NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!
Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.
NATO, kuruluşundan sadece bir yıl kadar kısa bir süre sonra, saldırgan yüzünüdoğrudan, “Soğuk Savaş” sürecinin de ilk sıcak çatışması olan “Kore Savaşı”namüdahil olmasıyla gösterir. Ardından, bir ittifak gücü olarak özellikle de ABD’nin giriştiği Vietnam, Irak ve Afganistan gibi yerlere yönelik büyük savaş ve keza Küba, Şili, Nikaragua, Kuveyt, Bosna, Pakistan, Libya, Granada, Haiti ve Panama gibi yerlere yapılan operasyonlar şeklindeki tüm bu saldırganlıkların arkasında daima NATO desteği söz konusu olmuştur.
İnternette “NATO operasyonları” üzerine yapılacak kısa bir aramada, karşınıza şöyle bir liste çıkar:
“2011 Libya askeri müdahalesi, Afganistan Savaşı (2001-2021), Birleşik Koruyucu Harekâtı, NATO’nun Bosna-Hersek’e müdahalesi, Etkin Çaba Harekâtı, Kararlı Güç Harekâtı, Kızıldere Olayı, NATO’nun Korişa’da Arnavutları bombalaması, Okyanus Kalkanı Harekâtı, OperationEnduringFreedom- Horn of Afrika, SharpGuard Harekâtı, Trablus Muharebesi (2011), Zorunlu Hasat Harekâtı”Vb,vb.
İlginç olanı, bunların tamamına yakınının Soğuk Savaş sonrası dönemde, yani artık NATO’nun kuruluş gerekçesi olarak yukarıda ileri sürülen o karşı kampın herhangi bir saldırganlığının ve de saldırı tehdidinin söz konusu olmadığıbir süreçte yaşanmış olmasıdır. İşte bu bile, tek başına yeterlidir o kuruluş gerekçesinin nasıl koca bir yalandan ve arsızca bir manipülasyondan ibaret olduğunun anlaşılabilmesi için.
Ve fakat NATO’nun gerçek saldırgan yüzünü anlamak için, aslında hiç de dünde olanlara bakmaya gerek yok; SSCB’nin dağılması sonrası süreçte, Rusya’nın eski etki alanı yerlere leş kargaları misali nasıl bir aç gözlü saldırganlıkla üşüşerek oralarda genişleme stratejisi izlediği ve Rusya ve dolayısıyla da “baş tehdit” varsayılan Çin’i nasıl kuşatmaya çalıştığı, herkesin malumu bir durumdur. Nitekim Ukrayna’da yaşanmakta olan savaş da tamamen bu saldırganlığın bir sonucu değil midir?
Bugün Ukrayna sahasında süren savaşta sadece Ukrayna ile Rusya’nın karşı karşıya olduğunu, yani bu savaşın sadece Ukrayna ile Rusyasavaşı olduğunu kim iddia edebilir ki? Sırf, Rusya’nın Ukrayna ile savaşma gerekçesine bakıldığında bile, bu savaşın ardında ki gerçek aktörün, (esasen ABD ve İngiltere’nin kontrolü altında olan) NATO’nun olduğu rahatlıkla görülebilir.
75. kuruluş yıl dönümü Zirvesi’nde verilen mesajlara bakıldığında da NATO’nun çok provokatif bir şekilde savaş ortamını giderek daha fazla kızıştırmaya çalıştığı görülecektir. Örneğin NATO şefi Stoltenberg’in şu sözleri gibi: “Ukrayna’ya destek sadaka değildir. Bu bizim kendi güvenlik çıkarımız içindir.”
Paranoya gibi, değil mi? Ama değil; bilinçli ve arsızca bir “oyun stratejisi” sadece! Örneğin Irak’ın işgaline gerekçe gösterilen; “Saddam’ın elinde ki kitle imha silahlarını yok etme” gerekçesi ne kadar gerçektiyse; işte burada ki “kendi güvenlik çıkarlarımız” gerekçesi de o kadar gerçek bir gerekçedir.
Yani aynı zamanda bununla denilmek isteniyor ki ola ki Ukrayna savaştan vazgeçip, Rusya ile barış isterse; NATO buna engel olacak ve savaşı “kendilerinin güvenliği için” sürdürmesi için Ukrayna’yı savaşta tutmaya zorlayacaktır. Nitekim İstanbul’da yapılan barış görüşmelerinde varılmak üzere olunan anlaşmayı İngiltere’nin müdahalesi engellememiş miydi?
Özetle, bunun tek bir anlamı var: NATO, savaşın son bulmasını istemiyor; tam aksine daha da tırmanmasını ve zamana yayılarak sürmesini istiyor: “Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore’nin artan ittifakına karşı koymak için” hem o ittifakı bu savaşla oyalamak ve yıpratmak gerektiğinin hesabı yapılıyor ve hem de kendi savaş hazırlıklarını tamamlayabilmek için zamana gereksinimleri var.
Yada: “ABD lideri, Rusya’nın savunma üretimi konusunda savaşa hazır bir durumda olduğunu ve ‘Çin, Kuzey Kore ve İran’ın yardımıyla’ silah, mühimmat ve araç üretimlerini ‘önemli ölçüdearttırdıklarını’ söyledi ve ‘İttifakın geride kalmasına izin veremeyiz’ mesajı verdi.” yorumunda olduğu gibi çeşitli gerekçelerle savaşı tırmandırmanın kılıfları oluşturuluyor ve kamuoyu, saldırgan tarafın karşı taraf olduğunave kendilerinin ise bunu engellemeye çalıştığına ikna edilmeye çalışılıyor. Yani aleni ve aynı zamanda da pespaye bir tiyatro oyunu sergileniyor.
Gerek bölgesel bir büyük savaşın ve gerekse bütünlüklü bir dünya savaşının karabulutları her geçen gün, bir önceki güne oranla, maalesef ki daha bir hızla toplaşmakta olduğu bir süreç yaşanıyor. Dünya barışı savunucuları veya emperyalist savaş karşıtları olarak; ısrarlı, kararlı ve de büyük öfke yüklü kitlesel karşı koyuşlar ile bu gidişatın önüne set oluşturulamazsa; korkunun ecele faydasının olmadığı bir kaçınılmazlıkla, doğanın ve insanlığın felaketi olacak bir süreç, kaçınılmaz olarak yaşanacak gibi görünüyor.
Teşhir ve tecrit kampanyalarında hedef tahtasına elbette ki öncelikli olarak savaşın baş kışkırtıcısı konumunda olan ve bu anlamıyla da dünya barışı ve halklarının baş düşmanı olarak NATO, ABD ve İngiltere emperyalist savaş odaklarının oturtulması gerekiyor.
Özgün sürecin şiarları son derece açık ve net olarak şunlar olabilir:
-Dünya halkları savaş istemiyor!
-Emperyalist savaşlara hayır!
-Her türlü işgal, ilhak ve halkları yerinden edici saldırganlıklar son bulsun!
-Rusya Ukrayna’dan, ABD Ortadoğu’dan, Fransa tüm sömürgelerinden, Çin Tayvan’ı anavatana katma ve Uygurları asimile etme sevdasından, İsrail Filistin’den ve Türkiye Kürdistan’dan kayıtsız koşulsuz derhal geri çekilsin!
-Başta nükleer silahlar olmak üzere, her türlü kitle ve doğa imha silahları üretimine derhal son verilsin, var olanlar imha edilsin!
-Saldırgan ve provokatif bir savaş aygıtı olan NATO başta olmak üzere, tüm diğer savaş ittifak odakları derhal dağıtılsın!
Halil Gündoğan
Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar
Açlık grevleri mücadelenin büyütülmesinin manivelası olabilmelidir
15 Şubat’la birlikte 100. gününü geride bırakan Leyla Güven’in başlattığı süresiz açlık grevi her geçen gün artan katılımla devam etmektedir.
Süresiz açlık grevleri, ölüm oruçları bu topraklar için hiç de yabancı değildir. Çözülemeyen sorunlar karşısında, son aşamada halkların vicdanlarına sesleniş, sistemi reddediş olarak beliren güçlü bir politik duruştur açlık grevleri. Bedenler hücre hücre esirken toplumsal hareketin büyümesi beklenir esas itibariyle. Bu nedenle, tutsakların açlık grevlerinin dışarıdan yani sokaktan beslenmesi zorunludur.
Teorik-Politik Çalışma ve İdeolojik Netlik
Devrimcilik, her geçen gün daha fazla irade, inat ve bilinç gerektiren bir eyleme dönüşmektedir. Düşmanın artan saldırıları, baskının yoğunlaşması fakat bunun karşısında etkili bir duruşun ve güçlü bir öncülüğün olmayışının hem kitlelerde hem de tek tek saflara gelenlerde veya hali hazırda faaliyet yürütenlerde yarattığı sonuçları hep birlikte görüyoruz.
Aforizmalardan bugün (ümüz) e uyarılar[*]
“Hayat yaşandığı kadardır... Ötesi ya hatıralarda bir iz, ya da hayâllerde bir umuttur.”[1]
Zor; hem de pek zor(lu) günlerden geçtiğimiz; zamanın ruhunun da böylesine biçimlen(diril)diği güzergâhtayken; işlerin iyi gitmediği bir “sır” değil…
‘Schindler’in Listesi/ Schindler’s List’ filmindeki, “Karanlıktaysan gölgen bile seni yalnız bırakır,” repliğinle veya Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin, “Belirsizlik, en kötü ihtimalden daha acı vericiydi,” diye betimlediği bir hâl yaşa(tıl)dığımız…
Delinin biri kuyuya “Taş” atmış…
Politik alanın sınırları kimi zaman kırılganlık duvarlarına dayanır. Gün gelir koşullar bazen, esneklik ile ilkesizlik arasındaki sınırları olanca yüküyle inceltir. Bunun bir gerekçesi Marksizm’den doğru yöntemle nasip almamakken diğer gerekçesi ise toplumsal muhalefetin karşısında doğru konumlanmamak olmaktadır.
Direnişi Büyütmek İçin Bir Adım İleri!
2019 31 Mart yerel seçimlerinin öncekilerden en önemli farklılığının son derece karmaşık bir görüntü çizmesi olduğunu söylesek yanlış olmaz sanırız. Bu karmaşanın, büyük oranda devrimci, ilerici ve yurtsever güçler cephesinde ve etkileşimde bulunduğu kitle içinde yaşandığı açık. Bir yandan Kürdistan’da kayyum gerçekliği ve AKP’den MHP ve CHP’ye tüm düzen partilerinin devlet çizgisinde HDP’ye karşı kurduğu ittifak diğer yandan batıda ortaya çıkan tablo bu karmaşayı açığa çıkarıyor.
Proleter hareketin yerel seçimlerdeki tavırları üzerine! 1.ve 2.bölüm
Bu yazımızda, Mart 2019’da yapılacak yerel seçimlere ilişkin tavrımızı açıklamadan önce yakın tarihten başlayarak, yerel seçimlerde nasıl bir tavır ortaya koyduğumuzu öz olarak hatırlamaya çalışacağız. Bunu yaparken, elbette o günün öne çıkan politik atmosferini de kısaca anlatarak, seçimlerin hangi koşullarda yapıldığı üzerinde durmaya çalışacağız.
“Ufku dar, savaşım sanatında beceriksiz olan devrimci değil, zavallı amatördür!”
Devrimciler ve komünist partiler için pek de kolay olmayan süreçlerden geçiyoruz. Elbette ki devrimcilik ne Türkiye’de ne de dünyanın başka bir yerinde hiçbir zaman kolay olmamıştır, olması da beklenemez. Komünist partiler ve buna bağlı olarak devrimciler, sınıf savaşımının zorluklarını, imkansızlıklarını, bedel ödeme ve ödetme diyalektiğini bilerek şekillenirler/şekillenmelidirler.
Emperyalistler Dünya Halklarını Savaşla Tehdit Ediyor
Kapitalist sistem, burjuvazinin sıkça tekrarladığı gibi dünyaya “barış” getirmedi. Ama dünyayı; işçi ve emekçilerin karşı koymalarına karşın, kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde bir uçurumun eşiğine getirmeyi başardığı rahatlıkla söylenebilir.
Kapitalizm ve doğa
Bir lise öğrencisi kızın, dünyanin hızla bozulmasına dikkat çekmek için İsveç parlementosu önünde başlattığı „Fridays for Futura“ (Gelecek İçin Cuma Günleri) eylemi; Avrupa çapında öğrencilerin sahiplenmesiyle, iklim eylemleri yaygınlaşarak büyüyor.[1]
Partizan’dan Seçim Açıklaması:
HABER MERKEZİ |29.01.2019 | Türkiye gündemi tam hız 31 Mart yerel seçimlerine ilerlerken konu ile ilgili tavrını açıklayan Partizan “Faşist diktatörlüğün gemi azıya alan Kürt düşmanlığı ve şovenizm, Kürt hareketine ve onunla birlikte direnişi büyüten devrimci, demokratik güçlere yönelik saldırganlığı, sürecin ana halkası niteliğindedir” dedi ve temelde konumlanacağı alanın burası olacağını belirtti.
HDP, SMF başta olmak üzere, Dersim’de bulunan tüm devrimci, ilerici ve yurtseverlere çağrımızdır!
24 Haziran 2016 tarihinde yapılan “erken genel seçim” öncesi, Mayıs 2016 tarihinde yaptığımız bir değerlendirmede şöyle demiştik: “AKP, ‘Başkanlık’ sistemini esas alan anayasa referandumundan hileyle istediği sonucu aldıktan sonra şimdi de kamuoyunda ‘baskın seçim kararı’ olarak nitelenen 24 Haziran 2018’de yapılacak çoklu seçimde başta cumhurbaşkanlığı olmak üzere parlamento ve belediye seçimlerini kazanarak 2023 yılına doğru ilerlemek istiyor.” Böyle de oldu. AKP, 24 Haziran “erken genel seçimlerini” hileyle kazanarak adım adım bugünlere geldi.