Çarşamba Mart 5, 2025

Tecrit etme ve teslim almanın bir öğesi olarak; TEK TİP ELBİSE (1)

15 Temmuz darbe girişimiyle toplumsal muhalefet güçleri başta olmak üzere işçi sınıfı ve emekçilere, ezilenlere yönelik saldırılarının dozajını arttıran devlet, bunun bir parçası olarak şimdi de zindanlarda TTE uygulamasını gündeme getiriyor. Toplumun tek tipleştirilmesi vesilesiyle teslim alınmasını hedefleyen oldukça kapsamlı bu saldırının amacı, içeriği ve buna karşı neler yapılabileceğine dair tartışmaları, geçmişin deneyimleriyle birlikte yürütmek doğru olacaktır. 12 Eylül Cuntası döneminde TKP/ML TİKKO davasından zindanlarda bu süreci ilk elden direniş mevzilerinin tamda içinde yaşayan bir Partizan tarafından kaleme alınan yazıyı güncelliğinden dolayı yayımlıyoruz:

12 AFC’sinin zindanlarda uyguladığı yıldırma, tecrit etme ve teslim alma operasyonlarının başat bir öğesi olarak; TTE (Tek Tip Elbise) Yaptırımı

Karşı devrimci cephe hızlı bir biçimde gelişen toplumsal mücadelelerin üstesinden mevcut politik aygıtları aracılığıyla- bir “yönetememe krizi” içerisinde olduğundan- çıkamayacağını anladığı anda kendini farklı bir çözüm arayışında hissetti. Bu yönetememe krizi aynı tarihsel kesitte “bağımlılık ilişkileri” sebebiyle kapitalist emperyalist efendilerinde çıkarlarına tezatlık arz etmekteydi.

Burjuva-feodal devletin politik yönelimleri, “düzen dışılıkla” yüzleşmekteydiler. Burjuva-feodal sistemin sadece iç ilişkileri sebebiyle değil kapitalist-emperyalist sisteme bağımlılık ilişkileri üzerinden “krizlerinin sürekliliği” zaten ülkedeki bütün sosyal tabakaların, katmanların, dönem dönem şiddetlenen, hızlanan mücadelelerini de zorunlu kılmaktadır ki bu arada öngörülmesi gerekenin hareketlerin kendiliğinden değil bilinçli, örgütlü, hedefine kilitlenmiş olmasıdır.

Dönemin getirdiği şartlar altında bu toplumsal tabakaların sözcülüğünü üstlenmek, yığınların talep ve beklentilerine cevap vermek, mücadelenin ivmesiyle orantısız bir şekilde olsa da örgütsel temelde daha çok küçük gruplar halinde kümelenmeyle biçimleniyordu. Yerel ve uluslararası alandaki farklılaşmalar, bu sınıf ve tabakaların talep ve istemlerine göre, örgütlülükler yaratıyor, ancak bunların zaaf ve zayıflıklarını bağrında taşıyor hem de felsefi ideolojik akımların belagatini politik argümanlarında dışa vuruyordu.

Kısaca kavganın öncülüğünü üstlenen örgütlülüklerin, “bu form”u onların daha çok dar deneyci ve eklektik olmasını koşulluyordu. Daha sonraki yıllarda ve 12 Eylül’ün ağır yaptırımları karşısında bu daha net ve açık olarak görülecekti. Bu yüzden 12 Eylül 1980’de AFC “Askeri Faşist Darbe” gerçekleştirildiğinde sosyo-politik mücadelenin dibe vurması, temsili yet iddiasında bulunan örgütlerin ağır darbeler ve yenilgilerle yüzleşmesi kaçınılmaz oldu.

Kapitalist-emperyalist efendilerinde onayıyla “ki bu iktisadi yönüyle 24 Ocak kararlarıyla somutlanmıştı”, “iktidara”, “devlet aygıtına”, “baskı aracına”, “yönetme aygıtına” vb. el koyan AFC, militarist-despotik yöntemlerle toplumun üzerine çullanmış karabasandan kurtulmuş geri yığınların huzursuzluğunun ve korkusunun gücüyle düşman olan, ( kendi dışındaki bütün güçler) her kesime fütursuzca saldırıya girişmiştir. Düzen sağlanmıştır, faşist devlet aygıtı korunmuştur, burjuva-feodal sistem güvencelenmiştir.

AFC’nin diğer tüm sosyo-politik örgütleri (sendikalar, dernekler, vakıflar, partiler vb.) yanı sıra düzen partilerini de (AP, CHP, MHP, MSP vb.) kapatması sadece toplumsal alanda faşist devlet aygıtına güven tazeleme aygıtıydı. Ama ne tarih böyle işler ne diyalektik böyle görür. Modern toplumlar büyün işlerini, politik mecralarda, kulislerde, bakanlıklarda çözümlerken bizim gibi  “bağımlılıkta” sürekliliği olan (burjuva demokratik devrimini başaramadığı için) ülke çözümü askeri yöntemlerde çözmekte görüyor aslında mevcut yapılmış olanları da kırıp döküyor. Yani toplumun ilerleyişine ket vuruyor, toplumu onlarca yıl geriden yeniden ve yeniden başlamak zorunda bırakıyordu. Aslında bu kısır döngü emperyalizme göbekten bağımlı ülkelerin aşılmaz engelidir. Ki burjuvazinin ilerici barutunu tükettiği günden beri bundan çıkışı da yoktur. Bu anlamda burjuva-feodal sistem AFC diktatörlüğü ile geçici olarak sükûnet sağlanmış gibi gözükse de aslında “siyasi kriz” kalıcıdır.

AFC’nin desteğini aldığı emperyalist, komprador efendilerinin emir ve taleplerini kayıtsızca onaylaması, yönetememe krizini “açık faşizm” ile aşmasını sağladığı için siyasi krizde görünürde geçici olarak ötelenmiştir. Ancak bu sürecin en ağır tahribatı tüm toplum yani bürokrat kapitalistler ve büyük toprak ağalarının dışındaki sınıflar, katmanlar ile uluslar ve ulusal azınlıklar yaşamıştır.

Daha dar anlamda ise egemen sınıflara karşı mücadele eden ilerici, demokrat, sol örgütlülükler olmuştur. AFC “sağ-sol” çatışması ekseninde toplumu terörize ederek militer güçleriyle toplumu zapturapt altına almıştır. İlerici-yurtsever, devrimci, demokrat örgütler, bir bütün olarak sürecin gelişmelerini sağlıklı bir değerlendirmeden uzak kaldıkları için sübjektif güçlerini buna göre yönlendirememiştir. Burada ideolojik-politik yetersizliklerinin payı belirleyicidir. AFC’nin emperyalist, komprador efendilerinin ve yerli işbirlikçilerin “emir eri” olarak işkencehaneler, zindanlar ve darağaçlarıyla toplumu sindirmeye yönelmesi sonucunda mahpushaneler birer toplama kampı ve işkence merkezi haline dönüştürülmüş; yargısız infazlar, gözaltına kaybetmeler ve katletmeler, idamlar peş peşe gerçekleştirilmiştir. Böylece bütün toplumun teslim alınması ve tek tipleştirilmesinin asgari gereği yerine getirilmiştir.

Zindanlar AFC koşullarında “Direniş Cephesi”ne dönüşüyor

Ezilen emekçi yığınların bir neferi olarak dönemin getirdiği atılganlıkla gençlik cephesinde politize olan ama daha donanımını sağlamamış (kendini tanıma, ilerici olma) bir devrimci olarak 12 Eylül AFC’si işbaşına geldikten kısa bir süre sonra tutsak edildim. Birçokları için bir “talihsizlik” ya da “mücadelemizin sonuçlarından biri” gibi değerlendirilebilecek cezaevleri benim için zorlu ama yeni bir başlangıcın alanıydı. Zor zamanlardı ama bünyemizde yer eden yeni gelişmelerinde farkındaydık.

Karşı devrimin saldırganlığının en ürkütücü, en yaygın ve en karanlık olduğu o günlerde tutsak olan bizler daha ileri kadroların hazırladığı olumlu bir zemin üzerinde cezaevleri ile tanıştık.

Aslında bu çok önemliydi çünkü henüz bağımsız olarak yönümüzü tayin edebilecek bir öngörüye ve deneyime sahip değildik. Belli fikirlerimiz vardı ama bu henüz bir bünyenin tamamına hükmetmiyordu. Kısa bir dönem şube- tutukevi vb. de korkmuş, ürkmüştük, ancak bu kısa dönem zorlu ve yükselen bir evreye de tanıklık ediyordu. Bu mücadele olay ve olgulara daha geniş bakmamızı ve bünyeyi de sağlamlaştırmayı da getiriyordu. İşkencehaneler “sır vermeme”, zindanlarda “ser vermemeye” dönüşüyordu ama gururla. Başlangıçta bulunduğumuz alandaki direniş bilinci ve ruhu karşı devrimin saldırıları karşısında bizleri diri tutan yönlerdi.

Dışarıda bunu kazanmamış olabiliriz ama içeride hiç değilse karşı olduğumuz gerici dünyaya karşı ilerici, tutarlı ve demokrat bir kimlik kazanmak uğraşı ve yolundaydık. Gerek faşist devletin tanımlanması gerekse de örgütün- örgütümüzün ve direniş güçlerini tanıma-tanımlama benim için esas olarak bu dönemin ürünüydü.  12 Eylül’le birlikte başlayan azgın saldırı dalgası cezaevlerinde daha katmerli bir şekilde gündeme geliyordu.

İşkencede sınır yoktu (Kaba dayağından falakalara vb.). Dayatmaların sınırı yoktu (“Dua okuma, istiklal marşı söyleme vb.). Yaptırımların sınırı yoktu (Hazır ol, tek sıra halinde yürü, asker traşı vb.). Bu sürecin uygulamalarının bazılarıydı. Zorla koğuş değişiklikleri, işkenceli ve talancı aramalar, zorla saç traşları, ziyaret yasakları, haberleşme önüne çıkarılan engeller, avukat kısıtlamaları, kış falakaları da cabasıydı… Süreç bir bütün olarak toplumu tek tipleştirme ve teslim almanın, gelişen sınıflar mücadelesinin önüne geçmenin, burjuva-feodal sistemin “istikbal ve istiklalini” garantiye almanın, zorla ve baskıyla (militarizme) şekillenen bir süreçti. Ki cezaevleri bu sürecin dışında kalamazdı.

Bu yüzden ırkçı-şoven bir geleneğe sahip olan TC devleti cezaevlerini es geçemezdi. Buralardaki hâkimiyet (“yeniden tesis” yani tek tipleştirme, yani teslim alma) aynı zamanda tüm toplumsal kesimleri yansıtan bir ayna olacaktı. Ancak başta tek tek, kısım kısım gelişen “direniş çizgisi” bir süre sonra kitleselleşerek daha nitelikli bir hal almış, bu yüzden faşizan devlet başından sonuna cezaevlerinde hedefine ulaşamamış, bu anlamda (dönemin ihtiyaçlarının da farklılaşması sonucunda) uygulamalarını “ertelemek” zorunda kalmış, bir dönem için rafa kaldırmıştır.

Bu anlamda, birlik-mücadele-zafer sarmalı bir kez daha varlığını hissettirmiştir. Tecrit ve teslim alma, yıldırma ve kişiliksizleştirme hamlelerinin her biri devrimci direniş çizgisine toslamıştır. Fiziki direnişler esas olmak üzere (ki cezaevleri gerçekliğinin an be an üzerinde yükseldiği ve yükseleceği çizgide budur) koşullara dâhil bütün taktik mücadeleler direnişin kitleselliği bir an bile gözden kaçırılmadan kullanılmalıdır. Bu anlayış tek tek bireysel direnişlerin önemini küçümsemez aksine onu yüceltir.

Ortak değerlerin, kararların, birlikte mücadelenin öneminin bu düzeyde kavranılmaması- ah şu popülizm- “sol çocukluk” hastalıklı hal sebebiyle süreçte görüleceği ve görüldüğü gibi cezaevleri mücadeleleri çok büyük bedeller ödetmek zorunda bırakmıştır. Bizler “komünizm” davasının günümüz şartlarında asgari ve azami politik ideolojik -yönelimlerine göre sınıfların konumlanışlarına göre, onların beklenti ve taleplerini gözetmek, politik ufkumuzu buna göre şekillendirmek zorundayız. Bu yönelim, bu bakış açısı, cezaevlerinde bile “başarılı olma-düzelttim” şansını yükseltir.

Yeri gelmişken birçok sol yapılanmanın” ufuksuzluğunun” bir sonucu olarak bunlardan cezaevlerinde de çok uzak kal(ın)mıştır-düzeltme- Sınıf mücadelesini devrim lehine ilerletme, yönünü tayin etme, inisiyatifi geliştirme, toparlanma, yeni bir form kazanma ve varlığını kabul ettirme, bunlar bu tip hareketlerin gündeminin dışındaydı.

 (Devam Edecek)

47144

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Hangi Sınıfın Cumhuriyeti Yaşasın?

Feodal aristorkrasiye karşı burjuvazinin iktidara gelmesi ve feodalizmi yıkması tarihsel olarak ilericiydi. O dönemde “ kahrolsun feodalite, yaşasın cumhuriyet” sloganı ileri bir hedefi gösteriyordu. Bu tarihsel dönüşüm Fransız burjuvazisinin 1789 burjuva devrimiyle başarıldı. Bu, toplumlar tarihinin geri döndürülemez diyalektik gelişimiydi. Feodal aristokrasi, ne kadar çaba harcarsa harcasın, gelişen üretici güçlerin önünde daha fazla direnemezdi ve kendinden önceki toplumların başına gelen kendisinin de başına gelmişti: Toplumlar tarihinin çöplüğündeki yerini aldı.

Zorunlu Açıklama!

Kısa bir süre önce; "Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han ve Süleyman Cihan." başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazının giriş bölümünden de anlaşılacağı gibi bu yazı, Anayasa Mahkemesi'nin Sansaryan Han’a ilişkin kararı vesile yapılarak yazılmıştı.

Sosyal medyayı ve malum platformları aktif olarak takip etmediğimden; yazıya ilişkin kimlerin ne türden değerlendirmeler de bulunduğunu bilmiyorum. Bu çok ta önemli değil; elbette her okurun kendine göre değerlendirme, beğeni ve yergileri de olacaktır.

Ali Haydar Dersim’e (Nubar Ozanyan)

Değerli bir komutanı daha kaybettik. Dersim halkının bağrından çıkıp, dağlara sevdalanan, özgürlüğü zirvelerde arayan bir komutanı yitirdik. Büyük bir yürek acısı daha yaşadık.

„Holodomor „ Yalanı Üzerine

Başta Avrupa emperyalist burjuvazisi olmak üzere, bütün gerici devletler, emperyalist Rusya'nın Ukrayna'ya saldırı ve işgalini bahane ederek, tüm SSCB kazanınlarını, anıtlarını yok etmenin yanında, yeni yeni kararlarla, Stalin önderliğindeki SSCB'ni ve sosyalizmi karalamak için her türlü yalana baş vurmaya hız verdiler. Burjuvazinin, sosyalizm ve onu anımsatan herşeye düşmanlığı, kapitalizm ayakta kaldığı sğrece devam edecektir. Bu nedenle, burjuvazinin bütün yalanlarını açığa çıkarmakta devrimci mücadelenin en önemli ayaklarından biridir.

Liberallerin ve Ulu“sol”cuların Solculuğu-2 Kemalizm Sol Değildir!

AKP-MHP faşist ittifakı süresince siyasal İslamcılığın karşısına da alternatif olarak Kemalist ideoloji çıkarılıyor. Kendine “sol” diyenlerin siyasal İslamcılığın alternatifi olarak Kemalizm’i yeğlemeleri kabul edilebilir bir siyasi tutum değildir.

Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han Ve Süleyman Cihan!

Dün, Sansaryan Han’a ilişkin bir haber okudum gazetelerde: “92 yıl sonra Sansaryan Han için tarihi karar.” başlığı altında, özetle, şunlar aktarılmaktaydı: 

 

Ermeni fakir çocukların eğitim masraflarının karşılanması amacıyla vakfedilen ancak 1930 yılında devlet tarafından el konulan ve uzun yıllar İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan Sansaryan Han, Anayasa Mahkemesi kararıyla 92 yıl sonra Ermeni vakfına geri verilecek.”[1]

 

Uluslararası İşçi Sınıfı İçin Büyük Bir Kayıp! Jose Maria Sison'u Sonsuzluğa Uğurladık

Filipin Komünist Partisi'nin (FKP)  kurucu önderi, Yeni Halk Ordusu (YHO) ve Filipin Ulusal Demokratik Cephe'nin (FUDC) danışmanı ve  Uluslararsı Halkların Mücadele Birliği'nin (ILPS) kurucularından ve başkanı, Filipin proletaryasının ölümsüz militanı Jose Maria Sison'u (yoldaşlarının Joma'sı) 16 Aralık 2022 tarihinde kaybettik.

Hızır

Hdp'liler katı atık tesisinin yeri değiştirilmesi konusunda öneri gelirse destekleyeceklermiş.

Demek ki gelmese...

De gurban... aha çevreci projeniz... aha boğuniz... aha siz...

Sütlüce'ye akmasın... kendi içimize... köyümüze.... aksın diyorsanız...

De... hadi...

Sütlüce'ye katı atık tesisi kurulmasın.... kendi köyümüze kurulsun... diye önerge getirinde sizi görem.

De.... Hadi kurban...

De.... Hadi...

Gerçekten çok akıllıca.

Gerçekten çok sinsice.

Liberallerin ve Ulu“sol”cuların Solculuğu-1- (Sentez)

"İşçi sınıfının devrimciliğine karşı çıkanlara sol denebilir mi? Ya da bunlar gerçekten sol olabilir mi?"

Sınıflı bir toplumda, bu toplumun alternatifi olarak sınıfsız toplumu öngören ve bunun mücadelesini veren Marksizm-Leninizm-Maoizm’in eleştirilmemesi, özellikle de mülk sahibi sınıfların ideolojik ve siyasal temsilcilerinin eleştirileri ve demagojik saldırılarına maruz kalmaması düşünülemez.

Barbara ve Sara olma zamanı! (Nubar Ozanyan)

Emekçi kadınlar birçok şeyden mahrumdur. Yoksun olduğu esas şeyler, özgürlük ve örgütlülüktür. Faşist devlet şiddeti, feodal baskı, Türk şovenizmi, egemen erkek zihniyeti, işgal ve saldırı, erkek adalet, aile ve din, dışlanma, aşağılanma vb. Saymakla ve yazmakla bitmiyor. 

KKB’li TİKKO Savaşçısı:Kobanê Ruhuyla Rojava’yı Savun!

Faşist TC içindeki klikler, Kobanê zaferinden bu yana dillerden düşmeyen bir yarasında birleşti.

Milli birlik ve beraberliğe ihtiyaç duydukları böylesi günlerde sağdan soldan TC faşizmi her zaman birleşmiştir. Bu bazen masa altından olur, bazen kapalı kapılar ardında, bazense öylece aleni. Burjuvazinin kalbini korkudan hoplatan bir işçi direnişi olabilir, emperyalist tekellere geçit vermeyecek bir çevre direnişi olabilir, faşizmi zayıflatacak bir demokrasi talebi olabilir, ataerkiyi ve heteroseksizmi titretecek bir adım olabilir bu gizli ya da açık el sıkışmaların sebebi.

Sayfalar