Salı Mart 4, 2025

Timsah Gözyaşlarının Arasında Devrime Olan İhtiyaç: Filistin

6 Mayıs 2021’de İsrail Yüksek Mahkemesi’nin Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesi’nde oturan Filistinli ailelerin evlerinden zorla çıkarılmasına karar vermesi üzerine başlayan protestoların ardından bir de Mescid-i Aksa’daki Filistinlilerle İsrail askerleri arasında başlayan çatışmalar beraberinde Filistinli direniş örgütlerinin İsrail devletine ültimatomunu getirdi.

Direniş örgütleri, saldırıların durdurulması için İsrail’e süre tanıdı. Ancak İsrail bu çağrıya yanıt vermedi. Bunun üzerine 12 Filistin direniş örgütünün bir araya geldiği “Operasyon Odası” Gazze’den İsrail hedeflerine yönelik füze saldırısı başlattı. Gazze’den İsrail’e yönelik füze atılmasını bahane eden İsrail hükümeti, Gazze’ye yönelik askeri harekat başlattı. Aynı gün, İsrail saldırılarında 9’u çocuk 24 Filistinli öldürüldü.

Çatışmaların görünürdeki nedenleri yukarıda ifade ettiğimiz gelişmeler olsa da asıl neden daha derin. Perdeyi biraz araladığımızda başka gerçekler ortaya çıkıyor. Son iki yılda 4. seçimden sonra da İsrail’de hükümet kurulamadı, siyasi istikrarsızlık sürüyor. Benyamin Netenyahu, iktidarını kaybetmekle karşı karşıya. Hakkında açılan yolsuzluk davaları var ve bu davalardan ceza alması olasılık dahilinde. Netenyahu’nun tek çaresi, hükümet kurmak ve ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak.

Bundan dolayı da faşist AKP-MHP iktidarının her sıkıştığında Kürt halkına saldırması gibi Netenyahu da bu krizi atlatmanın yolu olarak Filistin direniş örgütleriyle çatışmaları gündeme getirmekten kaçınmamaktadır. Böyle bir fırsatı değerlendiren Netenyahu, Gazze’ye askeri saldırı başlatmıştır.

Öte yandan şu gerçeği de vurgulayalım; İsrail iktidarı ve medyası, saldırının Hamas tarafından başlatıldığını propaganda etmektedir. Hamas şeytanlaştırılarak Filistin halkına yönelik katliam meşrulaştırılmak istenmektedir. Oysa son direnişte sadece Hamas yoktur. Aksine onunla birlikte 12 Filistinli direniş örgütü, eylem birliği içindedir. Hatta Hamas, Suriye iç savaşındaki rolü ve İhvancı politikası nedeniyle Filistin direnişinde gözden düşmüş durumdadır.

10 Mayıs’ta başlayıp devam eden çatışmalarda Gazze’ye yönelik İsrail uçaklarının bombardımanında en az 58 çocuk yaşamını yitirdi, yüzlerce çocuk da yaralandı. 15 Mayıs’ta Gazze’deki basın kuruluşlarının ofislerinin bulunduğu 12 katlı bina İsrail uçaklarınca, “binada Hamas’ın askeri varlığı” gerekçesiyle vurularak yıkıldı.

İsrail’in hedeflerine ulaşmasının zaman alacağı ve bu yüzden de saldırıların devam edeceği bizzat Netenyahu tarafından açıklandı. İsrail’in hava saldırısı sonucu yıkılan yüksek binalar için de “terör kulelerini” yıktıkları ifadelerini kullandı. Basın kuruluşlarının bulunduğu binanın vurulması, İsrail’in Gazze’de işlediği insanlık suçlarının dünyaya duyurulmasının önüne geçme hamlesiydi.

Siyonizmin Saldırganlığı Yeni Değildir!

İsrail’in Filistinlilere yönelik ilk saldırısı 1967 yılında Arap devletlerinin de içinde olduğu 6 Gün Savaşı’nda gerçekleşmişti. Bu savaşta, ABD ve İngiliz emperyalistlerinin desteğini alan İsrail; Mısır, Suriye ve Ürdün’ün topraklarını işgal etmişti.

İsrail devleti, fırsat bulduğu her süreçte Filistin topraklarını işgal ederek, yeni yerleşim alanları açarak göçmen Yahudileri buralara yerleştirdi. Evlerine, işyerlerine el konulan Filistinliler göç etmek zorunda bırakıldı. Göç etmeyenler de kendi topraklarında göçmen konumunda bırakıldı.

İsrail devleti, Filistin halkına yönelik işgal, ilhak ve katliam politikası uyguladı. Arap dünyası, Filistin’e yönelik bu politikaları kınamalarla geçiştirdi. Göçmen Filistinlilere yönelik ülkelerinde kamplar oluşturmakla yetindiler. İsrail devletinin saldırıları o denli arttı ki, kamplarda yaşayanlara yönelik katliamlara da dönüştü.

İsrail’in bir dönem savunma bakanı olan Ariel Şaron döneminde Sabra ve Şatilla Kamplarında gerçekleştirilen katliamda binlerce Filistinli mülteci öldürüldü. 16 Eylül 1982’de İsrail savunma bakanı Ariel Şaron’un emriyle İsrail tankları -uluslararası koruma altında olan- Beyrut’taki Sabra ve Şatilla Filistin Mülteci Kamplarını (Hıristiyan Falanjist milislerle birlikte) basarak çocuklar dahil yüzlerce insanı katletti. Sayı kesin olarak bilinmemekle birlikte 3.500 Filistinlinin katledildiği basında yer aldı. Bu katliamdaki rolü dolayısıyla Ariel Şaron “Beyrut Kasabı” diye anılmaktadır.

Gelinen aşamada Filistin halkı, Gazze Şeridi ve Batı Şeria denilen küçük toprak parçalarına sıkıştırılmış durumdadır. Siyonizm “Oslo Anlaşması”nda “iki devletli çözüm”e uymamış, anlaşmayı İsrail devletinin yayılmacı ve ilhakçı politikasına tabi kılmıştır.

AKP’nin Filistin Dostluğu Sahtedir!

Filistinlilerin yanında görünen, özellikle de Hamas’ın koruyucusu gibi görünüp dönem dönem İsrail’e “çatan” ve hatta İsrail devleti için “terör devleti” deyimini kullanan AKP faşist iktidarının başı R.T.Erdoğan, 1 Mayıs 2015’te Kudüs’te Ariel Şaron’la görüştü. İsrail Başbakanı olan “Beyrut Kasabı” Ariel Şaron, R.T.Erdoğan’ı “Kudüs’e hoşgeldiniz. Yahudi milletinin başkenti Kudüs’e hoş geldiniz. Hoş geldiniz” diyerek karşılamıştı. R.T.Erdoğan bu sözleri duymamazlıktan geldi ve hiçbir tepki göstermedi, aslında tepki göstermek (ticari ilişkileri bozacağı için) işine gelmedi.

Aynı R.T.Erdoğan, 2009 yılı Ocak sonunda İsviçre’nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in yaptığı konuşmada Hamas’ı bir terör örgütü ve Gazze’yi yöneten baskıcı bir rejim olarak tanımlayan konuşmasının salonda alkışlanmasından sonra R.T.Erdoğan, o meşhur “one minute” çıkışıyla Ş. Peres’e dönerek “Öldürmeye gelince onu çok iyi bilirsiniz. Plajdaki çocukları nasıl vurduğunuzu çok iyi biliriz” demiş ve bu çıkış, uzun yıllardır özellikle AKP medyasınca R.T.Erdoğan’ın “Filistinlilerin koruyucusu” olduğu propagandasına dönüştürülmüştü.

Oysa ki bu davranış, dönemin koşulları içinde İhvancı Hamas’ın korumacılığına, Gazze’ye ve dolaysıyla da Ortadoğu’da müslümanların önderliğine soyunan bir R.T.Erdoğan davranışıydı. Ülke içerisinde de taraftarlarına bir mesaj niteliğindeydi. İslam dünyasının liderliğini kendine yakıştırarak arada bir İsrail’e karşı yüksek perdeden atıp tutan R.T.Erdoğan, İsrail ile ekonomik ve ticari ilişkilerin sekteye uğramaması için elinden geleni de ardına koymuyor.

TC-İsrail Arasında Ticari İlişkiler Her Dönem Sürdürüldü

TC ile İsrail arasındaki siyasi ve diplomatik krizlerden ticari ilişkiler hiç etkilenmedi. Ne 2009 Davos Zirvesi’ndeki “one minute” çıkışı ne de 2010 Mayıs ayındaki Mavi Marmara Katliamı ardından yaşanan diplomatik ve siyasal ilişkilerdeki kopuş dönemi, ticari faaliyetteki yükselişi etkilemedi.

Hatırlanırsa 10 kişinin öldüğü, 60 kişinin yaralandığı Mavi Marmara gemisi baskınından sonra dönemin başbakanı A. Davutoğlu’nun İsrail’i “terör devleti” tanımlamasından bir süre sonra İsrail devletinin 2016 yılında TC’ye 20 milyon dolar tazminat ödemesiyle sorun kapatılmıştı.

AKP, iktidara geldiği 2002’den bu yana TC ile İsrail arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 2.5 kat büyüdü, hatta ithalat ve ihracatın en hızlı büyüdüğü dönem diplomatik ilişkilerin dibe vurduğu 2010 ve 2011 yıllarında gerçekleşti. Mavi Marmara saldırısının ardından siyasi ilişkilerin asgari seviyeye indirildiği 2011 yılında İsrail’den ithalat patladı. O yıl, TC’nin İsrail’den mal ve hizmet alımı 1 yıl öncesine göre % 51 oranında arttı.

Mart 2008’de İsrail ordusu Gazze’den İsrail kentlerine yönelik roket saldırılarını durdurmak amacıyla “Dökme Kurşun” askeri harekatını başlattı. Yaklaşık 1.400 Filistinlinin öldürüldüğü operasyon için R.T.Erdoğan, “devlet terörü” ifadesini kullandı. 2008 sonunda TC-İsrail ticaret hacmi bir önceki yıla göre % 24 artarak 3.4 milyar dolara ulaşmış oldu.

2013 Ocak ayında R.T.Erdoğan’ın oğlu Burak Erdoğan’a ait Safran1 gemisinin Ceyhan’dan İsrail’e petrol sevkiyatı yapmaya devam ettiği ortaya çıktı.

TC ile İsrail arasında son 10 yıldaki ticaret verileri dış ticaret hacminin 4.5 milyar doların altına hiç düşmediğini ortaya koyuyor. Şimdilerde bu rakam, küresel ekonomik krize ve salgına rağmen 6.5 milyar dolar civarında.

Çıkarlar her şeyin önünde tutuluyor. Halklar arasında körüklenen düşmanlığın, işgalin, savaşın bedelini ise halklar ödüyor.

“Sevra Sevra Hat-El Nasır!”

İsrail’in Filistin halkına yönelik işgal, ilhak ve katliam politikası sürüyor.

İsrail devletinin Filistinlilere yönelik bu saldırgan tutumu, ABD ve AB emperyalistleri tarafından desteklendi. Bu süreçte 3 kez toplanan BM Güvenlik Konseyi, çatışmaların durdurulması çağrısı yapmaktan başka bir şey yapmadı.

Arap Birliği ise “hedef gözetmeden saldırdığı” için, AKP-MHP faşist iktidarı da sadece kınamakla yetindi. Faşist AKP-MHP iktidarının İsrail’i kınayan ve Filistin halkının yanında olduğunu ifade eden açıklamaları iki yüzlülüktür. Çünkü TC devleti bir yandan İsrail devletiyle ticari ilişkilerini geliştirirken diğer yandan ise Filistin toprağı Kudüs’ü İsrail’le yapılan uluslararası anlaşmalarda “İsrail’in başkenti” olarak kabul etmektedir.

El Cezire’nin haberine göre 10 Mayıs’tan bu yana Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te toplam 244 Filistinli yaşamını yitirdi. 6.324 kişi yaralandı. Bu süreçte Gazze’den atılan füzeler sonucu 12 İsrailli yaşamını yitirirken 796 kişi de yaralandı.

AKP-MHP faşist iktidarı ise son gelişmelere rağmen bir yandan İsrail’le askeri, ekonomik ve siyasi işbirliğini sürdürürken diğer yandan göstermelik kınama mesajlarıyla durumu idare etmeye, siyasal İslamcı tabanındaki anti-semitizme varan Yahudi düşmanlığı duygusunu kullanarak, onları İsrail kurumlarının önüne gösteri yapmak için göndermekten/yığmaktan başka bir şey yapmadı.

20 Mayıs 2021 tarihinde Mısır devlet yetkililerinin İsrail ve Filistin direniş örgütleri arasında yaptıkları arabuluculukla Gazze’de ateşkes ilan edildi. İsrail medyası da İsrail güvenlik kabinesinin Gazze şeridindeki 11 günlük askeri harekatı sona erdirmek için ateşkesi onayladığını duyurdu.

Bu ateşkesle sorunları, çatışmaları sona erdirme, çözüm bulma arayışına girilip sorunlar çözülecek mi?

Siyonist İsrail devletinin sınırlarını genişletme, yeni yerleşim yerleri kurmak için Filistin topraklarını işgal ve ilhak etme anlayışı başta ABD ve AB emperyalistlerinin destekleri sürdüğü sürece sona ermeyeceği bilinemez değil.

Dolayısıyla Filistin’de gerçek çözüm “Sevra Sevra Hat-El Nasır”dan geçmektedir. Türkçe ifadesiyle “Zafere Kadar Devrim”! Siyonist İsrail devleti yıkılmadan Filistin’e özgürlük ve barış gelmeyecektir. Filistin halkının siyonist devleti yıkarak kendisini ve Yahudi emekçi sınıfları kurtarmasının yolu devrimden geçmektedir. Kurtuluşun yolunun “Oslo Anlaşması” ya da “iki devletli çözüm”den geçmediğini Filistin halkı tarifsiz acılara katlanarak, büyük bedeller ödeyerek öğrenmiştir.

4609

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Özgür Gelecek

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar