Perşembe Mayıs 9, 2024

2014ʼten 2015ʼe çakal tedirginliği

Bir yılı geride bırakıp yeni bir yıla girerken hem dünyada hem Türkiye’de yaşanan gelişmelere dair kısa bir değerlendirme yapmak yararlı olacaktır. 2014 yılı hem enternasyonal proletarya hem de Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı açısından yoğun bir sömürü, baskı ve katliamın yanında; buna paralel isyan, direniş ve mücadeleyle dolu bir yıl oldu. Dünya proletaryası ve ezilen halklar, kendilerine dayatılan yaşam koşullarına karşı isyan etti, sokaklara çıktı ve meydanları doldurdu. Bu isyanların kimileri kazanımla, kimileri ise yenilgiyle sonuçlandı. Kabul etmek gerekir ki; bu gelişmelerin hepsini burada değerlendirebilmenin koşulu bulunmamaktadır. Dolayısıyla sadece genel bir değinmeyle yetinme zorunluluğumuz olduğunu hatırlatmakta yarar var. Dünya üzerinde emperyalist kapitalizmin süregelen krizinin etkileri geride bıraktığımız yılda da kendisini göstermeye devam etmiştir. Bu gerçeği emperyalist sermayenin savunucularından bazıları da ifade etmektedir. Nitekim emperyalist ülkeler arasında yaşanan çelişkiler ve bunun sonucu olarak yer yer süren vekâlet savaşları, bu krizin sonuçları olarak önceki yıllardan devralınıp sürdürülmüştür. Buna rağmen 2014 yılında ön plana çıkartılan ve tartışılan emperyalist kapitalist sistemin krizi değil, daha çok bu krizin doğrudan ürünleri olarak ortaya çıkan çelişkiler ve çatışmalar olmuştur.

Örneğin ABD-Rusya arasında yaşanan “Ukrayna Krizi” ve bunun etrafında dönen kapışma, Suriye’de süren emperyalist ve bölgesel gericilik destekli iç savaş; bir katliamcılar örgütü olarak desteklenen ve beslenen IŞİD’in hem Irak’ta hem de Suriye’de uyguladığı vahşet ve katliam; pek tabii ki İsrail Siyonizmi’nin saldırıları vb. tartışılan gündemler oldu. 2014’te de kapitalist emperyalist sistemin insanlığın geleceğine dair bir şey veremeyeceği aksine daha fazla yıkım, sömürü ve katliam vaat ettiği görülmekle kalmamış, pratikte de bir kez daha tecrübe edilmiştir. Sadece vekâlet savaşları anlamında değil, sınırsız kâr hırsıyla devam ettirilen çevre ve doğa katliamlarının yanında, Ebola gibi salgın hastalıklarla mücadeleyi kendilerine dokunmadığı için yerine getirmeyen bir sistem ve onun sahiplerinden bahsediyoruz. Bu bağlamda emperyalist kapitalizmin yaşadığı krizin sonuçlarının somutlanması olarak, bir yanda dünyanın çeşitli bölgelerinde emperyalist sermayenin çıkarları doğrultusunda savaşlar, çatışmalar ve saldırılar yaşanmaya devam etmekte, binlerce insan bu çatışmalarda ölmekte, sakat kalmakta ya da yerinden yurdundan edilmektedir. 2014 yılında başta bu çatışmalar olmak üzere, insanlığa dayatılan yaşam koşulları nedeniyle göçmenlik olgusunun daha da arttığına tanık olunmuştur. Milyonlarca insanın yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kaldığı, binlercesinin bu göç sırasında katledildikleri bir durumdan bahsedilmektedir. Kriz emperyalist merkezlerde de etkisini sürdürmekte, bunun sonucu olarak örneğin Avrupa’da göçmenlere ve Müslümanlara yönelik giderek artan saldırganlık ve ırkçılık ortaya çıkmakta ya da ABD’de olduğu gibi Siyahîlere yönelik devlet destekli saldırılar artarak sürmektedir. Kuşkusuz ki bu uygulamalara karşı işçi sınıfının ve halkın tepkisi ortaya çıkmakta, yer yer eylemlerle ifade edilmektedir.

Ancak emperyalist krizin en çok etkilediği coğrafyalar, yarı-sömürge, yarı-sömürge yarıfeodal ülkelerin bulunduğu Latin Amerika ve Asya kıtalarındaki ülkeler olmuştur. Birkaç yıl öncesinden başlayan ve “Arap Baharı” olarak tanımlanan, Kuzey Afrika ve Arap coğrafyasında yaşanan halk isyanları geriye çekilmiş, yer yer hareketin önderliği başka hâkim sınıf klikleri tarafından ele geçirilip kurulu düzen tahkim edilmişse de, bu coğrafyalarda işçi sınıfının ve halkların isyanı çeşitli biçim ve içeriklerde devam etmiştir. Bu vesileyle 2014 yılı, bir kez daha “dünyanın kırları”nın ve bu anlamıyla “devrimin fırtına merkezleri” olarak Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri olmaya devam ettiğini göstermiştir.

Bu noktada ayrıca kaydetmekte yarar vardır. Ortadoğu’nun kadim halklarından olan Kürtler, dört parçaya ayrılmış ve bu anlamıyla da farklı uluslaşma yaşamış olsalar da tarihlerinde ilk kez önemli oranda birlikte hareket etme imkânını yakalamışlardır. Bunda IŞİD’in Şengal’e ve ardından da Kobane’ye saldırması etkili olmuştur. Kürtler Kobane’de tarihsel bir direniş ortaya koymuşlar ve bu direniş daha şimdiden Kürt ulusunun bilincinde önemli bir yer edinmiştir. 2014 yılında da emperyalist kapitalist sisteme tüm varlığıyla bağlı olan Türk hâkim sınıfları ve onların devleti, uygulanan politikalardan doğrudan etkilenmeye devam etti. Örneğin bu çelişkilerinin Türk hâkim sınıflarına yansımasının bir boyutu da “yeni Osmanlıcılık” adı altında Ortadoğu’ya açılan seferin hüsranla sonuçlanması olmuştur. TC devletinin başta Suriye, Irak ve Mısır politikaları olmak üzere Ortadoğu’da yürüttüğü politikalar tam anlamıyla karşıtına dönüşmüştür. Bu durumu anlatmak için icat edilen “değerli yalnızlık” kavramı bile işe yaramamıştır. 2015 yılı bu “değer”in ne menem bir şey olduğunu fazlasıyla gösterecektir.

Ve Türkiye: Hiç Bitmedi ki!

Her ne kadar R. T. Erdoğan, “Türkiye paralel yapıyla mücadelesini kazandı” (24 Aralık) dese de, bütün bir yıl boyunca korkusunun sürdüğünü kaydetmek gerekir. Bu ifadeler, R. T. Erdoğan ve onun temsil ettiği şebekenin Gülen Cemaati’nin 17–25 Aralık operasyonları karşısında yaşadığı sarsıntının atlatıldığına işarettir. Öldürmeyen her darbenin güçlendireceği gerçeğine bağlı olarak 2014 yılında Erdoğan ve hempaları, Gülen Cemaati‘ne karşı tasfiye operasyonlarına hız vermişlerdir. Son operasyonlar ve ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla belli bir sonuç aldıklarını düşünmektedirler.

2014 yılına hâkim sınıflar açısından damgasını vuran bu gelişmelerin nedeni olarak Türk hakim sınıflarının kendilerini İslamcı olarak tanımlayan iki kliğinin iktidar dalaşı olduğunu, bu dalaştan işçi sınıfı ve halk yararına bir sonuç çıkmasının mümkün olmadığını birçok kez ifade etmekle birlikte; başta Erdoğan ve şebekesi olmak üzere, Cemaat de dahil bir bütün Türk hakim sınıf kliklerinin esas korkusunun işçi sınıfı ve halkın mücadelesi olduğunu kaydetmek gerekir. Bunun en önemli göstergesi halka yönelik saldırıların tüm hızıyla sürmesidir. Son olarak “hırsıza hırsız, katile katil” dediği için Konya’da 16 yaşında bir çocuğun tutuklanması, İzmir’de Gezi eylemlerine katılan çocuklara hapis cezası verilmesi gibi gelişmeler, Gezi’nin ve dolayısıyla korkusunun halen sürdüğüne işaretidir. Türk hâkim sınıflarının tedirginliği nedensiz değildir. Başta Erdoğan ve suç şebekesi olmak üzere Türk hâkim sınıfları, asıl tehlikenin işçi sınıfı ve emekçi halktan geldiğinin farkındadırlar. Cemaat ve onun kriminalize edilmiş tanımlaması “paralel yapı”ya yönelik mücadele adı altında çıkartılan yasaların hedefinde esas olarak devrimciler, işçi sınıfı ve halk vardır. Devlet denen aygıtın bütün uygulamaları, hâkim sınıfların kendi aralarında dalaş olsa bile, esas olarak temsil ettiği sınıfın çıkarlarını hayata geçirmeye programlanmıştır. Çıkartılan yasaların ve fiiliyatta uygulananların bu çıkarlara hizmet ettiği geride bıraktığımız yılda fazlasıyla görülmüştür. Örneğin; her gün ortalama dört işçi iş kazaları adı altında katledilirken, bu rakamlar Soma’da, Torunlar’da, Ermenek’te tavan yaparken, sorumlu olanlar bırakalım hesap vermeyi, işçi sınıfına ve halka saldırmaktan geri durmamışlardır. Devletin attığı her adım işçi sınıfına saldırı olarak yansımıştır. Bu nedenle Kütahya Seyitömer işçilerinden, Cam işçilerine, Yatağan’dan Soma’ya ve Ermenek maden işçilerine kadar işçi sınıfı; hem kendilerine dayatılan kölece çalışma koşulları sonucunda ölümüne çalışmaya, hem de taşeronlaştırma ve güvencesizleştirmeye karşı direniş bayrağını kaldırmışlardır.

Geride bıraktığımız yıl, bir yandan kadın katliamlarının tüm hızıyla sürdüğü ama buna karşı da kadın örgütlerinin direnişinin de yükseldiği bir yıl olmuştur. Benzer durumun diğer bütün mücadele alanları için geçerli olduğunu kaydetmek gerekir. Nerede bir baskı, zulüm ve katliam varsa orada direniş geliştirilmiş, karşı koyuş örgütlenmiştir. Faşizmin teslim alma saldırılarına yanıt olunmuş, çakalların ulumasına tepkisiz kalınmamıştır. İşte tam da bu nedenle faşizm rahata ermemiş, tedirginliğini üzerinden atamamış, her fırsatta “kamu düzeni”nden bahseder olmuştur.

Kürt halkına yönelik saldırıların, sürdürüldüğü ifade edilen “çözüm süreci”ne rağmen tüm hızıyla devam ettiğini kaydetmek gerekir. Yılın sonlarına doğru yaşanan Kobane Serhildanı’na yönelik faşist devlet saldırganlığı sonucunda onlarca insanın katledilmesi ve binlerce insanını gözaltına alınması ve yüzlercesinin tutuklanması bu saldırganlığın son örneğidir. Buna rağmen Kürt halkı 2014 yılında da direniş bayrağını dalgalandırmaya devam etmiştir. Kobane direnişi bu anlamda sadece Kürt halkına değil, bilinçleri şovenizmle zehirlenmemiş Türkiyeli devrimcilere de ilham kaynağı olmuş, direniş ateşini harlamıştır. Türk hâkim sınıflarının en büyük korkusunun, Gezi’yle ortaya çıkan halk isyanının, Kürt hareketiyle birleşme ihtimali olduğu, 2014 yılında uygulamaya konulan politikalardan rahatlıkla anlaşılabilir. Bu tür bir birlikte hareket etme hali ya da diğer bir ifadeyle demokratik devrim çizgisi, hakim sınıfların iktidarını hedef alan bir perspektifle ortaya çıktığında, iktidarlarının bir gün bile ayakta duramayacağının farkındadırlar. Onlar başta Kürt halkı olmak üzere, bir bütün Türkiye halkına karşı işledikleri suçların hesabının sorulması korkusuyla yaşamaktadırlar. Saraylarında güvende olmadıklarının farkındadırlar. Zaten tam da bu korku nedeniyle Erdoğan her fırsatta Gezicileri anmakta ve nedense “paralele karşı kazandıkları zaferi” Gezi’ye karşı da kazandıklarını söyleyememektedir! Her fırsatta Gezi’yi karalamaya çalışmaları bu yüzdendir. Ama korkunun ecele faydası yoktur. Onlar her ağızlarını açtığında duyduğumuz şey çakalların ulumasıdır. Varsın ulusunlar! Bizler ise Türkiye işçi sınıfının ve halkının oğulları ve kızları olarak, Gezi şehitlerinin, Kobanê dayanışmasında şehit düşen devrimcilerin ardından yeni yılda da yürümeye ve mücadeleye devam edeceğiz. 2015, toprağa düşenlerin düşlerini gerçekleştirme, çakalların tedirginliğini ise kuvveden fiile çıkarma yılı olacaktır.

69575

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Sayfalar