Perşembe Kasım 14, 2024

Margenthau anlatıyor…

Yeni bir yüzyılın başında Ermeni halkının başına gelen Felaket’e tanık olan, 1913-1916 yılları arasında Osmanlı Türkiye’sinde Amerika’nın Türkiye Büyükelçisi görevinde bulunan Henry Morgenthau, Talat Paşa ile görüşmelerinde bugünkü Türkiye’nin başına gelecekleri konusunda uyarılarda bulunuyordu;

“Ermeni’lere yönelik tutumun Türkiye’yi dünyanın gözünde çok kötü duruma düşüreceği ve ülkesinin bu rezaletten asla kurtulamayacağı konusunda Talat’ı ikna etmeye çalışıyordum…”

“‘Büyük hata yapıyorsun’ dedim, üç kere tekrarladım…”

“‘Evet hata olabilir, lakin pişman olacağımı zannetmiyorum …’ dedi.”

Öyle de oldu!

Aradan geçen süre zarfında dünyadan teşhir, tecrit ve dıştalanan bir ülke durumuna geldi. Dün ve bugün Osmanlı Türkiye’si savunucuları, Ermenilere karşı işlenen suçların hesabını toplum ile dünyaya verememişlerdir. 1960’lı yıllarda önce Sovyet Ermenistanı’nda başlayan Ermeni ulusunun kitle gösterileri, engellemelere rağmen Soykırım Anıtı’nın inşasıyla başlamış, 1980’li yıllarda Ermenilerin silahlı eylemler ile dünyaya Soykırım’ın tanınması için verilen adalet çığlıkları ile bugün yeryüzünde 30 ülke parlamentosunda kabul edilen “Soykırım Yasa Tasarıları” ile Türkiye’yi zor duruma düşürmüştür.

En son ABD Temsilciler Meclisi’nin, Cumhuriyetçiler ile Demokratların ezici çoğunluğu ile aldığı Soykırım Yasa Tasarısı’nın kabulü, dünyada geniş yankı uyandırdı. Her yıl 24 Nisan’da Amerika’dan gelecek açıklamaya odaklanılırken, bu sene gelenek bozuldu. Soykırım Yasa Tasarısı, 24 Nisan’dan önce kabul edildi. Bunun sebebi gergin olan ABD-Türk ilişkilerinde, ABD emperyalizminin Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak istemesi, politikalarını kabul ettirmek adına soykırım yasa tasarısını kullanmak istemesidir.

Hiçbir yaptırım gücü olmayan bu kararın, şüphesiz ki Temsilciler Meclisi’nde kabulü ve Senato’ya havale etmesi “olumlu” bir adımdır. Dünyada diğer parlamentolar üzerinde etkisi olması bakımından bir etki yaratırken, yine aynı Amerika bu tasarıyı, senatoya gitmemesi için bloke etmiştir. Amerika’nın çıkarlarına göre politikalarını belirleyen devlet anlayışı, soykırım kararını kurban etmiştir. Gerçekten soykırım karşıtı olup olmadıkları yasalar ile onaylanırken öbür taraftan tüm dünyanın tepkisi ile karşılanan Amerika, Ortadoğu-Suriye gerçekliğinde Türkiye ile pazarlıklarında yine bölgesel çıkarları için, Kürtlerin imhası için Türkiye’nin soykırım, işgal ve talanına yeşil ışık yakmıştır.

Tehcir ve bir ulusun katli …

Ermenileri yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan toplu halde uzaklaştırma ve yüzlerce kilometre ötedeki çöle gönderme fikrini verenler Almanlardır. Hatta daha ileri giderek bazı Alman yazarlar bu politikayı savunmuşlardır bile. “Ermeni’ler Ermenistan’dan tahliye edilmelidir. Mezopotomya istikametine götürülmeliler ve yerlerini Türk’ler almalılar. Bu şekilde Ermenistan Rus tesirinden azat olur ve Mezopotamya’ya, şimdi mahrumiyetini çektiği çiftçiler getirilebilir” diye tavsiyede bulunmuşlardır.

Bu politikanın hayat bulması için Tehcir Kararı uygulanırken 1915 Nisan ayından Ekim ayına kadar geçen 6 ayda Anadolu’daki hemen tüm karayolu bu sürgün gruplarıyla doldu. Onları her vadiden geçerken ve hemen her dağın eteklerine tırmanırken görebilirdiniz. Nereye gittiklerini bilmeksizin yürüyüp duruyorlardı. Köyler, kasabalar Ermeni nüfusundan temizleniyordu. Bu 6 ay boyunca bilindiği kadarıyla yaklaşık 1.200.000 insan Suriye çöllerine doğru yola düştü.

İttihatçılara bakılırsa bu yeni ülkeye Ermenileri yerleştirmek gibi bir düşünceleri yoktu. Çoğunluğunun asla varamayacağını ve varmaya başaranların da açlıktan ve susuzluktan öleceklerini, vahşi çöl aşiretlerince öldürüleceklerini biliyorlardı. Tehcirin gerçek amacı, soygun ve imhaydı. İttihatçı otoriteler, tehcir emrini vererek bir ırkın ölüm emrini veriyor, bir ırkın ölüm ilanını çıkarmış oluyorlardı. Bunu iyi biliyorlardı.

Ermeniler 2500 yıldır yaşadıkları evlerden ayrılırken “‘bizim için dua edin’ diyorlardı. Bu dünyada tekrar görüşemeyiz ama bir gün mutlaka karşılaşırız. Bizim için dua edin!” Osmanlı mezalimi dönemin Halep Konsolosluk raporları ile ABD Dışişleri Bakanlığı’nın kayıtlarında bulunan raporlarda Talat ile Enver’in gerçek niyetinin Ermenileri imhası olduğunu göstermektedir.

Bağdat üstünden Res ül Ayn’a oradan Halep’e ulaşacak kafilenin başına neler geldiği konsolosluk raporlarında kayıtlıdır. Sivas’tan gelen bir başka kafile, Harput’tan gelen kafileye katılmış böylelikle sayıları 18.000’e çıkmıştı. 17 gün sonra 18.000’den fazla olan kafileden sadece 150 kadın ve çocuk ulaşmayı başarmıştı. En korkunç sahneler ırmak kenarlarında özellikle Fırat’ta gerçekleşiyordu. Bazen ırmağı geçerken jandarmalar kadınları suya itiyor, yüzmeye çalışan herkese ateş ediyorlardı. Bazen kadınlar namuslarını kurtarmak adına çocukları kollarında ırmağa kendileri atıyordu.

Ara Sarafyan; Margenthau’nun öyküsü Osmanlı Türkiye’sine açılmış iddianamedir

Ermenilere reva görülen ve ağır sonuçları ortaya çıkan tehcir ve kırımlardan sonra Büyükelçi ile Talat arasında geçen konuşmalardan, el değiştiren zenginliklerden başka şimdi de Talat Amerika’da Ermenilerin poliçelerine göz koymuştur. Bir gün Talat ile konuşurken “Amerikan yaşam sigortası şirketlerinde poliçe sahiplerinin listesini isterken tutuldum kaldım” demektedir.

“‘Keşke’ dedi Talat “Amerikan hayat sigortası kumpanyalarının bize Ermeni poliçe sahiplerinin tam bir listesini vermesine yardımcı olsan. Hepsi şimdi ölü sayılır. Arkalarında parayı alacak varisleri yok. Tabii ki hepsinin devlete mahlul olması lazım, zira hak sahibi şimdi hükümettir. Öyle değil mi?” derken

“Bu kadarı da fazlaydı kendimi kaybettim”,

“Benden böyle bir liste alamazsın dedim ve arkamı dönüp çıktım.”

Anadolu’da ekonomiyi ellerinde bulunduran Ermeniler sevk edildikten sonra sıkıntıların ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. Böylelikle bazı Ermeniler zanaat ve ticarette yerlerini dolduracak kişiler olmadığı için ölümden kurtulmuşlardır. “Şayet insani hesapları umursamıyorsan bile, maddi ziyanı düşün. Bu insanlar sizin tacirleriniz, endüstrilerinizi onlar kontrol ediyorlar. Büyük vergi ödüyorlar. Onlar olmazsa siz ne yapacaksınız’ dedim.”

“Ticari ziyanı umursamıyoruz. Her şeyi hesapladık ve 5 milyon liradan fazla olacağını biliyoruz. Pek mühim değil. Sizi Ermeni siyasetimizin sabit olduğunu her halükarda değiştirmeyeceğimizi söylemek için çağırdım. Anadolu’nun hiçbir yerinde Ermeni kalmayacak, ancak çölde yaşayabilirler’ dedi.”

Eğer bir ırkı katletme planı başarılı olacak ise iki hazırlık aşamasında geçmeliydi. Tüm Ermeni askerlerinin güçsüz kılınması ve her kent ve kasabadaki Ermenilerin silahlarının alınması gerekecekti. ABD konsolosluk kayıtlarında da bulunan mesela Harput’ta yol çalışma bahanesiyle götürülen 2.000 Ermeni bir daha geri dönmedi. Sonra cesetleri bir mağarada bulundu. Yine Van’da savaş başladığında hükümet Van’ın ılımlı valisi Tahsin Paşa’yı geri çağırarak yerine Enver Paşa’nın kayınbiraderi Cevdet Bey’i getirdi. Cevdet Bey’in ünü tüm Ermenistan’a yayılmıştı. Cevdet Bey, ülkenin her köşesinde “Başkale Nalbandı” olarak biliniyordu. Çünkü bu işkence uzmanı, Ermeni kurbanlarının ayaklarına at nalı çakmakla tanınıyordu.

İcraatlarına Van’ın kendisine 4.000 asker vermesini talep ederek başladı. Daha önce, neler olduğunu hesaba kattığımızda bu talebin altında yatan amacı kolaylıkla anlayabilirdik. Cevdet nüfusun tümünü yok etmeye hazırlanıyordu. “İsyan” gerekçesiyle “asiler tek bir mermi atsınlar” dedi, bütün Hıristiyan erkeklerini, kadınlarını ve (elini diz hizasına getirerek) “bu boydaki evlatlarını öldürürüm” tehdidinde bulunuyordu.

Çocuklarınıza “Eli kanlı Talat” ismini verebilirsiniz …

R.T.Erdoğan’ın Amerika ziyaretinin ardından gelen skandal açıklamalarda “Ermenilerin göçebe” oldukları ile “soykırım konusunu tarihçilere” bırakalım sözleri gerçeği yansıtmamaktadır. Tarihçilere bırakalım sözü, soykırım gerçekliğinin karartılması için içi boş söylemden başka anlamı olmayan bir çıkıştır. 2.500 yıldır yaşadıkları topraklardan yok edilen bir ulusun akıbeti “tarihçiler”in işi değildir. Soykırım suçu, bir insanlık suçu ve siyasi bir vaka olduğu için, TC’nin uluslararası mahkemelerde yargılanması sorunudur.

Ruwanda’da Tutsiler, Yugoslavya’da Boşnaklar, Almanya’da Yahudilere karşı işlenen suçlar “İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar” olarak görüldüğü için mahkemelere taşınmıştır. Çözülemeyen, üstüne üstlük inkar edilen ve hatta Ermenileri suçlu göstermek için milyonlarca dolarlar harcanarak karartılmaya çalışılan bu sorun, TC’nin uluslararası mahkemelerde yargılanması ile sonuçlanacaktır. Bir yüz yıl dahi geçse Ermeni halkı bu işin peşini bırakmayacaktır.

Ermeni Soykırımı’nın dünyada tanınması için çalışmaları ile tanınan J. Lepsius, A.T.Werner, R.Lemkin gibi önemli şahsiyetler gibi Henry Margenthau da özel çabaları, emek ve gayreti ile Ermeni dostu olarak tarihte geçmiştir. Döneme ait tüm belge bilgi ve yazışmalar bugün konsolosluk arşivlerinde muhafaza edilirken, sıkça başvurulan kaynaklar olmuştur.

Temsilciler Meclisi’nde alınan Ermeni Soykırımı kararından sonra İyi Parti milletvekili ve parti sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu “biz çocuklarımıza Enver, Cemal ve Talat ismini verme kararımızla buna mukabele ediyoruz. Bu münasebetsizlik devam ederse kız çocuklarımıza da dahil herkese Talat ismini veririz” dedi. Bu tavır soykırımın yeniden ve yeniden üretildiğinin en büyük göstergesidir.

Suç işlenmeye, soykırım zihinlerde sürdürülmeye devam edilmektedir. Bunu başta Türk halkı olmak üzere, hiçbir halk kabul etmemelidir. Hakim sınıflar “eli kanlı Talat” isminin utancıyla yaşamayı isteyebilirler! Ancak Türk halkı mazlum Ermeni halkının acısını yüreğinde hissetmelidir. Hissetmelidir ki bir daha bu acılar yaşanmasın!

9849

Savaş Şiddet Üzerine Ekonomi-Politik ve Antropolojik Notlar

 

“Yoksulların zenginlere karşı verdiği savaşa terörizm,

zenginlerin yoksullara uyguladığı terörizme de savaş denir.”[2]

 

İtiraf etmek gerekir ki, savaş hakkında konuşmak, kolay bir iş değil.

Bunun nedeni, insanın savaş konusunda, “alternatif” de olsa bir ders bağlamında konuşabilmesini sağlayacak nesnellik ve uzaklık duygusunu deneyimleyebilmenin zorluğu.

KIMSENIN KUŞKUSU OLMASIN; ONLARI MUTLAKA YENECEĞIZ![1]

 

 

“Belki de asıl ustalık budur;

her zaman acemi olmayı bilmek.”[2]

 

Yedi düvel dört iklimden hoş geldiniz…

Dersim’den, Diyarbekir’den, Antakya’dan, Çorum’dan, Sivas’dan, Samsun’dan, Ardahan’dan, İzmir’den, Adana’dan, Antep’den yani “Nuh’a beşikler veren” kadim Anadolu’nun dört bir yanından buraya gelen yoksullar, işçiler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, kadınlar, gençler, çocuklar yani ötekileştirilen mağdurlar, madunlar, ezilenler, sefa getirdiniz…

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı.

KÜRTLER TARIH YAZIYOR!

 

KÜRTLER TARİH YAZIYOR!

Kürdistan halkı kendi tarihini kendisi yazıyor.

Kürdistan Ulusal Özgürlükçü Hareketi, kendi öz gücüyle T.C. devletine her alanda darbe vurarak ilerlemeye devam ediyor. Kürdistan Özgürlükçü Hareketi Artık gerilla savaşı dönemini aşmış, stratejik denge savaş sürecini yakalamıştır.

Türkiye Devrimci Hareketi tarafından Batı’da ikinci bir cephe açılamadığından dolayı Kürt Özgürlük Hareketi stratejik denge aşamasına ağır bedeller ödeyerek mücadelesini sürdürmektedir.

NEWROZ ATEŞİ!

 

Zalimin zulmüne başkaldırının günüdür Newroz. Ortadoğu halklarının zafer ve özgürlük ateşini yaktıkları gün. Modern Dehak’lara karşı mücadelenin boyutlandığı, halkların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşlarınıyükselttikleri gün.

İntifalara, serhıldanlara esin kaynağı olan Newroz ateşi binlerce yıl önce yakıldı. Zalim Dehak’ın sarayından yükselen Newroz ateşi, o günden bu yana her 21 Mart’ta daha da bir gür yanıyor.

"EYLÜL KOKUSU" VE ADIL OKAY

 

Kaç Kişi Kaldık?" sorusu ile postmodernizmden malûl "yenik ruh hâline", "Hayır" diyen Adil Okay, yaşadığı tarihin umutlarını bizimle paylaşırken, Can Baba'nın yolunda, İbni Haldun'un uyarısını unutmamacasına ilerliyor...

Okay'ın "uzun yürüyüşü"nde "düş kırıklıkları", "yenilgi", "aşk", "sürgün" ve "yitirilenler"; ya da başkaldıran insana ait her şey var! Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesememiş Okay; bunun için de heybesinde dizeleri ile hâlâ yollarda...

AYDIN(LAR) VE AYDINIMSI(LAR)[*]

 

“Alev, başka şeyleri aydınlattığı

kadar aydınlatmaz kendini.”[1]

Dört yanın “aydınımsı(lar)” diye ifade edilebilecek bir yabancılaşma/ deformasyon tarafından kuşatıldığı kesitte, Demba Moussa Dembélé’nin, ‘Samir Amin: Ezilen Hakların Sömürülen Sınıfların Organik Aydınları’[2] başlıklı yapıtı, “dünya aydın bakışı”nın yanıtı gibidir sanki…

KAYPAKKAYA'YI ANLAMAK

 

ŞOVEN GERİCİLİK DALGASINA KARŞI KAYPAKKAYA'YI ANLAMAK VE ANLATMAK[1]

"Çocukluk saflığını kaybetmeyen

insana büyük insan denir."[2]

 

I) İbrahim Kaypakkaya'dan söz etmek; Onu anlamak ve anlatmak kolay bir şey değil; hatta çok zor; öncelikle bunun altını çizerek başlayayım konuşmama...

Önce bir soru: İbrahim Kaypakkaya öldü mü? İçinizde buna "Evet" diyen var mı? Olduğunu zannetmiyorum; ama varsa ne yazık...

“YÜZYILLIK YALNIZLIK”I YIKAN GERILLALAR: FARC-EP -3

 

Kolombiya’da Gerilla Örgütleri: ELN,  ELP ve M-19

“YÜZYILLIK YALNIZLIK”I YIKAN GERILLALAR: FARC-EP -2

 

“YÜZYILLIK YALNIZLIK”I YIKAN GERILLALAR: FARC-EP* -1

 

“Ya bedel ödeyerek özgürlüğü fethedeceksin,ya da onsuz yaşamaya razı olacaksın” Jose Marti

Sayfalar