Çarşamba Kasım 13, 2024

TKP/ML Dava Tutsağı Erhan Aktürk: “Avrupa’da Gelişen Irkçılık”

kaypakkaya-partizan
Kamuoyunca “Münih Komünistler Davası” olarak bilinen dava tutsaklarından Erhan Aktürk’ün bizlere ulaşan “Avrupa’da Gelişen Irkçılık” konulu mektubunu taşıdığı haber değeri ve güncelliğinden dolayı olduğu gibi yayınlıyoruz.

 

“Son yıllarda, Avrupa’da hızla gelişen Faşist, Irkçı parti ve örgütlere dair yazdığım mektubumu sana gönderiyorum. Öncelikle insanlığın en büyük düşmanı olan ırkçılık ve ayırımcılık tarih sahnesinden hiç düşmedi. Geçmişten günümüze kadar gelişen bağımsızlık ve özgürlük mücadelelerine karşı hakim sınıflar tarafından ırkçılık önleyici bir silah olarak her daim devreye sokularak, ezme siyaseti uygulandı.

Yine Emperyalist, kapitalist sistemin yaşadığı ekonomik kriz, buhran ve kaos dönemlerinde (günümüzde olduğu gibi) ırkçılık sermayenin en temel siyaseti olarak, öne çıkmıştır. Özellikle 2008’de dünyayı sarsan mali kriz, henüz tam olarak atlatılmamışken, bugün yeni krizler kapıya dayanmış bulunmaktadır. Ve egemenlerin mevcut krizleri atlatmanın bir yolu olarak, içe dönük ırkçılığı geliştirmek, dışa yönelik ise, zengin coğrafyaların Pazar alanları üzerinde çatışma ve savaş siyasetini uygulamaktadırlar. Ve egemen sermaye bu özlemini gerçeğe dönüştürmek için her dönem olduğu gibi en ırkçı ve en şoven, faşist partileri iktidara taşıma ihtiyacı duymuşlardır. Bu anlamda 2016 ve 2017’de başta ABD olmak üzere Fransa’da, Almanya’da, Hollanda’da ve Avusturya’da yapılan parlamento seçimlerinde, aşırı ırkçı partilerin zaferi ile sonuçlandı. Donald Trump örneğinde olduğu gibi ABD’de iktidara geldiler. Ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde hükümet ortağı oldular. Bazı ülkelerinde ise ikinci yada üçüncü büyük partiler olarak parlamentolarda temsiliyet hakkı kazandılar.

Avrupa coğrafyasında bu ırkçı partiler; Sırbistan’da (Sırbistan Radikal Partisi), İsviçre’de (SUP), Avusturya’da (FPÖ-BZÖ), Norveç’te (İleri Adım Partisi),

Macaristan’da (JOOBİK), Çekya’da (ANO), Belçika’da (Ulamms Belang), Danimarka’da (DF) , Slovakya’da (SNS) , Bulgaristan’da (ATAKA), İtalya’da (Lega Nord), Yunanistan’da (Altın Şafak), Finlandya ‘da (Gerçek Finliler Partisi), İngiltere‘de (Ukip), Fransa’da (FN), Hollanda’da (PVV) v.b. gibi partiler son genel seçimlerde yüzde 10 ile 30 arasında oy aldılar. Almanya’da ise NPD’nin karışımı olarak, 2013 yılında kurulan AfD‘de 24 Eylül’de yapılan federal seçimlerde yaklaşık olarak 6 milyon seçmenin oyunu alarak, yüzde 12,6 gibi yüksek bir oranla parlamentoya 92 milletvekilini göndermiştir. Zira bu mevcut tabloya baktığımızda, günümüzde bu ırkçı ve faşist partilerin bu kadar güçlenmeleri elbette ki bir tesadüf sonucu değildir. Tamamen içinde bulunduğumuz tarihsel sürecin siyasal ürünü olarak geliştiler. Bu nedenle yaklaşık olarak 7 yıldan bu yana Ortadoğu’da ( Suriye’de ) kesintisiz devam eden emperyalist paylaşım savaşının sonuçları olarak, hem ırkçılığın gelişmesine hem de ırkçı partilerin gelişmesine önemli oranda zemin sundu. Yine savaş ile birlikte egemen güçler yeni sömürü ve kar paydaları yarattılar. Ezilen halkların payına da, ölüm, yoksulluk, işsizlik, ve yerinden yurdundan göç etmek düştü. Yıkıcı savaşın neticesinde mağdurlar kitlesel göç halinde emperyalist ülkelerin kapılarına dayanınca, ırkçı ve faşist partiler için bulunmaz fırsat değerinde bir propaganda malzemesi ortaya çıktı. Yaşanan insanlık trajedisini kötü emelleri için yoğun propaganda aracı olarak kullanan ırkçı partiler çığ gibi güçlenerek, sahneye çıktılar. Ve bu gün iktidarlarına gelecek kadar, yakınlaşmış bulunuyorlar. Almanya’da ise, AfD partisi ırkçı hayallerini gerçekleştirmek ve süreci kendi lehine dönüştürmek için hoyratça kullandı. Ortaya saçtığı zehirli politikalarıyla, göçmen kitlelere yönelik kin ve nefret tohumları atarak halkların birlikte yaşamasını düşmanca ayrıştırdı. Diğer yandan da aldığı güçlü kitle desteğiyle parlamentonun üçüncü büyük partisi olarak yerini aldı. Aslında bu durum beklenen bir gelişmeydi. 2013 yılında yapılan genel seçimleri az farkla kaybeden AfD, 2013 sonrası eyaletlerde güçlenerek bu günü işaret ediyordu. Ayrı etten 2016’nın Nisan sonu ve Mayıs ayının ilk günlerinde, toplanan AfD parti kongresinde, Sermaye sınıfının çıkarlarına uygun kararlarda alarak kendisini konumlandırdı. Bu kararlardan öne çıkan bazıları şunlardır; Asgari ücret kaldırılmalı, işyeri güvenlik yasası kaldırılmalı, zengin şirketlerin vergileri düşürülmeli, Üniversitelere giriş zorlaştırılmalı, yoksullara verilen sosyal haklar kısıtlandırılmalı, Gençlik ceza yasası yaşı 12’ye indirilmeli ve göçmenlerin ülkeye girişi durdurulmalı. Yine Din, Vicdan ve inanç özgürlüğü alanında birçok karar alarak azınlık halklara dönük kısıtlayıcı ve önleyici görüşleri parti programlarına koydular. Bu ırkçı ve ayrımcı politik görüşleri doğrultusunda yapılan araştırma sonuçlarında, gelir düzeyi ortalama ve ortalamanın üzerinde olan zengin kitlelerden oy almıştır. Ve AfD zengin kesimlerin desteğiyle elde ettiği Parlamento kürsüsünde, ırkçı ve ayrımcı politikaları körüklemeye devam edecektir.

Diğer bir önemli konuda kuşkusuz tüm bu ırkçı partilerin ruh ikizleri olan Avrupa’da kurulan ırkçı, şovenist göçmen partileridir. Bunlar Almanya’da BİG (Yenilik ve Adalet Partisi), AD (Allianz Deutscher Demokraten) Hollanda‘da DENK (EEN Nieune politiche Beweging) bu partide 2017 Mart ayında Hollanda‘da yapılan genel seçimlerde yüzde 2,1 oy alarak 3 milletvekili ile parlamentoya girdi. Fransa’da PEJ (Eşitlik ve Adalet Partisi) Avusturya’da NBZ (Gelecek için yeni hareket) bu partilerin tamamı R.T. Erdoğan’ın paravan ve uydu partileri konumundalar. Bu bakımdan Fransa’da, Hollanda’da, Avusturya’da ve en son Almanya’da yapılan genel seçimlerde bu partiler kendi adıyla seçimlere katıldılar. Seçimin propaganda çalışmalarında faşist R.T. Erdoğan’ın söylem ve deyimlerini slogan haline getirdiler. Ayrı etten Erdoğan’ın fotoğraflarını da seçim afişlerinde kullanarak, Avrupa sokaklarında propaganda faaliyeti yürüttüler. Bu ırkçı, şoven ve dinci partilerin kitle temelini DİTİB ve Ülkü Ocakları oluşturmaktadır. Bu gerici Türk Parti ve kurumları

Avrupa’da yaşayan yerli ve göçmen halklara siyaset yapma yerine bulundukları ülkelerde faşist Erdoğan ve partisi AKP için lobi çalışması yapıyorlar. Diğer taraftan da T.C devletine muhalif olan bu nedenle yaşamını Avrupa’da sürdürmek durumunda kalmış tüm kesimlere istihbarat çalışması yapmaktadırlar. Toplanan bilgileri de AKP iktidarına aktarmaktadırlar. Verilen bu istihbarat bilgiler doğrultusunda AKP’ye muhalif olan, devrimci, demokrat ve yurtsever kesimlere dönük komplo ve suikast planları yapılmaktadır. Yine bu paravan kurumların Türkiye’ye verdiği istihbaratla Avrupa’da ki göçmen, demokratik, yasal kurumları ‘’Terörist’’ yaftası altında sürekli gündemleştiren Faşist R.T. Erdoğan, Avrupa’ya karşı baskı ve şantaj siyaseti yürütmektedir.

Bu gerçeklerden hareketle, ismi geçen bütün yerli ve göçmen ırkçı partilerin temelde sınıfsal karakteri aynıdır. İdeolojik olarak aynı kaynaktan besleniyorlar. Irkçı ve faşist ideolojinin coğrafyası, mekanı ve zamanı yoktur. Her yerde, her daim rengi aynıdır. Bu temel nedenler ışığında, insanlığın en büyük düşmanı olan ırkçılık ve ayrımcılık güçleniyor. Bu güçlenmeye ön ayak olan egemen sınıflar, geçmişten günümüze kadar faşist, ırkçı parti ve örgütleri bağırlarında korudular, beslediler ve büyüttüler. Bütün ırkçı saldırılar görmezden geçinerek adeta tolere edildiler.

Irkçı saldırılara karşı açılan davalar, ya düşürüldü, yada az ve komik cezalarla geçiştirildiler. Egemenler ırkçı parti ve örgütleri her dönem can simidi olarak kullandılar. Ve kullanmaya devam ediyorlar. Bunun içindir ki günümüzde ırkçı, faşist partilerin program ve söylemlerini ‘‘Popülistlik, Aşırılık’’ gibi tanımlamalarla kitlelerin bilincini bulandırmaya çalışıyorlar. Egemenlerin yaptığı bu manipülatif söylemlerle, ırkçı, faşist parti ve örgütleri ideolojik kökünden kopartarak üstünü örtmektedirler. Yine Faşist ve Irkçı saldırıların içini boşaltarak faşizmin insanlığa karşı işlediği suçlarını hafifletiyorlar. İşte egemenlerin ırkçılığa yaklaşımı bu gerçeklerde gizlidir.

Yine bu mevcut durumun diğer yüzünde ise, günümüzün 510 milyonluk zengin Avrupa’sında 119 Milyon kişi işsizdir. Refah düzeyinin yüksekliği ile övünülen bu coğrafyada 4 milyon insan evsizdir. Sokakta yatıp kalkmaktadırlar. Sefalet ve yoksulluk nedeni ile dilencilik artmaktadır. Çöplerde yiyecek toplama alışkanlığı günlük yaşam biçimine dönüşmüştür. Demokratik hak ve özgürlükler rafa kaldırılmıştır. Ve birçok Avrupa ülkesinde düşünce özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü sadece kağıt üzerinde geçerliliği kalmıştır. Politik faaliyet ve aktiviteler yürütmek adeta suç sayılmaktadır. Demokratik yasal kurumlara karşı yoğun baskılar, yasaklamalar, soruşturmalar ve tutuklamalar olağan bir duruma gelmiştir. Ve ezilen halklara dönük saldırılar gün be gün artmaktadır. İşte tüm insanlık için yıkım olan bu gelişmelerin tek esas sorumluları emperyalist egemen sınıflardır.

Sonuç olarak: bu nesnel tabloda ortaya çıkan esas nokta bu gün olduğu gibi, gelecekte de, ezilen yerli ve göçmen ezilen halkları zor günler beklemektedir. Bu günlerin umutlu yarınlara evrilmesi için, Anti – Faşist, Anti – Emperyalist geniş demokratik kitlesel birliklerle ortak mücadelenin örülmesi günümüz açısından elzemdir.

 

ERHAN AKTÜRK

12 Kasım 2017

Landshut Hapishanesi” 

1698