VAZGEÇMEYEN TUTUM YALANLAR, YALANCILAR “GERÇEK” ROBOSKÎ HÂLİ AKP: “CİNAYET VAR (DA), CANİ YOK(MUŞ)”?! (S)ÂKÎL -BEYAZ- KÜRTLER MUHATAPLAR YORUM(LAR) HUKUK(SUZLUK) ADALET DEĞİLDİR! “NE OLACAK” MI? ROBOSKÎ: TAAMMÜDEN DEVLET KATLİAMI![*]
“Herkesin bir gideni vardır, İçinden bir türlü uğurlayamadığı…”[1]
Veysi Altay’ın yönettiği ‘Faîlî Dewlet’ adlı belgesel, Cizre’de 90’lı yıllarda devlet eliyle işlenmiş cinayetleri anlatır ki, Roboskî de bu “realite”den bağışık değildir…

Deli dumrul'un "kentsel dônüm"ü yada yolsuzluk rantin ikizkardesidir
“Ya ümitsizsiniz, ya da ümit sizsiniz. Ya çaresizsiniz, ya da çare sizsiniz.”[1]
Şaşırmadınız, değil mi?
Şaşırmış gibi yapmanıza da gerek yok.
Ne de olsa, AKP medyasının her şeyden çok anlayan, her şeyi en iyi bilen gülücüksüz prenslerinden, her şeyi çok uzaklardan seyreden, dalgın bakışlı, nazlı prenseslerinden değilsiniz…
Yani şaşırmış gibi yapmadığınızda dolar bazında her ay banka hesabınıza geçen maaşınız tehlikeye girmez.

Yasli tarih diyor ki:"Halk iktidari ele almadikça.."
Dikkatinizi mutlaka çekmiştir; meclisteki partilerden, "Halk örgütlenip iktidar olsun, kendi kendisini yönetsin," diyen yoktur. Ne böyle bir hedefleri var, ne de felsefeleri… İstedikleri şey, halkın merdiven olması, kendilerinin de tepede oturmalarıdır.

Hozat, Altun ve Öcalan:Garbis Altınoğlu
Demir Küçükaydın ve Ayhan Bilgen'e Bir Yanıt
(Genişletilmiş versiyon)

Ocak ayında Parti ve Devrim şehitleri üzerine
İnsanlık tarihine alın teriyle emekle, yürekle, bilinç ve çizilen ideolojik güzergâhla yazılırlar. Ve bir daha yüreklerde silinmezcesine kalıcılaşırlar. Orda söz biter eylem başlar, iş başlar, insanlığa adanan, insanın özgürleşme kavgası başlatılır. Bunu kelimelerle ifade etmenin mümkünatı yoktur,

Rober Koptaş yazdı: Öcalan’ın mektubundan beklenen
Rober Koptaş, Agos’taki köşesinde KCK’nin ‘lobi’ açıklamasını yazdı: Kürt illerinde gördüğüm, Hrant Dink’in hatırasına hürmeten Ermenileri el üstünde tutan, iç savaşın etkisiyle de Ermenilerin yaşadığı acılara karşı empati duygusu geliştirmiş bir tavır oldu. Bu ileri duruşa karşın, Kürt siyasi hareketinin temsilcilerinin Ermeni meselesinde daha ikircikli bir tutum aldığı söylenebilir.

Hrant belleğimizde yasıyor...Nazaret Vartanyan
Hrant Dink 19 ocak 2007 tarihinde katledildi. Yaşamını mensup olduğu Ermenilerin tarihsel akıbetini kamuoyuna açmaya adamıştı Hrant… Ama Hrant’a tahammül edilemedi… Bundan dolayı Hrant katledildi..

Sevan bu sefer yalnız değil
Sevan Nişanyan’ın zekâsına, bilgisine ve hayat görüşüne hayran, onu merak eden biri olarak benim de yolum Şirince’den geçti. Geçen yıl Şirince’ye yaptığım birkaç aylık yolculuğun yaşamımda önemli bir yere sahip olacağını biliyordum, öyle de oldu… Ancak iz bırakan yalnızca Sevan Nişanyan’ın kendisi değildi. Sevan ile Müjde Tönbekici, kamuoyunun onlar hakkında düşündüğünün aksine ve hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki şahane bir aile kurmuşlar.

“Iyi” Papa mı?
“Yüreğin soğuksa,güneş de ısıtamaz.”[1]
Papa Benediktus’tan (ya da önceki Papa II. Jean Paul’den) sonra Vatikan’da ikamet eden Papa Francesco, “iyi” Papa mı?
Kanımca değil. Papalık kurumunun “iyi”si olmaz/ olamaz. Çünkü orası Vatikan’dır…
Tam da bu noktada Mohandas Karamchand Gandhi’nin, “Çoğunluğun onayı yanlışı doğru yapmaz,” saptamasının altını çizerek, Immanuel Wallerstein’ın, “Katolik olmayanlar kimin Papa olacağını umursamalı mı? Elbette,”[2] saptamasını paylaşmadığımızı belirtelim.

Bu Ne Şiddet,Bu ne Celal?(Yada Gulyabani Kim?)
“İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,Kırıklar dolar kucağına,İşte orası umudun tarlasıdır.Ve orada başaklar ağırlaştığında,Sayısız ah dökülür toprağa.”[1]
Şiir şöyle:
“gencecik cocuklardık/ milyonlar kadardık/ haykırışlarımızla türkülerimizle/ güle oynaya/ Gezi’deydik/ meydanlardaydık.
Gulyabani!/ annelerimizin masalındaydı/ zifiri karanlıktı/ çıktı geldi/ esti gürledi/ BEŞimizi yuttu/ ONİKİmizin gözünü yedi/ yetmedi organlarımızı yedi/ yetmedi/ YÜZlercemizin kolunu bacağını kafasını kırdı/ sakat bıraktı/ kimimizi komaya/ SEKiZBiNden fazlamızı yaralı kodu.

Türkiye'de paradigma değişimi ve "Derin Kürdistan aklı"
Kapitalist dönemin en önemli başarısı kitleleri gönüllü aptallaştırabilmesi, hatta köleleştirebilmesidir.Kendi çıkarlarının nerede olduğunun rasyonel bir analizini yapamadan,kitleler egemen yapının çıkarlarının kendi çıkarları olduğu yanılsamasının etkisinde ömürlerini geçirirler.Seçimlerini bu doğrultuda yaparlar,yeni nesilleri bu doğrultuda yetiştirirler.Hukukun üstünlüğüne inanırlar ve hukuk adı verilen sistem makyajının onların haklarını korumak için varolduğunu zannederler.Halbuki ezenler/ezilenler veya egemenler arası yerel/global çelişkiler suüstüne çıktığında il