Pazartesi Aralık 2, 2024

“KORKU KITASI” AVRUPA'DA IRKÇILIĞIN FELSEFESI

 

Avrupa’da ırkçılık yayılıyor. Bunu, Der Spigel dergisi gibi burjuva basını da sık sık dile getirmek zorunda kalıyor. Diğer yandan ise aynı basın, karşı gibi göründükleri ırkçılığın gelişmesi için ideolojik ve siyasal zemini de hazırlamaktan, ayrımcılık (diskriminierung) yapmaktan geri durmadıkları gibi; yabancı ve göçmenlerin “suçlarını” sıralamaktan, “uyumsuzluklarından”, “entegre olmamalarından” sıkça şikayet ettikleri ve bunları sıkça manşetlere yine kendilerinin çıkardıklarını unutuyorlar(?) Ve bunu, kitleler üzerindeki etkisini bilerek yapıyorlar. Emperyalist burjuvazinin, kapitalist medeniyetinin “modern beşiği” olarak gösterdiği Avrupa, yine kendi deyimleri ile tam bir korku kıtası haline getirilmiş durumdadır. Sermayenin borsasındaki dalgalanmalar gibi, ırkçılık da bazan geriliyor, bazan ise ilerliyor. Son on beş yıldır ise mutlak oranda bir artış gösteriyor. Kapitalizmin krizine koşut olarak gelişen ve geliştirilen ırkçılık, hemen hemen bütün AB üyesi ülkeleri, özellikle de, “ileri demokrasi”nin örnekleri olarak öne çıkarılan, İsveç, Danimarka, Hollanda, Almanya, Fransa, Belçika, İsviçre, Norveç, Finlandiya, Avusturya, İtalya’yı ve daha bir çok ülkeyi sarmış durumdadır. Bugün 16 AB ülkelesinin parlamentosunda ırkçılar yer almaktadır. Bu ülkelerin bazılarında ise ırkçılar, hükümet ortakları olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Irkçı-faşist partiler, Avrupa ülkelerinin parlamentolarına yerleşmiş durumda. Fransa gibi ülkelerde (2002) başkanlık yarışına katılacak duruma gelmişlerdir. Almanya’da ise Neonazi faşistleri devlet eliyle besleniyor, devletin gizli istihbarat ajanları tarafından yönlendiriliyor. Neonaziler tarafından salt yabancı oldukları için öldürülen (sekizi Türkiye’li biri Yunanlı) insanların soruşturulmasında bu ortaya çıktı. Kendilerini “yaktıkları” iddia edilen neonazi hücre elemanlarının evinde Federal Anayasayı Koruma Dairesi tarafından sadece gizli servis çalışanlarına verilen kimlikler bulundu. Bu bilgiler, her hangi bir sol basın da değil, ırkçılığın baş körükleyicisi Alman Bild gazetesinde yer aldı. Avrupa sermayesinin ahmak siyasal temsilcileri “ırkçılığı önlemek” için “yasalar” çıkartıyor, karşı demeçler veriyor, öbür yandan ise, kapitalizmin derinleşen krizinin sorumlusu olarak göçmenleri gösteriyorlar. Özellikle seçim dönemlerinde, göçmenlere karşı yapılan ayrımcılığın boyutu oldukça yükseliyor. Kitlelerin kapitalizme olan tepkisini göçmenlere yöneltmeye çalışıyorlar. Kapitalizmle yaşıt olan ırkçılık, burjuvazinin sürekli el altında bulundurduğu bir korku sopası ve kitlelerin kapitalizme olan tepkilerini başka yönlere yönlendirme eylemi ve aynı zamanda, kitleleri sermayenin tam emri altına alma aracıdır. Sermayenin krizi derinleştikçe, ırkçı-faşist propagandaların dozajı da artıyor.Burjuvazi, kitlelerin sosyal devrimlere yönelmelerini önlemek için de ırkçılığı geliştiriyor. Kitleler üzerindeki ırkçı propagandaların etkisi, sermaye tarafından, demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ve hatta ortadan kaldırılmasında sessiz kalmaları, bunların nedenlerini başka yerlerde aramaya kolayca yönlendirilmelerinde kendini gösteriyor. Bu durum, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası Almanya yaşandı. Alman burjuvazsi, komünistlere karşı Hitlerin başını çektiği Nazileri örgütledi ve güçlendirdiler. Kitlelerin büyük bir bölümü ırkçı propagandalar ile adeta uyuşturuldu ve Alman emperyalist burjuvazisinin birer savaş aracı haline getirildi.Bu kısa yazıda, Korku Kıtası Avrupa’da, tek tek ırkçılığı ele almanın fazla bir yararı yok. Bunlar günlük basında sıkça yer almaktadır. Kısacada olsa, ırkçılığın beslendiği ideolojik ve felsefi kökenlerine de inmek gerekiyor. Marksist felsefenin karşısına çıkarılan ırkçı felsefenin en gelişmiş ana damarları Nietzsche’ye kadar uzanmaktadır. Hitler Nazizmin felsefi ideologu Alferd Rosenberg olarak bilinir. Rosenberg’in kaynağı ise Friedrich Wilhelm Nietzsche’dir. Marksist felsefeci Franz Mehring’in de belirttiği gibi; Nietzsche, “kapitalizmin kutsayıcısı”dır. Bütün ırkçılar gibi, Nietzsche’de işçi ve emekçilerin düşmanıdır. Onun toplumsal tahlili biyolojiktir. Toplumun sınıflara bölünmüşlüğünü kabul etmez. Aynı günümüz ırkçı felsefenin ideologlarından olan Peter Sloterdijk gibi. Nietzsche, Marks ve Engels’i okumadığı gibi, onlardan hiç söz etmemiştir, adeta onları yok saymıştır. Marksizmin en popüler olduğu bir süreçte, Marksizmden söz etmemek, işçi ve emekçilere karşı burjuvazinin yanında açıktan saf tutmanın bir başka adıdır. Günümüzün meşhur ırkçı feslsefecilerinden olan P. Sloterdijk, aynı Nietzsche gibi, insanın genetik yapısıyla oynanarak, yeni tipte insan (fabrikalarda, bant usulü) üretilmesini savunan faşizmin ideologlarından biridir. Çünkü, bunlara göre insan bir metadır. Sermayeye baş kaldıran insan "iyi insan" olamaz. Sermayeye hizmet edecek ve sermayeyi büyütecek insan gerekli. Bunun için de sermayeye uygun insan üretilmelidir.

O, “Hümanizm ölmüştür”, “insanın yapay olarak üretilmesini düzenleyen antropo-teknik bir kurallar dizisine sahibiz” diyerek, sermayeye baş kaldırmadan onun hizmetinde mikro-biyo insanların üretilmesinden yanadır. Gen teknolojisinin gelişmişliğinin boyutu dikkate alınırsa, bu tür “felsefecilerin” boşuna türemediği ve tekelci sermaye tarafından beslenmeleri ve desteklenmeleri kendiliğinden anlaşılır.

 “Üstün insan”, “ari ırk” kavramları da Nietzsche’den devr alınmış ve bugün, ırkçı Sloterdijk ve benzerlerinin sıkça gündeme getirdiği, gen tekniği ile “iyi insan”ların üretilmesini savunmaktadır. Onun bütün eserlerinde, konuşmalarında ve TV programlarında bunları bulmak olasıdır. Neredeyse hepsi Türkçe olarak yayınlanmış kitaplarında, ırkçılığın “yeni bir şeymiş” gibi propagandası da yapılmaktadır. Bazıları ise, bu sözlerin ve de anlayışların kapitalizm karışıtıymış ve de onun alternatifiymiş gibi piyasaya sürmeleri, kabul edilebilir gibi değil. Sloterdjik, kapitalizme karşı değil, kapitalizmin akıl hocası, sermayenin büyümesi ve güvenliği için ona hizmet edecek yeni bio-insan üretilmesinden yana. Bundan aşağılık bir düşünce olabilir mi? Burjuva idealist feslsefesinin günümüzde artık buraya kadar gelmesi, kapitalizmin çoktan bittiğinin bir sonucudur. Kapitalizm, tarihi misyonunu doldurduğu için, Sloterdjik gibi ırkçı feslsefecilerlerle insanın yok edilmesi üzerine çalışmaya başlamıştır. İnsanın yok edilmesi, doğanın yok edilmesi ile aynıdır. Bu tür felsefi görüşler, kapitalizmin her yönüyle bititğinin bir açıklamasıdır. Irkçı felsefeciler, tarihleri kendileri ile başlatıp kendileri ile bitirirler. İnsanlığın binlerce yıllık belleğini, toplumsal belleğini yok sayarlar ki, tarihi ileriye taşıyanların ezilenler olduğu unutulsun ya da görülmesin diye. Bir on yıl önce de Fukuyama diye bir CIA yazarı, “Tarihin Sonu”nu ilan etmişti. Sonra, o son kendi sonu oldu. Burjuvazi halkların direniş belleklerini yok etmek ister. Doğanın ve toplumların tarihsel diyalektiğini yok sayarlar. Irkçı felsefeciler de toplumların tarihini, kapitalizmle başlatıp kapitalizmle bitiriyorlar. Bütün burjuva idealist felsefecileri, dünyayı yorumlamak için değişik argümanlalar kullanmaya çalışmış olsalarda, onların felsefesinin kökü idealizmdir. Bu ise diyalektik materyalist felsefenin tam karşıtıdır. Her şey akla-kara olmamakla beraber, kapitalizmle birlikte iki sınıf ortaya çıkmıştır: Burjuvazi ile proletarya. Her alanda olduğu gibi felsefi alanda da bu iki sınıfın çatışması ortaya çıkar. Günümüz ırkçı felsefecileri kendilerini, arkalarına sermayenin gücünü de alarak, proletaryanın Marksist düşüncesine saldırmakla var edebiliyorlar. Ne pahasına, insanlık düşmanlığı pahasına... Bundan hareketle, Alman tekelci sermayesinin P. Sloterdijk’i el üstünde tutması, onun “günümüzün büyük felsefecisi” olarak tanıtması da boşuna değildir, diyebiliriz. Böyle felsefecilerin olduğu bir kıtada ırkçılığın gelişmesinin ideolojik ve siyasal zemini de var. Marks;“Sermaye, kar olmadığı zaman ya da az kar edildiği zaman hiç hoşnut olmaz, tıpkı eskiden doğanın boşluktan hoşlanmadığının söylenmesi gibi. Yeterli kar olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde on kar ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını kabartır; yüzde 50, küstahlaştırır; yüzde 100, bütün insani yasaları ayakları altına aldırır; yüzde 300 kar ile sahibini astırmak olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur.” (Karl Marks, Kapital, C.1, sf. 801, Dipnot, Birinci Baskı, Sol Yayınları) Marks’ın söylediklerinde hiç bir abartma yoktur. Dünyada, sadece son on yıllık gelişmeler dikkate alındığında, burjuvazinin canilikte hiç sınır tanımadığı görülebilir. Sermayenin ırkçılığı desteklemesi, geliştirmesini de bu çerçevede ele alınmalıdır. Bunun ekonomi-politik temeli budur. Avrupa tekelci burjuvazisinin, ırkçılığı işçi ve emekçilere karşı geliştirmesi, kullanması, sermayenin kan emici karakterinden kaynaklanmaktadır. Geriye, anlı-şanlı ırkçı filozoflara da bunun felsefesini yapmak kalıyor. Irkçılığın gelişmesi karşısında, Avrupalı bazı hümanist entellektüeller ise,; “Avrupa kendi değerlerini yok ediyor” diye sitemde bulunuyorlar. Oysa, kapitalizmin doğuşuyla beraber yaratılan burjuva değerler, 1800’lü yılların sonlarından bu yana geçemedi. O günün burjuva değerleri, tarihin o sayfasında yazılı kaldı. Şimdiki değerler ise, çürümüş, kokuşmuş emperyalist burjuvazinin değerleridir. Son yüz yılı aşkın bir süredir yeni ve ileri değerlerin temsilcisi Marksist felsefeyle donanmış proletaryadır. İşçi sınıfı, kapitalist sistemi bir an önce yıkmazsa, tekelci burjuvazi, Marks’ın dediği gibi, sahibini asacağı gibi, insanlığı da yok edebilecek teknolojiye sahiptir. Bunu gerçekleştirmek içinde her hangi bir tereddüt geçirmez. 02.11.2012.****Kontinent der Angst” (Korkunun Kıtası) Başlık Der Spiegel (2010/39) dergisine ait.
109430

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

Sayfalar