Seçim, baraj ve başarı koşulları!

Örgütlü ve militan mücadelenin karşısına dikilmeye çalışılan seçim, baraj ve başarı koşulları!
Haziran seçimleri yaklaşırken en popüler ve hiç kuşku yok ki temel tartışmalardan birisi HDP’nin seçimlere parti olarak mı yoksa bağımsız adaylarla mı gideceği? Bu tartışma özellikle medyada ve egemen sınıflar arasında yoğun bir manipülasyon ve “samimi” uyarılar eşliğinde sürdürülmektedir.
HDP seçimlere barajı aşamama pahasına parti olarak gireceğini en yetkili ağızlardan açıklamış durumda. Sadece HDP cenahında değil PKK cephesinde de HDP’nin seçime parti olarak girmesi gerektiği çeşitli defalar açık şekilde ifade edildi. Eğer parti olarak girilmezse HDP projesinin uzun vadeli bir yönelimin bir parçası olduğunun kavranmasında ciddi sorunlara işaret olacağı şeklinde de temellendirildi. Abdullah Öcalan’ın da parti olarak girilmesi gerektiğini sahiplendiği –henüz resmileşmese de- ifade ediliyor.
Bu bağlamda HDP’nin seçime parti olarak girme sebeplerini şu şekilde sıralayabiliriz: Birincisi, öncelikle ana muhalefet olma ve oradan iktidara yürümenin ilk ve güçlü adımı görüyor. İkincisi, seçim barajını fiilen işlevsizleştirmenin ortaya çıkan bir olanağı olarak ele alıyor. Üçüncüsü, var olan siyasi kriz ortamında ve faşist gerici partilerin ideolojik ve politik kimlik krizinde ortaya çıkan yeni olanaklarda çekim merkezi olma fırsatından faydalanmak istiyor. Dördüncüsü, Kürt meselesinde ve inşa edilmeye çalışılan barışta oynadığı rolü ve etkinliği yüksek oy yüzdesi ve güçlü bir meclis grubuyla güçlendirmeye çalışıyor.
HDP’nin meclise değil meclisin HDP’ye ihtiyacı var!
HDP’nin aldığı bu kararın değişip değişmeyeceği oldukça önemlidir. Zira alınan bu karar son anda sürecin hassasiyeti, mecliste olma zorunluluğu gibi gerekçelerle bağımsız adaylarla girme kararına dönüşürse HDP’nin genel siyasi çizgisi açısından ve Kürtler dışındaki hedef kitlesine ulaşmada ciddi sorunlar ve tamir edilmesi güç bir güvensizlik oluşacaktır.
Bir karar değişimi olur mu bilinmez. Ancak özelde AKP genelde ise egemenler cephesinde yoğun bir psikolojik baskı oluşturulmaktadır. Bülent Arınç “eğer barajı geçemezlerse demokrasinin gereği olarak bunu kabullenmeleri gerekir” tespitini yapıp “barajı geçeceklerini sanmıyorum” demeyi de ihmal etmiyor. Yalçın Akdoğan 28 Ocak’ta verdiği bir demeçte “HDP'nin yüzde 6-7'lerden onları geçebilecek bir performans ortaya koyabileceğini düşünmüyorum. Şimdiye kadar 'parti olarak seçime gireriz' meselesini biraz baskı unsuru olarak kullandılar, barajın düşürülmesi için ama bu olmadı” dedi. Akdoğan HDP’ye örtülü şekilde şantaj yapıyor, “Seçim sistemini değiştirmedik maceraya girmeyin, kazanamadınız ve kazanamazsınız” demek istiyor.
Egemen sınıflar cephesinde bu yoğun psikolojik ablukanın kuşkusuz bir sebebi var. Birincisi, mevcut statükoyla devam edilmesini istiyorlar. İkincisi, seçimlerde HDP’nin barajı aşması ciddi bir sorun olarak egemenlerin karşısına çıkacak. Özellikle müzakere ve pazarlık masasında zaten sürekli kan kaybeden egemenler HDP’nin barajı aşması ile Kürt cephesinin elinin daha da güçleneceğini düşünüyor.
Üçüncüsü, HDP’nin baraj altında kalması ve meclise girememesi ise esaslı bir politik kriz yaratacaktır. Türk egemenlerinin Kürt barışını sağlamada esas yönelimi Kürt hareketinin legalize edilmesi ve barışçıl siyasi mücadele yürütmesi eksenine oturmaktadır. Bunun en önemli aracı ise seçimler, meclis vs.dir. Kürtlerin mecliste temsil edilme olanağını kaybetmesi bu amacı akamete uğratacaktır. Buna karşı Kürtlerin seçimleri tanımama ekseninde bir politikaya yönelmesine büyük olanak ve fırsatlar doğacaktır. Kürtlerin en büyük gücü olan örgütlü gücünün meclis temsiliyeti ile sınırlanması, dizginlenmesi yerine meydanları, sokakları esas alan daha güçlü bir muhalefet çizgisine hızla kayması koşulları oluşacaktır. Zaten buna yatkın olan ve oldukça deneyimli olan Kürt halkının, bu eksene odaklanması demek, egemen sınıfların Kürt meselesini yeni bir politik krizle karşılaması anlamına gelmektedir. Bu durum esaslı bir korku ve kaygı olarak her şeyden önce ön plana çıkmaktadır. Bu sebeplerden dolayı, Türk egemen sınıfları HDP’nin dünde kalan statükoyla devam etmesini istemekte, bunun gerçekleşmesi için “aba altında sopa göstermekte” ve umursamaz davranmaktadır.
HDP’nin parti olarak seçime gitme kararı esasında HDP’yi değil Türk egemen sistemini zorlayan ve kaygı üretmesine neden olan bir durum yaratmıştır. Türk egemen sınıflarının HDP’nin mecliste olmasına duyduğu ihtiyaç objektif olarak HDP’nin meclise girme ihtiyacından daha fazladır.
Liberal kaygılar: Şekere bulanmış halk düşmanlığı!
Bunun yanında HDP’nin barajın sınırında olan oy oranlarını nasıl artıracağına dair “sureti haktan” gözüken liberal, “Yeni Kürtsever” kesimlerde tam da kendi sınıfsal konumlanışlarına uygun öneri paketleri sunmaktadır. Bunlardan bir kısmı “HDP barajı geçemeyecek müzakerelerin ve barışın selameti için bağımsız adaylarla girip mecliste bulunması gerekir” diyerek yol göstermektedir. Barajın anti-demokratik olduğunu ifade edip bunun hangi mücadele yollarıyla kaldırılacağına dair hiçbir öneri sunmadan tamamen AKP’nin paşa gönlüne havale eden bu kesimler, egemen sınıfların barış ve müzakare için HDP’nin mecliste olmasına ihtiyaç duymasına karşı, alınan bu kararı barajın kaldırılması için bir çeşit demokratik mücadele biçimi olarak okumaktan ısrarla imtina etmeleri, en hafifinden tatlı su “demokratlığı” kategorisine girmektedir. Ciddiye alınır bir anlayış ve demokrasi müttefiki olmadıklarını da ispatlamaktadır.
Ancak bunlardan daha tehlikeli olan ve Kürt hareketini etkileyecek başka bir tartışma daha sürdürülmektedir. Kimi çevreler, HDP’nin parti olarak seçimlere girmesini bir yandan desteklerken, baraj sorununu henüz aşamadığını belirterek ne yapması gerektiğini anlatmaktadırlar. A&G Araştırma’nın Başkanı Adil Gür“Çözüm ve barış sürecinin etkisiyle AKP’nin Kürt tabanından HDP’ye doğru bir göç var. HDP, Demirtaş’ın Cumhurbaşkanı Seçimi’ndeki tüm Türkiye’yi kucaklayan dilini kullanır ve adaylarıyla bu söylemi desteklerse partinin baraj sorunu olmaz. HDP’nin Kandil ve sokak olaylarıyla arasına mesafe koyması gerekiyor… Barış sürecinin ne yöne evrileceği ve sokak hareketleri… Sokak eylemleri Demirtaş’a sempatiyle bakan seçmenlerde tereddüde neden oluyor” tespiti yapıyor.
Bu tespiti birçok liberal çevre ve kimi kan uykusunda olan demokrat kesimlerin sürekli ve bıkmadan usanmadan yaptığını belirtmeliyiz. Kürt hareketinin Türkiye Kürdistanı’nda güçlenmesini önce baş aşağı çeviriyorlar. Bu güçlenmeyi “barış ve müzakereye” bağlayarak sorunun esas sebebinin üstüne gerici, kirli örtüyü atıyorlar. Zira Kürt hareketinin güçlenmesinin ana sebebi bölgesel gelişmeler ve bu bölgesel gelişmelerde Kürt hareketinin izlediği politikayla güç kazanması, bunun yanında devleti Kürt hakları noktasında adım atmaya zorlayan mücadele birikimi ve sonuçlarıdır.
Devletin Kürt kimliğini tanıması ve bunların neler olacağını tartışıyor olması hiç kuşkusuz Kürt ulusal mücadelesinin başarısıdır. Bu başarı Kürt hareketinin daha fazla güçlenmesine yeni olanaklar sunmaktadır. Yani barış ve müzakere denilen şey Kürt kitleleri nezdinde mücadelenin bir başarısı olarak görülmekte, kazanım olarak tanımlanmaktadır. Bahsedilen barış iklimi ve çatışmasızlık Kürtlerin yönelimini belirlememektedir. Devleti buna mecbur bırakan mücadelenin bir sonucu olduğu bilinci yönelimi belirlemektedir.
Başarının sırrı mücadelesizlik ve pasifizm midir?
Bu tespit Kürtleri (koşullarına ve söz söyleme hakkına AKP’nin egemen olduğu) barış ve müzakereye mahkum etmeyi amaçlayan politik bir bakışın ürünüdür. Bunun yanında özellikle Kürtleri bugüne kadar kazanımlarında esas araç olan zor ve şiddete dayalı mücadele biçimlerinden koparmayı da hedeflemektedir. “Kürtler sokaklardan, silahtan ne kadar uzak durursa o kadar hızlı kitleselleşebilir”, “Türkiye partisi olabilir” söylemi Türk egemen zihniyetinin sinsi ve gerici bir ürünüdür.
Bu kesimler kitlelerin mücadele içinde yer almasına, etkin bir özne olmasına karşı ideolojik bir mücadele içindedirler. Bugün için de bu mücadelelerini Kürt hareketi üzerinden yürütmektedirler. Mesele onlar için demokrasi, temel haklar için kitlelerin denklem dışında tutulması, egemen zora karşı haklı ve devrimci zorun devre dışı bırakılmasıdır. Kitleleri pasifize edecek örgütsüz temsili yollarla dört beş yılda bir sandığa gitmesiyle sınırlıdır. Bu ekseni benimsemiş her türlü “demokratik” muhalefeti baş tacı etmeye hazırdırlar. Kürt hareketinden beklentileri de budur. Bu “sureti haktan” görünen kesimler, halkın yanında olmayan hastalıklı bakış açısını ve tutumlarını sosyolojik ve politik tespitlerle benimsetmeye, en azından kafa karıştırmaya çalışmaktadırlar. Seçim öncesi de Kürtlerin kafasını karıştırmak için kolları sıvamış durumdalar.
Önerdikleri yol, yöntemler ve uyarıları açıktan mücadelesizlik, pasifizmdir. Başarının o gizli sırrı, tılsımı onlara göre pasifizm ve mücadelesizliktir! Geniş kitlelerin Kürtlerin bugün elde ettiği kazanımların örgütlü gücü ve militan mücadele hattı olduğuna dair tartışma ve sonuç çıkarmaya yönelik eğilimine karşı, bu liberal nakaratlar ideolojik ve politik mücadelenin hedefi olmalıdır. Tüm bu çabalar tasfiyeci, reformist, pasifist bir çizginin egemenliğinin tesis edilmesi amaçlıdır. Kürt halkının militan mücadelesi “başarı” adına, kazanma adına Kürt hareketine boğdurulmaya çalışılmaktadır. Kürtleri pasifizme davet eden, kafa karıştırmaya çalışan hiçbir anlayış dost olamaz. Seçim atmosferinde Kürt hareketinin ve kuşkusuz tüm ezilen kesimlerin bu eksende sağı ve solu ile İslamcısı liberali ile bir ideolojik kuşatmaya alındığı görülmektedir.
Son Haberler
Sayfalar

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK
„Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.“[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!
6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)
Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!
14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)
Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet
Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.
Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir
Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede
Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)
Ah.... çocuklar... ahh....
Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....
İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....
Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.
Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.
Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.
Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”
6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR
Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.
“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)
Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.