Perşembe Kasım 14, 2024

TKP-ML MK SB: 1 MAYIS, GERÇEK VİRÜS EMPERYALİST-KAPİTALİST SİSTEME KARŞI MÜCADELEDİR!

Bütün Ülkelerin İşçileri ve Ezilen Halkları, Birleşin!

Burjuvazi ile işçi sınıfı ve milyonlarca ezilen emekçi yığınlar arasındaki savaşımda, en önemli kilometre taşlarından biri olan 1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nü, devrim ve karşı-devrim güçlerinin saflarının daha da netleştiği, çelişkilerin daha bir açık hale geldiği, ezilenlerin öfkesinin henüz kabuğunu kıramamış olsa da biriktiği bir süreçte karşılıyoruz.

Elbette bu tablonun açık hale gelişinin en önemli sebeplerinden biri, işçi sınıfı hastalığı olarak görülmesi gereken koronavirüs salgınıdır. Tüm dünyada bugüne kadar üç milyonun üzerinde insan salgın nedeniyle yaşamını yitirmiş durumda. Yaşamını yitirenlerin çoğunun olduğu gibi en çok fakirleşenler de işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleridir. Bu apaçık ortada bir gerçekliktir.

Emperyalizmle bağlantılı kimi kuruluşların yaptıkları raporlamalarda bu gerçeklik, günlük 1.90 Doların altında kazanan ve “aşırı yoksul” olarak tanımlanan insan sayısının 434 milyondan 1 milyara ulaşacağı tahminlerine yansımaktadır. Bu durum, 2008 ekonomik krizinden bu yana toparlanamamış olan ekonomik krize karşın, pandemi sürecinde dünya milyarderlerinin toplam servetinin 5 trilyon Dolarlık artışla 13.1 trilyon Dolara ulaşmasında da görülmektedir. Bu kapitalistlerin artan zenginliğinin sahibi, pandemi sürecinde ölümüne çalıştırılan işçi sınıfı ve emekçilerdir. Salgın sürecinde milyarderler listesine giren 660 kişiyle birlikte 2 bin 755 kişiye ulaşan kan emicilerin harcadığı her kuruşta, işçi sınıfı ve emekçilerin sadece alınteri değil, aynı zamanda kanı vardır. Dünyanın en zengin 10 kişisinin servetinin, tüm dünya halklarının aşı olmasına imkan sağlayacak kadar fazla olması, yoksulları koronavirüsün değil, zenginlerin öldürdüğünün kanıtıdır. Kısacası birileri yoksullaşırken birileri de zenginleşmekte; yoksullaşma, birilerinin zenginleşmesi pahasına olmaktadır.

Burjuvazi, dünya çapında zenginliğine zenginlik katar, emperyalistler arası rekabetin ürünü olarak aşı savaşları yaşanırken, onların temsilcileri olan devletlerin, halklara pandeminin ilk süreçlerinde yapmayı vaat ettikleri “sadaka-yardımlar” dahi çok kısa sürede unutturulmuştur. Bu durum ülkemiz açısından ise vahim bir haldedir. Öyle ki, OECD ülkeleri arasında milli gelirine oranla, pandemi sürecinde halka en az kaynak ayıran iki ülkeden biri Türkiye’dir. Bu kaynağın içerisinde sağlık harcamaları da bulunmaktadır, ki bu rakam milli gelirin sadece yüzde 1.1’ine denk düşmektedir.

Pandeminin başında sözde işten çıkartmaları yasaklayan AKP-MHP iktidarı, patronların eline “ücretsiz izne çıkarma” ve İş Kanunu’nda yer alan “Kod-29”u yani “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller” nedeniyle işten çıkartma silahını vererek işten atma yasağının çok basit bir kandırmaca olduğunu göstermiştir. Özellikle Kod-29, haklarını almak için sendikalarda örgütlenen, direnen işçilere yönelik özel bir saldırı politikası haline gelmiştir. Kod-29’la işten atılan işçilerin, işsizlik ödeneği hakkını da kullanamaması iktidar açısından tam bir kazan-kazan durumu yaratmaktadır. Nitekim geçtiğimiz yıl, Kod-29’la işten atılan işçi sayısı 176 bin 662 iken, ücretsiz izne çıkartılanların sayısı ise 2 buçuk milyonu geçmiştir. Yani üç milyona yakın emekçi, “işten atma yasağı” sürecinde işsiz bırakılarak ölüme terk edilmiştir.

Dipten Gelen Dalga Yüzeye Vuruyor!

Türk egemen sınıfları ve onların temsilcisi AKP-MHP iktidarı, pandemiyi sadece emekçilerin alınterini daha fazla sömürmek için değil, aynı zamanda doludizgin bir faşizmle halkın zaten kırıntı düzeyindeki demokratik-sosyal haklarını gasp edip, mücadele etmesinin önüne kalın duvarlar örmek için de kullanmaya çalışıyor. Bunun en bariz örneklerinden biri, “lebalep kongrelerde” salonlara binlerce kişiyi tıkanların; işçilerin, emekçilerin sokaktaki hak arayışının önüne koyduğu “pandemi kısıtlamaları”dır. Sokak eylemlerine pandemiden kaynaklı yasak diyerek saldırıp, gözaltına aldıkları insanları polis otobüslerine tıkabasa doldurmalarıdır. Kadınların uzun yıllar mücadelesinin sonucu olarak kazandıkları ve kadına, LGBTİ+lara yönelik şiddeti önlemek üzere hazırlanan İstanbul Sözleşmesi’nin bir gece yarısı cumhurbaşkanlığı genelgesiyle çöpe atılmak istenmesidir. Fırsattan istifade Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyum rektördür. Türk devletinin hiç değişmeyen hedefi olarak Kürt halkının mücadelesine, kazanımlarına yönelik saldırılarına hız kazandırması, HDP’ye yönelik kapatma davası açmasıdır. Ağzını açanın evine, “cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla sabahın beşinde koçbaşlarıyla kapılarını kırarak, kar maskeli özel harekat polisleriyle baskın yapmalarıdır.

Buna karşın parçalı ve yeterli dayanışma desteğinden yoksun olsa da, işçi sınıfının, emekçilerin, kadın ve LGBTİ+’ların, ezilen inançlara mensup halkın, Kürt ulusunun faşizmin bu saldırganlığına karşı fiili meşru mücadelesi alanlardan geri çekilmiyor. Faşizmi yıkıp özgürlüğümüzü kazanmak için, ihtiyacımız olan, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenlerin farklı katmanları arasındaki dayanışma ve birliği güçlendirmek, bu şekilde birleşik bir mücadele hattı yaratmaktır.

Özellikle yukarıda bahsettiğimiz ekonomik, politik tüm alanlarda yürütülen saldırganlık ve tüm dünyada giderek yükseltilen faşizm dalgasına karşı coğrafyamızda anti-faşist cepheyi örerek, bu cephe içinde başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenleri birleştirmek, enternasyonal alanda ise anti-faşist, anti-emperyalist güçlerle ortak bir zemin yakalayarak örgütlenmek son derece önemlidir. Öyle ki, pandemi sonrasının dünyasının belirgin iki karakteristiğinden birinin faşizmin yükselişi, diğerinin ise bıçağın kemiklerine dayandığı ezilen, sömürülen, baskı altında tutulan halkların biriktirdiği öfkenin dışa vurumu olarak büyük halk hareketleri olacaktır diyebiliriz. Ortak bir dil tutturan, ortak şiarlar haykıran, ortak düşmanı hedefleyen ve birbirini tetikleyen bu hareket dalgası egemenlerin hesaplarını mutlaka bozacaktır. Anti-faşist güçler, bu gerçeklikten hareketle “düzen siyaseti” zeminine hapsolmayarak fiili meşru direniş ve mücadele zeminine dayanan örgütlenmelerle bu süreçten ezilenler adına özgürlük, adalet ve kurtuluş yolunda bir adım atabileceklerdir. Böylesi bir sürecin öznesi ve geleceğin inşacısı ise hiç kuşku yok ki işçi sınıfıdır.

Tüm Gücümüzle Yüklenmenin Zamanıdır!

1 Mayıs, büyük bir direnişten doğmuş, tüm dünyada proletarya ve ezilen halk ve ulusların büyük kavga ve direnişlerinde yaşatılarak enternasyonal kurtuluş kavgasında sembolleşmiştir. 1 Mayıs’ın tarihini yazan işçi sınıfı, bu yıl 150. yıldönümü olan Paris Komünü’nü yaratmış ve ilk proletarya iktidarının örneğini kazandırmış bir sınıftır. Komün sadece 70 gün yaşayabilmiş olsa da, Komün’ün derslerinden beslenen Sovyet ve Çin Devrimleri başta olmak üzere bugüne kadar dünya halkları uluslararası emperyalist burjuvaziye karşı önemli mevziler kazandılar.

Bu nedenle, bugün yaşanan kriz ve halklara yönelik saldırganlığın ortaya çıkardığı yıkımın ezenler için mi, ezenler için mi olduğuna sınıf mücadelesi karar verecektir.

Partimiz TKP-ML, dünyayı yaratan emeğin sahiplerini, ücretli köleler ordusunu, işçi sınıfını ve tüm ezilenleri, sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız bir dünya için örgütlenmeye, mücadeleye çağırıyor. Faşizmi yıkıp özgürlüğümüzü kazanmanın başka bir yolu yoktur. “Bugünü de atlattık” diyerek, faşizmin kendiliğinden yıkılmasını bekleyerek, seçim sandıklarına gömülmelerini umarak kurtuluş mümkün değildir. Kurtuluşumuzun yolunu göstermek için tüm işçileri, emekçileri, kadınları, LGBTİ+’ları, Alevileri, Kürtleri, Ermenileri, bu iktidara karşı bir sözü herkesi 1 Mayıs’ta her yeri direniş ve mücadele alanına çevirmeye çağırıyoruz.

 

Yaşasın 1 Mayıs! Bijî 1 Gulan!

Kahrolsun Faşizm, Yaşasın Demokratik Halk İktidarı Mücadelemiz!

Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!

Yaşasın Marksizm Leninizm Maoizm!

TKP-ML MK SB

Nisan 2021

3787

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Proletarya Partisi

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

Sayfalar