Çarşamba Mayıs 8, 2024

2014ʼten 2015ʼe çakal tedirginliği

Bir yılı geride bırakıp yeni bir yıla girerken hem dünyada hem Türkiye’de yaşanan gelişmelere dair kısa bir değerlendirme yapmak yararlı olacaktır. 2014 yılı hem enternasyonal proletarya hem de Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı açısından yoğun bir sömürü, baskı ve katliamın yanında; buna paralel isyan, direniş ve mücadeleyle dolu bir yıl oldu. Dünya proletaryası ve ezilen halklar, kendilerine dayatılan yaşam koşullarına karşı isyan etti, sokaklara çıktı ve meydanları doldurdu. Bu isyanların kimileri kazanımla, kimileri ise yenilgiyle sonuçlandı. Kabul etmek gerekir ki; bu gelişmelerin hepsini burada değerlendirebilmenin koşulu bulunmamaktadır. Dolayısıyla sadece genel bir değinmeyle yetinme zorunluluğumuz olduğunu hatırlatmakta yarar var. Dünya üzerinde emperyalist kapitalizmin süregelen krizinin etkileri geride bıraktığımız yılda da kendisini göstermeye devam etmiştir. Bu gerçeği emperyalist sermayenin savunucularından bazıları da ifade etmektedir. Nitekim emperyalist ülkeler arasında yaşanan çelişkiler ve bunun sonucu olarak yer yer süren vekâlet savaşları, bu krizin sonuçları olarak önceki yıllardan devralınıp sürdürülmüştür. Buna rağmen 2014 yılında ön plana çıkartılan ve tartışılan emperyalist kapitalist sistemin krizi değil, daha çok bu krizin doğrudan ürünleri olarak ortaya çıkan çelişkiler ve çatışmalar olmuştur.

Örneğin ABD-Rusya arasında yaşanan “Ukrayna Krizi” ve bunun etrafında dönen kapışma, Suriye’de süren emperyalist ve bölgesel gericilik destekli iç savaş; bir katliamcılar örgütü olarak desteklenen ve beslenen IŞİD’in hem Irak’ta hem de Suriye’de uyguladığı vahşet ve katliam; pek tabii ki İsrail Siyonizmi’nin saldırıları vb. tartışılan gündemler oldu. 2014’te de kapitalist emperyalist sistemin insanlığın geleceğine dair bir şey veremeyeceği aksine daha fazla yıkım, sömürü ve katliam vaat ettiği görülmekle kalmamış, pratikte de bir kez daha tecrübe edilmiştir. Sadece vekâlet savaşları anlamında değil, sınırsız kâr hırsıyla devam ettirilen çevre ve doğa katliamlarının yanında, Ebola gibi salgın hastalıklarla mücadeleyi kendilerine dokunmadığı için yerine getirmeyen bir sistem ve onun sahiplerinden bahsediyoruz. Bu bağlamda emperyalist kapitalizmin yaşadığı krizin sonuçlarının somutlanması olarak, bir yanda dünyanın çeşitli bölgelerinde emperyalist sermayenin çıkarları doğrultusunda savaşlar, çatışmalar ve saldırılar yaşanmaya devam etmekte, binlerce insan bu çatışmalarda ölmekte, sakat kalmakta ya da yerinden yurdundan edilmektedir. 2014 yılında başta bu çatışmalar olmak üzere, insanlığa dayatılan yaşam koşulları nedeniyle göçmenlik olgusunun daha da arttığına tanık olunmuştur. Milyonlarca insanın yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kaldığı, binlercesinin bu göç sırasında katledildikleri bir durumdan bahsedilmektedir. Kriz emperyalist merkezlerde de etkisini sürdürmekte, bunun sonucu olarak örneğin Avrupa’da göçmenlere ve Müslümanlara yönelik giderek artan saldırganlık ve ırkçılık ortaya çıkmakta ya da ABD’de olduğu gibi Siyahîlere yönelik devlet destekli saldırılar artarak sürmektedir. Kuşkusuz ki bu uygulamalara karşı işçi sınıfının ve halkın tepkisi ortaya çıkmakta, yer yer eylemlerle ifade edilmektedir.

Ancak emperyalist krizin en çok etkilediği coğrafyalar, yarı-sömürge, yarı-sömürge yarıfeodal ülkelerin bulunduğu Latin Amerika ve Asya kıtalarındaki ülkeler olmuştur. Birkaç yıl öncesinden başlayan ve “Arap Baharı” olarak tanımlanan, Kuzey Afrika ve Arap coğrafyasında yaşanan halk isyanları geriye çekilmiş, yer yer hareketin önderliği başka hâkim sınıf klikleri tarafından ele geçirilip kurulu düzen tahkim edilmişse de, bu coğrafyalarda işçi sınıfının ve halkların isyanı çeşitli biçim ve içeriklerde devam etmiştir. Bu vesileyle 2014 yılı, bir kez daha “dünyanın kırları”nın ve bu anlamıyla “devrimin fırtına merkezleri” olarak Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri olmaya devam ettiğini göstermiştir.

Bu noktada ayrıca kaydetmekte yarar vardır. Ortadoğu’nun kadim halklarından olan Kürtler, dört parçaya ayrılmış ve bu anlamıyla da farklı uluslaşma yaşamış olsalar da tarihlerinde ilk kez önemli oranda birlikte hareket etme imkânını yakalamışlardır. Bunda IŞİD’in Şengal’e ve ardından da Kobane’ye saldırması etkili olmuştur. Kürtler Kobane’de tarihsel bir direniş ortaya koymuşlar ve bu direniş daha şimdiden Kürt ulusunun bilincinde önemli bir yer edinmiştir. 2014 yılında da emperyalist kapitalist sisteme tüm varlığıyla bağlı olan Türk hâkim sınıfları ve onların devleti, uygulanan politikalardan doğrudan etkilenmeye devam etti. Örneğin bu çelişkilerinin Türk hâkim sınıflarına yansımasının bir boyutu da “yeni Osmanlıcılık” adı altında Ortadoğu’ya açılan seferin hüsranla sonuçlanması olmuştur. TC devletinin başta Suriye, Irak ve Mısır politikaları olmak üzere Ortadoğu’da yürüttüğü politikalar tam anlamıyla karşıtına dönüşmüştür. Bu durumu anlatmak için icat edilen “değerli yalnızlık” kavramı bile işe yaramamıştır. 2015 yılı bu “değer”in ne menem bir şey olduğunu fazlasıyla gösterecektir.

Ve Türkiye: Hiç Bitmedi ki!

Her ne kadar R. T. Erdoğan, “Türkiye paralel yapıyla mücadelesini kazandı” (24 Aralık) dese de, bütün bir yıl boyunca korkusunun sürdüğünü kaydetmek gerekir. Bu ifadeler, R. T. Erdoğan ve onun temsil ettiği şebekenin Gülen Cemaati’nin 17–25 Aralık operasyonları karşısında yaşadığı sarsıntının atlatıldığına işarettir. Öldürmeyen her darbenin güçlendireceği gerçeğine bağlı olarak 2014 yılında Erdoğan ve hempaları, Gülen Cemaati‘ne karşı tasfiye operasyonlarına hız vermişlerdir. Son operasyonlar ve ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla belli bir sonuç aldıklarını düşünmektedirler.

2014 yılına hâkim sınıflar açısından damgasını vuran bu gelişmelerin nedeni olarak Türk hakim sınıflarının kendilerini İslamcı olarak tanımlayan iki kliğinin iktidar dalaşı olduğunu, bu dalaştan işçi sınıfı ve halk yararına bir sonuç çıkmasının mümkün olmadığını birçok kez ifade etmekle birlikte; başta Erdoğan ve şebekesi olmak üzere, Cemaat de dahil bir bütün Türk hakim sınıf kliklerinin esas korkusunun işçi sınıfı ve halkın mücadelesi olduğunu kaydetmek gerekir. Bunun en önemli göstergesi halka yönelik saldırıların tüm hızıyla sürmesidir. Son olarak “hırsıza hırsız, katile katil” dediği için Konya’da 16 yaşında bir çocuğun tutuklanması, İzmir’de Gezi eylemlerine katılan çocuklara hapis cezası verilmesi gibi gelişmeler, Gezi’nin ve dolayısıyla korkusunun halen sürdüğüne işaretidir. Türk hâkim sınıflarının tedirginliği nedensiz değildir. Başta Erdoğan ve suç şebekesi olmak üzere Türk hâkim sınıfları, asıl tehlikenin işçi sınıfı ve emekçi halktan geldiğinin farkındadırlar. Cemaat ve onun kriminalize edilmiş tanımlaması “paralel yapı”ya yönelik mücadele adı altında çıkartılan yasaların hedefinde esas olarak devrimciler, işçi sınıfı ve halk vardır. Devlet denen aygıtın bütün uygulamaları, hâkim sınıfların kendi aralarında dalaş olsa bile, esas olarak temsil ettiği sınıfın çıkarlarını hayata geçirmeye programlanmıştır. Çıkartılan yasaların ve fiiliyatta uygulananların bu çıkarlara hizmet ettiği geride bıraktığımız yılda fazlasıyla görülmüştür. Örneğin; her gün ortalama dört işçi iş kazaları adı altında katledilirken, bu rakamlar Soma’da, Torunlar’da, Ermenek’te tavan yaparken, sorumlu olanlar bırakalım hesap vermeyi, işçi sınıfına ve halka saldırmaktan geri durmamışlardır. Devletin attığı her adım işçi sınıfına saldırı olarak yansımıştır. Bu nedenle Kütahya Seyitömer işçilerinden, Cam işçilerine, Yatağan’dan Soma’ya ve Ermenek maden işçilerine kadar işçi sınıfı; hem kendilerine dayatılan kölece çalışma koşulları sonucunda ölümüne çalışmaya, hem de taşeronlaştırma ve güvencesizleştirmeye karşı direniş bayrağını kaldırmışlardır.

Geride bıraktığımız yıl, bir yandan kadın katliamlarının tüm hızıyla sürdüğü ama buna karşı da kadın örgütlerinin direnişinin de yükseldiği bir yıl olmuştur. Benzer durumun diğer bütün mücadele alanları için geçerli olduğunu kaydetmek gerekir. Nerede bir baskı, zulüm ve katliam varsa orada direniş geliştirilmiş, karşı koyuş örgütlenmiştir. Faşizmin teslim alma saldırılarına yanıt olunmuş, çakalların ulumasına tepkisiz kalınmamıştır. İşte tam da bu nedenle faşizm rahata ermemiş, tedirginliğini üzerinden atamamış, her fırsatta “kamu düzeni”nden bahseder olmuştur.

Kürt halkına yönelik saldırıların, sürdürüldüğü ifade edilen “çözüm süreci”ne rağmen tüm hızıyla devam ettiğini kaydetmek gerekir. Yılın sonlarına doğru yaşanan Kobane Serhildanı’na yönelik faşist devlet saldırganlığı sonucunda onlarca insanın katledilmesi ve binlerce insanını gözaltına alınması ve yüzlercesinin tutuklanması bu saldırganlığın son örneğidir. Buna rağmen Kürt halkı 2014 yılında da direniş bayrağını dalgalandırmaya devam etmiştir. Kobane direnişi bu anlamda sadece Kürt halkına değil, bilinçleri şovenizmle zehirlenmemiş Türkiyeli devrimcilere de ilham kaynağı olmuş, direniş ateşini harlamıştır. Türk hâkim sınıflarının en büyük korkusunun, Gezi’yle ortaya çıkan halk isyanının, Kürt hareketiyle birleşme ihtimali olduğu, 2014 yılında uygulamaya konulan politikalardan rahatlıkla anlaşılabilir. Bu tür bir birlikte hareket etme hali ya da diğer bir ifadeyle demokratik devrim çizgisi, hakim sınıfların iktidarını hedef alan bir perspektifle ortaya çıktığında, iktidarlarının bir gün bile ayakta duramayacağının farkındadırlar. Onlar başta Kürt halkı olmak üzere, bir bütün Türkiye halkına karşı işledikleri suçların hesabının sorulması korkusuyla yaşamaktadırlar. Saraylarında güvende olmadıklarının farkındadırlar. Zaten tam da bu korku nedeniyle Erdoğan her fırsatta Gezicileri anmakta ve nedense “paralele karşı kazandıkları zaferi” Gezi’ye karşı da kazandıklarını söyleyememektedir! Her fırsatta Gezi’yi karalamaya çalışmaları bu yüzdendir. Ama korkunun ecele faydası yoktur. Onlar her ağızlarını açtığında duyduğumuz şey çakalların ulumasıdır. Varsın ulusunlar! Bizler ise Türkiye işçi sınıfının ve halkının oğulları ve kızları olarak, Gezi şehitlerinin, Kobanê dayanışmasında şehit düşen devrimcilerin ardından yeni yılda da yürümeye ve mücadeleye devam edeceğiz. 2015, toprağa düşenlerin düşlerini gerçekleştirme, çakalların tedirginliğini ise kuvveden fiile çıkarma yılı olacaktır.

69573

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Sayfalar