Koronavirüs ve Emperyalistler Arası Çelişki

Birleşmiş Milletler, koronavirüs pandemisi sürecinde dünyanın en yoksul ülkelerinde yaşayan 700 milyon insanın açlık ve salgından kurtarılması için 90 milyar doların yeterli olduğunu ve bu miktarın da “en zengin 20 ülkesinin küresel ekonomiyi (yani tekelleri kurtarmak için-yn.) ayakta tutmak için ayırdığı 8 trilyon dolar değerindeki destek paketinin yalnızca yüzde 1’ne tekabül’’ ettiğini açıklayarak aslında bir gerçeğe işaret etmektedir. Üreten işçi ve emekçiler olmasına rağmen, çok küçük bir azınlık yaratılan değerleri gasp etmektedir. Bir avuç emperyalist tekel bu değerlere el koymakta, işçi ve emekçileri yoksulluğa, açlığa mahkum etmektedir.
Dünyadaki bir avuç tekel ellerinde tuttukları sermayeyle her şeye hükmediyor. Sistem krizi aştıkça varlığını da sürdürmeye devam ediyorHer kriz sonrası ortaya üç olasılık çıkmaktadır.
Birincisi: Krizin yönetilir bir düzeye çekilmesiyle, ortaya çıkan yıkıcı sonuçla-rın zamana yayılarak krizden çıkılması. Bu sitemin devamını da birlikte getirdiği için, tekeller yeniden ayakları üzerine dikilerek varlıklarını devam ettiriyorlar. Böylesi dönemlerde krizin yükünü işçi sınıfı ve emekçilere yıkmaktan geri kalmayan emperyalist-kapitalist devletler, büyük bir işsizliğe ve yoksulluğa da sebep olmaktadır. Her alanda yapılan kesintiler ve hak gaspları, toplumsal yıkımların da nedeni olmaktadır.
İkincisi: Emperyalist sistem krizi yönetemeyerek aşamadığında yeni bir emperyalist savaşın çıkma ihtimali. 1. ve 2. Emperyalist Paylaşım Savaşları, her iki krizin atlatılamaması sonucu, emperyalistler krizden çıkmak ve pazarların yeniden paylaşımı için “çareyi” savaşta görmeleri üzerine yaşanmıştı. Yeni bir savaşın (3. Emperyalist Savaşın) çıkma olasılığı bugün için de vardır. Mevcut veriler yeni bir savaşın emperyalistler için gündemde olmadığını ortaya koysa da krizin evrileceği boyut, bu olasılığı devre dışı bırakmamaktadır.
Üçüncüsü: Ortaya çıkan işsizlik, yoksulluk, hak gaspları vb. yeni ayaklanmaların habercisi olarak devrimlere yol açması ya da reformlarla sürecin tamamlanması.Dünya genelinde sınıf mücadelesi geri bir durum arz etmektedir. Bu durumun böyle olmasının nedeni sınıf örgülerinin zayıflığı, sınıfı ve genel olarak emekçi halkı örgütlemedeki yetersizliklerdir. Salgın sonrası ortaya çıkan işsizlik, yoksulluk, sağlık imkanlarına erişememe vb. birçok nedenden dolayı toplumsal hareketliliklerin gündeme gelmesi olasılıklar dahilindedir. Bu hareketlerin önemli bir bölümünün kendiliğinden ayaklanmalar ve direnişler olması kuvvetle muhtemeldir.Avrupa birliği emperyalist tekellerin birliğiSalgının ortaya çıkmasıyla insanların evlerine kapatılması, iş yerlerinin kapatılması, üretime ara verilmesi ile ortaya çıkan kâr oranın düşmesiyle birlikte, emperyalist hükümetler bir anda “ulusal kimliklerini” hatırlar oldular. Küresel çapta “dünyanın ortak köy gibi” olduğunu savunan, sınırların artık öneminin kalmadığını söyleyenler, birdenbire içe kapanarak, sınırları kapatarak, ulusal ekonomilerini esas alarak krizden çıkış yollarını aramaya başladılar. Avrupa Birliği’ni “insanlığın yeni projesi” olarak propaganda eden Almanya, Fransa, Hollanda vb. ülkeler, hemen yanı başlarındaki İtalya, İspanya gibi ülkelere gözlerini kapatarak insani yardım yapmaya dahi yanaşmadılar. Bu bile her şeyin çıkarlar üzerine kurulduğunu göstermektedir. Avrupa Birliği’nin halkların değil, tekellerin bir birliği olduğu bir kez daha net olarak kendisini ortaya koydu. Krizle birlikte İtalya, İspanya, Yunanistan vb. zayıf ekonomilere sahip ülkelere parasal yardım yapılmayacağı netleşmiş durumdadır.Özellikle İtalya’da Alman karşıtlığı giderek güçlenmiş durumdadır. Halk, “böylesi zor bir dönemde Almanya vb. ülkeler yanımızda olmayacaksa, ne zaman yanımızda olacaklar” diye tepkisini dile getiriyor. Aynı durum 2008 yılında Yunanistan’da da baş göstermiş ve halk yer yer Alman bayraklarını yakarak tepkisini dile getirmişti. Bugün ortaya çıkan durumdan ırkçı ve faşist çevreler yaralanarak güçleniyor. Avrupa Birliği içinde pastadan en fazla payı alan ülkeler her zaman için Almanya, Fransa, Hollanda olmuştur. 2008 ve 2011’deki kriz süreçlerinde de ekonomik olarak zayıf olan Yunanistan, İtalya, İspanya AB tarafından dayatılan pek çok “tasarruf planını” uygulamış; sağlıktan eğitime, emeklilik paralarının aşağı çekilmesinden, ücretlerin düşürmesine kadar pek çok alanda kısıtlamalar yaparak toplumsal bir yıkıma neden olmuşlardı. AB’nin dayatmalarını kabul etmelerine karşın, aşırı borç yüzünden iflasın eşiğine gelen bu ülkelere, Almanya’nın başını çektiği Avusturya, Hollanda ve Finlandiya vb. ülkeler, bu dönemde mali olarak İtalya, İspanya ve Yunanistan’a yardım elini uzatmasına karşı çıkıyorlar. Ekonomik krizden çıkmak için önerilen “Avro Tahvilleri”ne, başta Almanya olmak üzere birçok ülke karşı çıkıyor. Bunun nedeni “Avro Tahvilleri”ne geçilmesi durumunda, borçlu ülkelerin tahvilleri değer kazanması, az borçlu ülkelerin tahvilleri değer kaybetmesidir. Diğer bir değişle İtalya ve İspanya gibi ekonomisi zayıf ülkeler piyasadan daha ucuza; Almanya, Hollanda ve Fransa gibi ülkeler ise daha pahalıya kredi temin edecekler. Haftalardır “Avro Tahvilleri”ne (Eurobonds) karşı çıkanlar, aynı gerekçeyle geçici “Korona Tahvilleri” planına da karşı çıktılar. Korona salgınını fırsata çevirmek Bunun yerine ekonomileri zayıf ülkeleri borçlandırarak, bundan kâr elde etmeyi planlayan AB’nin motor gücü ülkeler şimdiden buna hazırlanıyorlar. Nitekim AB Komisyonu Başkanı Von Der Leyen’in “Yeni Marshall Planı” olarak adlandırdığı fonun 1.5 trilyon avro olacağını ifade etti. İspanya, İtalya, Fransa ve Kıbrıs, “AB büt-çesinden oluşturulacak fondan alınacak paranın” geri ödenmesine karşı çıkarak krizin atlatılabilmesi için bu miktarın ülkelere dağıtılmasını isterken; Almanya, Hollanda ise “alınan paranın kredi olarak geri ödenmesini istiyorlar.” Avrupa Birliği’nin geleceği tartışmalı bir sürece girmiş bulunuyor. Bu tartışma önümüzdeki dönem daha da şiddetleneceğe benziyor. Birçok çevre, Almanya gibi ülkelerin “ulusal çıkarlarında ısrar” etmesi durumunda AB’nin dağılma sürecinin hızlanacağını ileri sürmektedir.1 Temmuz 2020 tarihinde AB dönem başkanlığını devralacak Almanya, belirle-yici bir konum da bulunmaktadır. Dağılma tartışmalarının önüne geçmek için iş çevreleri, bir süre önce SPD üyesi Dışişleri Bakanı Heiko Maas ile Maliye Bakanı Olaf Scholz, üzerinden; “zor durumdaki AB ülkelerine yalnız değilsiniz” çağrısı yaptırdılar. Keza, 23 Nisan 2020 tarihinde yapılan AB liderleri “video konferans zirvesi” öncesi SPD üyesi eski Başbakan Gerhard Schröder ve partisinden emekli bakanlar “Avrupa İçin Dayanışma” çağrısı yaptılar. Çağrıda: “Almanya, Avrupa’nın siyasi ve ekonomik olarak birleşmesinden inanılmaz derecede kazandı. Şimdi bu ağır krizin aşılması için üzerine düşeni yapmalı. Eğer şimdi diğer Avrupa ülkeleriyle sınırsız dayanışmayı yerine getirmezsek, Avrupa’nın dağılma riski ortaya çıkar. Almanya’nın ulusal çıkarı şimdi Avrupa’dan yana olmaktır” (Handelsblatt, 22.04.2020) diyerek tartışmayı frenlemek istedilerse de bunun ne kadar başarılı olacağı önümüzdeki aylarda belli olacak.ABD ile Çin Arasında Yeni Krizler!Avrupa Birliği içindeki emperyalist güç odakları arasında bu çelişkiler yaşanırken, diğer taraftan dünya emperyalist sistemi içinde baş gösteren bir diğer çelişki de Çin sosyal emperyalizmine karşı başını ABD’nin çektiği blok arasındaki çelişkidir. Çin’de ortaya çıkan korona salgını ile birlikte, Çin ekonomisinin çökeceği ve Çin’in başta ABD olmak üzere rakip emperyalist güçlere teslim olacağı var sayıldı. ABD’de Donald Trump iş başına geldikten sonra Çin’le girdiği ekonomik savaş da pek de başarılı olamadı. Sonunda ya bazı kararları askıya aldı ya da bazı anlaşmalar yaparak Çin’le kısmen uzlaştı. ABD, şimdilerde yeni bir hamle ile yeniden Çin’i ablukaya alarak köşeye sıkıştırmak istiyor. ABD’nin yeni argümanı ise “Çin’in koronavirüsü sakladığı”, “yeterli önlem alamadığı” gerekçesiyle virüsün dünyaya yayılmasına sebep olduğunu ileri sürerek yüklü miktarda tazminat talep etmeye hazırlanmasıdır. ABD, bunu ilk olarak Donald Trump’ın 15 Nisan 2020 tarihinde yaptığı basın toplantısında dile getirerek “virüsün insan yapımı olduğu ve Çin’in Wuhan kentindeki bir laboratuvardan dünyaya yayıldığını” söyledi. “Bunu araştırdıklarını” dile getirdi. Bu tartışma bir anda tüm dünyaya yayılarak yeni bir boyut aldı. Bu basın toplantısının ardından Trump’a yakın basın ve televizyon kanal-ları konuyu gündemlerine taşıyıp büyük bir algı yaratarak, Çin’i köşeye sıkıştırma operasyonu başlattılar. Nitekim bu tartışmaya ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo de katıldı ve Fox News’a verdiği demecinde, “Bu virüsün kaynağının Wuhan olduğunu biliyoruz” deyip, Çin devletinin desteklediği Wuhan Viroloji Enstitüsü’nün hayvan pazarının birkaç kilometre yakı-nında bulunduğundan yola çıkarak: “Çin hükümetinin, bu virüsün tam olarak nasıl yayıldığı konusunda şeffaf davranmasına ihtiyacımız var” ifadelerini kullandı. Pompeo, “Çin hükümeti kendini temize çıkarmalı” diyerek aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmedi.ABD’nin başlattığı tartışmaya katılan Almanya, Çin’e karşı bir soruşturmanın açılmasını savunarak ABD’nin yanında yerini aldı. Almanya bu tartışmayı hükümete yakın Bild Gazetesi üzerinden de devam ettirdi. Bild Gazetesi, 22 Nisan 2020 ta-rihli nüshasında: “Pekin’nin Almanya’ya 149 Milyar Euro ödemesi” gerektiğini ileri sürerek bir anlamda Merkel hükümetinin hislerine tercüman oldu.
Diplomatik bir skandala yol açan bu habere hiçbir yalanma getirmeyen Almanya’nın tutumuna karşı, Çin’in Berlin Büyükelçiliği wep sitesin-de yayınlanan bir mektubunda yanıt veren sözcü Tao Lili: “Böyle hesaplar yapanlar Çin’e karşı milliyetçilik, önyargı, yabancı düşmanlığı ve düşmanlık kışkırttığı, bunun da iki ülke arasındaki geleneksel dostluğu ve ciddi gazetecilik anlayışına uymadığı” ifadelerini kullandı. Sözcü, bir anlamda ABD’nin başlattığı kampanyaya karşı da bir cevap niteliğindeki açıklamasın da şunlara değindi: “Çin’in salgını örtbas ettiği” suçlamaları reddeden sözcü, “henüz birkaç kişi ölmüşken Dünya Sağlık Örgütü’nün bilgilendirildiğini” ve asıl “Çin’i suçlayan hükümetlerin başarısızlıklarından dikkati başka yöne çekmeye çalıştıklarını” vurguladı.ABD ve Almanya’nın başını çektiği Çin’i ablukaya alma istemi ebetteki koronavirüs salgınına “sebep olması” değildir. Böyle göstermeleri sadece dünya da taraf bulma çabalarından ileri gelmektedir. Esas neden Çin’in önlenemeyen yükselişidir. Çin, ekonomik olarak sürekli büyüyen sosyal emperyalist bir güç olarak, gerçekleş-tirmek istediği “Bir kuşak yol” (İpek yolu) projesi kapsamında gücünü Afrika’dan, Avrupa’ya oradan Asya’ya kadar genişletmek istiyor. ABD’nin ve diğer emperyalist güçlerin önlemek istediği esas olgu, yükselen Çin’in ekonomik ve politik gücünün önünü kesme hamlesidir.Korona salgını emperyalist klikler arasındaki çelişkileri derinleştirmiş durumdadır. Bunun nasıl sonuçlara yol açacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Her halükarda işçi sınıfı ve ezilen dünya halklarının zarar görmemesi için devrimci ve komünist hareketlere büyük görevler düşmektedir.Emperyalistler arası çelişkiler önümüzdeki süreçte farklı boyutta ve her alanda yeni biçimler alarak kızışacaktır. Sınıf örgütlerinin bu çelişkilerden yararlanmaları onların sınıfı ve genel olarak emekçi kitleleri örgütlemeleriyle doğrudan baglantilidir.
Özgür Gelecek sayi 211
Son Haberler
Sayfalar

Süryani Soykırımı: SEYFO (Nubar OZANYAN )
Ortadoğu tarihin ve medeniyetin gizemleriyle doludur. Kadim halkların yurdu, uygarlıkların beşiği olan bu topraklar aynı zamanda en büyük kıyım ve kırımların da acımasızca yaşandığı coğrafyadır. Süryanilerin ataları tıpkı Ermeniler, Pontuslu Rumlar, Asuriler gibi büyük bir felakete uğradılar. Yaşadıkları topraklardan koparılan yüzbinlerce Süryani, tıpkı Ermeniler ve Pontuslu Rumlar gibi Osmanlı asker ve jandarması tarafından zorla ölüme sürüldü. Üzerinde yaşadıkları toprak, dağlar, vadiler, nehirler mezarları haline geldi.

Devrimci Kamuoyunun Bilgisine!
"KARANLIĞIN TANRILARI" FERMAN BUYURMUŞ: HALİL GÜNDOĞAN'IN SURATINA TÜKÜRMEK ÖNÜMÜZDE DURAN DEVRİMCİ GÖREV VE SORUMLULUĞUMUZDUR.
Halil Gündoğan
İsviçre/ Basel 1 Mayıs etkinliğinde ve ardından 24 Mayısta Zürich'te yaşananlara dair kaleme aldığım "provokasyon 'siyaseti' üzerine" ve "bir kez daha provokasyon 'siyaseti' üzerine" başlıklı iki yazım üzerine, belli bir odaktan yönlendirildiği açık olan, "sosyal-medya korsanları"nca, itibar cellatlığı yapılarak hakkımda kara propaganda başlatıldı.

Hatıra Değil, Hafızadır Çeliğe Su Veren(ler)[*]
Ve serüvenciler düşer bu yollara ancak
Onlar ki dünyanın son umudu
Soyları tükenen birer çılgındırlar
Ne bir adresleri vardı onların yeryüzünde
Ne de aşktan başka bir sığınakları
Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
Ölümle alay ederler sanki
Derler ki,

Muhammed Ohannes…(Nubar OZANYAN )
Muhammed Ohannes, Ermeni Soykırımı sonrası Deyr ez-Zor'da zorla Müslümanlığı kabul ederek yaşama hakkına sahip olmuş Ermeni bir annenin dördüncü nesil çocuğudur. Maratuk Dağı’ndan, Bingöl’ün zozanlarından inmek zorunda bırakılıp çöl kumlarına tutunarak yaşamaya çalışan on binlerce Ermeni anneden birinin umudu olmuştur.

Stefan Engel ile Röportaj
İdeolojik mücadeleyi güçlendirin!
REVOLUTIONÄRER WEG'in yazı kurulu yönetçisi Stefan Engel ile Burjuva İdeolojisinin ve Anti-Komünizmin Krizi kitabının yayınlanması vesilesiyle röportaj
Bu hafta, senin yönetimin altındaki yazı kurulunca oluşturulan Burjuva İdeolojisinin Krizi ve Anti-Komünizmin Krizi kitabı yayınlandı. Bu kitapta neler var, neleri içeriyor?

Yazma, Kafa Yorma…
Uzun bir süredir hemen her vesileyle altını çizdiğimiz hususlardan birisini, araştırma inceleme yönümüzün zayıflığı ve yazı yazma alışkanlığımızın olmayışı –ya da yeterince olmayışı– oluşturuyor.
Bir kafa yorma, dert edinme işi olan bu konudaki zafiyetimiz, ilgi derecemizin ne olduğu hakkında fikir vermektedir.
Durum bu konuda yeteneğimizin olup olmadığıyla alakalı değil. Zira biliniyor ki; araştırma ve yazma yeteneği, diğer pek çok olayda olduğu gibi pratikle edinilmekte, uğraş içine girmekle kazanılmaktadır.

Kevork Çavuş (Nubar OZANYAN )
Mayıs’ta, baharın ve yeşilin en canlı renklerini yaşanır. Mayıs aynı zamanda devrim ve özgürlükler uğruna canlarını feda edenlerin fazlasıyla dolu olduğu bir aydır. Her halkın özgürlük ve mücadele tarihinde sayısız kahraman ve isimsiz direnişçiler vardır. Bazıları sadece kendi halkı tarafından bilinir. Bazıları ise yeterince bilinmez. Başlarına gelen felaket ve acıları ifade edecek sözcüklerin henüz icat edilmediği bir halkın edilgen ya da boyun eğen kurbanlar olduğu yanılgısı her zaman yaşanabilir.

CIA’nın Anti-Komünist “Özgür Düşünceli” Entellektüelleri-3
Türkiye’de Anti-Komünist Paropagandanın Tarihi: “Bu Kış Komünizm Gelecek...”
Türkiye’de anti-komünizmin tarihi, Osmanlı’nın son 50 yılını da içine alacak şekilde uzanır. Ancak, bilinçli komünizm düşmanlığı 1920’de Mustafa Suphi önderliğinde Bakü’de 1920 yılında kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) kuruluşuyla başaladı dersek yanlış olmaz. Çünkü 1917 Rus Devrimi, bütün dünyada işçilere, köylülere, tüm ezilen ve sömürge uluslara kurtuluşun yolunu ve umudunu aşılarken, başta emperyalist burjuvazi olmak üzere tüm gericilere de korku salmıştır.

TKP-ML EB: Paris Komünü’nün 150. Yıldönümünde Bir Kez Daha!
“Saraylara savaş, kulübelere barış, yoksulluğa ve tembelliğe ölüm!”
Proleter devrimin ilk deneyimi olan Paris Komünü, nesiller boyu öğrenilebilecek paha biçilmez bir hazine bıraktı. Bugün, 150. yıldönümünde Komün’ün derslerinden ders almak son derece önemlidir. Çünkü Komün’ün dersleri MLM karşıtı tüm düşüncelere karşı mücadelede hala geçerli. Özellikle oportünizme ve revizyonizme karşı mücadelenin temel dayanaklarını Komün’ün ortaya çıkardığı ders ve deneyimlerde bulabiliriz.

Timsah Gözyaşlarının Arasında Devrime Olan İhtiyaç: Filistin
6 Mayıs 2021’de İsrail Yüksek Mahkemesi’nin Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesi’nde oturan Filistinli ailelerin evlerinden zorla çıkarılmasına karar vermesi üzerine başlayan protestoların ardından bir de Mescid-i Aksa’daki Filistinlilerle İsrail askerleri arasında başlayan çatışmalar beraberinde Filistinli direniş örgütlerinin İsrail devletine ültimatomunu getirdi.

BİR KEZ DAHA PROVAKASYON 'SİYASETİ' ÜZERİNE
1 Mayıs'ta İsviçre/Basel'de yaşananlar üzerinden; "Provakasyon 'siyaseti‘ne dair bir değerlendirme yazısı kaleme almış, ve Partizan/ Yeni Demokrasi mensubu küçük bir grubun provakatif yaklaşım ve tutumlarına dikkat çekmiş ve ilgili kurumun, mensubu olduğu bu kişiler hakkında gereğini yaparak kamuoyuna doyurucu bir açıklamada bulunacağına dair bir beklenti içinde olacağımı ifade etmiştim.