Salı Ocak 21, 2025

Onuru ile yürüyenler, onurumuzdur…İsmail Cem Özkan

Yıllardır resmi söylem içinde 12 Eylül öncesinden bahsedilirken sağ sol çatışması varmış gibi konuşulur, bu bilerek ve bilinç içinde yapılmış bir konuşma metnidir, çünkü resmi tarih yazıcıları öyle olmasını uygun görmüşlerdir.

12 Eylül ise sağ ve sol çatışmasını bitirmiş kaynaştırmıştır!

İlk kaynaştırma deneyi cezaevlerinde sağ ve sol davalardan yargılananların aynı hücreye ve koğuşa konması ile başlamış, sonra bir sağdan bir de soldan olmak üzere dengeli idam cezaları verilmiş ve infaz edilmiştir… Önce “sağ adım” atmak kutsallık içinde bir anlamı olduğu kabul edildiğinden olsa gerek sağcı birinin idamı için idam sehpaları kurulmuş, cellatlar sabaha karşı mesailerine başlamışlar. Sağcı asıldığında medyaya yansıyan onun ne kadar tepkili ve acınacak olduğu haberleri yansıtılmış, ideolojik nedenler değil de kullanıldığı için idama gitmiş bir mazlum fotoğrafının oluşması için haber bültenleri oluşturulmuştur… Arkasından solcu bir genç, suçu olmadığını bilinerek cuntanın bir kurbana ihtiyacı vardı ve o yüzden davası çok hızlı sonuçlandırılıp, kesinleşmiş karar hakimlerin ağzından çıkarılmış, kayıtlara hemen geçirilmiştir. Apar topar idam edilmesi gerekliydi, çünkü sağcıya karşı solcu idam edilmesi gerekliydi, edildi de… Cunta generallerin istediği oluyordu ve karşılığında bir toplumsal tepki olmuyordu, çünkü ölümden korkanlar idamları izlemeye razı edilmişti, halk değimi ile sıtmaya razı edilmişlerdi ve toplum sıtmaya tutulmuştu…

Antifaşist mücadele…

"12 Eylül öncesi sağ sol çatışması vardı" tezi aslında yanlış, sağ sol çatışması yoktu, faşist katliam vardı ve faşist saldırılara karşı devrimcilerin direnişi vardı ve biz ona "antifaşist" mücadele diyorduk. Ne yazık ki sivil faşistlere karşı direnişi gelen cunta ve faşist idareye karşı yapamadık, çünkü 12 Eylül öncesi devrimcileri öyle bir olayların içine çektiler ki, sivil faşist dışında bir saldırı olacağı akıla bile gelmiyordu...

12 Eylül’e giden en son “test” operasyonlardan biri olan “Nokta Operasyonu” bile devletin saldırısı gibi gösterilmedi, sanki “sivil faşistler ispiyonluyor, devlet tutukluyor” olarak yansıtıldı... Orada direniş çizgisini koyamayanlar elbette 12 Eylül’de varlık göstermesi şaşırtıcı olurdu, beklenen oldu, kısa sürede "merkez komite" yakalanarak “direniş çizgisi” “direniş komiteleri” de birer “ütopya” olduğu ortaya çıktı, teoride iyi olan pratikte karşılığını bulamamıştı...

Antiemperyalist mücadele…

 68 kuşağı ise daha farklı bir yol izlemişti, orada "antiemperyalist" çizgi daha belirgin ve küresel emperyalistler için karabasan olacak kadar korkunç sonuçları hesaplanmıştı. Henüz yolun başında, ilk adımlar atılırken 12 Mart muhtırası sol gibi gözüküp sağdan vurarak devrimcileri önceden hesaplayamadıkları bir noktada yakaladı, "madem kavgaya davet var, bizde bu daveti kabul ederiz" mantığı içinde kavganın içinde orantısız bir güç karşısında yenildiler...

68 kuşağı devlet ile hesaplaşmaya, köylüler ile birlikte emek mücadelesine, 15–16 Haziran’da işçiler ile barikatlara giden bir güçtü, devlet vardı karşılarında ve devlete karşı bir direniş...

Devrimciler ile devlet arasında görünürde suni denge vardı ama hesap edilemeyen ise dengeyi bozacak kadar güçlü bir devrimci örgütsel yapı henüz yoktu. Devrimci gençler gençlik mücadelesinden devlete karşı örgütlü bir siyasi güce dönüşürken yaşlarının getirmiş olduğu acelecilik ve kürsel olarak gelişen antiemperyalist mücadeleye eklenerek ülkemizde de kısa sürede başarıya ulaşacağı ütopyasını Küba’dan esinlemişlerdi… Her ne kadar “somut durumun somut tahlili” yapılmış olsa da pratikte oluşan ortamın yaratmış olduğu girdabın içine hızlı bir şekilde durup düşünecek zaman bırakmadan girmiş oldular…

Kontrgerilla “sürek avı” yapmak için siyasi ortam oluşturdu…

Devrimci mücadele ve onu yönlendiren siyasi örgütsel yapılar henüz filizlenirken, topraktan başlarını kaldıran bir filizin ucuyken onların üzerine devlet kontrgerilla gücü ve taktikleri ile bir “sürek avı” olduğunu görüyoruz... 12 Mart darbesinden sonra yapılan tüm operasyonlar merkezi olarak planlanmış ve canlı yakalamak yerine “öldürerek” bugünün dili ile söylersek “etkisiz hale” getirmek üzerine kurulmuştur… Yani öldürerek sisteme karşı “alternatif” olma ihtimali olan uyanışı yok etmişlerdir… Kontrgerillanın varlık sebebi; devlet tehlikedeyse onu tehlikeye sokanı “yok etmek” üzerine yer altından ve örtülü ödenekten beslenerek oluşturulmuş bir yapı değil miydi? NATO’ya girdiğimizden bu yana zaten bu amaçla oluşturulmuş bir gizli yapının görünür eylemleri düşmana korku, dosta bayram havası yaratmak için hayata geçirilmiştir… tarihinde en büyük ve kitlesel olarak kendisini kanıtlamak için fırsattı ve o fırsat bir “muhtıra” ile önlerine ödev olarak konmuştu…

Devrimciler henüz örgütlenemeden, örgüt ismini propaganda amaçlı ilan edip, çevre oluşturamadan bir sürek avının “avı” oldular...

Elbette 68 devrimcileri inanmıştı, yoldaşlarına çok güveniyorlardı, henüz yolun başında olmalarına rağmen yol ayrımı içinde tartışmalar ile uğraşırken, üzerilerine düşen görev çok ağırdı ve ağır yükü kaldırıp dik olarak yürümesini ve onurları ile bildikleri sona doğru gittiler...

Onların açtığı mücadele çizgisi ve birikimi 12 Eylül öncesi devrimcilere aktarıldı ama oluşan ortam içinde “antifaşist mücadele” daha ağır bastı... Devrimci yapılar dergilerinde yapmış oldukları tartışmalarında “somut durumun somut tahlilinde” üzerlerine “antifaşist mücadele” konduğunu ilan etmiş ve ona göre örgütlenme modeline uygun davranmışlardır. Onlarda ağır koşullar altında, mazlumların yanında faşist saldırıları durdurmak için canları ve başları ile çalıştılar, üstlerine düşen her görevi yerine getirdiler...

Devrimci yapılar ne yazık ki gerçek anlamda örgüt olamadan 12 Eylül karanlığında, zindanlarda direniş ve ölümler ile kendilerini korudular...

Elbette 12 Eylül darbesinden sonra devrimciler sadece cezaevlerinde direnmediler, yurtdışına sürgüne gidenler, yurtiçinde kalıp küçük çaplı direnişler koydular ve bu direnişlerde bir çok devrimci hayatını kaybetti, onların bir bölümünün anıları kitap ya da röportaj olarak yayınlandı…

Cezaevlerinde başlatılan “kaynaştırma” sivil siyasi yaşam içinde de karşılığını buldu, “24 Ocak Kararları” alan Turgut Özal’ın kurduğu parti bu kaynaştırmanın siyasi görünümü olarak karşılığını buldu… Uzun süre iktidarda kalan bu siyasi parti, 12 Eylül darbesinin amaçlarının bir bölümünü hayata geçirdi, geriye kalan amaçları ise “Ilımlı İslam” modeline uygun rejim değişikliği geçiş süreci ise gerçek anlamda bugünde halen iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi” ile hayat buldu. Liberalizm ülkemizde kendisine uygun söylemler ile toplumu illüzyon etmiş ve kullanılır olduğu süreç içinde toplumu değiştirmiş ve bu suret ile kullanılmış ve bir süre sonra tarihin çöplüğüne atılmıştır.

Bugün 68 kuşağı devrimcileri ve 78 kuşağı devrimcilerin birikimleri ve daha öncesi olan TKP tarihi birikimi ile daha deneyimli ve daha olgunlaşmıştır. Elbette tarihi birikim ile hareket edebilmenin ilk koşulu özeleştiri ile tarihe bakmak ve oradan ders çıkarılmasıdır…

Hayatını kaybeden tüm devrimciler onurumuzdur...

Onların anılarını, birikimlerini ileriye taşıyanlara bin selam!

 

İsmail Cem Özkan 

5643

Onlar düşlerinin büyüklüğü kadar özgürdür ![1]

“Ji bo bi çav li hev

nihêrtina bi mirovekî re,

divê ku ew meriv be.”[2]

 

Çoğunu tanıyorum; kucaklaştık; aynı ekmeği paylaşıp birlikte umutlandık…

İnebolu (Kastamonu) M Tipi Kapalı Hapishanesi’nden Murat Kur, Hıdır Yıldız ve Deniz Kırbağ’ı…

Sincan (Ankara) F Tipi Kadın Hapishanesi’nden Evrim Konak’ı…

Elbistan (Maraş) E Tipi Hapishanesi’nden Tuğçe Özgül’ü…

Malatya E Tipi Hapishanesi’nden Ali Mükan’ı…

Kürkçüler (Adana) F Tipi Kapalı Hapishanesi’nden Emrah Kalkan, İsa Uğur Erdoğan ve Özer İnal’ı…

Yel Değirmenlerine Karşı Savaşa Katıl; Akıma kapılma:Atomu Parçalayacağız!-1


DHF ve MKP cevresinden arkadaslar "cok partili sosyalizmi' tartisiyorlarmis...

Yeni Hınzır Paşalara Geçit Yok!

Bir kez daha asimilasyon ve Hınzır paşalar konusunda hem Alevi toplumuna, hem de Alevi örgüt yöneticilerine seslenmeyi, Aleviliğe yönelik asimilasyon operasyonunun bizzat devlet eliyle güçlü bir şekilde devam ettirilmesinden ötürü bir gereklilik olarak hissediyorum.   

Soru(n)dan Çözüme Kadın(lar)

“Selam olsun bizden önce geçene / Selam olsun dosta, hasa, çile çekene / Selam olsun dayanana, düşene / Yüreğim yürektir, bakma gözüm yaşına.”[1]

“Kadınlığın tarihi, dünyanın gördüğü en büyük zorbalığın tarihidir,”[2] der Oscar Wilde. Haklı.

Üniversiteyi Öldürmenin Sekiz Yolu (Ya da Üniversite Piyasaya Nasıl Entegre Olur?)[1]

 “Bilimin sürdürülmesi, / bana özel bir yürekliliği / gerektirir gibi gözüküyor.”[2]

 Sevgili dostlar, sıcak bir Haziran’ın ardından, meydanların ardından yeniden burada, birlikteyiz.

Buraya gelirken arkadaşlar bana Melih Gökçek’in “teröristler kamplara çekildiler, sonbaharda daha büyük bir ayaklanma çıkartacaklar,” mealinde bir şeyler söylediğini aktardılar.

İlk defa Melih Gökçek’le aynı fikirdeyim.

Evet, Haziran 2013 sıcak geçti. Ama emin olun önümüzdeki güz ayları daha da sıcak geçecek.

Neo-Liberal AKP, Kautsky'nin 'Ultra Emperyalizmi' , 'Bariscil Kapitalizm' Ve Bir Ruyanin Sonu

Esas savas ,maddi-maddelesmis enerji evreninin zihnimize yansimasinda yuruyor...Dusunce -felsefe enerjisi biri ikiye boluyor...Tek bir soru tum bir evreni boluyor...
Dusmani yakindan izleyin. Onun akli bizden daha geliskin; yuzyillara dayanan sinifli toplumlar yonetme tecrubesine sahip. Akimlari yok edemeyecegini biliyor. Enerji evreninin sabit bir yuk uzerinde hareket eden bir enerji alanlari catismasi oldugunu biliyor...

Haklarını Tavizsiz Savunan Dirençle Karşılaştığımda/ Hasan Aksu

Kadın sorunu yalnızca sınıf sorunu olarak ele alınamaz, görülemez. Kadın sorununda asıl çelişki cinsiyet sorunu olarak görülmelidir.

Kadın ve özgürlük

“Tarihsel değişimi belirleyen kadınların özgürleşme oranıdır. İnsanlığın zorbalığa karşı kazandığı zaferin bulunduğu nokta, kadının erkekle, zayıfın güçlü olanla karşılaştırıldığında ortaya çıkan durumdur. Kadının özgürlük derecesi toplumsal özgürlüğün doğal ölçüsüdür.“ Marx-Engels

İnsanlık, özgürlüğünü kadınların köleleştirilmesiyle yitirdi ve kazanmak istiyorsa yitirdiğini yeniden, onu, ancak ve ancak yitirdiği yerde kazanabilir. 

Maocular ve Bir Maoizm Karikatürü Perinçekgiller

  

TV’ye çıkartmışlar benim gibi kel kafalı bir gazeteci, sözde araştırma yapmış ülkedeki Maocular üzerine ve 'Maocular' diye bir kitap yazmış.

Bak simdi cehaletin papyon giymiş haline, entelektüellik adına aydınlığın ırızına geçirilmiş haline!

Güya aydınsın, öyle mi?!

Maocular diye kitap yazmadan önce hiç Maoculuğu araştırdın mı?...TV izleyiciliği dışında Maoizm nedir en ufak bilgin var mı?

Yok, belli!...Neden mi?...Maocular sorusuna cevabı Perincek ve onun artıklarında aradığına göre, Mao hakkında tam bir cehalet içinde olduğun belli!

'Radikal Demokrasi' Post-Modernizme yaslanmis Neo-Liberalizmdir


'Radikal Demokrasi' Post-Modernizme yaslanmis Neo-Liberalizmdir

Toplumun, uretimin ve siyasal yasamin kurallarini Isci-Koylu yiginlarinin degil; tam tersine uretim araclarinin ozel mulkiyetini elinde bulunduran sermayenin ve onun siyasal iktidarinin koydugu Kapitalizm catisi altinda 'bireysel ozgurluk' ya ahmaklar icin bir aspirin ya da burjuvazinin dostu ahlaksiz bir sahtekarliktan baska bir sey degildir.

Tarihin inatçi aynasi

Kürt medyası ile düzen yanlısı medyanın bir utanç duvarına dönüşen bezdirici ambargosu karşısında bir süre yazmamaya karar vermiştim. Ancak İran Molla rejimi, Şerko Maarifi' nin de içinde olduğu onlarca insanı idam edince, birkaç yıl önce yazdığım bir makaleyi ve bir mektubu aşağıda halkın bilgisine sunmayı zorunlu gördüm. 
İşte 2009 ve 2011 yılında yazdığım o ibretlik makale ve mektup:
HÜSEYİN XİZRİ DE İDAM EDİLDİ
KÜRT VE TÜRK SİYASETÇİLERE KINAMA
UTANIN!

Sayfalar