Pazar Mart 2, 2025

Münih Mahkemesi’nde Yargılayanlar Yargılandı!

15 Nisan 2015 tarihinde   gerçekleştirilen uluslararası bir operasyonla tutuklanan 10 devrimci hakkında açılan “dava”, 28 Temmuz 2020 tarihinde sonuçlandı. Alman Mahkemesi tarafından Müslüm Elma 6 yıl 6 ay, Erhan Aktürk 4 yıl 6 ay, Sinan Aydın 3 yıl 6 ay, Haydar Bern 3 yıl 4 ay, Banu Büyükavcı 3 yıl 6 ay, Musa Demir 3 yıl 4 ay, Deniz Pektaş 5 yıl, Sami Solmaz 3 yıl, Seyit Ali Uğur 4 yıl 6 ay, Mehmet Yeşilçalı 2 yıl 9 ay “hüküm” verilmiştir.

Sonda söyleyeceğimizi başta söylersek; Siyasi olarak yargılanan ve teşhir olan ise Alman yargı kurumu olmuştur. Alman ve Türk devletlerinin elele yürüttüğü “dava”, duyarlı kamuoyu nezdinde onlar aleyhine sonuçlanmıştır…

Alman Mahkemesi, 10 devrimci ve komünisti Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist üyesi olarak gösterip, 129 a/b şıklarınca tutuklayıp, haklarında gerici yasalar üzerinden hüküm vermeyi amaçlamıştır. Böylece bir kez daha son yıllarda Almanya’da -ve diğer emperyalist ülkelerde de- demokratik hakların gasp edilip, faşistleşme eğilimi içerisine girilmesi gündeme gelmiştir.

Öyle ki, uluslararası finans kapitalin girdiği kaos ve sarmal durum, burjuvaziyi ve onların baskı ve tahakküm aygıtını daha katmerli bir rotaya zorlamakta, yasama, yargı ve yürütme kurumları bu minvalde hareket etmektedir.

Kaldı ki 10 devrimcinin üyesi oldukları iddia edilen Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist hakkında Almanya’da yasaklama kararı yoktur. Hatta bu örgütün sempatizanı, taraftarı olduğu için Türkiye’de baskı gören birçok kişinin iltica talepleri kabul edilmiştir.

Ama diğer taraftan aynı “örgütün üyesi” oldukları gerekçesiyle Münih Mahkemesinde 190 kişi aleyhine dava açılmıştır. Alman Mahkemesinin tutumu bununla da çelişmektedir.

Daha açık deyimle, 129 a/b yasası aslında temelde iltica yasasına ters düşmekte, demokratik haklarla çelişmektedir.

Alman ve Türk Devletinin işbirliği sonucu açılan “dava” 

Türkiye ve Almanya’daki hukuki konumları farklı olmasına karşın 10 devrimcinin tutuklanması, burjuva hukukunun günümüz konjonktüründe artık nasıl çetrefilli bir hal aldığını da göstermektedir.

Tutsak edilmelerine gerekçe olarak gösterilen 129a/b yasası, burjuva demokrasisinin giderek daraldığını ve baskı unsurunun da giderek tırmandığını gösteren yasalardan biri olarak ortaya çıkmaktadır.

11 Eylül saldırısının akabinde başta ABD olmak üzere diğer emperyalist ülkelerde de ardı ardına anti-demokratik yasalar çıkartıldı var olan anti-demokratik yasaların uygulanmasına ise yeniden başlandı.

Almanya’da Hitler faşizmi sonrası yeniden uygulanmaya başlayan 129a/b yasası bunun sonucudur.

Öyle ki, bir dönemler (1950’lerden-1990’lara kadar) burjuva hukukunca yasadışı olarak tanımlanan yasalar ve uygulamalar, giderek yasal bir hal aldı ve uygulamaya konuldu.

Bir dönemler yasak olan faşist partilere izin verilmeye başlandı. Hatta artık bu faşist partiler açıktan seçimlere katılmakta ve oluşturulan hükümetlerde yer almaktadırlar. Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık körüklenmeye ve devletlerin resmi doktrini halini almaya başladı. Tüm bunlara bağlı olarak geçmişte kurulan yabancı dernek, kitle örgütleri ve kuruluşların faaliyetlerinde zorluk ve engeller de çıkarılmaya başlandı. Hatta bu kuruluşlara temelsiz gerekçelerle baskınlar yapılır oldu.

İşte Almanya’da “Münih Komünistler Davası”nın dayandırıldığı 129a/b maddesi de bu doğrultuda çıkarılan ve yürürlüğe konulan yasalardan biridir. “Anti-terör güvenlik yasası” tanımıyla uygulamaya konan bu yasa üzerinden Müslüm Elma Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist yöneticisi, diğer tutsaklar ise üyesi olma iddiasıyla “mahkum” edilmek istenmişlerdir.

Her biri ayrı hapishanelerde ve tek tek hücrelerde tutularak total izolasyon uygulamasına maruz bırakılmışlardır. Böylelikle birbirlerinden ve diğer tutsaklardan ayrı tutulmuşlardır. Kimseyle görüştürülmeyerek tek başlarına kalmaya zorlanmışlardır.

Günde 30 dakika havalandırmaya çıkarılmış, günün geri kalanında ise hücrelerde tutulmuşlardır. Ortak davadan yargılanmalarına rağmen, ortak savunma yapmaları engellenmiştir. Kısacası fiili ve psikolojik baskıyla yıpratılmak istenmişlerdir.

Dışarıda verilen haklı ve kararlı mücadele ile Türkiyeli ve Alman demokrat ve devrimci kuruluşlarla enternasyonal dayanışma oluşturulmuştur.

Ve bu minvalde yürütülen kampanya ve etkinlikler ile dava giderek kamuoyuna yansıtılmış ve bunun sonucu mahkeme salonunda izolasyon kaldırılmış, tutsakların mahkemede birbirleriyle görüşmeleri sağlanmış, avukat ve aileleriyle açık görüşme hakları elde edilmiştir.

Kamuoyunun desteği dışarıda verilen kararlı mücadele sonucu sağlanmıştır. Dava duyarlı ve politik kesimlere iletilerek onların desteğine ulaşılmış; giderek daha kitlesel boyutlarda yürütülen bir mücadeleye dönüştürülmüştür.

Öyle ki, dava tutsakların kararlılığı ve dışarıda verilen mücadele ile, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra Almanya’da topluma yansıyan en etkin politik mahkeme olarak anılmaya başlanmıştır.

Böylece, demokratik yapı ve kuruluşlar ile duyarlı kamuoyunun sahip çıktığı bu dava, beraberinde tutsakların tutarlı ve kararlı tutumları ve yaptıkları savunmaları ile bizzat Alman burjuvazisinin yargılandığı bir mahkemeye dönüşmüştür.

Tutsaklar ve onları destekleyen kurumlar nezdinde, ideolojik ve politik arenada yargılanan ve mahkum edilen Alman burjuvazisinin yargı kurumu olmuştur.

Bu davanın diğer bir özelliği Alman yargı organına lanse edilen iddianamenin özünün Türk yargı kurumu tarafından hazırlanmış olmasıdır.

Ancak Almanya’nın resmi makamlarınca dikkate alınan bu karşı devrimci iddianameyi hazırlayan Türk savcı ve emniyet mensupları Fethullah Gülen Cemaati bağlantısı iddiasıyla bizzat TC tarafından “terörist” ilan edilmiş, bazıları hapsedilmiş, bazıları ise aranmaktadır.

Günümüz Türkiye’sinde yasama, yargı ve yürütme kurumlarının tümden lağvedildiği bir dönemde, bugün aranır durumda olanların hazırladığı uydurma iddianameyi kriter almak Alman Devleti’nin yargı mekanizmasının düştüğü halin de bir göstergesidir.

Alman yargısı, TC faşizmiyle işbirliği içinde komünistleri yargılamak istemiş, büyük bir tantanayla ve gösteriyle başlatılan “yargı”lama sonucu “dağ fare doğurmuş”tur. Alman yargısı ilk başlardaki kimi iddialarını geri çekmek zorunda kalmıştır. Dava oldukça uzun sürmüş ve sonuçta tutsaklara “ceza” verilmiştir. Dolayısıyla bu durum, 129 yasası ve a ve b bendlerinin kapitalizmin istikrarlı döneminin burjuva normlarına bile nasıl ters düştüğünün göstermektedir.

Kapitalizmin içinde bulunduğu durumun hukuku…

Girilen ekonomik ve siyasi kriz yumağı derinleştikçe ve daha üst boyuta tırmandıkça, mevcut devletler sömürüyü daha fazla artırmaya ve demokratik hakları daha fazla gasp etmeye başlamıştır.

Bunun sonucu burjuvazinin siyasi baskıları da artmakta ve bu durum devlet erkini daha saldırgan kılmaktadır. Beraberinde burjuva hukuku da lağvedilmektedir.  Bu “dava” da bu minvalde açılmıştır. Ve diğer demokratik kurumlara da davalar açılmaktadır.

Kısacası baskı ve saldırı furyası had safhaya tırmandırılmaktadır…

Ancak Münih dava tutsakları “dava” karşısında secde etmemişlerdir. “Davanın” muhtevasını ve ardında yatan nesnel durumu teşhir etmişlerdir. Davanın sonuna kadar 5 yıl 3.5 ay tutsak edilen Müslüm Elma, Türkiye’de de cunta koşullarında 17 yılı aşkın bir süre hapishanelerde tutulmuştur. Toplamda ise 22 yıl çeşitli hapishanelerde kalmıştır.

Tüm bu süre içerisinde hapishanelerdeki direnişlerde ön saflarda, aktif olarak yer almıştır. Taviz vermemiş ve direniş geleneğini sürdürmüştür.

Hapishanelerde geçirdiği dönemlerde yapılan saldırı ve baskılara karşı direniş geleneğiyle hareket etmiştir. Açlık grevleri ve ölüm oruçlarında aktif yer almıştır. Hapishane koşullarında birçok tutsakta olduğu gibi, Müslüm Elma’da da sağlık sorunları baş göstermiştir. Almanya’ya iltica ettiğinde sağlık tedavisine başlanmıştır.

Almanya’daki tutuklama da tutuklananlar açısından sağlık sorunları oluşturmuştur.  Müslüm Elma’da bu süreçte Polistemi Vera isimli kan hastalığı oluşmuştur.

Kısacası Türkiye zindanlarından miras hastalıklarına Alman burjuvazisinin zindanları da bir başka hastalığı dahil etmiştir…

Uluslararası kapitalizmin yargı, yasama ve yürütme kurumları agresif bir hal almıştır. Nitekim bunun sonucu kendi yasalarıyla bile bağdaşmayan tutuklamalar ve hücrelerde tecritte tutmalar, saldırganlıklarının açık ve bariz göstergeleridir. Amaç demokratik kitle örgütlerini yıpratmak ve baskı altına almak, o saflarda yer alanları sindirmek ve etkisiz kılmaktır.

Elbette ki bu baskı ve saldırı, salt göçmenlere yönelik değildir. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde baş gösteren işçi ve gençlik hareketlerinde görüldüğü gibi bu ülkelerin halkı da hedef alınmaktadır. Sisteme ve rejime yönelebilecek olası hareketleri şimdiden bastırmaktır.

Bu, tüm burjuva katmanlarının karakteristik yapılarının sonucudur.

Münih dava tutsakları da Alman mahkemelerinde yaptıkları savunmada uluslararası kapitalizmin mevcut durumu ve izlediği politikalar ve gerçekleştirdikleri saldırılara dikkat çekerek bu gerçeğe vurgu yapmışlardır.

Artık kronikleşen krizin harmanladığı kısır döngüden bir türlü çıkamayan sistemin mahkemeleri ve işletilen hukuk sistemi de iyice çığırından çıkmıştır.

Bu durum ırkçılıkla, gelişigüzel baskın ve tutuklamalarla, sistemin ortaya çıkmasına zemin sunduğu koronavirüsle, girilen faşistleşme süreci vb. gelişmelerle daha net bir şekilde açığa çıkmaktadır. Ama ezilen sınıfların sömürüye karşı ve demokratik haklar için mücadelesi de ivme kazanıyor. Ve bu mücadele daha ilerilere taşınacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın!

5585

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Özgür Gelecek

1915 Süryani toplumunun gelecek umudunu yok etti Feyyaz Kerimo

Günümüzde Süryaniler kimliklerini nasıl tanımlıyorlar? Bu tanımlayışta geçtiğimiz yıllarda değişiklikler oldu mu ?

Genel olarak ulusal kimlik kavramı, Rönesans ile birlikte özellikle dil ve tarih etrafında ortaya çıkmıştır. Bazı özellikler etrafında bir ortak paydayı ifade etmektedir. Ulusal kimlik bana göre her şeyden önce, bir aidiyet sorunudur.                                                                                        

Hiç değilse bu taş basamakların:Ganime Gülmez

“Binlerce Pazartesi geçti ömrümden\…nasıl yaşanıyor bu vesayetli dünyada\ hangi çılgınlar nasıl dayanıyor buna\…\ Sonu olsun diyorum\ neyin sonu ama\ hiç değilse bu taş basamakların”..şiiri takılıyor aklıma sokaklarda Turgut Uyar’ın.

Pazartesi günü yine 1 Eylül. 1939 yılında Almanya’nın, Polonya’yı işgal edişinin yıl dönümü. Ve tabi; “Dünya Barış Günü”! Ha bir de; Almanya Federal Parlamento’sunun, dün, “İslam Terörü’ne karşı savaşmak için” Irak’a göndereceği binlerce sayıyla basına ifade edilen silahları gönderme kararını alacağı gün! Kaçıncı Pazartesi!

Emperyalizm ve Gericilik

Tarihin komünistleri haklı çıkarması, sorunların onların düşünceleri doğrultusunda çözülmesini de peşinden getirmiyor. Ya da insanlar, daha özel bir vurguyla; tarihin temel özneleri olan halklar ve işçi sınıfı komünistlerin dediklerini benimsemedikleri için, kendi kaderlerini de kendileri ellerine alamıyorlar. Emperyalist burjuvazinin ve işbirlikçilerinin kendilerine biçtikleri kahredici bir yaşam sınırları içinde birbirlerini boğazlıyarak varlıklarını sürdürmeye çılışıyorlar. Boğazlanması gerekenleri değil, kucaklaşması gerekenler birbirlerinin gırtlaklarına sarılmış.

Kent(imiz) ve çevre(miz): Yaşam(ımız) ile insan(lik) kazanacak

"Dinya dikare pêdivîya her
 kesî bi têra xwe bi cih bîne,
lê nikare bi qasî
azwerîya her kesî."[2]

Komünizm, Kapitalizmin Ürünü İnsana Değil, Kapitalizme Bakmaktır



''Fuhuş, kadınlardan da çok, asıl erkekler için ahlak bozucudur. Fuhuş, kadınlar içinde yalnızca kendini buna kaptıran mutsuzları alçaltır ve bunların sayısı, genellikle sanıldığından çok daha küçüktür. Buna karşılık, fuhuş, bütün erkek dünyasının niteliğini düşürmekte, alçaltmaktadır.''
Engels/Ailenin ozel mulkiyetin Devletin Kokeni/sol yayinlari/syf 88-89

Resimler-Ressamlar-ve

“Kapalıyken,resim yapar gözlerim.”[1]

Plastik sanatların bir dalıdır…

Cisimler dünyasının, düşünceler dünyasındaki iz düşümüdür.

Taş devrinde ortaya çıkan ve yeni teknikler kazanarak ilerlemesini sürdüren sanat akımıdır; düşünce ve duyguların imgelerle anlatılmasıdır.

Tutku, dil, aşk, boya, koku, heyecan ve daha birçok sözcüğe bürünebilen biçimlerin, renklerim, dokuların, ritmin ve müziğin armonisidir.

Simonides’in, “Resim sessiz şiirdir, şiir ise konuşan resim,” diye tarif ettiği renkler, biçimler dünyasıdır.

Partizan: Halk Cephesi’ni Özeleştiri Vermeye Davet Ediyoruz!

"Devrimci, Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza;

Halk Cephesi’ni Özeleştiri Vermeye Davet Ediyoruz!

29 Temmuz günü, İstanbul Nurtepe’de başlayan, işçi ve emekçilerin yoğun olarak yaşadığı, devrimci çalışmaların adresi durumundaki diğer emekçi mahallelere yayılan şiddet sarmalı halk içerisindeki sorunların çözümünde benimsenen siyaset ve politika yapma tarzına, örgütsel reflekslere ilişkin daha güçlü bir sorgulayışı, tartışmayı ve tavır almayı zorunlu hale getirmiştir.

Çözülmemek için çözme mücadelesinde yeni evre

Cumhurbaşkanlığı (CB) seçimlerinin hemen öncesinde devlet Kürt meselesinde bugüne kadar en somut ve ciddi adım olan çerçeve yasasını çıkararak PKK ile yapılan görüşmeleri yasal dayanağa kavuşturdu. CB seçimlerinin hemen ardından ise Kürt meselesi bağlamındaki “çözüm süreci” yeniden gündemin ilk sırasına oturmuş durumda. 2012 sonunda Abdullah Öcalan ile BDP heyetinden Ahmet Türk ve A. Akat Ata’nın yaptığı görüşme ile startı verilen ve 2013 Newroz’un da Öcalan’ın açık çağrısıyla süreç fiilen başlatıldı. Belirlenen bir yol haritası olduğu ifade edildi.

“Wernicke Korsakofflular"!! Kim onlar :Ganime Gülmez

“Wernicke Korsakofflular ve Eski Mahpuslar 4. Yaz Kampı’nda Bir Araya Geliyor” başlıklı haberi okuyunca, içimde yine küçücük kır çiçekleri filizlendi.

Bir küçük çocuğun yaz sıcağında dondurma almak isterken, iradesine hükmedemeyip ; “ben de istiyorum” diye çırpınması gibi, ayaklarımı yerlere vurup, “ben de istiyorum” diyerek dalga geçtim kendimle. Kıskançlığımdan, haberi açıp açıp bakmama rağmen okumayı başaramadım. Buluşacak olanları dehşet  kıskandım!

TKP/ML YDK: Ortadoğu'nun ezilen halkları yalnız degildir

ORTADOĞU’NUN EZİLEN HALKLARI YALNIZ DEĞİLDİR.

Ortadoğu kan gölüne dönmüş bulunuyor.

Emperyalistler ve uşaklarının Ortadoğu’daki saldırılarında binlerce insan hayatını kaybetti. Suriye ve Irak’ın ardından, Filistin, Kobane ve Rojava’yıda içine alan saldırlar karşısında dünya sessizliğini korumaya devam ediyor.

Sınıfa Dışardan Aydın Bilinci Değil, Sınıf Bilinci Taşıyın !

 

Sayfalar