Cuma Eylül 20, 2024

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi

İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Dünyanın en büyük organizasyonları arasında görülen futbol şampiyonasını evlerinde 5 milyar kişi izliyor. Emperyalist devletler arasındaki bölgesel savaşlar, Gazze’de süren soykırım, işgal-yağma altında katliamlara maruz kalan halklar, savaş ile sömürüden kaçıp göç yollarında sığınacak bir kara parçası arayan mazlumlar ve her gün okyanuslarda bir liman arayışı içerisinde yok olan umutlar dünyasında diğer yandan futbol şampiyonası izliyoruz.

Futbolun insanların birlikte coşku ve heyecan yaşamasının aksine bir spor etkinliği olmaktan çıkartılarak kapitalizmin kâr hırsına havale edildiği biliniyor. Bu amaçla futbolun kapitalistler için hem çeşitli şampiyonalar ve ulusal ligler hem de futbol oyuncularının birer “meta” olarak yüksek miktarlarda transfer edilmesiyle kazançlı bir pazar olmasının yanısıra kitlelerin içinde yaşamak zorunda bırakıldıkları koşullara isyan etmemesi için bir araç olarak kullanıldığı da biliniyor.

Nitekim diğer benzer örgütlenmeler gibi UEFA da bu amaç için kurulmuş ve emperyalist-kapitalist sistemin politikalarına hizmet etmekle görevlendirilmiştir. Bu sistemin dışında kalanlar veya karşı çıkanlar şampiyonaya dahil edilmez. Avrupa şampiyonasına Rusya’nın dahil edilmemesi gibi. Futbol aynı zamanda egemenler açısından kitleler üzerinde ırkçılığın ve şovenizmin propaganda aracı olarak kullanılmıştır.

Futbol sahasındaki ırkçılık

Nitekim 2 Temmuz’da Türkiye ile Avusturya arasında oynanan maçta, Türkiye’nin 2-1 kazandığı maçta Merih Demiral’ın atmış olduğu golden sonra yapmış olduğu “bozkurt selamı” ve sonrasında yaşananlar bunun ispatlamaktadır.

Merih Demiral adlı futbolcunun gol attıktan sonra Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) adındaki kontrgerilla örgütlenmesiyle özdeşleşen Türk faşizmini sembolize eden “bozkurt selamı” ile sevinç gösterisinde bulunması, Türk faşizmi altında Kafkaslar’dan Türkiye’ye, Ortadoğu’dan Kürdistan’a kadar halkları derinden yaralamış ve rencide etmiştir.

“Bozkurt selamı” denilen selam, MHP adlı ırkçı ve faşist partinin sembolü olarak kullanılsa da gerçekte kendine milliyetçiyim diyen, Türk ırkını dünyadaki en üstün ırk olarak gören, diğer ulus ve halkları hiçe sayan, onları kendisine köle olarak gören, kendinden olmayan halkları ezen ve yok eden ırkçı ve şoven bir anlayışı sembolize etmektedir.

Bu ırkçı ve şoven selamı Türk mitolojisindeki bozkurt varlığından hareketle Türk ulusunun “milli değeri” olarak ilan etmek Türk faşizminin sıradanlaşması ve normalleşmesine, TC faşizminin başta Türkiye’deki Türk (ve Sünni) olmayan halka ve coğrafyamızdaki diğer halklara karşı saldırganlığının meşrulaştırılmasına hizmet etmektedir.

Bu selamın aynı zamanda uluslararası etkinliğin yapıldığı Almanya’da yapılmış olması da dikkat çekicidir.  Almanya’da 3 milyona varan Türkiyeli nüfusun içinden son seçimlerde MHP-AKP’ye oy verenlerin oranı azımsanmayacak kadar yüksek olduğu bilinmektedir.

Bilineceği üzere Türk istihbarat teşkilatı, konsolosluklar, camiler aracılığı ile oluşturduğu örgütlenme ağları ile Batı Avrupa’da Türkiyeli göçmenler içinde ülkücü-Osmanlı Ocakları adı altında örgütlenen dernek ve spor salonlarında kendisine doğrudan bağlı faşist örgütlenmeler örgütlemiştir. Bu örgütlenmeler; Türk faşizminin kitle tabanını oluşturan, Türk milliyetçiliği ile siyasal İslam zehri etrafında, Türkiyeli ilerici-yurtsever-devrimci-demokrat kesimlere, yurtdışında yaşamak zorunda kalan Ermeni-Kürt-Alevi halka karşı dolayısı ile insanlığa karşı örgütlenmişlerdir.

UEFA şampiyonasının başlangıcında Türkiye-Gürcistan maçından itibaren harekete geçirilen ve Türk faşizminin kitle tabanını oluşturan yurt dışında yaşayan ırkçı ve faşist güruhlar, maç öncesinde stat çevresinde ve maç esnasında ırkçı ve faşist sembolleri yoğun olarak kullanmışlardır.

Başta “bozkurt selamı” olmak üzere mehter marşlarından, “Ölürüm Türkiyem” ve “Ne mutlu Türk’üm diyene” gibi ırkçı ve faşist sloganları yoğun olarak kullanmışlardır.

Bu sembol ve marşların, Türkiye’de başta Kürt ulusu olmak üzere farklı azınlık milliyetlere ve yine Sünni İslam dışında başta Alevi inancı olmak üzere azınlık inançlara ve başta devrimciler olmak üzere her türden muhaliflere yönelik kitle katliamlarında, suikast, işkence ve baskı ve göç ettirmelerde kullanıldığı bilindiğinden, bu sembollerin Türkiye maçları öncesi ve sonrasında yoğun olarak kullanılmış olması, örgütlü ve planlı bir kampanyayla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

Türk milli takımının maçları sırasında örgütlenen bu ırkçı ve şoven gösterilerin doğrudan TC devleti tarafından konsoloslukları aracılığıyla örgütlendiği anlaşılmaktadır.

Hitler, Franko, futbol…

Demiral adlı futbolcunun “bozkurt selamı” ve sonrasında UEFA’nın bu selama ceza vermesi, ırkçı ve milliyetçiliğin köpürtülmesi amacıyla kullanılmıştır.

Futbolun geniş kitleler üzerindeki etkisinden de faydalanılarak Türk televizyonları-sosyal medya aracılığı ile Türk milliyetçiliğinin körüklenmesi tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Bu dalga AKP-MHP faşizmi tarafından bizzat körüklenmiştir. EURO 24 Futbol turnuvası, Türkiye’de ekonomik ve sosyal çöküntünün unutturulması için fırsat olarak ele alınmış ve Türk milliyetçiliğinin gövde gösterisine dönüştürülmüştür.

Emeklisinden işçisine, memurundan köylüsüne kadar, artık idare edilemeyen ekonominin başına getirilen M.Şimşek gibi İngiliz-ABD vatandaşı danışmanlar da ekonomik krize çare olamamışlardır. İlan edilmemiş iflas ile ekonomik-sosyal çöküntü yaşayan Türkiye’de halk, futbol ile uyuşturulup zehirlenmektedir.

Bu vahim tablo II. Dünya Savaşı’nda A.Hitler’in müttefikleri İspanya-İtalya-Portekiz’de de yaşandı. Hitler’in de desteğini alan İspanya’da Franco faşizmi, iç savaş ve onca ekonomik yıkıma karşılık halkı nasıl kontrol altında tuttuğunu soranlara “Onları, yüz binlik beşiklerde uyutuyorum” demişti. Koyu bir Real Madrid taraftarı olan Franco, Real Madrid’e maddi ve manevi destekte bulunmayı ihmal etmemiştir.

Real Madrid bu yüzden kralın takımı olmuştur. İspanya’dan ayrılmayı, baskılara karşı hak ve özgürlükleri arayışı içerisinde olan Bask ve Katalan’ların takımı ise Barcelona olmuştur. Faşist Franco İspanyasının komşu ülkesi Portekiz’i 1932’den 1968’e kadar yöneten Salazar’da diktatörlüğünü 3F (Futbol-Fado-Fiesta) borçlu olduğunu ifade etmektedir. Kısacası futbol, kitleler üzerinde etki etmede, halkı meşgul etmede başarılı bir araç olarak kullanılmış, üstelik de bu “sihirli oyundan” para kazanılmıştır.

Futbolun bu kadar güçlü, toplumu bu kadar harekete geçiren bir araç olması, Türkiye’de faşist iktidarın işçi sınıfını ve halk kitlelerini sömürü, kültürel yozlaşma ve asosyalleşmenin bir aracı olarak kullanmasına neden olmuştur. Açlığın ve yoksulluğun kol gezdiği ülkemizde, çok büyük bedellerle inşa edilen statlar, kulüplerin vergiden muaf tutulması ve borçlarının silinmesi, futbolculara ödenen akıl almaz ücretler vb. yaşanan ekonomik çöküntünün gizlenmesi ve kitlelerin isyan etmemesi içindir.

Faşist M.Demiral’ın bozkurt işaretinden sonra, EURO 24 Avrupa şampiyonasında tehlikeli boyutlara ulaşan Türk milliyetçi taraftarların saldırgan davranışları, Alman Anayasası Koruma Teşkilatı BfV tarafından görülmüş “Avrupa’daki Türk aşırı sağı iç güvenlik açısından tehdit oluşturmaya başlamıştır” derken, Alman medyası, “Ülkücü şiddet tehdidi yasaklanmalı”, Alman İçişleri Bakanı N.Faeser ise “Türk aşırı sağcılarının işaretlerinin bizim stadyumlarda yeri yok” diyerek tehlikeyi işaret etmişlerdir.

Çünkü AKP-MHP iktidarının, Avrupa’da sosyal tabanını oluşturan, Türk istihbaratı tarafından desteklenen ve bir güç haline gelen ülkücü ve siyasal İslamcı paramiliter çeteler, Avusturya’da 2019’dan, Fransa’da 2020’den itibaren yasaklanmıştır.

Avusturya galibiyetinden sonra çeyrek finale yükselen, Türkiye’nin istisnasız “sol”cusundan-sağcısına kadar herkes estirilen Türk şovenizmi dalgasına ortak olmuşlardır. “Bozkurt selamı”nı eleştiren, karşı çıkan, muhalif olan her kim varsa, vatan haini, düşman olarak görülmüş, linç kampanyaları ile hedef haline getirilmişlerdir. Göçmenlere düşmanlığı ile bilinen CHP Bolu Belediye başkanı Tanju Özcan ise M.Demiral’ın “Bozkurt işareti yapan heykelini Bolu’ya dikeceğim” diyerek gerçek yüzünü bir kez daha göstermiştir.

Fırsatı görüp durumdan vazife çıkaran Erdoğan, Türkiye ile Hollanda arasında oynanacak maçı statta izlemeyi ihmal etmemiştir. Yurt dışında teşhir ve tecrit olmuş, hiçbir devletin kabul etmediği Erdoğan, “işini gücünü” bırakarak 300 kişilik koruma ordusu ile Berlin sokaklarında şov yapmıştır. Kariyerini, popülaritesi Erdoğan’a biat ettikten sonra sıfıra düşüren, hiçbir prestiji kalmayan Mesut Özil’i de arkasına takarak Almanya’ya getirmesi ise dikkatlerden kaçmamıştır.

Bozkurt selamı; Irkçı, tekçi faşizmin sembolüdür

TC faşizminin bir futbol turnuvasını ırkçı ve şoven bir kampanyaya dönüştürmesi dikkatlerden kaçmamıştır.

“Bozkurt selamı” üzerinden estirilen ırkçı ve faşist dalga, bu selamın Türk ulusunun “milli değeri” olduğu safsatasına kadar vardırılmıştır. Oysa ki, bu “bozkurt selamı” demek Fırat Kalkanı -2016-, Zeytin Dalı-2018-, Barış Pınarı – 2019-, Artsakh’ta-2020-, Kürt ve Ermeni halkının topraklarının işgal edilmesi için, TBMM’de onaylanan tezkereden sonra, TSK-Ülkü Ocakları ve ISİD çetelerinin katliamlarını selamlamak demektir.

Artsakh’ta, Rojava’da işgal ve katliamları, onaylamak ve desteklemek anlamına gelir.

“Bozkurt selamı”nı savunmak, Roboski katliamında bütün aile fertlerini ve 11 akrabasını, kardeşi Serhat Encü’yü kaybetmiş olan, eski HDP milletvekili Ferhat Encü’nün aleyhine oluşturulan linç kampanyasına destek olmak demektir.

“Bozkurt selamı” yapmak ve savunmak, Ermeni halkının en değerli kalemlerinden, Hrant Dink’in katillerini onaylamak, desteklemek anlamına gelir. Ülkücü eli kanlı katil Ogün Samast’ın, “Ya sev ya terk et” sloganı ile tehdit etmekten çekinmeyip, hapishaneden ödüllendirilerek salıverilen katili savunmak demektir.

“Bozkurt selamı” vermek ve savunmak, 1915 yılında Türkiye’de yaşayan Ermeni-Rum-Yahudi halkların “Ne mutlu Türk’üm diyene”, “Türkiye Türklerindir”, diyerek, tehcir ve göçü onaylamak demektir. Daha yeni 2024 Türkiye’sinde bile göçmenlere karşı aynı zamanda, Türkiye’nin birçok ilinde başlayan pogromlarda görevlendirilen ülkücü-paramiliter güçleri onaylamak demektir.

Sokaklara-okullara Talat Paşa isminin verilmesinden sonra birçok ilerici-yurtsever-devrimci demokratın katledilmelerinde rol alan Katolik dünyasının ruhani lideri Papa II. Jean Paul’e suikast düzenleyen Abdullah Çatlı-Mehmet Ali Ağca-Haluk Kırcı gibi ülkücü katilleri selamlamak demektir.

Uyuşturucu taciri ve tescilli bir faşist olan, başta Hollanda’da Nubar Yalımyan’ın katledilmesinde rol oynayan aynı zamanda Ankara Bahçelievler’de 7 TİP üyesini vahşice katleden, bugün Nevşehir’de caddeye ismi “onur”la verilen Abdullah Çatlı adlı faşist katilin onaylanması anlamına gelir.

“Bozkurt selamı”nı savunmak Sivas’ta Madımak otele sığınan 33 aydın-sanatçı-yazarı diri diri yakmaktan bir an olsun tereddüt etmeyen, ülkücü ve yobaz güruha destek vermek anlamına gelir.

“Bozkurt selamı” binlerce devrimcinin ve ilericinin katledilmesinde rol oynayan ırkçı faşist anlayışın kendini meşrulaştırılması ve olağanlaştırılması demektir. Faşizmle ve onun temsil ettiği anlayışlarla uzlaşmamak, dahası görüldüğü yerde ezmek devrimci ve insani bir görevdir.

2569

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Özgür Gelecek

Komünistler mi Haklı Anarşistler mi ?

Sosyalizmi konuşacaksan  Anarşistlerle  konuşacan.

Partide esas  yoğunlaşmalı derken kendi öncülüklerinin tasdik edilmesini  anlayan insanlara  inanan köylülerle sosyalizmi konuşmayacan.

İnandıklarınıza  esasımız köylüdür deyince artık anlamamız gerekenin  kapitalizmle bağları en az olan sınıflardır diye hale niye söyleyemediklerini soramadığınızdan da faz geçiyorum   sosyalizmde ortaya çıkan  bürokrasizmi, lider sultasını..  sorarsanız,

Size verecekleri tek cevap:

"Siz geldiniz ya, sizi bekliyordum. Artık uzun bir yolculuğa çıkabilirim.’’ MERYEM BAKIRCIYAN

     Irksal, dinsel kültürel ayrımcılığı ömrünce bilfiil yaşadı. Faşist diktatörlüğün baskılarına seksen dokuz yıl yaşayarak tanık oldu. Diyarbakır’da eşinin ve kendinin gördüğü baskılar yetmezmiş gibi çocukları da akla gelmez baskılara maruz kalır. Irksal olduğu kadar dinsel baskıların haddi hesabı yoktur. Gördükleri baskılar öylesi bir hal alır ki artık dayanılmaz hal alır. Dinsel baskı artık çocuk yaşamlara kadar yansır.

Seçim Tiyatrosu ve esir figüranlar

Bir ağanın eli sopalı kâhyasını marabalarına seçtirmesi ile bu düzenin  cumhurbaşkanını halka seçtirmesi arasında esasta bir fark yoktur. Marabaların seçtiği kâhya nasıl ki marabaların değil de ağanın temsilcisi ise, bu düzende halka seçtirilen  cumhurbaşkanı da halkı değil devleti ve düzeni temsil eder. Kâhya görevi gereği ağaya, cumhurbaşkanı da doğal olarak kurulu düzene hizmet eder. Çünkü bu düzen öyle kurgulanmış ve anayasası, kanunları, yargısı, parlamentosu, silahlı kuvvetleri, emniyet ve istihbarat teşkilatı ve her derece bürokrasisiyle temelden çatıya kadar öyle inşa edilmiştir.

KÜRDİSTAN VE ORTADOĞU’DA NELER OLUYOR?

  Bölgemize ilişkin o kadar çok değerlendirme ve tahlil yapılıyor ki,  her gün yeni senaryo ve komplo teorileriyle uyanmaktayız. Başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere bütün emperyalistler kendi çıkarları doğrultusunda planlar yapmakta, dost ve düşmanlarını izledikleri siyasete göre belirlemektedirler. Zaman zaman taşeron örgütler oluşturarak taktikler ve politikalar üretmektedirler. Dinler arası savaşları kışkırtmakta böl- parçala -yönet politikasını çok muazzam işletmekte, uygulamakta ülkeleri, bölgeleri ve dünyayı yeniden düzenlemekte kendine uygun işbirlikçi faşist devletler vb.

Hangi “erkekliğe sığar”, “kadın dövmek”!

Seks işçilerine şiddet uygulayan Halk Cephesi'ne Yeni Demokrat kadın’dan (anlarsa!) bir soru:

Sıklıkla kullanılan bir deyim vardır: “Kadın dövmek, erkekliğe sığmaz!”

Erkek; eğer ki “kendisini aldatmamış”, “eline erkek eli değmemiş”, “kendisine karşı gelmemiş”, “ağzı var dili yok” bir kadına “durduk yere” şiddet uygulamışsa isyan edilir:

“Hangi erkekliğe sığar kadın dövmek?” (Hoş, kadın ne kadar bu toplumsal mağduriyet vasıflarına uysa da, kadına uygulanan erkek şiddetinin hep “haklı bir nedeni” var görülür.)

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, yönelimimiz ve Demirtaş’ın adaylığı

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine günler kala, mitingler, konuşmalar ve adayların vizyon-perspektif açıklamaları ile birlikte, adayların niteliğine, hedeflerine ve çalışmalarının mahiyetine dair tartışmalar gündemin büyük bölümünü kaplamış haldedir.

Seçimlerde taleplerimizle boykotu büyüt

Yeni bir seçim sürecine daha girildi. Seçim süreçleri, dönemsel özellikleri itibariyle taktik olarak önemlidir. Kimi zaman, sınıf mücadelesinin ortaya çıkardığı tablo, güç dengeleri, seçim süreçlerinin bir taktik olarak ele alınıp değerlendirilmesine elverişli olur. Böylesi dönemlerde, seçimlere dâhil olunarak politik yaklaşımız ortaya konulur. Bazen ise, seçimlere dâhil olmak sınıf mücadelesinin andaki gelişimine hizmet etmeyen bir süreç olarak ortaya çıkar. Böylesi durumlarda, boykot, politik bir tavır alış olarak gündeme gelir.

Tek ayaklı boykotçuluk ve utangaç verici tavırsızlık!

Cumhurbaşkanlığı seçimleri devrimci, demokratik ve halk saflarındaki siyasal kesimlerin aldığı tavra ve onu içeriklendirmesine bağlı olarak esasında bir turnosol işlevi de görmüştür. Birçok siyasal hareket süreçteki tavrını belli etmiştir. Bu tavırlar kabaca üç kategoriye ayrılabilir.

TKP/ML MK SB”“ROJAVA VE FİLİSTİN DEVRİMLERİ YAŞAYACAK, YAŞATACAĞIZ!

Emperyalist-kapitalist egemenliğin ölüm makineleri yine işbaşındadır. Ezilen halk ve ulusların isyan ve direnişlerini bastırmak, özgürlük ve kurtuluş mücadelelerini kanla boğmak için azgınca saldırıyorlar. Ortada “yeni” değil yinelenen bir durum var. Tekrarlanan bu saldırı ve katliamların başlıca nedeni; sistemlerinin her yerden delinmesi, en acımasız zorbalık rejimleri eliyle geliştirilen sömürü ve zulüm politikalarında “başarı” ve “istikrar” sağlama çabalarının boşa çıkmasıdır.

Habip'in (bitmeyen)Öyküsü

Arkadaşları bazen, "Tünelci,"diye takılırlardı ona. Kendine ait olmayan sahte Habip Gül adıyla yakalandığında onca işkenceye rağmen bu isimde ısrar etmiş, mahkemelerde birçok kez bu isimle yargılanıp cezalar almıştı. Mahmut Alınak, "Seni yazmak istiyorum, bir sakıncası yoksa bana yaşam öykünü yazar mısın?"diye sormuştu ona. Habip söz verdiği yazıyı 4 Haziran 1998'de ulaştırmıştı Mahmut Alınak'a. Ankara Ulucanlar Cezaevi' inde yaşamının sona erdirilmesinden 16 ay önce….

Tanktan duvar(lar)ı yıkan 15-16 Haziran'ın hatırlattığı (1)

“Beklenmedik olanı beklemedikçe, onu bulamayacaksın.”[2]

Turgut Uyar’ın, “Bizim haziranımız bir yıl kadar yetecektir dünyaya/ /Ve kuytularda, dağlarda, alanlarda/ Akıtılan ve akıp gelen kanlarda/ Bir sabah büyük büyük ateşler yanınca/ Eller temizlenecektir/ Bir tören olacaktır/ Ölülerimiz toplanacaktır,” dizelerinde betimlenen 15-16 Haziran başkaldırısı, tarihimizin büyük işçi isyanı olarak anılmaya değer devrimci praksisidir...

Sayfalar