Çarşamba Kasım 6, 2024

Partizan’dan Seçim Açıklaması:

HABER MERKEZİ |29.01.2019 | Türkiye gündemi tam hız 31 Mart yerel seçimlerine ilerlerken konu ile ilgili tavrını açıklayan Partizan “Faşist diktatörlüğün gemi azıya alan Kürt düşmanlığı ve şovenizm, Kürt hareketine ve onunla birlikte direnişi büyüten devrimci, demokratik güçlere yönelik saldırganlığı, sürecin ana halkası niteliğindedir” dedi ve temelde konumlanacağı alanın burası olacağını belirtti.

Seçim politikasını “31 Mart yerel seçimlerinde bir kez daha faşist, gerici sistem partilerine ‘oy yok’ diyoruz. Hiçbir burjuva parti adayına oy yok diyoruz!” şeklinde açıklayan Partizan, seçimde devrimci, demokrat ve yurtsever adayları destekleyeceğini duyurarak “Direnişi büyütme, kitlelerin örgütlenmesini ileri taşıma olanaklarını açığa çıkaran bu tarihsel dönem için adayların olduğu bütün yerellerde oylar, devrimci, demokrat ve yurtsever adaylara diyoruz ve faşist blokların oluşturduğu ittifaklara birlikte meydan okuyoruz!” dedi.

Partizan’ın açıklaması şu şekilde:

31 Mart Yerel Seçimleri vesilesiyle bir kez daha;

Birleşik Mücadeleyi Büyütelim, Faşizme Meydan Okuyalım!

“Direnişi Büyütmek ve Faşist Saldırganlığı Püskürtmek İçin Bir Adım İleri”

AKP’nin iktidarı tekelleştirme hedefiyle planladığı seçim takviminin son aşamasına, 31 Mart yerel seçimleri vesilesi ile gelmiş bulunmaktayız. Tarih yaklaştıkça ülke siyasal gündemi giderek ısınıyor. 24 Haziran seçimlerinin etki ve sonuçlarıyla, AKP’nin hedeflediği 2023 programına uygun olarak devlet, yeniden dizayn edilerek yol alınmaktadır. AKP, epey bir süredir bir hükümet olmaktan öteye bir iktidar partisidir. Devletin dizayn edilmesinden kastımız da esasta bu durumun sürdürülebilir olması için yapılan düzenlemelerdir. Hükümetler “iş başına” geldiklerinde, seçim öncesi vaat ettiklerini hayata geçiriyormuş gibi yaparken, önceden devraldıkları köşe taşlarına “fazla” ya da “hiç” dokunmadan hükümet olmayı sürdürürler. Temel işleyiş böyledir.

“İş başındaki” AKP iktidarı ise, devletin tüm erklerini kendine göre yeniden düzenlemiştir/düzenlemektedir. Örneğin, 24 Haziran seçimleri sonrası Başbakanlık kaldırılarak “Başkanlık Sistemi” ile Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığın bir araya getirildiği tek bir sistemle, önceki uygulama değiştirilmiş oldu. Bu, biçimsel bir değişim gibi görünse de, esas olarak sermayenin işine yarayan bir değişimdi.

AKP, on altı yıllık hükümet pratiğiyle bugüne adım adım geldi. 2002 seçimlerinden “başarıyla” çıkarken, halkın düzen partilerine olan tepkisini iyi kullandı. Hatırlanırsa temel sloganları “3 Y ile mücadele”ydi. Bunlar “Yolsuzluk”, “Yasaklar” ve “Yoksulluk”tu. AKP, toplumun önemli bir kesiminin desteğini almak için “demokrasi savunucusu ve yasaklara karşı” olduğu propagandasını etkili kullanırken, yine kendisini İslamcı olarak adlandıran kesimin, faşizmin zulmü karşısında yaşadığı mağduriyeti de kendisine yedeklemiş ve üst üste seçimleri kazanarak bugünlere gelmiştir. Bu tablonun ortaya çıkmasında “ana muhalefet partisi” görevi yapan CHP’nin politikaları da önemli bir rol oynamıştır.

AKP’nin uygulamaya koyduğu politikalara en etkili itiraz Gezi İsyanı’yla geldi. Milyonlar, AKP ve onun lideri R.T. Erdoğan’ı ve de iktidarını aylarca eylemlerle sarstı. Gezi, faşizme bir uyarı oldu. AKP’nin Kürt sorununda “açılım ve müzakere” adı altında yaptığı oyalama, ardından “masayı devirmesi” ve tüm gücüyle katliam, baskı ve şiddet politikasına dönmesine verilen tepki ve yanıt ise; 7 Haziran genel seçimlerinde başta Kürt hareketi olmak üzere, Türkiyeli devrimci ve demokratların desteğini alarak % 10 barajını aşan ve meclise giren HDP’yle oldu. Bu da, faşizme bir başka uyarıydı.

Diğer yandan bu gelişmeler, faşizm için “beka sorunu”nun dillendirilmeye başlandığı süreçlerde yaşandı. Nitekim hâkim sınıf klikleri arasında yaşanan dalaş, 15 Temmuz 2016’da bir darbe senaryosuyla yeni bir evreye girmiş; AKP bu süreci “Allah’ın lütfu” olarak kullanmış ve hiç vakit kaybetmeden esas olarak halk hareketine yönelmiştir.

15 Temmuz Darbe Girişimi: “Allah’ın Lütfu!”

2015 yılında başlayan faşist saldırganlık ve faşist terörle birlikte, 2016 darbe girişimi gerekçesiyle ilan edilen ve iki yıl sürdürülen OHAL koşulları altında 24 Haziran seçimlerine gidildi.

OHAL, Temmuz 2018’de kaldırılsa da yerine getirilen “terörle mücadele yasası”yla aslında süreklileştirildi. Her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasaklanması, gözaltı süresinin 12 güne kadar uzatılması ve yürütmeye üç yıl boyunca hâkimler de dâhil olmak üzere kamu görevlilerinin işten çıkarma yetkisinin verilmesi bu uygulamaların sadece bazıları oldu.

Gözaltında ve hapishanelerde işkence, kötü muamele, acımasız, insanlık dışı ve onur kırıcı muameleler de artmış durumdadır. Adalet Bakanlığı’nın Haziran 2018 tarihli verilerine göre Türkiye hapishanelerinde 246 bin 426 tutuklu-hükümlü bulunmaktadır. Gözaltı ve tutuklama saldırısına paralel olarak “denetimli serbestlik” uygulamasıyla gerçekte ise çok daha fazla kişi “tutsak” durumdadır. Bu anlamıyla yukarıdaki tutuklu sayısı hapishanelerdeki tutuklularla ilgilidir ve gerçekte iktidara şu veya bu nedenle muhalif olan herkes için bütün ülke açık bir hapishaneye çevrilmiş durumdadır.

Yine bu süre içinde faşizmin Kürt Ulusal Hareketi’nin legal alandaki politik çalışmalarına yönelik saldırganlığının arttığına tanık olmaktayız. Bu süre içinde eşbaşkanları da dahil olmak üzere 11 HDP’li vekil dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklanmıştır. Aynı süreçte, 94 HDP/DBP belediyesine kayyum atanarak el konulmuştur, ki bu belediyelerden 50’sinin eşbaşkanları tutuklu bulunmaktadır. Toplamda ise 2 bine yakın HDP yönetici ve üyesi tutsak alınmıştır.

Diğer yandan AKP iktidarı boyunca OHAL süreci ve sonrasında da işçi ve emekçilerin hakları bir bir gasp edildi. Artan işsizlikle paralel sendikalar üzerindeki baskı da giderek arttı. İşçi grevleri yasaklandı. 2003 yılından bu yana 16 işçi grevi, “milli güvenliği ve genel sağlığı bozucu” görülerek 3’er ay aralıklarla yasaklandı.

KHK’lardan sonra ise tamamen yasaklandı. 3. Havalimanı işçilerinin hak aramaya yönelik direnişi, polis saldırısına uğradı, 33 işçi tutuklandı, birçoğu işten atıldı. Her gün neredeyse birkaç işçi cinayetleriyle hayatını kaybettiği ülkede, iktidar çözümü, yaşamını yitiren işçilerin isimlerini kamuoyundan saklı tutmakta bulmaktadır.

Yığınlar, Açlık ve Sefaletle Terbiye Edilmek İsteniyor!

AKP, hükümet olduğu ilk günlerde “büyüme” ve “istikrar” mottosunu yoğun bir şekilde kullandı. AKP medya bürolarının savunageldiği söylem, AKP ile ülke ekonomisinin büyüme trendine girdiği, giderek borçların ödendiği ve IMF ile tüm ilişkilerin kesildiği şeklinde olmuştur.

Ne var ki geçen süre içinde, korkunç bir yağma ve talan politikasıyla neredeyse özelleştirilmeyen Kamu İktisadi Teşekkülü (KİT) bırakmayan AKP iktidarı, inşaat alanına yaptığı yatırımlarla ekonomi çarkını belli bir süre çevirmişse de artık yolun sonuna gelinmiştir. Geride bıraktığımız 2018 yılında, Dolar ve Euro’da yaşanan artışla Türk parası adeta erimiş, halkın alım gücü düşmüş, büyük bir yoksulluk girdabına girilmiştir. 16 yılın sonunda TC, IMF’nin kapısını yeniden çalacak noktaya gelmiştir.

Gelinen aşamada, işsizlik oranlarının arttığı, asgari ücretin dört kişilik bir ailenin temel gıda ihtiyaçlarını bile karşılamadığı bir ülke gerçekliğinde bulunuyoruz.

AKP iktidarı, son 16 yılda kendi sınıfını koruyup kollarken, yoksulluğu derinleştirdi ve genelleştirdi. Açlık sınırının 2.009 lira, yoksulluk sınırının ise 6.453 lira olduğu koşullarda hayat pahalılığı da işçi sınıfını dört bir koldan cendereye alıyor. Egemenler, dünyada derinleşmekte olan ekonomik krizin Türkiye gibi ülkelerde yaratacağı sarsıntının farkında ve bu krizin faturasını işçi sınıfına yıkmanın çeşitli yollarına da kafa yormaktalar. Bu nedenle asgari ücrete verildiği iddia edilen % 30’luk zam bir çırpıda geri alınmıştır. Zira açıklanan enflasyon oranları, halkın temel ihtiyaçlarına gelen zam oranlarının çok altındadır. Alım gücü ve yaşam standardı giderek düşen, açlık ve sefaletle boğuşan milyonlarca emekçinin düzene ve onun bugün dümeninde oturan AKP-MHP iktidarına yönelik öfkesi büyümektedir.

Faşist sistem, halkı açlık ve yoksullukla terbiye ederken aynı zamanda geniş yığınları, inanç ve cinsiyet kimliklerinden dolayı yok sayıyor ve baskı altında tutuyor.

AKP, devletin resmi dini olan Sünni İslam dışında hiçbir inanç kesimine hayat hakkı tanımamaktadır. Aleviler, ülkenin ötekileştirilmiş “gavurları” olarak görülmektedir. Cemevleri, Alevilerin kendi ritüellerini yerine getirdikleri yerler olarak değil, sadece dört duvardan ibaret yerler olarak ele alınmaktadır.

AKP iktidarı döneminde kadınların yaşam ve kazanılmış hakları hep tehlikede ve saldırı altında oldu. Öyle ki, 16 yıllık AKP iktidarı döneminde 15 bin kadın, birinci derecede yakınları tarafından katledildi. Bu dönem büyük baskı ve şiddete maruz kalan bir diğer kesim de LGBTİ+lar oldu. Yürüyüş ve gösterileri yasaklandı; birçoğu saldırıya uğradı, katledildi, tutuklanıp hapishaneye konuldu.

Coğrafyamızda artık demokrasinin “D”si bile aranır durumdadır. Parlamento tamamen işlevsiz hale getirilmiş, çoğunluğu elinde bulunduran AKP, MHP’yi de yanına alarak istediği kanunu çıkartarak yol almaktadır.

Korku Çemberini Ortak Mücadele İle Kırabiliriz!

Mart 2019 yerel seçimlerine işte bu atmosferde giriyoruz.

Bilinir ki; yerel yönetimler, halkla doğrudan ilişkilenilmesi, halka hizmet götürülmesi bakımından önemli bir yerde duruyor. Düzenin kendi gerçekliği içinde belediyelerin de rant ve rüşvet yerleri olduğu gerçeğini biliyoruz. DBP, HDP ve tek tek devrimci ve demokrat anlayışların hakim olduğu yerler hariç, tüm diğer belediyeler, rüşvet ve rant üzerinden şekillenmektedir.

Belediyeler, doğrudan halkla olan ilişkileri bakımından önemli kurumlardır. Örneğin AKP’nin üst üste seçimleri kazanmasında belediyeler önemli bir rol oynamıştır. “Bir oy, bir çuval kömür”, “Bir oy, bir buzdolabı”, “Bir oy, bir altın” vb. rüşvet girişimlerinin yanında, AKP yandaşlarının belediyelerde işe alınması, belediye ihalelerinin yandaşlarına verilmesi, belediyeler vasıtasıyla patronlardan AKP’ye akan milyonlar, buraların birer rant yerine dönüştürüldüğünü açıkça göstermektedir.

AKP, siyasal amaçlarının yanında belediyelerin kendileri açısından önemini buralardan elde ettiği rant üzerinden de hesap etmektedir. Ayrıca buraları seçim dönemlerinde birer oy deposu gördüğü için, merkezi seçimler kadar da önem vermektedir. R.T. Erdoğan “İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerin belediyelerini kazanmak, Türkiye’yi kazanmaktır” derken tam da bunu ifade etmektedir. Bu gerçeklik, sadece AKP için değil, diğer tüm burjuva partiler ve hatta devrimciler için de böyledir.

AKP, elindeki tüm olanakları kullanarak Mart 2019 yerel seçimleri için çalışmakta, plan yapmaktadır. Bu yönüyle yerel seçimleri merkezi yapının güçlendirilmesine hizmet edecek biçimde ele almaktadır. AKP, MHP ile olan gerici faşist “Cumhur İttifakı”nı yerel seçimlerde de sürdürme kararı almış durumdadır. İlk başlardaki gönülsüzlük durumu, seçimlerin kritikliği göz önüne alınarak giderilmiş ve yeniden “devletin bekası” sorunu propaganda edilir olmuştur. Aynı arayış diğer burjuva partileri arasında da devam etmektedir. CHP’nin İYİ Parti ile süren gerici faşist “Millet İttifakı” ve ortak aday çıkarmaları bunu göstermektedir. CHP’nin, sınıf niteliğine uygun olarak, İYİ Parti ile giriştiği ittifak, bir kez daha devrimci, demokratik kesimlerden seçmene karşı nasıl bir ihanet içinde olduğunu ve karakterini göstermektedir.

Ve tüm bu partilerin ortaklaştıkları nokta, HDP’nin yerel seçimlerde başarısız olmasının sağlanmasıdır. Bunun için ellerinden geleni yapıyorlar/yapacaklardır. AKP, elindeki tüm devlet imkânlarını kullanarak yerel seçimleri kazanmak için çalışmaktadır. R.T. Erdoğan daha şimdiden T. Kürdistanı için “Kazansanız da kayyum atayarak yolumuza devam ederiz” sözleriyle Kürt seçmeni tehdit etmekte, umutsuzluk ekmeye çalışmakta, toplumda yarattığı korku dalgası ile belediyeleri ele geçirmek istemektedir. Tüm seçimlerde yaptığı hile oyununu devreye şimdiden sokarak seçimlerin toplamı üzerinden kitlelere “Ne yaparsanız yapın, ben seçimi kazanırım” mesajı vermektedir.

Tüm bu atmosfer ve sınıf mücadelesinin bugünü, ödenen bedeller, kazanımlarımızın sistem tarafından gasp edilmesi, toplumun tüm dinamik noktalarına saldırı pratikleri, devrimci ve komünistlerin gelişen her türlü sürece daha ciddi ve hassas yaklaşmasını gerekli kılıyor. Yerel seçimleri tartışırken de geride bıraktığımız siyasal sürecin gelişmelerini ve devrimci demokratik cephenin tablosunu doğru temelde okuma ve odaklanma zorunluluğuyla karşı karşıya olduğumuz unutulmamalıdır. Devrimci öznelerin odaklanacağı nokta, mevcut tıkanıklığı aşacak, mücadelenin gelişmesi için yeni yollar açacak ve gelişmenin önündeki engelleri kaldıracak politikaların güçlendirilmesi olmalıdır.

Yerel seçimler, devrimci öznelerin bu politik zemini yaratma eyleminin bir izdüşümü olarak ele alınmalıdır. Sistem partileri arasında kurulan faşist blokların saldırılarına yanıt olacak araçları, birleşik mücadele odaklarıyla yaratmak, bugün açısından devrimci öznelerin zorunluluğudur. Bu zorunluluk, seçimlerde alınacak tutumla devamında hayat bulacak politika arasında da güçlü bir uyum gerektiriyor. Bu uyumun yaratılması ise kuşkusuz bir bütün olarak birleşik mücadeleyi ele alışımıza bağlı gelişecektir.

Düzen Partilerine Oy Yok!

Oyumuz Devrimci, Demokrat ve Yurtsever Adaylara!

Salt seçime odaklı birlik politikası ile bunun mümkün olmayacağı aşikârdır. Seçim vesilesi ile yaratılan ortaklık ve “birlikte güçlüyüz” zemininin devamında kitlelerle bağımızın güçlendirilmesi hedefine odaklanarak bu başarılabilir.

Mevcut sistemde hiçbir zaman seçimlerin demokratik bir ortamda ve eşit koşullarda yapılamayacağı açıktır. AKP’nin seçimi tek başına kazanmak için elindeki tüm olanakları kullanacağından da kimsenin kuşkusu yoktur. Seçim tarihi açıklanmadan önce tüm önlemlerini alan, seçim kanunlarında istediği değişikliği yapan AKP tüm şartları oluşturduktan sonra seçimin kazananı olmayı arzulamakta ve de bu arzusunu yerel seçimlerle birlikte devlet erkinin kuklası olan belediyeler yaratmakla somutlamaktadır.

Devlet erkinin kuklası belediyelere, gasp ederek kayyum atanan 94 HDP belediyesi somut örnektir. Seçimlerle birlikte bu işgali kalıcılaştırma isteğini, savurdukları tehditlerle ve hummalı bir şekilde yürüttükleri sahte seçmen çalışmaları ile ortaya koymuş durumdadırlar. Henüz seçim olmadan “teröre bulaşan adaylar seçilirse, yine kayyum atarız” diyerek kitlelerin, kendi aday profillerinin dışında bir seçim yapma kararını tanımayacaklarını yüzsüzce ilan etmiş oldular.

Gelinen aşamada, yerel seçimler özellikle de T. Kürdistanı’nda kayyuma karşı halk oylamasına dönüşmüş durumdadır. AKP eliyle faşist diktatörlüğün başta Kürtler olmak üzere bölge halkının iradesini gasp ettiği, halkın iradesini yansıtmadığı yerel seçim vesilesiyle bir kez daha dosta düşmana gösterilecektir. Faşizmin kayyumla gerçekleştirdiği işgalin, esasta halkın direnişi ve örgütlülüğü ile püskürtülebileceğine şüphe yoktur. Bu da tamamen andaki güç dengeleri ile ilgilidir ve bugünkü konjonktürde belediyelerin kayyumlardan geri alınması bu direnişin ve mücadelenin bir parçası olacaktır.

Açıktır ki, sınıf mücadelesinin andaki ihtiyaçları birleşik mücadeleyi gerekli ve zorunlu kılıyor. Farklı siyasal eğilimler bir araya gelerek faşizmin çemberinde gedik açabildiği oranda; aynı zamanda kazanımları korumanın da yollarını inşa edecektir. Bu süreçte ayrıca devrimci özneler kitlelerden yalıtılmaya, Kürt hareketi, halkı ve onun politik özneleri her alanda yalnızlaştırılmaya çalışılıyor. Tüm enerji ve gücümüz bu saldırıları geri püskürtmeye odaklanmalıdır.

Bu bağlamda, sınıf mücadelesinin güncelde ortaya koyduğu koordinatlar, temelde hesaplaşma ve kopuşun en derin ve çatışmanın en keskin şekilde, Kürt ulusal sorunu etrafında cereyan ettiğini göstermektedir. Faşist diktatörlüğün gemi azıya alan Kürt düşmanlığı ve şovenizm, Kürt hareketine ve onunla birlikte direnişi büyüten devrimci, demokratik güçlere yönelik saldırganlığı, sürecin ana halkası niteliğindedir.

Temelde konumlanacağımız alan da sınıf mücadelesinin bu mecrası olacaktır.

Bunun bir parçası ve platformu olarak; 31 Mart yerel seçimlerinde bir kez daha faşist, gerici sistem partilerine “oy yok” diyoruz. Hiçbir burjuva parti adayına oy yok diyoruz!

Direnişi büyütme, kitlelerin örgütlenmesini ileri taşıma olanaklarını açığa çıkaran bu tarihsel dönem için adayların olduğu bütün yerellerde oylar, devrimci, demokrat ve yurtsever adaylara diyoruz ve faşist blokların oluşturduğu ittifaklara birlikte meydan okuyoruz!

Devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerle, temel yönelimimize paralel bir şekilde, birleşik mücadeleyi esas alan bir bakışla, ortak direnişi büyütmek bir zorunluluktur. Söz konusu, birleşik mücadele, “eylemde birlik, ajitasyon ve propagandada özgürlük” ilkesine ve dost güçler arasındaki eleştiri-özeleştiri kültürüne uygun bir şekilde karşılık bulacaktır. Yerel dinamiklerin özgünlüğü bu çerçeve içinde ele alınacaktır.

Yerel seçimler bizim için yığınların faşist diktatörlüğe karşı öfkesinin açığa çıkarılması ve demokratik devrim mücadelesi temelinde örgütlenmesi; sistemin gerçek yüzünün teşhir edilmesi faaliyetine ev sahipliği yapacaktır. Bugünkü durumda, “Direnişi Büyütmek ve Faşist Saldırganlığı Püskürtmek İçin Bir Adım İleri” parolasıyla yerel seçim çalışmalarına yoğunlaşmak gerekmektedir.

Açık ki AKP-MHP faşist ittifakının yağma, talan, sömürü ve zulüm; imha, inkâr ve asimilasyon, kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikalarına karşı yığınların biriktirdiği büyük bir öfke vardır. Ne var ki bu öfke, henüz büyük oranda örgütsüz ve sokaktan uzaktır. Bu sinerjiyi açığa çıkaracak olan, devrimci, demokratik ve yurtsever güçlerdir. Bu da yığınların andaki politik duruşuna ve gerçekliğine uygun politikaların ortaya konulması ve bu politikalarında yığınlar tarafından benimsenmesiyle olacaktır. Bu hedef gerçekleştirebildiği oranda direniş büyütülmüş ve bir adım ileri atılarak yığınların özgüveni ve sokakla ilişkisi geliştirilebilmiş olacaktır.

Bu açıdan tüm dezavantajlarına karşın yerel seçim süreci, kitlelerin politizasyonu, siyasete ilgisinin artması, yerel yönetim bağlamında kendi iradesini açığa çıkarabilmesi vd. nedenlerle önemli bir siyasal kesiti ifade etmektedir.

Bu süreci, örgütlülüklerimizi, yığınlarla var olan bağlarımızı geliştirmek ve yeni dinamiklerle buluşmak adına değerlendirmek doğru olandır. Her yere yumruk sallamak, her yerde bulunmaya çalışmaktan öte belli başlı yerlere odaklanmak burada çalışmalarımızı derinleştirmek hem ajitasyon ve propagandamızın etkisini artıracak hem de ilişkide bulunduğumuz kitle ile örgütlü bağlarımızı geliştirecektir. Süreç ana hatlarıyla geniş anlamda faşist saldırganlığı püskürtmek; daha spesifik bağlamda kendimizi böylesi canlı, dinamik bir atmosfer içinde daha ileri bir noktada örgütlemek perspektifiyle ele alınmalıdır!

PARTİZAN

29 Ocak 2019”

 

18490

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Bir yoldaşından Özlem’e…Yoldaşa, Anneye…

Saçlarına ak düşmüş, kırk yaşını doldurmuş bir anneden gerilla olur mu hiç? Bu yaşta bir yürek, dağlara çıkacak kadar sevdalı olabilir mi? Sakın olmaz demeyin. Hayretlik, olmazlık belirten sözcükler sakın kullanmayın. Özlem yoldaş, saçlarındaki aklar belli olmasın diye saçlarına kına yakan, gözlerinin etrafındaki hafif kırışıklılar olmasa gelişkin yaşını belli etmeyecek kadar atak ve çevik bir kadın gerillaydı. Hareketli oluşu kadar, yanık sesli bir anneydi. Katliama uğramış, sürgün edilmiş Kürt kadınının tekrar dağlara dönmüş yanık sesli destanıydı.

Neo-liberalizm, yükselen faşizm ve radikal İslam- Derya Barış

PEGİDA'yla DAİŞ, Altın Şafak'la Taliban, Boko Haram'la El Kaide kardeştir; neo-liberalizm ise bunların ebeveynidir. Neo-liberalizmi anlamadan radikal İslam'ı ve Avrupa'daki faşizmi anlamak, Batı'daki faşizan eğilimlere bakmadan radikal İslam'ı algılayabilmek mümkün değildir.

Gerçeğin cehennemine hoşgeldiniz!

Fransa’nın başşehri Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yönelik saldırı ve hemen ardından yaşanan çatışma ve rehin alma olayı hem dünyada hem de Türkiye’de yankısını buldu. Bu saldırıların etkileri önümüzdeki süreçte kendini göstermeye devam edecektir. Ancak hiç kuşku yok ki daha şimdiden bu saldırılar, tıpkı 11 Eylül saldırılarında olduğu gibi, emperyalistler tarafından kendi çıkarları için istedikleri bölgelere müdahalenin meşru gerekçesi olarak propaganda edilecek, “ya bizdensin ya da düşmansın” doktrini yeniden güncellenecektir.

Ölülerimizin Hayallerine de Sahip Çıkmalıyız;Murathan Mungan

 

Merhaba arkadaşlar, Hrant Dink’in değerli ailesi ve dostları, hakikat ve adaleti kıymet bilenler, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Sekiz yıldır her 19 Ocak’ta olduğu gibi, bugün gene burada Hrant Dink için toplanmış bulunuyoruz. Ölümünden sonra milyonlarca kalbin evladı olan Hrant Dink için... 2007 yılında onun öldürülmesinin hemen ardından yazdığım “Cinayetin arkasındaki en büyük örgüt” başlıklı yazım şöyle başlıyor: 

TKP/ML-YDK

 

VARTİNİK’TEN GEZİYE, GEZİDEN KOBANİ’YE, DİRENİŞ RUHUYLA PARTİ VE DEVRİM ŞEHİTLERİNİ ANIYORUZ

Tarih sınıf mücadeleleri tarihidir. Spartaküs efendilerine baş kaldırdığında ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülenler çoktan iki sınıfa ayrılmışlardı. Kıyasıya başlayan bu mücadele ardında öldürülen milyonlarca köleyi bıraktı.

Yaşar Kemal’in kaleminden: Ermeni mülkleriyle ‘cumhuriyetin şişirdiği keneler’

Kendi deyimiyle “Cumhuriyetin ilk yıllarında bir Türkmen köyünde tek Kürt ailenin çocuğu olarak doğan” Yaşar Kemal, eserlerinde büyüdüğü topraklardaki Ermeni geçmişine sık sık atıfta bulundu.

ABD’nin AKP iddianamesi hazır!

Bu da nereden çıktı denilmesini gerektirecek bir durum yok çünkü Türkiye her an karışabilir! İstemediğimiz halde şuanda Türkiye’nin Lübnan, Mısır, Tunus, Irak ve Suriye gibi olmaması için hiçbir neden yok. Nasıl mı?

Büyük canavarlar kendi suretlerinde küçük canavarlarda yaratir

Dinlerin ortaya çıkışının tarihi insanın kendisiyle yaşıt olsada, semavi dinlerin ortaya çıkışı insanlık tarihi için yeni, modern insan için ise eski sayılır. Semavi (ibrahimi) dinleri ortaya çıkaran da, sınıfların iktidar mücadelesi olmuştur. Özellikle Ortadoğu kökenli tek tanrılı İbrahimi (müsevilik, hiristiyanlık ve müslümanlık) dinleri, o dönemin egemen sınıfların egemenlik alanlarını genişletme, daha geniş toprakları ele geçirmenin bir aracı olarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir.

Bunlar sana, bana, düşünen insana düşman sevgili…H.GÜRER

 

İnsan”; çirkini ve güzeli, kötüyü ve iyiyi bildi.

Doğru yerde durmasını bilmedi!

Dostu da düşmanı da bildi, ama dost olmasını bilmedi.

Ortak düşmana karşı birlik olmayı, bu davranıştan, ‘dostluk’ çıkarmayı öğrendi.

Kurduğu dostluğu, çıkarları için bozmasını da…

Güzeli ‘sevdi’ ama onu ve düşüncesini önemsemedi

Çıkarları uğruna, âşık olduğunu ve sevdiğini sömürecek kadar amipleşti

O’nu öldürmesini bilecek kadar katil olmasını da öğrendi.

Bu yüzden bunlar aşka, sevgiye, güzele düşman sevgili…

 

Kobani Direnişi Ruhuyla; Parti ve Devrim Şehitlerini Anıyoruz!

 

Ateş fitilleri proletaryanın elinde karanlığı parçalayan mücadele  meşalesidir ŞEHİTLERİMİZ, 

 

Bu meşale yanmaya devam ettikçe şehitlerimiz, davamızın, onurumuzun sevgi ve saygı abideleri olmaya devam edeceklerdir. Çünkü onlar devrimin iradesi, öz ile söz arasındaki diyalektik bağ, her türlü gidişatı değiştirecek olan devrimlerin fırtınalar yaratan sesleridir.

Hrant Dink’i Ermeni Soykırımının 100. Yıl Dönümünde Anmak!

Anadolu halklarının bin yıllık düşünün, kardeşliğin sesiydi o. Özgürlüğün sesiydi. Ve karanlığın efendileri, 19 Ocak 2007’ de, güpegündüz yol üstünde öldürdüler onu. Ölümüyle bile ses oldu, göz oldu, dil oldu. Ölümüyle bile yürek oldu. Nice yıllar geç- ti aradan, adalet görünmedi şafakları ay- dınlatmak için. Sürüp giden mahkeme bir komediye dönüştü. Tetiği çeken yakalanıp, yaşı küçültülerek çocuk suçlu uygulaması- na sokularak cezalandırılsa da, cinayeti organize edenler, henüz özgür.

Sayfalar