Dersim 38’in bilinmeyen yüzü
Tarihi trajik olayları inceleyen uzmanlar, yaşananların hayatta kalanlar üzerindeki etkilerinin ömür boyu sürdüğünü söylüyor. Dersim özelinde bu durumun farklı bir boyutu da var. Devlet terörü kırımdan sonra da süreklilik gösterdiği için, yaşananlar anlatılabilen anılara dönüşemedi; geçmiş olarak değil, her gün tekrarlanabilen gerçeklikler olarak algılandı.
Dersim 1938’e ilişkin çalışmalarda ilgi odağını katliamın oluşturması, hayatta kalanların acılarına yeterince ses verilmemesi, bir eksiklik olarak göze çarpıyor. Anlatılması zor toplumsal trajedileri, bütünsel anlatımlarından çok yaşanmış özel olaylara dayanarak irdelemeye çalışırsak, söz konusu olayın boyutuna dair elde edeceğimiz resim, hem gerçekliği ete kemiğe büründürür, hem de hikâyesi genel içerisinde kaybolmuş acıların bireyselliğine değinilmiş olur.
Bu anlamda, Hozat ilçesine bağlı, eski ismi ile Bargini, yeni ismiyle de Karabakır köyünde yaşanan 38 Tertelesi’ne dikkat çekmek istiyorum. Toplumsal acıların, genelleştirilerek ve bundan ötürü öznelerinden soyutlanarak, anlam ve yaşanmışlıktan uzaklaştırıldığına sık rastlanır. Katliam kurbanlarının politik tartışmalarda istatistiksel, sayısal veriler olarak işlenmesi, onları yaşamsal ve insani öğelerinden arındırma tehlikesini de beraberinde getiri
Bu yazının amacı, kurbanların yaşadıklarına dikkat çekmek ve sadece sayısal veriler olarak gösterilmelerinin önüne geçmek. Yaşanan trajik ve inanılması güç hikâyeyi yazmayı uzun zamandır düşünüyordum. Fakat bu olayların dehşet boyutunda dramatik oluşu, acıları layıkıyla dile getirememe kaygısı bu yazının yazılmasını geciktirdi. Olayın, Dersim’de yaşanan bütün olaylardan farklı olarak, Hitler faşizminin gaz odalarının öncülü sayılabilecek bir ‘toplu insan yakma’ oluşu, bu acının dile getirilmesini daha da güçleştiriyordu.
Yaşlılar, kadınlar, gençler ve çocuklardan oluşan, silahsız 24 kişi, yakınları ve köylülerinin gözlerinin önünde toplanarak, asker eşliğinde, birkaç kilometre uzaklıktaki ‘kom’a (köylerde ahır ya da samanlık olarak kullanılan yer) götürüldüler ve devletin bekası için yakıldılar.
Dersimliler katliam anlatımlarına daima kendi yaşadıklarıyla başlarlar, çünkü her birinin bir yerinde anlatılmamış, dillendirilmemiş, ‘lal’ (dilsiz) acılar gizlidir. Ben de, anne ve babasını 38 Tertelesi’nde yitiren amcamın eşi Rane ile başlamak istiyorum yazıya. Çocukluğumda masal gibi dinlediğim bir hikâyesi vardı bu kadının. Rane, üç koca almak zorunda kalır. Eşlerinden ilki çığ altında kalınca saçlarını kesip saklamış, belki de yıllarca o saçlarla konuşmuş; ikinci eşini, kardeşleri sürgünde diye babasının mülküne sahip çıkmak için bırakıp gelmek zorunda kalmış; en sonunda amcamla evlenmiş. Bulduğu her fırsatta kendi kendine konuşan bu kadın, yalnızca amcamın eşi değil, hem anne ve babasını, hem de ailesinden on iki kişiyi Sekesur denen mevkide, sözünü ettiğim yakma olayında yitiren Seyid Turabi Baran’in kızı Rane Gürtaş’tı.
Çocukken hep onu izlerdik. Bir dakika yalnız kalınca başlardı kendi kendine konuşmaya. Çocuklar arasında alay konusu olurdu. Bu aslında toplumumuzun acılarını konuşmamasından değil, acıların henüz bilince çıkmamasındandı. Belki de onları bilince dönüştürme becerisi ve bilgisi eksikti ya da halen şok yaşıyorlardı.
‘Sakalınızı kesin’ emri
Yıl 1938, yer Hozat’ın Bargini köyü, mevsim yaz ve katledilenler yaylada. Askerler önce Hasan Cenan ve Turabi Baran’ın oğlu Aziz Baran’ı, Hozat ilçesindeki karakola çağırarak sakallarını kesmelerini, aksi halde öldürüleceklerini söyler. Hasan Cenan kendilerinin Alevi seyidlerinden (dedelerinden) olduklarını, başlarını verecek olsalar da sakallarını kesmeyeceklerini söyler. Aynı emir Turabi oğlu Aziz’e verildiğinde, o da “Dayımla sözüm birdir” der.
Daha sonra, devletin katletme fikrinde ciddi olduğunu anlayınca, dayı ve yeğen birlikte Hozat’a gidip sakallarını keseceklerini karakola bildirir. Karakol komutanı “Defterleriniz tutuldu, kararı geri almak imkânsız” der. Hasan ile Aziz, çocuklarına ve ailelerine bir şey olmasın diye sakallarını kesmeye karar verirler. Ama sakallarını kesmeleri, onların ve ailelerinden 20 kişinin Sekesur mıntıkasındaki kolda askerlerce yakılmasına engel oluşturmaz.
24 üyeli iki ailenin ölüm yürüyüşü şöyle gelişir: Katledilen Seyyid Turabi ve Seyyid Hasan aileleri, Dersim bölgesinin mürşid ocağı olan Axuçan soyundan olduklarından, silah taşımazlar. ‘Xane’ olarak adlandırılan bir derenin kenarında, yayladadırlar. Bir gün, az sayıda asker yaylalarına çıkar. Seyyid Hasan’ı ve 11 aile üyesini, Seyyid Turabi ve 11 çocuğunu ve torunlarını ve Sultan Güngör adlı kadını beraberlerinde alırlar. Seyid Turabi’nin büyük kızı Rane başka bir köyde, Koçan aşiretinden biriyle evli olduğundan; diğer çocukları Elif, İsmail, Ahmet ve Hasan ise sürüyü otlatmak için yabanda olduklarından, bu korkunç katliamdan kurtulurlar.
Bir askerin vicdanı
24 kişiyi Xane denen yayladan alıp Sekesur’e doğru yola çıkarlar. Seyid Hasan’in yaşlı annesi Xece (Hatice) hasta olduğundan yürüyemez; Xece oğlunun sırtına verilerek ölüm yürüyüşüne devam ettirilir. Askerler, kafilenin yavaşlamasına neden olduğu için kadını Deli Seyid mıntıkasında öldürüp üstüne taş yığarlar. Üstüne canlı canlı taş yığdırıldığı da söylenenler arasındadır.
Yolda Seyyid Turabi’nin oğlu Seyyid Aziz’in Kurmanci bir ağıt yakmasından etkilenen Pertek ilçesinin Pilvenk köylerinden olduğu söylenen bir askerin, Seyid Aziz’e “Aziz! Baksana ormanlar ne kadarda sık” diyerek kaçmalarını önerdiği ve Seyid Aziz’in katledileceklerine inanmadığından dolayı, kaçmayı düşünmediği anlatılır. Sekesur’a vardıklarında hepsi komdaki samanlığa doldurulurken Hasan’ın oğlu Dertli’in eşi Zeynep kaçıp ormanlık alana sığınır, askerler Zeynep’i bulmak için üç yaşındaki çocuğu Feramuz’u döverek ağlamasını sağlayıp, ormanda annesinin izini sürmek isterler. Tam anne çocuğunu çağırırken askerler tarafından yakalanıp, koma sokulmak istenir. Koma gitmemek için direnen kadın, silah dipçikleriyle dövülüp kanlar içinde bırakılarak, itile kakıla koma sokulur. Askerler direnen anneyle ilgilendiğinden üç yaşındaki Feramuz ormanda unutulur. Yaşlı, kadın, erkek, genç ve çocuktan oluşan yirmi üç kişi koma doldurularak devletin görevlendirdiği askerler tarafından yakılır. Üç yaşındaki Feramuz’un cesedi de daha sonraları gözleri oyulmuş vaziyette Sekesur çesmesinin yanında bulunur. Buraya kadar anlattıklarım, sadece Seyid Turabi ve Seyid Hasan ailelerinin yakılan 24 ferdiyle ilgili kısımdır.
Askerler, katliamın sonunda tekrar Bargini’ye gelip köylüleri toplayınca, sakallı seyidlerin çoğu sakallarını korkudan kesmek zorunda kalır. Bir sabah köylüler uyandıklarında askerlerin köyü kuşattıklarını görür. Askerler erkekleri Dersim mürşidi Axuçan’ın türbesinin önünde toplar. Kadınlar, askerlerin tecavüzden korunmak için, bellerine sardıkları kejiyi, kement şekline getirip Axuçan’ın türbesinin tavanına asarlar. Anlatımlara göre, o esnada biri erkek biri kadın iki köylü, Nahale Reis denen dereye doğru kaçar ve ansızın çöken bir sis perdesinden ötürü yakalanmazlar. Askerler ağır makineli olarak tanımlanan üç ayaklı bir silahı bir tümseğin üzerine kurup, namlusu köylülere çevrili bir şekilde yerleştirirler. İnciğa (Şimdiki adı Altınçevre) köyünde kendilerine rehberlik etmesi için getirdikleri Sünni ve Türk kökenli bir şahıs, katliamda görevli olan komutana “komutanım bunlar seyit, ellerine silah aldıkları görülmemiştir” der. Komutan söylenene kulak asmaz ve katliamı başlatmak için silahını ateşler. Silah birinci kez ateş almaz, iki kez daha dener, ama her seferinde de silah ateş almaz. Birden beyaz atlı biri elinde bir kâğıtla çıka gelir ve Fevzi Çakmak’tan “Katliam bitiş” emrini getirdiğini söyler. Hatta komutanın bu haberciye itiraz ettiği, onun da “ben size haberi ulaştırdım, gerisini siz bilirsiniz“ dediği anlatılanlar arasındadır.
Çocuklar sürgüne
Olay, köyde yaşanan katliamla sınırlı kalmaz. Koyun ve kuzu güttüğü için ölümden şans eseri kurtulan Turabi’nın dört çocuğu Ahmet, Hasan, İsmail ve Elif, Afyon Sandıklı’ya sürgüne gönderilirler. Katliamdan hemen sonra, evlerinin köylüler tarafından yağmalanması ve çocuk oldukları halde birinci derece yakınlarının bu çocuklara sahip çıkmamaları ve kendileri sürgündeyken mallarına yine bu yakınları tarafından el konulmak istenmesi, olayın toplumsal etik boyutunun tartışılmasını da zorunlu kılmaktadır. Afyon Sandıklı’ya gönderilen çocuklardan İsmail Baran bir süre sonra gizlice köyüne döner, dönüşünde köylüleri tarafında ihbar edildiğinden Afyon Sandıklı’ya geri dönmek zorunda kalır. Seyid Turabi’nın Koçan aşiretinde evli olan kızı Rane köye dönerek kardeşlerinin mal varlığına sahip çıkar, ta ki kardeşleri 1948’de köye geri dönene kadar. Rane’nin küçük kız kardeşi Elif, üç kardeşi İsmail, Hasan, ve Ahmet’le birlikte sürgünde kalır. O dönem aynı nedenlerden ötürü sürgünde olan Seyid Riza’nın kızı, yedi yaşlarında olan Elif’in bakımını üstlenerek sürgünde dayanışmanın saygın bir örneğini oluşturur.
Yakılarak katledilen iki aile
SEYİD TURABİ BARAN AİLESİ
1.Turabi Baran (1882-1938), 2.Turabi’nin eşi Şare Baran, aynı olayda yakılan Hasan Cenan’ın kızı (1885-1938), 3. Turabi oğlu Aziz Baran (1899-1938), 4. Turabi oğlu Ali Baran (1905-1938), 5. Turabi oğlu Mahmut Baran (1915-1938) , 6. Turabi oğlu İbrahim (1925-1938) , 7. Aziz eşi Fatma Baran (1897-1938), 8. Aziz oğlu Halil Baran (1925-1938) , 9. Aziz kızı Peruze Baran (1924-1938), 10. Aziz oğlu Ali Baran (1930-1938) , 11. Aziz oğlu Yusuf Baran (1931-1938) , 12. Aziz kızı Gülperi Baran (1933-1938).
SEYİD HASAN CENAN AİLESI
(doğum tarihlerine ulaşamadım)
1. Hatice Cenan yaşli kadın Hasan’ın annesi, 2. Hasan Cenan, 3. Hasan’in eşi Gülsüm Cenan, 4. Oğulları Dertli Cenan, 5. Dertli’nin eşi Zeynep Cenan, 6. Dertli ve Zeynep’in oğlu Feramuz (üç yaşında), 7. Hasan oğlu Ahmet Cenan, 8. Hasan oğlu Hıdır Cenan, 9. Hasan kızı Gare Cenan, 10. Hasan kızı İsmihan Cenan, 11. Hasan Besime Cenan, 12. Hasan kızı Sultan Cenan.