Salı Mayıs 14, 2024

Açlık grevleri mücadelenin büyütülmesinin manivelası olabilmelidir

15 Şubat’la birlikte 100. gününü geride bırakan Leyla Güven’in başlattığı süresiz açlık grevi her geçen gün artan katılımla devam etmektedir.

Süresiz açlık grevleri, ölüm oruçları bu topraklar için hiç de yabancı değildir. Çözülemeyen sorunlar karşısında, son aşamada halkların vicdanlarına sesleniş, sistemi reddediş olarak beliren güçlü bir politik duruştur açlık grevleri. Bedenler hücre hücre esirken toplumsal hareketin büyümesi beklenir esas itibariyle. Bu nedenle, tutsakların açlık grevlerinin dışarıdan yani sokaktan beslenmesi zorunludur.

Açlık grevleri “vicdanlara sesleniştir” dedik. Baskılar, saldırılar, tecrit reddedilse de bunu sessizlikle kabullenen yüreklerin tekrar karartılması hedeflenir. Ses çıkarmaya, itiraz eylemli kılmaya bir davettir açlık grevleri. Halen kaybedecek bir şeyleri olduğunu düşünenleri hesaplayanları; dar dünyalarından çekip çıkarmak için yapılan güçlü bir hamledir.

Politik duruş ve kararlılık, açlık grevlerinin üstünde yükseldiği zemindir. Politik amaca, tek başına değil, aynı zamanda harekete geçen halkların aktif mücadelesiyle ulaşılır.  Yani açlık grevleri, sistemi çeşitli nedenlerle reddeden tüm kesimleri ve aynı zamanda hareketleri birleştirici bir rol de oynar.

Leyla Güven’in eylemi tarihi anlamlarla yüklü bir mekanda başlamıştır; Diyarbakır zindanlarında… Bu zindanlar ezilenlerin sayısız direnişine tanıklık etmiştir.

Kaypakkaya yoldaşın işkenceler altında vücudu parçalanırken ‘ser verip sır vermeyerek’ şehit düştüğü mekandır Diyarbakır zindanı.

Sakine’nin işkenceci cellat Esat Oktay’ın yüzüne tükürdüğü, Mazlum Doğan’ın 3 kibritle yangını tutuşturduğu, dörtlerin 18 Mayıs gecesinde ateş topuna dönüştükleri mekandır. “Yaşamı uğrunda ölecek kadar sevenlerin” direniş-mücadele tarihiyle dolu bir mekandır Diyarbakır zindanı. Komünist bir hareketin lideriyle Kürt Ulusal Hareketi’nin çok sayıda öncü kadrosunun farklı zamansallıklardaki mekan çakışmasıyla ortak bir irade ve duruşun ifadelendirilmesiyle anlam bulur Diyarbakır zindanı!

Birleşik Mücadele Yükseltilmelidir!

Tarihimiz göstermiştir ki devrim; sınıfsal, ulusal, cinsel, mezhepsel her çeşit baskıya, ezilmeye, şiddete karşı ortak bir mücadele hattı örülebilmesiyle gerçekleşecektir.

Türkiye coğrafyasında mücadele, güçlü bir ulusal hareketin varlığına rağmen politik dengeleri etkileyebilme kapasitesine sahip olmayan Komünist Parti ve faklı devrimci hareketlerin varlığıyla özgüllüğünü göstermektedir.

Ezilenler kendi içlerinde hem egemen sınıfların ideolojisinin hem de devrimci-demokrat kesimlerin ideolojilerinin etkisiyle ayrışmakta,  ortak bir kanalda birlikte hareket edememektedirler. Bütün bunlar, süreçleri karşılamaktan ve zaferi yakınlaştırmaktan uzak etkenlerden bir kısmıdır.

Her genellemenin içinde yanlışlıklar ve kısmi haksızlıklar barındıracağını bilerek ekleyebileceğimiz önemli bir husus da Türkiye Devrimci Hareketi’nin genel olarak politik davranabilmekten uzak, mücadele biçimlerinde tutucu, dogmatik ve grupçu özeliklerinin olduğudur.

Bütün bu özellikler konjonktürel olarak ortaya çıkan fırsatların kaçırılabilmesine yol açmaktadır. Gönül rahatlığıyla diyoruz çünkü oluşturulan dar ideolojik dünyalarında kendilerini devamlı olarak haklı görme hali vardır. Diyalektiğe rahmet okutan bir haklılıktır bu! Politika yapma imkânının bu şekilde kaybedilmesi, ortak mücadele ekseninin de yakalanamamasını getirmektedir.

Kürt Ulusal Sorunu’nun ve Ortadoğu dengelerini etkileyecek güçlü bir ulusal hareketin varlığı; sosyal şovenizmle mücadelenin güncel olmasına yol açmaktadır. Sosyal şovenizm, devrimci harekette genel olarak aşılamamış bir şekilde durmaktadır.

Rojava’da gerçekleşen direniş ve devrimsel süreç Kürt hareketiyle ortak mücadeleyi öne çıkarmıştır.

HBDH’nin bu sürecin önemli bir etkisi vardır. “HBDH’nin varlığını sürdürse de hali hazırda aktif bir hareket haline gelmemesi ayrıca değerlendirilmesi gereken bir hususken, burada ortak mücadele ekseninde ortaya çıkan irade ve o dönem kendi Partimizin içinde olanlar dahil olmak üzere sosyal şovenleri/şovenliği teşhir etmesiyle önemlidir) Aynı şekilde legal alanda ortak hareket etme sınırları olsa da bizlerinde olduğu belli yapılarca sağlanmaya çalışılmıştır. Fakat “çökertme operasyonları” acı bir gerçeği ortaya çıkartmıştır. “Çözüm süreci olarak adlandırılan dönemde TDH’nin çoğunluğu ‘tasfiyecilik’, ‘uzlaşma’ diyerek ‘PKK’ye masa değil mücadele’ çağrıları yapmıştır.

Bu ‘keskin’ lafları söyleyenlerin çoğunlukla silahlı mücadeleyi tefekkür etmekten bile zorlanan yapılar olmasını da bir yana koyalım. ‘Çözüm sürecinde’ keskin laflarla üstü örtülmeye çalışılanın; savaşa hazırlık mefhumundan uzaklık olduğu çok geçmeden ortaya çıktı. Devletin topyekûn saldırısına, bastırma-sindirme harekatlarına karşı kayda değer bir tutum ne legalde ne de illegalde geliştirilemedi.

Bu süreci, uzlaşmacılıkla suçlanan PKK’nin “savaşa hazırlık” olarak ele aldığı başta özyönetim direnişleri olmak üzere sürdürdüğü silahlı mücadeleyle açıkça ortaya çıkmıştır. Fakat sosyal şovenlik öyle bir boyutta ki, mücadelenin özgün bir hali olarak gelişen açlık grevi eylemleri yine ‘aldatmaca oyunları’ dönüş isteğiyle ‘çözüm sürecini tekrar başlatmak’ olarak açıklanmasında beis görülmemektedir.

Böylece açlık grevlerinin taleplerinin anlamını kavramaktan uzak bir şekilde yine ‘gönül rahatlığıyla’ genel bir destek açıklaması yeterli görülebilmektedir.

Tekrarlamak gerekir ki, politik bir hareket ‘her türlü zorbalık, baskı, zor ve suiistimale karşı, her türlü keyfiliğe karşı tüm demokratik ve sosyalist talepleri en önde haykırmasıyla, en önde tepki göstermesiyle ona devrimci niteliğini vermektedir. Kürt sorunu ekseninde TC kurulduğundan itibaren mevcut olan baskı, imha ve inkar siyasetinin karşısında eylemli olarak en başta komünist devrimcilerin durması gereklidir. Kaypakkaya yoldaşın TİİKP revizyonizmine karşı yazdığı ilk belgenin Kürt sorununa dair olması yol gösterici olmalıdır.

Politik davranabilme özelliğinden uzaklık, politik devrimcilik anlayışındaki yıpranmalar, sosyal şovenizm zehrinin varlığı ve dar grupçuluk, devrimci hareketler ve Kürt Ulusal Hareketi arasında ortak mücadelenin yükseltilmesindeki en önemli engellerdir. Dünya devrim tarihleri ittifakların,  ortak mücadelenin tarihidir.

Lenin’in dediği gibi “İttifaklar olmasaydı tek bir siyasal parti var olamazdı.” İhtiyaç olunan, faşizme karşı birleşik mücadelenin yükseltilmesidir. Ezilenlerin her kesimine karşı yapılan en ufak saldırıyı birlikte göğüsleme ve birlikte cevaplama iradesinin gösterilmesidir. Bundan uzak duran hiçbir siyasi hareket, kendine ‘öncü’ sıfatını yakıştırsa bile, politik bir varlık haline gelemez. Sadece kendi varlığını sürdüren, dar, amatör gruplardan biri haline gelir.

Damlayı büyütelim…

Leyla Güven’in ve taleplerini tümüyle sahiplenen PKK-PAJK tutsaklarının eylemi haklıdır/meşrudur. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın tecridinin Kürt ulusunun tecridini de amaçladığı açıktır. Öcalan’a yönelik en küçük bir uygulama dahi devletin Kürt ulusuna ve hareketine yönelik planlarından-saldırılarından bağımsız değildir. Öcalan’a uygulanan tecridin normalleştirilmesi, diğer tüm tutsakların yaşadıklarıyla aynılaştırılması Öcalan’ın Kürt ulusu nezdindeki öncü/önder rolünün kavranamamasının, bunun görülmek istenmemesinin bir sonucudur.

Devlet, etki gücüyle, savaşçılığıyla, Ortadoğu üzerindeki dengeleri değiştirmesiyle PKK’yi ve onun önderi Öcalan’ı mevcut konjonktürde ‘baş düşman’ olarak göstermektedir.

TC, Ortadoğu’da ki bütün politikalarını PKK’yi sınırlamak, yok etmek üzerinden yaşama geçirmektedir. Binlerce tutsağı ve gerillasıyla legal-illegal örgütlenmesiyle PKK’nin ulusal mücadelesinin devlete ‘beka’ sorununu oluşturacak ölçüde olduğu açıktır. Bu yanıyla, süresiz açlık grevinin temel talebi olan Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması isteminin sadece genel tecrit karşıtlığı üzerinden ele alınması, konjonktürü okuyamamak kadar açık bir kavrayışsızlıktır ve sosyal şovenlikten beslenmektedir. Leyla Güven ve yoldaşlarının süresiz olarak sürdürdüğü, TKP/ML tutsaklarının da iki defa yaptıkları destek açlık grevleriyle katıldığı bu eylem; devlete karşı çıkıştır!

Bütün bu özelliklerinden hareketle ortak mücadele şiarı öne çıkarılarak, tek bir alanla sınırlamadan, direniş çizgisi yükseltilerek ele alınmalıdır. Başta komünist devrimciler tek kişi oldukları alanlarda bile bu eylemi gündemlerine almalıdırlar. Kolektifimizin, sosyal şovenizmden beslenen darbecilikle birlikte önemli bir güç yitimine uğradığı açıktır. Fakat kendimize güveniyoruz! Doğru politikaları yaşama geçirmemiz, darbeciliğin etkisinde kalan yoldaşların ve kitlelerin bize olan güvenini tazeleyecektir.

Rosa Lüksemburg’un şu şiarı her zaman rehberimiz olmalıdır: “Çoğunluk olduktan sonra devrimci taktiğe geçilmez, devrimci taktikle çoğunluk olunur” Güç durumu ne olursa olsun, bu süreç dışında durularak, kıyısında köşesinde kalınarak ele alınamaz.

Leyla Güven TKP/ML tutsaklarına yazdığı mektupta şöyle diyordu: Sevgili yoldaşlar, ben insanlık suçu olarak gördüğüm bu tecrit karşısında sessizliği kırabilmek için açlık grevine başladım. Denizde bir damla olduğumun farkındayım. Ancak açıklamanızda belirttiklerinizde bu damlanın büyüyeceğinin işaretidir.”

Bize düşen damlayı büyütmektir, damlayı büyütelim!

16190

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

Sayfalar