Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi
İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.
Dünyanın en büyük organizasyonları arasında görülen futbol şampiyonasını evlerinde 5 milyar kişi izliyor. Emperyalist devletler arasındaki bölgesel savaşlar, Gazze’de süren soykırım, işgal-yağma altında katliamlara maruz kalan halklar, savaş ile sömürüden kaçıp göç yollarında sığınacak bir kara parçası arayan mazlumlar ve her gün okyanuslarda bir liman arayışı içerisinde yok olan umutlar dünyasında diğer yandan futbol şampiyonası izliyoruz.
Futbolun insanların birlikte coşku ve heyecan yaşamasının aksine bir spor etkinliği olmaktan çıkartılarak kapitalizmin kâr hırsına havale edildiği biliniyor. Bu amaçla futbolun kapitalistler için hem çeşitli şampiyonalar ve ulusal ligler hem de futbol oyuncularının birer “meta” olarak yüksek miktarlarda transfer edilmesiyle kazançlı bir pazar olmasının yanısıra kitlelerin içinde yaşamak zorunda bırakıldıkları koşullara isyan etmemesi için bir araç olarak kullanıldığı da biliniyor.
Nitekim diğer benzer örgütlenmeler gibi UEFA da bu amaç için kurulmuş ve emperyalist-kapitalist sistemin politikalarına hizmet etmekle görevlendirilmiştir. Bu sistemin dışında kalanlar veya karşı çıkanlar şampiyonaya dahil edilmez. Avrupa şampiyonasına Rusya’nın dahil edilmemesi gibi. Futbol aynı zamanda egemenler açısından kitleler üzerinde ırkçılığın ve şovenizmin propaganda aracı olarak kullanılmıştır.
Futbol sahasındaki ırkçılık
Nitekim 2 Temmuz’da Türkiye ile Avusturya arasında oynanan maçta, Türkiye’nin 2-1 kazandığı maçta Merih Demiral’ın atmış olduğu golden sonra yapmış olduğu “bozkurt selamı” ve sonrasında yaşananlar bunun ispatlamaktadır.
Merih Demiral adlı futbolcunun gol attıktan sonra Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) adındaki kontrgerilla örgütlenmesiyle özdeşleşen Türk faşizmini sembolize eden “bozkurt selamı” ile sevinç gösterisinde bulunması, Türk faşizmi altında Kafkaslar’dan Türkiye’ye, Ortadoğu’dan Kürdistan’a kadar halkları derinden yaralamış ve rencide etmiştir.
“Bozkurt selamı” denilen selam, MHP adlı ırkçı ve faşist partinin sembolü olarak kullanılsa da gerçekte kendine milliyetçiyim diyen, Türk ırkını dünyadaki en üstün ırk olarak gören, diğer ulus ve halkları hiçe sayan, onları kendisine köle olarak gören, kendinden olmayan halkları ezen ve yok eden ırkçı ve şoven bir anlayışı sembolize etmektedir.
Bu ırkçı ve şoven selamı Türk mitolojisindeki bozkurt varlığından hareketle Türk ulusunun “milli değeri” olarak ilan etmek Türk faşizminin sıradanlaşması ve normalleşmesine, TC faşizminin başta Türkiye’deki Türk (ve Sünni) olmayan halka ve coğrafyamızdaki diğer halklara karşı saldırganlığının meşrulaştırılmasına hizmet etmektedir.
Bu selamın aynı zamanda uluslararası etkinliğin yapıldığı Almanya’da yapılmış olması da dikkat çekicidir. Almanya’da 3 milyona varan Türkiyeli nüfusun içinden son seçimlerde MHP-AKP’ye oy verenlerin oranı azımsanmayacak kadar yüksek olduğu bilinmektedir.
Bilineceği üzere Türk istihbarat teşkilatı, konsolosluklar, camiler aracılığı ile oluşturduğu örgütlenme ağları ile Batı Avrupa’da Türkiyeli göçmenler içinde ülkücü-Osmanlı Ocakları adı altında örgütlenen dernek ve spor salonlarında kendisine doğrudan bağlı faşist örgütlenmeler örgütlemiştir. Bu örgütlenmeler; Türk faşizminin kitle tabanını oluşturan, Türk milliyetçiliği ile siyasal İslam zehri etrafında, Türkiyeli ilerici-yurtsever-devrimci-demokrat kesimlere, yurtdışında yaşamak zorunda kalan Ermeni-Kürt-Alevi halka karşı dolayısı ile insanlığa karşı örgütlenmişlerdir.
UEFA şampiyonasının başlangıcında Türkiye-Gürcistan maçından itibaren harekete geçirilen ve Türk faşizminin kitle tabanını oluşturan yurt dışında yaşayan ırkçı ve faşist güruhlar, maç öncesinde stat çevresinde ve maç esnasında ırkçı ve faşist sembolleri yoğun olarak kullanmışlardır.
Başta “bozkurt selamı” olmak üzere mehter marşlarından, “Ölürüm Türkiyem” ve “Ne mutlu Türk’üm diyene” gibi ırkçı ve faşist sloganları yoğun olarak kullanmışlardır.
Bu sembol ve marşların, Türkiye’de başta Kürt ulusu olmak üzere farklı azınlık milliyetlere ve yine Sünni İslam dışında başta Alevi inancı olmak üzere azınlık inançlara ve başta devrimciler olmak üzere her türden muhaliflere yönelik kitle katliamlarında, suikast, işkence ve baskı ve göç ettirmelerde kullanıldığı bilindiğinden, bu sembollerin Türkiye maçları öncesi ve sonrasında yoğun olarak kullanılmış olması, örgütlü ve planlı bir kampanyayla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Türk milli takımının maçları sırasında örgütlenen bu ırkçı ve şoven gösterilerin doğrudan TC devleti tarafından konsoloslukları aracılığıyla örgütlendiği anlaşılmaktadır.
Hitler, Franko, futbol…
Demiral adlı futbolcunun “bozkurt selamı” ve sonrasında UEFA’nın bu selama ceza vermesi, ırkçı ve milliyetçiliğin köpürtülmesi amacıyla kullanılmıştır.
Futbolun geniş kitleler üzerindeki etkisinden de faydalanılarak Türk televizyonları-sosyal medya aracılığı ile Türk milliyetçiliğinin körüklenmesi tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Bu dalga AKP-MHP faşizmi tarafından bizzat körüklenmiştir. EURO 24 Futbol turnuvası, Türkiye’de ekonomik ve sosyal çöküntünün unutturulması için fırsat olarak ele alınmış ve Türk milliyetçiliğinin gövde gösterisine dönüştürülmüştür.
Emeklisinden işçisine, memurundan köylüsüne kadar, artık idare edilemeyen ekonominin başına getirilen M.Şimşek gibi İngiliz-ABD vatandaşı danışmanlar da ekonomik krize çare olamamışlardır. İlan edilmemiş iflas ile ekonomik-sosyal çöküntü yaşayan Türkiye’de halk, futbol ile uyuşturulup zehirlenmektedir.
Bu vahim tablo II. Dünya Savaşı’nda A.Hitler’in müttefikleri İspanya-İtalya-Portekiz’de de yaşandı. Hitler’in de desteğini alan İspanya’da Franco faşizmi, iç savaş ve onca ekonomik yıkıma karşılık halkı nasıl kontrol altında tuttuğunu soranlara “Onları, yüz binlik beşiklerde uyutuyorum” demişti. Koyu bir Real Madrid taraftarı olan Franco, Real Madrid’e maddi ve manevi destekte bulunmayı ihmal etmemiştir.
Real Madrid bu yüzden kralın takımı olmuştur. İspanya’dan ayrılmayı, baskılara karşı hak ve özgürlükleri arayışı içerisinde olan Bask ve Katalan’ların takımı ise Barcelona olmuştur. Faşist Franco İspanyasının komşu ülkesi Portekiz’i 1932’den 1968’e kadar yöneten Salazar’da diktatörlüğünü 3F (Futbol-Fado-Fiesta) borçlu olduğunu ifade etmektedir. Kısacası futbol, kitleler üzerinde etki etmede, halkı meşgul etmede başarılı bir araç olarak kullanılmış, üstelik de bu “sihirli oyundan” para kazanılmıştır.
Futbolun bu kadar güçlü, toplumu bu kadar harekete geçiren bir araç olması, Türkiye’de faşist iktidarın işçi sınıfını ve halk kitlelerini sömürü, kültürel yozlaşma ve asosyalleşmenin bir aracı olarak kullanmasına neden olmuştur. Açlığın ve yoksulluğun kol gezdiği ülkemizde, çok büyük bedellerle inşa edilen statlar, kulüplerin vergiden muaf tutulması ve borçlarının silinmesi, futbolculara ödenen akıl almaz ücretler vb. yaşanan ekonomik çöküntünün gizlenmesi ve kitlelerin isyan etmemesi içindir.
Faşist M.Demiral’ın bozkurt işaretinden sonra, EURO 24 Avrupa şampiyonasında tehlikeli boyutlara ulaşan Türk milliyetçi taraftarların saldırgan davranışları, Alman Anayasası Koruma Teşkilatı BfV tarafından görülmüş “Avrupa’daki Türk aşırı sağı iç güvenlik açısından tehdit oluşturmaya başlamıştır” derken, Alman medyası, “Ülkücü şiddet tehdidi yasaklanmalı”, Alman İçişleri Bakanı N.Faeser ise “Türk aşırı sağcılarının işaretlerinin bizim stadyumlarda yeri yok” diyerek tehlikeyi işaret etmişlerdir.
Çünkü AKP-MHP iktidarının, Avrupa’da sosyal tabanını oluşturan, Türk istihbaratı tarafından desteklenen ve bir güç haline gelen ülkücü ve siyasal İslamcı paramiliter çeteler, Avusturya’da 2019’dan, Fransa’da 2020’den itibaren yasaklanmıştır.
Avusturya galibiyetinden sonra çeyrek finale yükselen, Türkiye’nin istisnasız “sol”cusundan-sağcısına kadar herkes estirilen Türk şovenizmi dalgasına ortak olmuşlardır. “Bozkurt selamı”nı eleştiren, karşı çıkan, muhalif olan her kim varsa, vatan haini, düşman olarak görülmüş, linç kampanyaları ile hedef haline getirilmişlerdir. Göçmenlere düşmanlığı ile bilinen CHP Bolu Belediye başkanı Tanju Özcan ise M.Demiral’ın “Bozkurt işareti yapan heykelini Bolu’ya dikeceğim” diyerek gerçek yüzünü bir kez daha göstermiştir.
Fırsatı görüp durumdan vazife çıkaran Erdoğan, Türkiye ile Hollanda arasında oynanacak maçı statta izlemeyi ihmal etmemiştir. Yurt dışında teşhir ve tecrit olmuş, hiçbir devletin kabul etmediği Erdoğan, “işini gücünü” bırakarak 300 kişilik koruma ordusu ile Berlin sokaklarında şov yapmıştır. Kariyerini, popülaritesi Erdoğan’a biat ettikten sonra sıfıra düşüren, hiçbir prestiji kalmayan Mesut Özil’i de arkasına takarak Almanya’ya getirmesi ise dikkatlerden kaçmamıştır.
Bozkurt selamı; Irkçı, tekçi faşizmin sembolüdür
TC faşizminin bir futbol turnuvasını ırkçı ve şoven bir kampanyaya dönüştürmesi dikkatlerden kaçmamıştır.
“Bozkurt selamı” üzerinden estirilen ırkçı ve faşist dalga, bu selamın Türk ulusunun “milli değeri” olduğu safsatasına kadar vardırılmıştır. Oysa ki, bu “bozkurt selamı” demek Fırat Kalkanı -2016-, Zeytin Dalı-2018-, Barış Pınarı – 2019-, Artsakh’ta-2020-, Kürt ve Ermeni halkının topraklarının işgal edilmesi için, TBMM’de onaylanan tezkereden sonra, TSK-Ülkü Ocakları ve ISİD çetelerinin katliamlarını selamlamak demektir.
Artsakh’ta, Rojava’da işgal ve katliamları, onaylamak ve desteklemek anlamına gelir.
“Bozkurt selamı”nı savunmak, Roboski katliamında bütün aile fertlerini ve 11 akrabasını, kardeşi Serhat Encü’yü kaybetmiş olan, eski HDP milletvekili Ferhat Encü’nün aleyhine oluşturulan linç kampanyasına destek olmak demektir.
“Bozkurt selamı” yapmak ve savunmak, Ermeni halkının en değerli kalemlerinden, Hrant Dink’in katillerini onaylamak, desteklemek anlamına gelir. Ülkücü eli kanlı katil Ogün Samast’ın, “Ya sev ya terk et” sloganı ile tehdit etmekten çekinmeyip, hapishaneden ödüllendirilerek salıverilen katili savunmak demektir.
“Bozkurt selamı” vermek ve savunmak, 1915 yılında Türkiye’de yaşayan Ermeni-Rum-Yahudi halkların “Ne mutlu Türk’üm diyene”, “Türkiye Türklerindir”, diyerek, tehcir ve göçü onaylamak demektir. Daha yeni 2024 Türkiye’sinde bile göçmenlere karşı aynı zamanda, Türkiye’nin birçok ilinde başlayan pogromlarda görevlendirilen ülkücü-paramiliter güçleri onaylamak demektir.
Sokaklara-okullara Talat Paşa isminin verilmesinden sonra birçok ilerici-yurtsever-devrimci demokratın katledilmelerinde rol alan Katolik dünyasının ruhani lideri Papa II. Jean Paul’e suikast düzenleyen Abdullah Çatlı-Mehmet Ali Ağca-Haluk Kırcı gibi ülkücü katilleri selamlamak demektir.
Uyuşturucu taciri ve tescilli bir faşist olan, başta Hollanda’da Nubar Yalımyan’ın katledilmesinde rol oynayan aynı zamanda Ankara Bahçelievler’de 7 TİP üyesini vahşice katleden, bugün Nevşehir’de caddeye ismi “onur”la verilen Abdullah Çatlı adlı faşist katilin onaylanması anlamına gelir.
“Bozkurt selamı”nı savunmak Sivas’ta Madımak otele sığınan 33 aydın-sanatçı-yazarı diri diri yakmaktan bir an olsun tereddüt etmeyen, ülkücü ve yobaz güruha destek vermek anlamına gelir.
“Bozkurt selamı” binlerce devrimcinin ve ilericinin katledilmesinde rol oynayan ırkçı faşist anlayışın kendini meşrulaştırılması ve olağanlaştırılması demektir. Faşizmle ve onun temsil ettiği anlayışlarla uzlaşmamak, dahası görüldüğü yerde ezmek devrimci ve insani bir görevdir.
Son Haberler
Sayfalar
Sınıf ve HDP
Hayat yaşadıklarımızı anlamlılaştırınca güzelleşir.
Kürtlerin, lazların, çerkezlerin.... yoksulların... ezilenlerin .... herkesin partisiyiz.
Son zamanlarda hiç dikkat ettiniz mi sınıfın söylemleri de Hdp' nin söylemleri.
Şimdi diyeceksiniz ki bu ne hdp' nin ne sınıfın ne de başka birinin söylemi.
Olması gerekenin söylemi.
Elbetteki bu doğru.
Örgütlenme veyahutta partileşme tartışmasını sürdüren / bitirmiş herkesin kullanması gereken söylemler bunlar.
Sorun bu söylemlerin kullanılması değil.
HDP’ye Barajı Ancak Erdoğan Aşırtabilir
Kişisel kanım, HDP’nin şu an yüzde onu aştığı yönündedir.
Kürtlerin oyları ve yüzde biri zor bulan, liberal, sosyalist, demokrat denebileceklerin oyları bunlara ek olarak çok cüzi miktarda CHP’lilerden gelecek stratejik oylar; AKP’lilerden gelebilecek Erdoğan’a ders verme oyları veya sandığa gitmemeler vs., hepsi bir arada HDP’nin yüzde onu aşmasını sağlamaktadır.
Tanrıların zulmü
Gerçek tanrılar yıkıldığında ruhani tanrılarda ölecektir.
7 Haziran genel seçimleri nedeniyle saray sotarıları seçim meydanlarında “din” afyonuna daha fazla sarılmaya başladılar. Bir ellerinde din kitabı, bir ellerinde ise kanlı kılıç ile kitlelerin karşısına çıkıyorlar. Tanrının, kullarının uymasını istediği eza ve cefa kurallarını ezilenlere veriyorlar, sefanın saltanatını ise kendisine alıyorlar. Buna karşı gelenleri ise tanrının zulüm kılıcıyla boyunlarının vurulacağını ilan ediyorlar. Tanrı kendileri, kullar ise işçi ve emekçiler oluyor.
Kıskaç arasındaki erdogan:Teslim Töre
Türkiye’ nin başkan diktatörü, İslam’ ın halifesi, bölgenin Osmanlısı, globalizmin İslam kapitalist patronu olma hevesi ile yola çıkmış, IŞİD ideolojisinin İslam içi başka bir versiyonu olan Erdoğan içinden zor çıkabileceği bir kıskacın arasına sıkışmış durumda. Arasına sıkışmış olduğu kıskacın kollarından birisi halk, diğeri global sermaye. Kıskacın halk kolunu : insan hakları, demokrasi, özgürlük, insani değer ve birikimler, halkların kardeşliği doğrultusunda ortak vatan, ortak dil, fakat her halkın kendine ait resmi dilleri, ortak bayrak ama her ulusun kendine özgü bayrağı vb.
Direnişin resmi yapılıyor…
Gezi direnişinden geriye kalanlar nedir diye sordu bir arkadaş, gezi henüz bitmedi ki geriye bir şey kalsın. Gezi direnişinin başlangıcından bugüne iki yıl geçti ve direnişin sonuçları, devam eden barikat ateşi ve kora dönüşmüş alevin sıcaklığı hala bir şekilde bizleri etkilemeye devam ediyor.
Ateş Olmak ve Ateşi Çalmak: İbrahim Kaypakkaya
“Bu dünyada insanlar mum ateşi önündeki üç kelebek gibidir.
İlki ateşe yaklaşmış ve demiş ki: Ben aşkı biliyorum.
İkincisi ateşe yavaşça kanadıyla dokunmuş ve demiş ki:
Aşkın ateşinin nasıl yaktığını bilirim...
Üçüncüsü kendini ateşin ortasına atarak, yanarak kül olmuş...
Gerçek aşkı işte sadece o kelebek bilir...”
İbrahim Kaypakkaya, bir ikonoklastır, yani bir ikon kırıcıdır. Kaypakkaya, katmanlı bir sistematik ve yıkıcı bir teori ve yıkıcı bir pratiktir.
Metal işçileri sınıfının gücüyle direniyorlar
14 Mayıs’da Bursa Renault fabrikasında başlayan metal işçilerinin direnişi, dalga dalga yayılarak TOFAŞ, MAKO, Çoşkunöz, Ototrim, TürkTraktör, Ford Otosan ve daha bir çok fabrikayı da sardı. İşçiler, faşist Türk Metal-İş sendikasının kendilerini daha fazla oylamasına isyan etti ve sendikayı devreden çıkararak, sınıf hareketi içinde küçük, ama tarihi bir adım atarak, burjuvazi karşısında bir sınıf oluşunun gereğini yerine getirdiler.
Kaypakkaya’yı sevmek
Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!
Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zindanlarıyla tanışıyor!
Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!
Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?
O kitap da ser verilir ama sır verilmez…
Kızıl kaplı, kızıl sayfalı,
kızıl harfli bir kitaptır O…
O kitap dokuzyüzkırkdokuzda
Çorum’da dünyaya geldiği gün yazılmaya başlanmıştır…
Çapa Fikir kulübünde yazılmaya devam eder,
6.Filoya karşı yazılan bildiriden ötürü okuldan atılmak vardır o kitapta…
O kızıl kaplı kitap,
PDA’nın karşı devrimci çizgisiyle hesaplaşmaktır aynı zamanda…
O kitapta Vartinik köyü Mirik mezrasındaki kahramanlık yazılıdır…
Ali Haydar Yıldız yazılıdır mesela…
O kitabın adı İbrahim Kaypakkaya’dır, ”Halk Savaşı’dır”…
Ludwigshafen`de binler haykırdı: “Önderimiz İbrahim,İbrahim Kaypakkaya”
TKP/ML nin kurucu önderi İbrahim Kaypakkaya, işkencede katledilişinin 42’inci yılında Almanya’nın Ludwigshafen kentinde binlerce insanın katıldığı gece ile anıldı.
Kaypakkaya şahsında tüm parti ve devrim şehitleri ayrıca dünya da sosyalizm mücadelesinde yaşamını yitiren ustalar ve önderler anısına yapılan saygı duruşuyla açılan anma gecesinde, ATİK e yönelik operasyonlarda avrupada tutuklanan 12 devrimci tutsağın derhal serbest bırakılmasına dair, “Devrimci tutsaklar onurumuzdur” sloganları haykırıldı.
Ellez Emmim’in Traktörü
Uzun zamandır yazmak istiyordum. Bir tülü sıra gelmedi. Sorun sınıflarla, üretim ilişkileri ve onun araçlarıyla ilgili ve bu gelişmeleri de direk yaşıyan bir köy olunca, insan doğduğu köye değinmeden edemiyor.
Bizim köyün adı Tersihan. Diğer yüzlerce köy isimlerinin akibeti gibi bizim köyün ismi de sonradan değiştirilmiş ve milli bir isim olması için “Konaktepe” konmuş. Irkçılık salt renk ve dinsel olmuyor. insanların tarihsel köklerini yok etmek ve kendine yabancılaştırmak için de, kendinden olmayan isimlere karşı da baskı uygulamaktan geri durmadı, Türk egemen sınıfları.