Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)
Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.
Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.
Birkaç gündür ölümün ve acının, çaresizlik ve kaderin dışında konuşulan bir şey yok gibi. Hiçbir şey beton ölümün önünde duramadı. Ne birikmiş servetler ne gerçekleştirilmek istenen sömürü projeleri, imha ve yok etme planları, düşünülüp öngörülen seçim çalışmaları… Hiçbiri. Bir anda her şey sarsıldı, yıkıldı ve sustu.
Sömürü düzeninin yıkılan evlerden daha çürük ve temelsiz olduğu bir kez daha görüldü. Bir kez daha “Cumhuri Turki” denilen devletin; işçilerin, emekçilerin, kadınların, Kürtler’in, Aleviler’in, yoksulların özgürce ve insanca yaşamasını esas almadığı görüldü.
Bazı deprem bilimciler günler,aylar öncesinden “Maraş ve çevresinde deprem beklentisi” yönünde ciddi uyarılarda bulundu. AKP-MHP iktidarı, bilim insanlarının uyarılarına kulak asmadan rant ve yağma peşinde koşmaya devam etti. “Büyük felaket” herkesin gözü önünde, kulakları sağır edercesine geldi ve her şeyi yıkıp ve susturdu.
“Yardım edin” çığlıkları, “kurtarın” feryatları, beton yığınları altında susmadan yankılandı. Onlara uzanan el yine yoksul emekçi eller oldu.
Enkaz altlarında kalanlar ne kompradorların aileleri ne generallerin kendileri ne de hırsız bürokratların çocuklarıydı. Beton altında kalanlar yoksul, mazlum emekçi halkımızın kendisiydi. Kürt halkını imha ve yok etmekten başka bir şey düşünmeyen, yok edici ve kıyıcı silahlar yapmakla ve kullanmakla övünen Türk devleti, deprem karşısında kılını bile kıpırdatmadı.
Devlet denilen yıkım makinasının, tüm kurumları ve tekniği savaş ve yıkım üzerine şekillenmiştir. Halkı beton altında yoksul kaderine terk etmek faşist devletin var oluş kodunda saklıdır.
Sarsılan ve yıkılan sadece evler değildi. Sermayenin egemenliğine dayalı kompradorların temelleriydi aynı zamanda. Çöken, AKP-MHP faşist iktidarının seçim hesapları ve yatırımları, vaatleri ve yalana dayalı nutuklarıydı. Devletin yeni bir yüzyıl cumhuriyet planlarıydı. Devlet, beton altında kalarak moloz yığınına dönüştü.
Yoksul halkımızın sadece canı enkaz altında kalmadı. Devlete olan güveni, hükümetten beklentileri, hayalleri de enkaz altında kaldı.
Birçok deprem yaşandı. Ancak hiçbiri bu kadar yaygın ve geniş bir alanda etkili olmadı. Bu kadar yıkıcı ve sarsıcı değildi. Yer üstünde yükselen “Sesimi duyan var mı?” çağrıları yeraltında zorlukla duyulan yaşam sesine ulaşamadı. Elleri ve tırnaklarıyla halkımız enkaz altında kalanlara ulaşmak istedi. Nasırlı eller ve yoksul yürekler, betonlar karşısında direnmeye çalıştı. Şans eseri yıkımda ölmeyenler beton bloklar altında donarak öldü.
Türk devleti ve onun iş başındaki faşist hükümetinin, Altılı Masa etrafında toplanan sözde muhalefet partilerinin hiçbirinin umurunda değildi halkın feryadı ve dinmeyen acı dolu çığlıkları…
Rant, yağma ve daha fazla oy peşinde koşan, çökme ve yıkım üzerinde zenginleşen kompradorlar, depremle birlikte bu kez daha ağır ve acımasız bir şekilde halkın üzerine çöktü.
Yer altını ve yer üstünü halklar mezarlığına çeviren Türk devletinin var oluş temelleri yıkma, çökme, savaş ve işgal üzerine kuruludur. Kurtarma üzerine kurulu bir aklı yoktur. Devlet denilen imha ve yok edici makinadan ne insanlık ne yardım, ne umut ne de çare beklemek gerekir. Bir kez daha yaşandı ve görüldü ki; halkın acısı gibi mücadele ve dayanışması da ortaktır.
Ölüm altında üşüyen çocuklara ilk ulaşmak isteyen yine halkımız oldu. İlk el uzatanlar devrimciler, yurtseverler, yüreği ve vicdanı canlı olan özgürlük savunucuları oldu.
Ne devlet ne Ankara sarıyor halkın acısını. Bunu bilerek ve anlayarak sarılalım yardıma, dayanışmaya ve birlikte mücadele etmeye…
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)