Çarşamba Nisan 23, 2025

Örgütsel faaliyette hislerin ötesine geçmek!

Devrimci bir kimliğin barındırması gereken özelliklere, mevcut durumu kavrayan ve buna paralel konumlanabilen bir kadro profilinin nasıl yaratılacağına dair bir dizi tartışma yürütüyoruz.

Bu tartışmanın bir sürü yönü olduğu bir gerçek. Burada devrimci bir kadronun düşünce tarzında açığa çıkabilen belli yönler üzerinde duracağız.

Devrimci mücadelede hiçbir şey duygulardan yalıtık yapılamaz. Çünkü mücadelenin kendisi, insana ait olan bütün duygu ve düşüncelerin iç içe geçerek oluşturduğu karmaşık çelişki yumağının çözümlenebilmesine paralel gelişecek ve ilerleyecektir. Bu da kadro veya devrimci öznenin niteliğine dair tartışmayı, onun hissettiklerini yaşama biçiminden bağımsız sürdüremeyeceğimizi ifade etmektedir.

Devrimci öznelerin hissettiklerini yaşama biçimlerinin mücadeleye olumlu ve olumsuz yansımaları olabilmektedir. Bizim odaklanacağımız nokta hisler ve yaşanma biçiminin kadronun düşünce sisteminde yaratacağı sonuçlar olacak. Bireylerin düşünce dünyasında açığa çıkan öfke, coşku, sevgi, kin vb. duyguların açığa çıkma ve yaşanma biçimi onları bilimsel düşünmeden uzaklaştırabilmektedir. Bilimsel düşünememe hali, politik ve örgütsel meseleleri algılama, kavrama ve bunlara müdahalede sorunlu ele alışı da beraberinde getirmektedir.

Bilimsel düşünmeden uzaklaştığımız zaman şu sonuçla karşılaşabiliyoruz; temel diyalektik düşünmeden bile koparak olaylar arasında basit neden sonuç ilişkilerini ortaya koyamıyoruz ve olayların ya da gelişmelerin karşılıklı ilişkilerine yönelik gerçek sonuçlara ulaşamıyoruz. Bu da burjuvaziyi alt etme, kapitalist-emperyalist sistemi ortadan kaldırma gibi karmaşık ve uzun erimli görev karşısında devrimci özneyi iddialarından uzaklaştırmakta ve gerçeğe yabancılaştırmaktadır.

Yabancılaşma başta kişinin kendi gerçekliği olmak üzere birçok meselede derinleşebilmektedir. Hisler ve kişisel düşünceler daha cazip hale gelebilmektedir. Bu toplamda bizi günümüzü anlamaktan ve geleceği gerçekçi bir şekilde yorumlamaktan alıkoyuyor.

Birey kendi çelişkilerini, çevresini, dünyayı bütünlüklü olarak tahlil edebilmeli ve olayların birbiri ile ilişkisini kurarak incelemeyi öğrenmelidir. İncelenmek istenilen şeyin geçirdiği süreçlerden başlanarak, bulunduğu durum, onu çevreleyen koşullar ve bunlarla arasındaki ilişkilerden hareketle gelişiminin nereye evrileceğine dair fikir yürütebilmelidir. Burada izlenen yöntemin adı diyalektiktir.

Diyalektik, olgulara ve meselelere bütünlüklü bakabilmeyi koşullar, dolayısıyla tek yanlılığa düşerek gerçekten uzaklaşmayı da engeller. Bütünlüklü bakabilmek ise; incelediğimiz şey hakkında olguların toplanması, bunların arasındaki ilişkilerin kurulması, geçirdiği süreçlerin irdelenmesi ve tüm bunlardan hareketle gelecekte alacağı biçimle ilgili çıkarımlara varılmasıdır.

Ancak bazen sadece duyguların yoğunluğu ile hareket ederek tek yanlılığa düşebilmekteyiz. Yani sadece duygular ve hislerle idare etmek için örgütlenmenin gereği yoktur. Örgütlenme, devrimci olan duyguya, devrimci bilinç kazandırır ya da öyle olması gerekir.

Andaki duyguların yoğunluğuna kapılarak, kişisel duygu ve düşüncelerin peşine düşülerek, hissettiğimiz devrimci duygu ve düşüncelere bilinç kazandırmamız mümkün değildir. Bu yöntemle sorunu sürekli kendi dışında arayan bireyler yaratmaktan başka bir şey “başaramayız”. Kendi çelişkilerimize, yetmezliklerimize yönelmek yerine sürekli başkalarını tartışan, görev ve misyonuna yabancılaşan, kendi çelişkilerimizin çözümü, eleştirilerimizin dillendirilmesi için bile kendi dışımızda bir enerjiye ihtiyaç duyar hale geliriz.

Kendi duygu ve düşüncelerimiz her şeyin önüne geçer. Olaylar ve olgular karşısında sergilediğimiz tepki bilinç ve mantık sınırlarından çıkar, bireyselleşir ve bizi bilimsel düşünmeden uzaklaştırır. Olgular kendi bütünlüğünden koparılarak kendi duygu dünyamızın çıkmazlarına hapsedilerek değerlendirmeye tabi tutulur. Bu tutumun bizi götüreceği sonuç ise açık: Her problemli durumu açıklarken kendimizi haklı görmek!

Bu durum karşısında Mao şöyle demektedir: “Ancak sorunları ele alışlarında sujbektif, tek yanlı ve sığ olan kimseler, ortaya çıktıkları anda, koşulları göz önüne almadan, sorunlara bütünlükleri (bir bütün olarak geçmişleri ve şimdiki durumları) içinde bakmadan ve sorunların özüne (doğasına ve bir şey ile diğeri arasındaki iç ilişkileri) inmeden kibirli bir şekilde emir yağdırırlar. Böyle kimseler tökezleyip düşmeye mahkûmlardır.”

Bir kişinin diyalektik düşünme tarzına sahip olup olmadığını pratiğine bakarak da çıkarabiliriz. Çünkü her pratik esasında düşünme tarzının bir yansımasıdır. Devrimci bireyler vereceği her tepkiyi, sübjektif verilerden arındırarak kişisel hislerinden uzaklaşarak, diyalektik materyalizmin bilimsel süzgecinden geçirmek zorundadır. Yoldaşlarımızla ya da kitlelerle ilişki kurarken alacağımız tutuma bu bilinç yön vermelidir. Keyfiyetten, “ben böyle düşünüyorum, hissediyorum” rahatlığından uzaklaşarak “ben düşündüklerimi böyle uyguluyorum” tutumunu benimsemeliyiz.

Bilimsel düşünmeye başladıkça yani şeyler arasındaki ilişkileri daha gerçekçi görüp açığa koyabildikçe hem politik meselelerde gelişiriz hem de örgütsel meselelerde kolay aşılabilecek ama yaygın görülen sorunların üstesinden gelebiliriz.

Diyalektik materyalizmin kavranması, insanın gündelik yaşam aktiviteleri açısından olduğu kadar en büyük iddiasını gerçek kılabilmesi için de şarttır. Bunu kavrayabildiğimiz oranda, kişisel dünyamızı işgal eden çelişkiler yumağı çözülür olur. Duygu ve düşüncelerimize bilimsel yöntemlerle yön verebildiğimiz oranda bütün varlığımızla devrimcileşmenin kapılarını aralamış oluruz.

5491

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar